Bir ilişki ne zaman gelecek vaad etmez?

Bitmeye yakın ilişkilerdeki gözlediğim tipik örüntü; artık kişi, partnerinden beklediği erken çocukluk yarasına dair ihtiyacını alamadığını öyle yoğun görmektedir ki asla alamayacağının gerçeğiyle her yüzleştiğinde daha da sertleşir/öfkeye bağlanır. 

Öfke uzun vadeli olup, kızgınlık halini alınca ilişkiyi öldürücü bir çok hal gelişir:  

Savunma ya da hor görme! 

Bu ikisinin uzun vadeli varlığı kişileri epey acıtır/incitir. 

İlişkinin içi acı/incinme yüklü hale geldiğinde taşınmaz olur.

Sen istemesen de refleksif olarak ara ara yükü kenara bırakırsın.

Ve bir gün artık geri almazsın.

***

Tükenme; yaşam enerjinin kritik seviyeye inmesi sonucu yaşamı, idare modunda sürdürmen demektir. İdare modunda heves, heyecan, tutku, merak, keşif yoktur. Öyle bitkinsindir ki uzaktan hoş gelse de, iyi hissedeceğini bilsen de bir türlü dahil olamazsın yaşama. Sadece hayatta kalacak seviyede var olursun yaşamda.

Sebeplerin biri; içindeki başarı odaklı, yüksek beklentili modunla ilişkinde devamlı uyumlu/söz dinleyen bir modda olmandır. Uyumlu/söz dinleyen modda yaşamı farklı renkleriyle yaşamak yoktur, beklenti ve görevleri tam, eksiksiz yerine getirmek vardır. Bu modun aktifliği çok uzun sürerse, keşif/merak/oyun ihtiyacına cevap verici bir denge yaratmaktan uzaklaşırsın. Başarı odaklı beklentili modun köleleştirici, tutsaklaştırıcılığına karşı rengi, tadı, keyfi, oyunu koyamazsan tükenme kaçınılmazdır. Bunu yaratmak pek kolay değildir. Yine de durağanlık, sabitlik, tek taraflılık, tek düzelik barındıran seçimler yapmak yerine bedensel aktifliğin merkezde olduğu ve hareketle bağlantılı seçimler yapmak iyi bir başlangıç olabilir. Amaç; yüksek standartçı taleplerin tutsaklığını çağrıştıran her şeyden uzaklaştırıp, canlılığı yani bağımsızlığı aktive eden seçimlere yönelerek, yaşamla bağını onarmaya başlayabilirsin.

***

Partnerinin bir başına hissetmesine omuz vereceğin yerde herhangi bir şey yapmadığında yani kayıtsız kaldığında bu güvensizlik yaratıcı bir hal oluşturur. 

Bu yüzden partnerinin arkasını güvenle yaslayacağı bir kaya gibi olman gereken zamanlarda kayıtsız kalmayı seçme. 

Korkunu, kaygını, el alemi değil eşini seç!

***

İnsan tehdit altında hissettiğinde gardı (savunması) hep yukarıdadır. Ve bu çok doğaldır. Aslında burada ortaya çıkan öfke, incinmeye karşı kişiyi korumaya yarar. Fakat ‘ya incinirsem’ düşüncesinde fazlaca kalmak kişiyi tehdit altında tetikte tutar, öfke koruyuculuktan çıkar ve kişiyi/ilişkiyi zehirlemeye başlar.

***

Partnerin sana kendini devamlı açıklama halindeyse; duygusal anlamda tehdit altında hissettiğini kabul etmelisin. Özellikle yoksunluk yaratacak tavırlarının tehdidini partnerin kolayca hisseder.

Partnerinin bu haline olumlu yaklaşımın, onu pek hissedemediği bir yerden kavrar. Yani koşulsuz güven ve aitlikten…

Kendini gerçekten güvende ve kabul edilmiş hisseder. Ve yaralarına olan bu kabul ve hassasiyet onu iyileştirir. Daha az açıklama yapar, iki de bir özür dilemez, yalvaran bir modda bir şey istemez. Kendine olan inancının nasıl ayağa kalktığını gözlerinle görürsün. 

Böylelikle senin gözünden de partnerin bağımlı, ürkek, kaçıngan değil, haklarının peşinde, öz güveni yüksek, sınırlarını koruma netliği bariz bir halde gözükür.

***

Evliliklerin ömrünü belirleyen şeylerden biri; çiftlerin, birbirlerinin yakınlık/bağlantı kurma taleplerini ya da ihtiyaçlarını öncelemeleridir.  

Yani partneriniz sizinle hadi bir şeyler izleyelim dediğinde, hayır demek ya da eşiniz üzgün olduğunu söylediğinde onu geçiştirmek, mesela telefona bakmak. 

Bunlar bağlantıyı yavaşça yok eder. Bağlanamadığınız kişiyle yavaş yavaş uzaklaşırsınız. Aslında eş olmaktan uzaklaşarak gittikçe sokaktan geçen yabancı birine dönüşürsünüz. Günün sonunda ciddi bir kriz olmadan ilişkiniz biter.

***

Kaçınmacı başa çıkması güçlü iki partner, sorunları konuşmak yerine odalarındaki fili büyütürler. Sonra ilişkilerinin yaşayacağı bir alan kalmaz. En sonunda da ‘nasıl ya biz iyiydik’ yüzleşmesiyle ikisi de evlerinden ayrılmak durumunda kalır.

***

Değersizlik, yetersizlik hislerini devamlı tetikleyen bir partner karşısında bunları çağrıştıran imalar, laf sokmalar, iğnelemelerle karşılaşmamak için kabuğuna çekilirsin. Kendi kimliğini kaybederek onun tasarısına dönüşürsün. Bu tasarıyla içindeki gökkuşağının rotasını bulamazsın.

***

Partner ilişkisinde sadece kadınlar “olumlu ifadelere” ihtiyaç duymuyor. Erkekler de “olumlu ifadelere” kadınlar kadar hatta daha fazla ihtiyaç duyuyorlar.

***

Hayatında hep sorumluluklarını kendini feda eder biçimde yerine getirmiş sabretmiş, her şeyini kendi halletmiş bir kişi partner ilişkisinde de onun her şeyini halleden, onun ihtiyaçları için kendini feda eden bir rolde ilişkide olabilir. Fakat bu partner ilişkisini anne-çocuk ya da abla-çocuk ilişkisi eksenine sıkıştırır. Onun annesi ya da babası olduğunda bu rolde kalan adam ya da kadın bir süre sonra cazibesini kaybedebilir. Çünkü ilişkide sorumluluklar kadar heyecan, tutku, romantizm, kıskançlık da şarttır. Yani evdeki işçi rolü kadar dışarıdaki sevgili rolünün canlılığı ilişkinin olmazsa olmazıdır. Sevgili olmayı unutmuş çiftler, sorumlukların girdabında aman düzenimiz bozulmasıncı bir pencereden ilişkilerini sürdürebilirler ki bu ilişkiyi yalnızca bir ortaklık zeminine oturtur.

***

Bir adam dedi ki ‘dışarıda hesap etmeden rahat konuşuyorum, ama eşimle konuşurken devamlı hesap yapıyorum, yapmalıyım da çünkü sıkıntı olur. Dedi. Ne gibi sıkıntı olur dedim. Benden uzaklaşır. Hatta evden ayrılmaya kadar gider. Dedi.

Bir kadın dedi ki “içimdekilerin çeyreğini söylüyorum. Çoğunu içime gömüyorum.” İçinize gömmeseniz ne olur dedim. Eşimin suratı daha düşer, küser, beni yok sayar. Yanında varlığımı hissedemem. Bu çok acıtır beni. Dedi

İki partnerde karı koca. Ve ikisinin arasında birden bire bir dans oluşuyor. Sus-sus dansı. Korkunun yönettiği bir dans. Birisi için terk edilme korkusu, diğeri için değersizlik korkusu. Bu iki korku, ikisini de felç oldukları ve birbirlerinden uzaklaştıkları bir dansa sürüklüyor.

Bu dansı kim nasıl tetikliyor, diğeri bu zeminin kayganlığını hangi tepkisiyle arttırıyor. Bu dansı dışarıdan kendi filmlerini izler gibi yargısızca izlemeleri gerekiyor. Mesele birbirleriyle değil, mesele sus-sus danslarıyla.

***

Herkesle iyi geçinmeye çalışan insan gerçek bir ilişki yaşayamaz. Kendin olamadığında, ötekinin beklediği gibi olmaya başlarsın. İyi geçinmek, gittikçe uyumlu olmalıyım ile yer değiştirmeye başlar. Böylelikle iyi geçinmek sana sonradan tükeneceğin bir var oluş hediye etmiş olur.

Diğer yandan gerçek ilişki kaoslarlarla gelişir, derinleşir. İyi geçinmek övülen bir şey olmasına rağmen tek başına öz-değer sağlayıcı olamaz. İyi geçinmeye yaslanan devrilmeye mahkumdur.

***

Bir ilişki ne zaman gelecek vaad etmez?

Partnerin, hayatındaki olup bitenlerle ilgilenmiyorsa, ulaşılabilirliği sadece sorumluluklar üzerinden oluyorsa, seçimlerinde birlikteliğe değil, bireyselliğe öncelik veriyorsa, cinsel yakınlıkta belirgin bir uzaklık söz konusuysa, bir çok konuda sorumluluk almıyorsa, dili keskin, ithamkârsa, yarattığı zor duyguların zedesine kayıtsız kalıyorsa, izole, uzakta, reddedilmişlik barındıran yaşantılarla karşılaştırma sıklığını artımışsa, verdiği sözlere sadık kalmadığını ve bunlara bitmeyen bahaneler uydurduğunu fark ediyorsanız ilişkinizin sona yaklaştığını anlayabilirsiniz.

***

Partnerinin isteklerine, beklentilerine devamlı uyumlu kaldığın ilişki partnerin tarafından sonlandırılmaya mahkumdur.

***

İlişki sadece ve sadece ötekinin isteklerinin karşılanacağı bir yer değildir. O ilişki değil pek tabi sömürüdür. Sınırlarının devamlı ötekinin istekleri uğruna yıkılıp, yıkılıp yeniden yapılandırılması kabul edilmemeli. Saygınlığının avucunun içinden kayıp gitmesi, sonucu ağırdır. Cesaretlendirildiğin, kabul edildiğin, sarıp sarmalandığın, hakkına sahip çıkıldığını bildiğin, korunduğun bir yer olmalı ilişki…

***

Bir ilişki bazen yalnızca iki iyinin bir doğru etmemesi yüzünden biter. İyi olmak sürdürmeye yetmez. Acıdır bitiş yolunda adımlamak. Bitmesini kimse istemez hele daha en başta. Ama biter.

Sadece aradığın bulunamamıştır. Ya da bulduğunu zannettiğin aslında aradığınla pek ilgisi yoktur. Ya da aradıkların değişmiştir. Sadece bu kadardır. Bu kadarla da biter. Senin daha az değerli, sevilen, istenen biri olmanla ilgisi yoktur.

***

Evlilik sadece yüz kızartıcı şeyler yüzünden bitmez. Seni artık her şeyinle sevip kabul edemiyordur. Bu yeter de artar bile. Bir de boşanmanın sorumluluğunu alacak cesareti yoktur. Kaçak dövüşüp dövüşüp bıkıp usandırma yoluyla eşine boşanma davasını açtırır ve büyün vicdanı yükünü ona boşaltır. Çünkü o boşanma dilekçesini vermiştir. Böylece kendini huzurlu kılarsın ama bu huzur sana o ilişkiden alacaklarını ,öğreneceklerini öğretmez. Acı çekmezsin böyle belki ama kaybının yasını tutamamak seni ilişkilere dair hiç büyütmeyebilir. Diğer taraftan zaten kadın yüz kızartıcı şeyler mevzunu geçmiş, ilişkideki kaybolan bir çok şey sebebiyle evlilik birçok noktada yaşamını yitirmiş. Sadece bardağın taşması, harekete geçmek için bir sebep gerekiyor. Teknik aksaklıklar da buna hizmet etmiş! Ben sevilmeyecek adam değilim. Her şeyim tas tamam, sorun bende değil sende! İlişkideki payını, hatasını görmek istemeyen birisinin tipik savunması!

***

Eşleri tarafından olumlu karşılanmadığını düşünen erkeklerin boşanma oranı, diğerlerine kıyasla iki kat daha yüksek… Orbuch bu farkın nedenini, arkadaşlarına sarılan veya kuyrukta beklerken tanımadığı birinden iltifat alabilen kadınların aksine, erkeklerin olumlu karşılanma ihtiyacını yalnızca partnerleri aracılığıyla karşılayabilmeleri ile açıklıyor.

***

Bir ilişkinin gücü, bir çiftin tartışmadan sonra nasıl bir araya geldiğiyle anlaşılabilir. Yani tartışmayı kazanılacak bir mücadele değil, kendi duygu, düşünceni ortaya koyma süreci olarak görürler. Birbirlerinin yüz, beden duruşu, konuşma tonunu takip ederler. Bu takipten aldıkları geri bildirimlerle devamlı kendilerini dengelerler. Neyi, nasıl diyecekler. Nerede sakinleşip, ara verecekler, nerede daha vurgulu olacaklarına karar verirler. Birbirlerine temas etme niyetleri ve buna yönelik dikkatleri tartışmayı daha sağlıklı hale getirir.

***

İlişkinizin yegane görevi sizi mutlu etmek değildir. Eş/partner ile ya da bir insanla olan ilişki; çıkmazlar, kör noktalar, zorluklar, dona kalmalar, kaçınmalar barındırır. İlişkiniz, size görmekten devamlı uzak kalmayı seçtiğiniz size ait zorluklarla yüzleştirir.

İlişkide olan her zorluk aslında bir yüzleşme gerçekliği yaratır. Tam bu noktada partner bir aynadır; size sizle ilgili anlayıp, anlamlandırmaya ihtiyacınız olduğunuz şeyleri gösterir. Bu aynı zamanda bir fırsattır; büyümek ve gelişmek yolculuğunda.

***

Eyleme dökülmemiş ama ısrarla ifadelendirilen sevgi, ifade edilende öfke yaratabilir. 

Kişi, sözcükle eylem arasındaki uçurumu fark ettikçe öfkelenebilir. 

Bu, göz göre göre kandırılmışım öfkesidir.

***

Sizi çok seven insanlara tekrar bakın; onların hayatını eskisi gibi kolaylaştırmadığınızda size sevgi gösteriyorlar mı? Size yakınlıkları nasıl oluyor? Yoksa kendinizi onlar için feda etmeniz, onların sizinle olmalarının tek koşulu mu?

***

Evliliğimde, benim bu yaşananlardaki payım/rolüm ne diye sormuyorsan işin zor. Dikkatin hep karşıdadır. Fakat önce kendine, kendi arızalarına, çıkmazlarına bakmalısın. Parmağın önce kendini göstermeli. Kendini anlama yolculuğuna çıkmadan evliliği anlama mücadelesinde yol alamazsın.

***

Sevgi bitmese de evlilik biter. Hele ki ilişkide öfke, kızgınlık, hayal kırıklığı, keder kol gezdiğinde. Bu duyguları ortaya çıkaran onca olay yaşanmıştır ve bu olayların bir daha yaşanmayacağının da garantisi yoktur. Umutsuzluk ve çaresizlik ilişkideki karanlığı genişletir.

***

Sorumsuz bir babanın çocuğuysan, aşırı sorumlu bir çocuk olman doğaldır. Görev almak mecburiyetten doğar. Babanın almadığı bir çok sorumluluğu alıp, onun ve ailenin hayatını düzenlemek senin refleksin oluverir. Bu refleks genellenir. Diğer insanların hayatını düzenlemeye kadar ilerler. 

Önce bu refleksi fark et. Sonra bu refleks, senin kendine ait hangi ihtiyaçlarının önünde duruyor. Onları görmeni engelliyor. Buraları incele… ihtiyaçlarına yaklaştıkça bu refleksten uzaklaşacaksın!

***

Çocuktan sırdaş olmaz. Çocuk(unuz) sizin her yükünüzü taşıyamaz, taşımamalı…

Çocuğunuzu erkenden büyütmeyin, erken ebeveynleşmiş çocuklar, hiç yetişkinleşemiyor.

– Çocuğunuz psikoloğunuz değildir.

– Kızınız/oğlunuz eşinizi şikayet hattı değildir.

– Çocuğunuz dert ortağınız, sırdaşınız değildir.

– Anne-babayı barıştırmak çocuğun asla ama asla görevi değildir

– Evliliğinizdeki gerilimi çocuk çözemez/çözmemeli

***

Evlilik fikri bazı insanlarda güçlü bir anksiyete (bunaltı) yaratabilir. Bunun nedeni: Ebeveynlerinin karı-kocalık ilişkilerindeki kaos; kişi üzerinde travmatize bir çaresizlik, korku yaratmış olmasıdır.

Zihin aynı travma ihtimali algıladığında anksiyete tuşuna basıverir. Çünkü zihin bunu tehlike olarak değerlendirir. Ve kişi tehlikede olduğunda bundan kaçınır. Bu noktada kişinin güvende hissetmesi çokça önem kazanır. Tam bu noktada kişinin partnerine, bu mesele düzleminde açık olması gerekir. Bu açıklık, partnerinin erişilebilirliği ile de karşılaşırsa güven ferahlar ve kolayca tahsis olur.

***

Travma durumunda hissedilen güçsüzlüğe ve çaresizliğe tam tersi bir güç olarak ‘hayatta kalma parçası’ gelişir. Travma parçasının aşırı zayıflığı, hayatta kalma parçasının aşırı güçlülük ve hakimiyeti ile telafi edilir. 

Bazı hayatta kalma görüntüleri şöyledir:

Travmasında ebeveynlerinden hiçbir ilgi görememe de bulunan bir çocuk, sıklıkla görülmesini sağlayabilmek için çok büyük ve abartılı bir hayatta kalma parçası geliştirir. Bu tür bir hayatta kalma parçasının tutkusu; büyük bir sanatçı, tanınmış bir politikacı veya ünlü bir bilim insanı olmak için gerekli enerjiye sahiptir.

Fazlasıyla yaralı bir travma parçasına sahip bir çocuk, yeniden yaralanmayı engellemek için hiçbir şeyin onu durduramadığı öfkeli ve agresif bir hayatta kalma parçasına da sahip olabilir. Tutunacak bir yer arayan, çaresizlik içindeki aşırı kaygılı bir travma parçası karşısında, hayatta kalma parçası tam tersi bir tepki verebilir ve kendini tamamen bağımsız yaparak hiç kimseye bağlanmak istemez. Utanç ve suçluluk duygularının yarattığı aşırı travma durumunda ise bir ayna imgesi olarak fazlasıyla ahlakçı bir hayatta kalma parçası gelişebilir.

(Franz Rupert, Ruhtaki Bölünmeler)

***

‘Annem/babam en güzel yıllarını beni büyütmeye harcadı’ anneden çocuğa geçen bir cümledir. Çocuğun olanları zihninde yoğurmasıyla oluşturacağı bir algı değildir. Tam bir toksik ebeveynlik örneğidir.

Ebeveyn çocuğu ayrı bir birey değil, kendi yaralarının bekçisi yapmak istiyordur. Ebeveyn, ağır borçluluk algısı yaratır ve suçluluk tasmasıyla çocuğun kendi yoluna huzurlu bir şekilde gitmesi engellenir.

***

Ruhunda gezinen hırçın, öfkeli bir çocuk varsa, çocukluğunun üzerinden ağzından çıkanı bilmeyen, vahşice kıyaslayan, utandıran, değersizliğin dibini yaşatan, her an kusurlu hissettiren bir ebeveyn geçmiş olabilir.

***

Annelik/babalık müessesesi kutsal değildir. Bazıları bu müesseseyi kutsanmış göstererek, bütün hasetlerini, özlemlerini, dağınıklıklarını, travmalarını çocuklara boşaltıyor. Sanki onlar bir çöplük gibi. Fakat onlar sizden olan olsa da sizin uzvunuz, eşyanız değiller. İyi bir ebeveyn olmak istiyorsanız; çocuğun hiç ilgisi olmayan neyi üzerine, hayatına boca ediyorsunuz bunu fark etmelisiniz. Erdemli bir duruşla, ona değil, kendi yarattığınız/yaratmak zorunda olduğunuz alana boşaltmalısınız; tüm hayallerinizi endişelerinizi, hırslarınızı…

***

Çoğu insan ebeveynlerine yönelik bir “alacak söylemi” nedeniyle aile çemberinden, o iç içe, ayrımlaşmamış alandan ayrılamaz. Oysa özgür yaşam açık alanlarda ve seçilmiş insanlarla yaşanır. Birey baba evinden ayrılıp kendi evini kurmakla kendi kimliğini oluşturur.

Margaret Mahler

***

Büyüğüne (abi, abla) ya da küçüğüne (kardeş) duyulan memnuniyetsizliği, sen memnuniyete çevirmek zorunda olan bir görevli değilsin. 

Onların memnuniyetsizlik kuyusu çok derin ve karanlık, ne atarsan at aydınlanmaz…

***

Moralin bozuk olunca partnerine mesafeli davranmazsın, yani bundan onu sorumlu hissettirmezsin hele ki iyi gitmeyen şeyleri kendine hızlıca mal ediyorsa. Bu tarafını bilip moralinin bozukluğundan, onu ayrı bir yere koyarsın. Çünkü sevgi hassasiyetlere olan saygıyla yakından ilgilidir.

***

Anne babanızdan tahsil edemediklerinizi onlara benzer figürlerden de tahsil edemezsiniz. Aynı oyunu bozmak zorundasınız. Sevgi ve değer sadece onlara benzeyenlerden alınamaz. Bunu sizi verecek başka insanların ki de gerçek sevgi ve değerdir.

Ümit Karabulut

Bir yanıt yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.