Baştan anlaşalım; acımız ve kederimiz giderek yoğunlaşıyor. Haliyle sözün de kılıca dönmesi muhtemel. Bir şeyden rahatsızım, onu paylaşmak istiyorum.
İki gündür aman çocukları televizyondan uzak tutalım, sakin çocuklara bir şey demeyelim, çocuklar bu olanlara dair bir şey bilmesinler diyenleri görüyorum. Size saygı duyuyorum. Siz makamlı, unvanlı, okullu, ilim sahibi, güçlü insanlarsınız. Biz bilmeyiz. Devam ediyorum. Yine iki gündür, çocuklar tatilin -ne tatili, zorunlu ara değil mi?-tadını çıkarsın, onlar hayata hep güzel tarafından baksin, nefes alsınlar, gülsünler, eğlensinler diyenler de var. Size de saygı duyuyorum. Ama iki tarafı da kabul etmiyorum, etmeyeceğim.
Ey güzel kardeşim, hocam, profesörüm, üstadım. Siz tam olarak nerede yaşıyorsunuz? Finlandiya’nın bir nahiyesinde mi? Avustralya’nın bir köyünde mi? Bizim toprakların çocukları, ölümü çok iyi bilir ve en erken yaşlarda öğrenir. Bir gün eşikte ters çevrilmiş ayakkabıdan anlar, başka bir gün anasının çığlığından anlar, öbür gün evine yanaşan siyah bir arabadan anlar, başka bir gün köyden gelen mektuptan anlar, karşı komşunun astığı bayraktan anlar. Ve çocuk yaşta gasilhaneye de girer, kabre de girer. Yetmez bir de mevlid okur. Burası böyledir.
Bu topraklar acıyla mayalanmıştır güzel kardeşim, sevgili büyüğüm. Savaşla, yıkımla, yoklukla, yoksullukla kanılmıştır buralar. Hani bugün televizyona bakıp “Ya ne büyük milletiz, nasıl da yardımlaşıyoruz, birlik oluyoruz’ diyorsun ya, onun kaynağı acı. Acı bizi böyle etti. Acı bizi büyüttü. Ve maalesef acı bizi yılgın, yorgun yaptı. Bunca gerçeği ben elbette çocuğuma anlatacağım. Bugün gözlerimin içine bakıp hadi baba, kar topu oynamaya çıkalım diyen oğluma elbette biraz hava alalım, eğlenilecek zaman değil, insanlar çok zor durumda diyeceğim. Depremi, yıkımı, zorluğu anlatacağım. Yüzümdeki mutsuzluğu görecek, ben ne yapabilirim diyecek, haline şükredecek.
Şu fotoğraftaki baba, vefat eden kızının elini bırakamıyor hani, hepimiz onun elinin üstüne elimizi koyduk. Böyle gördük çünkü çocukken de.
Bizim artık travma yenecek, acı unutacak hâlimiz kalmadı. Biz böyle devam edeceğiz. Travmanın da acının da ta kendisi olarak. Mayamız bu bizim. Vesselam.

Utancın bin bir türlüsünü yaşıyoruz. Evde ekmek biraz kuruyunca “tazesini alalım” dedik. Çocuklara bisküvi beğendiremedik. Eşyalara, teknolojik ürünlere neler ödedik. Kıyafet desen biri geldi, biri gitti. Aman en iyisi olsun, beğenen fiyatını da sorsun. Şimdi hepimiz utanç içindeyiz.
Çocuklarımıza en iyi planları yaptık, neredeyse kaderlerini inşa etmeye kalktık. Şunu giysin, bunu yesin, orada okusun, burada yüzsün. Her şeyin en iyisini hak ettiğini düşünen, şımarık, kimseyi beğenmez, muhabbet ve merhamet nedir bilmez bir nesil çıkarttık ortaya. Ellerimizle inşa ettik. Şimdi hepimiz utanç içindeyiz.
Günlerdir pek çoğumuz içtiğimiz kahveden, yediğimiz yemekten, tıkındığımız abur cuburdan, sıcak duştan, rahat yataktan utanır olduk. Utanç galip geldi. Utanç şimdi bize bir şey hatırlatıyor. Gelip geçicisin, çık kibrinden, benliğe lanet de, vicdanını kuşan, merhametini göğsüne kat diyor. Bir defa daha değil, milyon milyar kez o eski zaman büyüklerinin öğüdü çınlıyor içimizde şimdi: Sana dünyada ne aldın, bize ne getirdin, ne yedin içtin, nereleri gördün diye sormayacaklar. Kimin göz yaşını sildin, kime iki çift sözle bile olsa ferahlık sundun, kimin omzuna elini koyup ayağa kaldırdın, bir insan kardeşine kendinden, bütünüyle kendinden olan ne verdin? Her şeye cevap verebiliyoruz değil mi, hazır cevap olmakla övünüyoruz, zekamız büyük, benliğimiz kabarık. Takır takır konuşuyoruz. O adaletinden şüphe olunmayacak terazinin meydana serileceği gün de takır takır konuşmak nasip olsun o zaman.
Velhasıl, afetin ilk dakikalarından itibaren, emir komuta dinlemeden, insan oluşunu bir vazifeye çevirip, alkış tebrik beklemeden, her kim bir başkasını çekip çıkarmak için ufacık taşları dahi yerinden kıpırdattıysa Hakk ondan razı olsun. Her kim bir başkasını o buz gibi soğukta ısıttıysa dünya sıkıntısı hissetmesin. Her kim o kapkaranlık geceye ışık tuttuysa ömrü de ahiri de nur olsun.
Şurayı da geçmek içimden gelmiyor: Şimdilik yumruğumuzun içine közü kattık, bir yere sallayıp vurmuyoruz. Vakti geldiğinde konuşacak çok şey var. Zamanı değil deyip susuyoruz. Ama hatırlatıyoruz: “Susulunca tutulan çetele simsiyahtır/o siyah öcalmakcasına gür ve bereketlidir.”
Yağız Gönüler












