

Şiirlerini 15 yaşından itibaren Malumat gazetesine göndermeye başlayan Yaşar Nezihe Hanım, 1920’lerde “Feryatlarım”la dikkat çekmişti. 1919’da Almanya’da yayımlanan Türk edebiyatıyla ilgili kitapta adı geçecek kadar etkili olmuştu. Buna karşın kısa zamanda unutuldu. 1934 yılında Yaşar Nezihe Hanım’ın akıbetini merak eden 7 Gün muhabiri uzun araştırmadan sonra onu buldu. Hayat öyküsünü konuştu…
“Feryatlarım”ın şairi Yaşar Nezihe Hanım’ı bulmak o kadar güç oldu ki… Kime sordumsa sadece “bilmiyorum” dedi. Onu bulmak için çalmadığım kapı, sormadığım aşinaları kalmamıştı… Hepsi de: “Bulursan bize de haber ver…” diyordu.
Yazık, dedim, koca “Feryatlarım”ın şairinin en içten feryatları pek erken unutulmuş… Bu sesin nereden geldiğini bilen bile yok!
Onun öteden beri mısralarında yaşayan ıstırap kendisini de yaşatıyor… O, feleğin en zalim sillesini yiyen, talihin en insafsız tekmesiyle çiğnenen içli bir kadın…
6 yaşında annesini kaybetti
Silivrikapı’nın sakin bir mahallesinde daha doğduğu gece evlerinde yakacak gaz bulunmamıştı. O gün binlikler deviren sarhoş, rahat ve hissiz babası Yaşar Nezihe’nin dünyaya gelişine hiç de sevinmemişti. O, fırtınalı havada diz boyunu geçmiş karlar üzerinde isteksiz isteksiz yürüyerek bakkala gitmişti. Bakkal ona sert bir çehre ile cevap vermişti: Bugün gaz yok!
Evde bir taraftan Yaşar Nezihe rahmi maderden yeni çıkmış ağlıyor bir taraftan da bu felâketle inleyen zavallı annesinin gözlerindeki damlalar çoğalıyordu. Bu azap dolu yaşları gecenin karanlığı emiyor ve kimse görmüyordu!
Böyle talihsiz ve ışıksız bir gecede doğan bedbaht Nezihe altı yaşında annesini kaybetti. Artık o, sarhoş bir baba, topal fakat zalim bir amca, titiz, hırçın bir teyzenin eline düşmüştü. Zavallının bunların elinden çekmediği kalmadı.
Onun yarım asırlık hayatı daimi bir ıstırap ve mücadele ile geçti. Bunu şu mısralar ne kadar kuvvetle ifade ediyor:
Ben sefalet tahtında şanlı bir hükümdarım,
Binlerce gam nedimim bilsen ne bahtiyarım.
Sağımda yüz bin elem, solumda yüz
bin keder
Bana hürmetle bunlar başlarını eğerler..
Hanendelerim matem, sazendelerim
hicran,
Hep feryadü figandır sarayımda
duyulan.
Sakilerim felâket, zehirdendir şarabım
Her an zehir içmekle hem mestim hem harabım.
Zairlerim gözyaşı teessür, ıstıraptır..
Hayatımın her demi cehennemi azaptır…
Babam okula gitmeme engel oldu
Yaşar Nezihe ancak bir sene kadar mahalle mektebine devam edebilmişti. Bunu kendisi şöyle anlatıyor:
— Mahalle mektebine gizli gidiyordum. Bir gün babam işitti. “Babıali’ye kâtip mi olacaksın?” diye saçlarımdan sürükledi ve evden kovdu. Ben içimde alevlenen okumak hırsını nafile yenemiyordum. Okumak için param da yoktu. Dere kenarlarından papatya, ebegümeci toplayarak aktarlara satardım. Aldığım paranın 40 parasını hoca hanıma, 40 parasını da kalfaya verirdim. Bu bir sene kadar devam edebildi ve ben mektebi terke mecbur kaldım.
İki mutsuz evlilik yaptım
15 yaşımda ilk şiirimi yazdım ve namımüstearla Malumat gazetesine gönderdim. 17 yaşında evlendim. Zevcimle aramızda yaş farkı çoktu… 1,5 sene beraber yaşayabildik. Asıl hayatımı bağladığım ve darbesiyle yıkıldığım, inlediğim ikinci zevcim mühendis Yusuf Bey’dir. Bu hain adamı o kadar büyük bir muhabbetle sevdim ki… Fakat 5,5 sene beraber yaşadık. Üç çocuğum oldu: Vedat, Suat, Sedat.. Fakat hain zevç bana 1910’da ihanet etti. Ve ben üç çocuğumla ve gözyaşlarımla başbaşa kaldım. Günlerce aç kalarak çocuklarımın hıçkırıklarını dinledim. O basık tavanlı mağara gibi evime azgın kış fırtınaları ninni gibi gelirdi. Bir taraftan yavrularım ağlarken ben de iğnemle onlara ekmek parası çıkartmağa çalışırdım. Allah’ım onlar ne azaplı gecelerdi.
Nihayet Sedat’la Suat’ımı bakımsızlıktan kaybettim. Bu yavruların bütün vebali babalarınındır. Yalnız Vedat’ımla kaldım:
Bahar içinde hayatım hazana dönmüştür,
Açılmadan heder oldu yazık ki gonçelerim…
Yaşadığım tek sevinç oğlumun mezuniyeti
Zevcimden ayrıldıktan, beş sene sonra ansızın bir haber aldım. Beni evine çağırmıştı. Hiç titremeden gittim. Odasına girer girmez karyolada uzanan sarı benziyle karşılaştım… O ölüm haliyle yerinden kalkarak elimi öptü; bir yudum su istedi. Verdim. Çukurlaşan gözleri çoğalan damlalarla doldu, dudakları titredi ve:
– Nezihe! Beni affet, dedi. Eski hatıralar gözümün önüne geldi. Bir de beş yıllık mustarip hayatımın bana verdiği sarsıntı, bir süzgeçten geçen su gibi titreyen kalbimin üzerine serpildi. Istırabımdan ve ihanetinden aldığım kuvvetle cevap verdim:
– Asla affedemem!..
Üç saniye sonra elimdeki eli buz olmuş ve o ölmüştü…
Yaşar Nezihe Hanım bunları anlatırken zevcinin duvarda asılı fotoğrafına dalıyordu. Bana öyle geliyordu ki şairin gözyaşları kirpiklerinden ziyade kalbini besliyordu!.. Ona garip gelecek bir sual sordum:
– Hayatta hiç gülmediniz mi?
– Hayatta yalnız bir defa göğsümü gererek güldüm ve ıstıraba “seni yendim” dedim… O da oğlum Vedat’ı ali mektepten mezun ederek hayata verdiğim gündür.
Fuzuli’yi günlerce okusam doymam
Bakın bugün altı aylık bir torun sahibiyim. Şimdilik eski hayatımdan eser yok. Onun içindir ki şiir yazamıyorum artık… Gece mütalea ile meşgul oluyorum gündüz nakış işliyorum.
– Kimleri okuyorsunuz?.
– Yenilerden Faruk Nafiz, Yusuf Ziya, Orhan Seyfi’nin şiirlerini pek severim. Hele Orhan Seyfi… Onun “Kanarya”sı ne kadar güzeldir.
– Eskilerden?
– Koca Fuzulî’yi… Onu günlerce okusam doymam…
– Nedim’i?
– Nedim mi? Hiç hoşuma gitmez. Demek neşe de insanı söyletirmiş! Gamsız, ıstırapsız onun nasıl şair olduğuna şaşıyorum… Hâmit’i okudum fakat anlamadım. O herhalde anlaşılamayacak kadar yüksek bir şair.
Şükufe Nihal’i çok görmek istiyorum. Bilmem bu arzuma ne zaman nail olacağım.
Belediyeden bir isteğim var
Yaşar Nezihe’nin öldükten sonra yapılmasını istediği bir arzusu var. Bilmem Şehir Meclisi ne der? Yaşar Nezihe, Silivrikapı’da Hünkâr İmamı Sokağı’nda doğmuştur. Yıllarca ıstırap çektiği bu sokağa öldükten sonra Yaşar Nezihe Sokağı denilmesini istiyor.
– O sokakta öyle hatıralarım var ki bir gece açlıktan fareler üzerime hücum etti, diyor.
1919’da Almanya’da yayımlanan kitapta ismim geçiyor
Yaşar Nezihe, ayrılırken Almanya’da kendisi hakkında yazılan bir yazıyı gösterdi. Profesör Doktor Martin Hartmann tarafından 1919’da yazılan ve Dichter der Neuen Türkei namını taşıyan bu kitapta şairemizin sanatına ait bir tahlil ve bir de fotoğrafı var. Türk Edebiyatı’na alınmayan ve kendi köşesinde ihmal edilen bu ıstırap şairini Almanlar tanıyor da biz tanımıyoruz. Bu, edebiyatımız hesabına ne acı bir hakikattir! Yaşar Nezihe’nin evinden bu acıyı duya duya ayrıldım…
(Taha Ay / 25 Temmuz 1934 / Yedigün Dergisi / Arşiv çalışması, dizgi, redaksiyon Serhan Yedig)












