Şİ’İRİ KADİM / ŞİİRİ SEVME EGZERSİZLERİ

Son yıllarda Türkiye’de şiir sadece yazılır oldu, okuyan pek yok. Ben ortaokulda iken, bizim sokakta oturan Kirkor ve Sıtkı diye aynı yaşta iki çocuk vardı. Anneleri sokakta oynamalanına izin vermediğinden, akşama kadar, ayna hizadaki evlerinin parmaklı pencerelerinden yana bakışlar fırlatarak ve birbirlerinin sözünü sürekli keserek “Senin komikliğin çok güzel, artık sus da ben komiklik yapayım” gibilerden konuşurlardı.

Bizim edebiyat ve şiir alemimiz de Kirkor ile Sıtkı’nın muhaverelerine benziyor: “Senin şiirin güzel, ama bir de benimkini dinle, benimki nasıl?” Bu duruma gelmemizde, biraz da serbest şiirde musıkî aranmayacağı yanlış inancıyla itinasız şiirlerin çok yazalmasının rolü var. Aynı şekilde, aruz veya hece vezninin musikî sağlamaya yeterli olacağı yanlış inancıyla, birbirine benzer ve sıradan şiirler de çok yazılıyor.

Şiiri yeniden sevmemiz için, herkesin bazı idmanlar yapması lazım. Önce samimi olmalıyız. Herkes Yahya Kemal’i veya herkes Necip Fazıl’ı seçmeye mecbur değildir. Zamanın ve çoğunluğun zevk imtihanından geçmiş olan herhangi bir şairden kendimize bir şiir parçası seçebiliriz. Bu şiir parçasını, yoga öğrencileri gibi, günlerce tekrarlayarak demli çay gibi içtiğimizi hayal edersek, şiir zevkimiz gelişir sanıyorum. Mesela, Yunus Emre’nin şu dörtlüğü:

Aydan aydındır yüzleri
Şekerden tatlı sözleri
Cennette huri kızları
Gezer Allah deyu deyu

Bu dörtlüğü kendi kendimize okurken, “Aydan aydındır yüzleri” mısrasındaki “y” sesinin tatlı tekrarından doğan musikîyi duyacak, bir yandan da bu musikîye ayak uydurarak kayar gibi yürüyen Mona Lisa gülümsemeli kızlar tablosunu gözümüzde canlandıracağız.

İdmana mistik tablolarla başlamak istemiyorsak, başka bir örnek bulabiliriz. Meselâ Ahmed Haşim’in ümitsizlik ve kahır ifade eden mısraları:

Boğdum sükûn-ı kahr ile aşk-ı muhâlimin
Vahdet-güzin-i kalbim olan yâr-ı lâlini.

Fakat şurası da çok önemli: Egzersizler farklı duygular ifade eden şiirlerden seçilmeli. Hep aynı duyguları seçersek, şiir sevme egzersizleri değil, mesela mistisizm, aşk, yahut nefret egzersizleri yapmış oluruz. Amacımız da bu değildir Eskilerin dediği gibi “Tilke mes’eletün uhrâ” (o başka meseledir).

BİR TEKLIF

Yabancı kaynaklı televizyon dizilerinde gıpta ederek izlediğimiz bir özellik var. Bir zamanlar bu özellik bizlerde de varmış. Duygular ağır bastığında, akıl galip geldiğinde, şakalaşmak istenildiğinde bazı beyit veya mısralar anılır, dinleyenin de bildiği bu beyit ve mısralar ortak bir kültür zenginliği oluştururlarmış. Ben lise ve üniversite sıralarında iken bu adet henüz devam ediyordu. Gazetelerde az da olsa “Ol mâhiler ki derya içredür, deryayı bilmezler” gibi mısralar sık sık yer alırdı. O zamanın yazarları şimdi dünyada değil. Bizim nesil, ortak bir kültür zenginliğinde birleşmedi. Biz, birbirimizi hicvedemedik, sade vezinsiz kafiyesiz küfürlerle kavga ettik. Bu böyle giderse, birkaç yıl sonra ortak kaynaklarımız piyasa şarkı sözleri olacak. Kültürlü bilinen kişiler bile konuşuren Fosforlu Cevriye güftesinden parçalar zikredecekler. Bu gidişi biraz olsun durdurmak için, Türk Edebiyatı okuyucularına bir önerim var. Bir defter hazırlayarak bu sahifelerde vereceğimiz mısra, beyit veya şiir parçalarını kaydedelim. Boş vakitlerde bunları doğru telaffuzuyla ezberleyelim. Hiç olmazsa az sayıda meraklının elinde bu tip defterler oluşsun. Ümit bu ya, belki ortak kaynaklarımızın res torasyonunu gerçekleştiririz. İlk seçmeleri aşağıya alıyorum.

Olduğum ağlamazım, korkum odur ki ölücek
Seni kimler seve ben âşık-ı mahzun yerine.

(Taşlıcalı Yahya)

(Öldüğüme ağlamam yalnız ben öldükten sonra benim gibi mahzun âşık yerine seni kimler sevecek, korkum bundan).

Aşinalıkta sebat üzre ne bir kimse olur.
Bu cihan içre karar üzre heman gam bulunur.

(Mevlâna Kutbî Çelebi)

(Bu dünyada kararlılık gösteren tek şey gamdır. Dostlukta sebat eden hiçkimse arama, bulamazsın)

Hakkı biz bulduk deyu zannetmesin ashab-ı kal
Cûylar çün erdiler deryaya hâmuş oldular.

(Hayâlî)

(Lafla, sözle vakit geçirenler Hakk’ı bulduklarını sanmasınlar. Nehirler denize ulaşınca artık çağlayarak akmaz, sessizleşirler. Şu halde Tanrı’ya gönül yolu ile erişenler de denize varır, susarlar).

Kizlep tutar sevüglüg adrış günü belgürer
Başlığ gözüg yapsama yaşı onung savrukar.

(Divanü Lügati’t-Türk)

(Aşk ne kadar gizli tutulsa da, ayrılık gününde ortaya çıkar. Yaralı yüreğinle gözünü yummaya çalışma, gözyaşların etrafa saçılır).

Cem’et özüni, olma perişan rakam misal
Fani cihanı sıfr gibi, hiçe kıl hesâb.

(Hayâlî)

(Kendini topla, rakamlar gibi dağınık olma. Făni dünyayı sıfır gibi hiç hükmünde say).

KAYDEDİLECEKLER

Müşkil bu kim muhabbet iki baştan olmadı Sevdirmedi sana beni, illa bana seni.

(Necâtî)

(Zor olan taraf şu ki, aramızdaki sevgi iki yönlü olmadı. Sadece seni bana sevdirdi. Beni, sana sevdiremedi gitti).

Anı hoş tut garibindir efendim işte biz gittik
Gönül derler, ser-i kûyunda bir divânemiz kaldı

(Hayâlî)

(Biz gidiyoruz, senin sokağının başında gönül adlı bir çılgın bıraktık. Gariptir, onu incitme efendim, hoş tut onu).

Yârin hayâl-i gamzesini hem-dem eyledim
El iyd-i ekber eyledi, ben mâtem eyledim.

(Halim Giray)

(Yârin bakışının hayalini arkadaş edindim, herkes büyük bayram içindeyken ben yas tuttum).

Bir demir dâğı delip, boynuna almak gibidir
Her kişi âşık olurdu eğer âsân olsa.

(Taşlıcalı Yahya Bey)

(Eger aşk kolay bir iş olsaydı herkes âşık olurdu. Halbuki aşk demirden bir dağı delerek, boynuna asmak kadar güçtür).

Getirdin ey dil-i âvâre sineye bir bir
Ne denlü gussa vü gam varsa âşinâ diyerek

(Şeyhülislam Yahya)

(Ey âvâre gönlüm, ne kadar keder ve gam varsa, hepsi tanıdıktır diyerek benim yüreğime taşıyıp durdun).

Ruhlarından çekmez el, bâd ile eyler arbede
Görmedim zülfün gibi alemde bir sevdâzede.

(Hayâlî)

(Yanaklarından elini çekmez, rüzgar ile savaşır. Ben şimdiye kadar dünyada senin saçın gibi sevdaya tutulmuş birini görmedim).

Adem, behişti dâneye sattı, o hâle ben
Benzerse böyle benzese oğlan atasına.

(Hayâlî)

(Hazreti Adem, cenneti bir buğday tanesine değiştirdi, ben ise sevgilinin yüzündeki ben ile cenneti değiş tokuş ettim. Bir oğul, atasına ancak bu kadar benzeyebilir).

Ey dil, deme dağıttı siyeh sünbilin sabâ
Senden yayılmasın bu haber kim siyahtır.

(Nailî-i Kadim)

(Ey gönül) Onun sünbül kokulu kara saçlarını saba rüzgârı dağıttı, fakat nene gerek bu kara haber senden yayılmasın).

Şûr-efgân olan Nailiyâ kişver-i nazma
Hükm-i rakam hâme-i câdû-fenimizdir.

(Nailî-i Kadim)

(Şiir ülkesinde karışıklık çıkaranın kim olduğunu mu soruyorsun ey Nâilî, bu karışıklığı çıkaran, bizim cadı (büyücü) gibi hünerli olan kalemimizin ortaya koyduğu, yazdığı şiirlerdir).

Gel gül gözüme, gözüme seylâb gelmeden
Bu ömr gemilerine garkâb gelmeden

(Kadı Burhaneddin)

(Gözüm, gözyaşı seline boğulmadan gel de gülüşünü göreyim. Ömrümün gemileri batmadan önce gülüşünü göreyim).

Özünü bil anadan özün üzüni
Zira bilmek dahi pâye pâyedir.

(Kadı Burhaneddin)

(Önce kendini bil, sonra benliğinin de özüne ulaş. Çünkü bilginin de dereceleri vardır).

Hiç kimsenin bu dünyada yoktur selameti
İlla hayâl-i yâr müsellem gelir gider.

(Kadı Burhaneddin)

(Bu dünyada kimseye esenlik yok. Sadece sevgilinin hayali herşeyden emin olarak yolculuk ediyor. Gözümüze gelip gidiyor).

Eğerçi köhne metaiz revâcımız yoktur
Revâca da o kadar ihtiyacımız yoktur.

(Nâbî)

(Her ne kadar eski, köhne isek ve rağbet görmüyorsak da, beğenilmeye ve aranmaya o kadar da ihtiyacımız yoktur).

Yerler ü gökler götürmedi emânet gencini
Hoş götürdü bu dil-i virana aşkolsun derim.

(Usûlî)

Kur’ân-ı Kerim’de sorumluluğun (emanet) dağlara, göklere ve yere teklif edildiğini onlar kabul etmeyip, insanın sorumluluk yüklendiğini bildiren bir ayet vardır. Bu beyitte Usûlî yerler ve gökler sorumluluk kabul etmediği halde, viran gönülün emaneti yüklenmesi sebebiyle “aşkolsun” diyor.

Dünyayı çok sınadık bir bû yimiş
Kamu alem cümlesi bir Hû’yimiş

Kaplan aslan ejderhalar cümlesi
Ecelin kaynağında ahûyimiş.

(Kadı Burhaneddin)

(Dünyayı çok sınadık, ancak bu kadarmış. Bir güzel koku kadar geçici bir güzellik imiş. Bütün alem varlığı, bir Hû diyecek kadar kısa süre imiş (Ayrıca Tanrı’nın varlığından ibaretmiş. Hû, “O” manasına Allah da demekir) Kaplan ve aslan nasıl su içmeye gelen ceylanları avlarlarsa, bu yırtıcı hayvanlar da ölüm kaynağından su içme zamanı gelince ceylân kadar güçsüz olurlarmış).

Hazan faslı durur zâhirde lâkin
İçimde mevsim-i meyve-pezan’dir.

(Kadı Burhaneddin)

(Dıştan görünüşe göre bu sonbahar mevsimidir. Fakat benim gönlümde, meyvaların olgunlaştığı mevsimdir).

Ger yüzün suyu vâr ise, döküm yüzün suyunu
Fark et âhır şol imâm-ı dîni, Fasilyus’dan.

(Kadı Burhanoddin)

(Eger namusun varsa, çıkarların için kimseye yüz suyu dökme. Kendi din büyüklerinin değerini bil. Kendi dininin büyüklerini, Vasileus (Ortadoks Bizans adı) ile karıştırma.

Kadi Burhaneddin, geniş görüşlüdür. Bu beytini aldığımız gazelinde “ister Müslüman ister Frenk olsun din, doğruluktan ibarettir demektedir. Ancak, geniş görüşlülük başka, kendi dininin kıymetini bilmemek başkadır. Günümüzde de bazı kimseler İslam dinine hep tenkid nazarı ile bakarken, Mahareş Yogi sözlerini derin bir huşu ile dinleyerek algılamakta ve ağızlarından hayranlık suyu salgılamaktadırlar. Kadı Burhaneddin burada, bu gibi kimseleri uyarmaktadır. Yoksa Kadı Burhaneddin, Nesimî. Mevlânâ gibilerinin Hıristiyan dinine saygıları, günümüz aydınlarına göre daha gerçek ve bilgiye dayanan bir saygıdır. İslam dini Hıristiyanlığa sevgi ve saygı ile bakar. Fakat kendi değerlerine gözünü kapatmaz.

Bâr-i gam-ı muhabbeti yüklenme ey gönül
Ahir tahammül etmeyesin ihtimâldir.

(Bâkî)

(Ey gönül sevgiden doğan kederin yükünü yüklenme. İhtimaldir ki, sonunda taşıyamaz olursun).

Dil, kayd-ı aklı selb edeli şâd olup gider
San, tıfıldır ki hâceden âzâd olup gider.

(Bâkî)

(Gönül aklın bağını kopardığından beri sevinçli yürümekte (sevincini sürdürüyor). Sanırsın ki, gönül bir çocuktur. Okuldan çıkmış, hocadan kurtulmuş çocuk gibi sevinçli yürüyüp gitmekte).

Tenha salın ey dost, sen ağyârı n’idersin?
Cennet gülünün bilesine nâr gerekmez.

(Necâtî)

(Sen yalnız gez ve dolaş, yanına başkalarını alıp da ne yapacaksın ey dost? Sen cennet gülüsün. Cennetteki güller dikensizdir. Cennet güllerinin beraberinde diken olmaz, gerekmez).

Zülfi haberin bad-ı sabâdan ne sorarsın?
Bir misk adını bilmeğe attar gerekmez.

(Necâtî)

(Sevgilinin saçının haberini neden saba yeline sorarsın ki? Güzel kokulu misk adını herkes bilir. Misk adını bilmek için nasıl parfümcü (attar) olmağa gerek yoksa, sevgilinin güzel kokulu saçının haberini de saba yeline sormağa gerek yoktur. Bu haberi herhangi bir kimse de bilebilir, duyabilir).

Dil, tîrine dayanıp ider kûyuna heves
Bir pîrdür ki, mescide gider asâ ile.

(Necâtî)

(Gönlüm, senin attığın oka dayanarak (onun geldiği yöne güvenerek) senin mahallene doğru yol almağa heveslendi. Bu haliyle gönlüm, değneğine dayanarak mescide giden bir yaşlıya benziyor).

Aferin olsun benim sihr âferin eş’arıma
Hûb-rûlar içre ben sevdiklerim mümtaz olur.

(Necâtî)

(Aferinler benim büyüler, sihirler yaratan şiirlerime. Bu şiirlerin büyüsü sayesinde, benim sevdiklerim seçkinleşir).

Göklerde âh u yerde yaşım macerasıdır
Her bir diyarın anılan âb ü havasıdır.

(Necâtî)

(Göklerde, benim çektiğim ah, yeryüzünde ise benim gözyaşlarımın macerası hüküm sürer. Her ülkenin en başta anılan özellikleri suyu ve havasıdır).

Benim sevim ne verir sende himmet olmayıcak
Neye yarar iki baştan muhabbet olmayıcak.

(Necâtî)

(Benim sevim (sevgim) sende de gayret olmazsa neye yarar? Sevgi iki taraflı olmaz ise bu sevgi ne sonuç doğurur).

Attık murad menziline âh okların
Taşlar dikildi, oldu nişâne mezârımız.

(Hayâlî)

(Murad ettiğimiz, arzuladığımız hedefe doğru âh oklarını fırlattık. Her okun düştüğü yere taşlar dikildi. Bu taşlar bizim mezartaşımız oldu. Yani, ölmekle murad menzilimize kavuştuk).

Bişnev ez ney çun hikâyet mikoned
Ez cudâiha şikâyet mikoned.

(Mevlâna)

(Neyi dinle (neyden dinle). Nasıl hikâye ediyor halini. Ayrılıklardan şikâyet edip duruyor ney).

Mesnevi’nin başlangıç beyti olan bu iki mısraı, Mevlâna ülkemiz topraklarında yattığı için aslı ile beraber ezberlemek iyi olur. Batı ülkelerinin de eski Yunanca ve Latince olmak üzere ortak bildikleri sözler vardır. Türkiye’de yaşayanlar, özellikle Selçuklulardan itibaren Türkler, Batı-Doğu kültürleri arasında köprü olmuşlardır. Bizim sadece “gittim, gördüm, yendim” gibi Batı sözlerini bilmemiz yetmez. İslam kültürünün kişilerini de bilmemiz gerekir.

Yunus Emre, Mevlâna, Birûni, Ahmet Hamdi Tanpınar ve daha birçok isim sayılabilir ki, ideal kültür köprüsü görünümündedirler.

Bir cûybâr-ı mihr-ü vefayım zamânede
Evvel bahar geldi bulanık degül miyem?

(Hayâlî)

(Ben bu zamanın bir sevgi vefa nehriyim. İlkbahar gelince nehirler bulanık akar. Ben de bu bahar mevsiminde bulanık akmıyayım da ne yapayım?)

Gönül derler bir eğlencem deli var
Başında vâdi-i aşkın yeli var.

(Hayâlî)

(Benim gönül denen ve bana eğlence olan bir deli’m var. O delinin başında da aşk vadisi rüzgarı eser).

Anlar ki mücerredü ten uryanlardır
Bir sinede cem’iyyet eden canlardır
Cân-ü dil ile tekyegeh-i uşşaka
Kendi ayağıyla gelme kurbanlardır.

(Fasih)

(Onlar ki kendilerini herşeyden tecrid etmiş ve giyimlerini ihmal edenlerdir. Onlar aynı kalbde toplanan canlardır. Can ve gönülden aşıklar tekkesine kendi ayaklarıyla gelen kurbanlardır onlar).

Esrârını dil zaman zaman söyler imiş
Hengâme-i gamda dâstan söyler imiş
Aşk ehli olup da mihnet-i hicrana
Ben sabrederim diyen yalan söyler imiş.

(Azmizâde Hâleti)

Pendî dehemet eer bemen dâri gûy
Ez behr-i hudâ, Câme-i tezvîr mepûş
Dünyâ hemme saatî ve ömr-i tu demî,
Ez behr-i demî, ömr-i ebed râ mefürûş.

(Ömer Hayyam)

(Eğer beni dinlersen sana bir öğüt vereyim. Allah aşkına, başkalarına iftira etme ve kötüleme, müzevirlik elbisesini üstüne giyme sakın. Dünyanın varoluş süresi bir saat ise, senin ömrün ancak bir saniyedir. Bir saniye için, ebedi ömrünü satma, feda etme).

Belâ dildendir ol dildâr elinden dâdımız yoktur.
Gönüldendir şikâyet, kimseden feryâdımız yoktur

(Divâne Mehmet Çelebi)

(Belâ bize gönlümüzden gelir. Gönül verdiğimiz o sevgili elinden imdad istemiyoruz (İmdad gelmiyor). Şikayetimiz sadece gönüldendir. Kimseden feryad etmiyoruz).

Yârab ya akl ü dânişe feyz ü revâc ver
Yahud Cihanda etmesin ehl-i hüner zuhur.

(Hersekli Arif Hikmet)

(Yârabbi ya akıl ve bilgiye rağbet edilmesini sağla, ya da dünyada bilgi ve hüner ehli görünmez olsun).

Enderin eyyam k’âsâyiş nemi yâbend enâm
Hükm, ber erbâb-ı ilm, ehl-i cehâlet mikonend.

(Ferganalı Seyfeddin Mehmed)

(İnsanoğlunun rahat ve emniyet yüzü görmediği bu günlerde, cahiller, ilim erbabını yargılıyorlar).

Bî akl bi sitâre vü müflîs ü mendebûr
Yokdur cihanda bir dahi chl-i kalem gibi.

(Necâtî)

(Akılsız, talihsiz, müflis ve mendebur olan kalem sahipleri gibi bir topluluğun dunyada bir eşi daha bulunmaz).

Felek be merdüm-i nâdân dehed zimâm-i murad
Tu ehl-i fazli ve dâniş hemin günahet bes.

(Hâfız)

(Felek, nadan kişilerin eline murad dizginini verir (onların muradını verir). Sen ise fazilet ve bilgi sahibisin. Sana bu günah yeter).

Göricek yârin elde ok ve yâ’sın
Benimçin Hâce başla, oku Yâsin

(Necâtî)

(Sevgilinin elinde ok ve yayı görünce beni ölmüş bilerek ey Hoca, Yâsin okumaya başla).

Gönülde aşk birdir, sevdiğim de daima birdir
Muhabbet ehline şahid birdir, müddeâ birdir.

(Gönülde aşk birdir. Sevdiğim de bir tanedir daima. Sevenler için tam da iddia makamı da veya suçlama konusu da birdir) Filibeli Ahmed Efendi kadı olduğu için yaptığı tasavvufi teşbihler mahkemeden seçilmiş.

Değildir pehr-i İstanbul civân- nazenindir ol
Kenârına çekup ânı, der âğuş eylemiş derya.

(Rasih)

(Bu gördüğüm İstanbul şehri değil, nazenin bir genç ve güzel sevgilidir. Deniz, o sevgiliyi kucaklamak için, sahiline çekilmiştir).

Bend olmadi dil, etmeyicek yâr tekellum
Zahir bu ki her güfteye bir beste gerekir.

(Rasih)

(Sevgili konuşuncaya kadar gönlümüz ona bağlanmış değildi. Konuşmaya başlayınca ona bağlandık. Görünüşe bakılırsa her güfteye bir beste gerektir) Rasih, burada güfte ve beste kelimeleri ile kelime oyunu yapıyor. Beste’nin Farsça’da kelime anlamı “bağlanmış”tır.

Bir deveci yeder deve
Yularından seve seve
Birbirinden eve eve
Deve ağlar yeden ağlar

(Seyrânî)

(Bir yol gösterici (mürşit) sevgi ile bir müridi Tanrı yolunda ilerletiyor. Fakat ikisi de Tanrı aşkı ile bir diğerinden daha acele ile, telaşla ağlayıp duruyorlar).
Sembolik manasının ötesinde, bu dörtlük gözümüzün önüne çok sevimli bir sürrealist tablo getiriyor. Bir bozkırda ağlayan deveci ve onun sevgi ile güttüğü devenin de ağlaması, insanoğlunun yalnızlığını da düşündürüyor, Tanrı aşkının kurtarıcılığını da.
Ayrıca “yeder” şeklindeki fiil çekimi, dilimizdeki yeder kelimesinin etimoljisini de ortaya koymakta. Çok şakacı bir eski türkü vardır.

Uzun olur bu dağların meşesi
Anasının yedekte bağlı Ayşesi.

Burada da, anne at yanında yedekte bağlı bir tayın sevimliliği, Ayşe’nin henüz küçük oluşu ve annesinin yanından ayrılmayışı dolayısıyla hatırlanıyor. Buradaki “eve eve” ivedilik ile aynı köktendir. Acele etmek mânasındadır.

Yunus Emre de;

Hayırdan çok şerri sever
İşlemeğe becit ever.

derken aynı kelimeyi kullanıyor Yani iyilikten çok kötülüğü seven ve kötülük yapmakta acelecilik gösterir. Acele kelimesini hatırlamışken Evliya Çelebi’nin naklettiği bir beyti almamak olmazdı:

Asiyab-ı felek âhir öğüdür dânemizi.
Çün gelir nevbetimiz, etme a devran acele.

(Felek değirmeni, sonunda nasıl olsa bizi de öğütecek. Sıramız nasıl olsa gelecek, ey zaman senin bu acelen bu telaşın nedendir?)
Çok çarpıcı bir beyit değil mi? Acele bana “gacele” kelimesini de hatırlattı. Gacele, Azeri Türklerinin saksağan için kullandıkları kelimedir. “Gacele”nin geçtiği bir Azeri çocuk tekerlemesini de burada analım.

Karga diye gaar gaar
Gacele diyer “zehrimaar”
Serçe diyer “ne işin var?”

(Karga gar gar diye öter. Saksağan ona “zehir zıkkım” diye bağırır. Serçe ise saksağana “sana ne, sen kargaya ne karışıyorsun? der).

Üstümüzden gelen, boran kış gibi
Yavru şahin pençesinde kuş gibi
Seher çağı bir korkulu düş gibi
Çağırta çağırta aldı dert beni.

(Pir Sultan Abdal)

Namertler içinden hicret et durma
Yapacağın hayrı kimseye sorma
Kişizâdelikle kendini kurma
Mezar taşı ile iftihar olmaz.

(Sümmani)

Bed-nâm-ı aşk oldum, ölürsem belâ budur
Mahşerde dahi diyeler of mübtelâ budur.

(Necâtî)

(Aşk yüzünden adım kötüye çıktı. Ölürsem, İşin kötü tarafı şu ki, mahşer gününde bile bu kötü adımla hatırlanacağım. Herkes beni birbirine göstererek “O aşk tutkunu işte budur” diyecek).

Hîn megû ferdâ i ferdâhâ guzeşt
Ta bekülli negrered eyyâm-ı kest

(Mevlâna)

(Yarın yarın deme, çok yarınlar geçti. Sakın ki, tarlanı ekme mevsimi tamamen geçip gitmesin).

Ey bir gediğine, bu cihanın konulmayıp
Gam ellerinde seng-i beyâban olan başım.

(Hayâlî)

(Ey bu cihanın bir gediğini kapatmakta işe yaramayıp da gam ülkelerinin bozkırlarında bir kaya olan başım).

Bir nihal-i tâze sevdim bâgbân-ı dehr iken
Gülşenin âzâd kildim servini, şimşâdını.

(Hayâlî)

(Ben dünya bahçesinin bakıcısı iken, taze bir fidan sevdim. Bahçenin güzellikte adı çıkmış uzun boylu ağaçlarını azad ettim Bana küçük fidanı sevmek yeter).

Can versem anuban kad ü ruhsar-ı yârımı
Nahl-i gül ile ziynet edesüz mezârımı.

(Hayâlî)

(Sevgilimin boyunu ve güzel yuzunu (yanaklarını) anarak ölürsem, siz de benim mezarımı gül fidanları ile süsleyin. Gül fidanı onun boyunu, güller de yüzünü temsil edecek).

Serir-i aşk ya mecnûnun olsun yâ benim olsun
Hayâlî sanmasın âlem ki merd-i iştirakem ben.

(Ey Hayâlî aşk ülkesi hükümdarlığı ya Mecnun’un yahut benim olsun. Ben ortaklıktan hoşlanmam. Herkes benim ortaklık taraftarı olduğumu sanmasın).

Kıldım sefer diyâr-ı gam u derd u mihnete
Basdım kadem bu denlü elemle vilâyete.

(Hayâlî)

(Gam dert ve mihnet diyarına sefer ettim Vilâyete, bu kadar elemle ayak bastım).

Hane-i gönlüme hayâli girip
Verdi gam nakdini kirâ vilâyete.

(Hayâlî)

(Gönül evime sevgilimin hayâli girdi. Kira karşılığı olarak da bana gam, keder nakdini verdi. (Kira karşılığı olarak gönlüme g ve keder akçesi ödedi).

Hüsrev Hatemi
Eriyen Mumlar / Dergah Yayınları

Bir yanıt yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.