Söylesem Söyleyebilsem Ah Derdimi

söylesem ah söyleyebilsem derdimi
mehtap bir gecede açabilsem sana kalbimi
göreceksin seninle dolu
desem, diyebilsem ki seviyorum seni
çılgınca aşığım sana
ama demem, diyemem
çünkü aramızda dağlar, denizler
ve benim o kahrolası gururum var
bu böyle sürüp gidecek
sen, seni sevdiğimi bilmeyecek, öğrenmeyeceksin
ben her gece yıldızlara seni sevdiğimi söyleyeceğim
sana asla…
çünkü aramızda dağlar denizler
ve benim o kahrolası gururum var

Lermontov

Uzak Haziran

iki dudak arası bir zaman
göz göze geldikse geçerken
mayısla haziran arasında
yağmurlu bir saçak altından
aşktı uçup giden üstümüzden
aşktı değip geçen yanımızdan

uyanıp kış uykularından
şubatla mart arasında
eylülle ekim arasında
yaz sularından kıyıya çıkan
iki adım arası bir zaman
göz göze geldikse geçerken
günlük güneşlik bir kaldırımdan
aşktı uçup giden üstümüzden
aşktı değip giden yanımızdan

aşktı görmedik bilmedikse
kimbilir hangi eylül bir daha
hangi uzak haziran

Necati Cumalı

Cam ile Taş

Gözlerinle dilin arasına gerili uçurumu seviyorum.
Kekeme özgürlüğünü seviyorum.
Susuşundaki hıncı seviyorum.
Kalbinde ürperen kışı seviyorum.Ellerindeki bilge zamanı
denizi yağmurdan korumaya çalışan
çocukluğunu seviyorum.Alnın masamızda dört mevsime ufuk
dudaklarında titreyen zamanı seviyorum.
Yürüyorsun ya kalabalık
dönüp bir daha bakıyor kendine
boyunda çiçeklenen yedi rengi seviyorum.

Her damlası ayrı bir hayat, ne bilsin yüzüne düşmeyen
gözlerindeki yaşı seviyorum.

Beni uzaklaştırmaya çalışırken aklından geçenleri seviyorum.

Kalbinden gövdene yürüyen utangaç karıncayı seviyorum.

Ses nasıl menevişleniyor susunca ağzında
ağzından gelecek her sevinci, her azabı seviyorum.

Gece ışıklarından topladığın o evler esrarını seviyorum.

Susmanında bir dili var elbet
teri yastığına sızan rüyanı seviyorum.
Uyandığın sabahlardan başka bağım yok dünyayla
odalara ömür veren gövdeni seviyorum.

Yürümediğin sokaklar nasıl da göz göz
bekleyişteki o mucizeyi seviyorum.

Serçe parmağındaki lekedir yerim,kalabalığın uyumuna inat
hayalin gerçeğe değdiği yeri seviyorum.

Ölümdür en büyük zaman, bilmez takvim gezenler
bir iç çekişte yanan hayatı seviyorum.

Bizden büyük tanrısı yok yalnızlığın
Getirdiğin hevesi götürdüğün inkârı seviyorum.

Evlerdesin
Dışarılar hüzün
Eşyalar ayakta
Senden ayrılanı seviyorum
Sana kavuşanı seviyorum.

Uzun cümlelerle konuşuyor kalabalık
Bir sözcüğe sığdırdığın dünyayı seviyorum.

O gölgenin taş dibinde bir çürüme bilinci
Hükmüm yok bahçende diyorum
Üstüme elediğin şefkati seviyorum.

Dişlerinin arasında bir İshak Kuş’u
Eğiyorum ya başımı
Çaresizliğime tuttuğun aynayı seviyorum.

Bir gün bir kötü haber birimizden
Kalanın diline gelecek ilk sözü
Arayacağı ilk insanı
İlk gece yapacağı her şeyi seviyorum.

Şükrü ERBAŞ

Yorgun Sevi

Susarak, iki komşu gibi güne değerek
Asıl söyleneceklerin üstünden aşarak
Sevdiğim
Ayrı ayrı uzakta, yanyana.

Birbirimizi derinden gözlediğimiz yazlarda
Ve üstün körü baktığımız kentlerde,
Güllerin güllerimiz,
Hüzünlerimse hüzünlerimiz değil.

Bir deli kuzgun gibiyim, yaşlı teleğimle
Göğü siliyorum duraksamadan,
Yorgunluktan değil, öyle sanıyorum
Yalnızlıktandır,
Hızla dökülüyor tüyüm teleğim.

Orda öyle aramızda soluyor işte,
Ayrı ayrı uzakta, yan yana.
Hangi yangın, hangi deprem becerebilir?

Gülten Akın

Sana Bir Ara Aklımda Kalanları Anlatırım

ne sular geçti böyle buzla buhar arası
ne kısa bir yazken o niçin hala bitmiyor
durmuş bir vakit bende sisli gece yarısı
çektirdiğin fotoğraf neden hiç konuşmuyor

geç kaldık ve yanlışları güzeltemedik
erken varsak doğrular bakışı yakacaktı
çok sarhoştum yani hak ettim yaşamayı
evden kaçmıştım eve
tuza yara saçmıştım
bütün randevulara düzenli olarak geç kalmakta haklıydım
gök bana göre değildi yeri zaten hiç sorma
gök de kendine göreydi yerde zaten hiç durma
çıktım bir kapısını bulup yaşadıklarımdan
vardım ki seni sevdim
seni sevdim evler arasından bir evdin

döndüm ve dönüşümle düştü aniden dekor
sen yükseldin elinde kara bir kalem vardı
say ki her yanım ihanet kadar yazdı
ve çeşitli organlar olarak
insanı yar eden vardı
var eden vardı aşkı
kelebek küllerinden bir şaraba yazarak

okumak budur
yani yağmur bekleyen toprağın durmaksızın kuruması
sana çok şeyler anlatmak istemem
kendi sesime kavuşasım kadardı
senaryo gereği doğdum
çocuklarım oldu her an ölebilirler
bel bağladım kimyaya
kendimi siyah elbiseler içinde
buldum hiç durmadan bir kızıla bakarken
durdum binlerce sene kendime ki ağlarım
anam babam diyorum her an ölebilirler

ölsünler ne çıkar
en çok her boşluğu dolduran bir keder çıkar
allah kimseyi ölümden korumasın
ölüm olmasa bu rezil hayatın suyu çıkar
sen de gidip öldün ama kalıp öldürüyorsun
ben de kalıp ölüyorsam senin dirinledir bu
bu kadardır işte ne kadar dersek o kadar olan hayat
herkes ölür gider biz yaşayıp kalırız
öyle bir kalırız ki
kadraj dağılır
ve dünya birer diri olarak bizi kabul edemez
yaşamak budur
herkes giderken kalmak zorunda kalmakla beraber kalmak
kadar kahpe ve yalan
kadar başımızın üstünde yeri var

hayatımın rolünü oynadım başrolde sen de vardın
ne fırtınaydı ama o saçlarınla birlikte
ne güneşlere yandık var mıydı hiç hatırım
avluda oturmuştuk ellerin ellerimde
sana bir ara aklımda kalanları anlatırım

Alper Gencer

Çok Zor

bir omzum yoktu seni görmüyordu gözlerim
akıyordu su bazen rakıya abdest gibi
şehri yakacak kadar tövbe biriktirmiştim
sonra içecek kadar çay bir de sigara
sonra ben durdum sen benim durduğum yerden indin
sokağın ortasında patladı bir fesleğen
şakaklarına başka payandalar devşirdin
isyan etmek kolaydı nasip demek en zoru

çöle bir cenin gibi kıvrılarak inandım
sen Meryem olursan bana göre bir rol yok
develeri kurşuna dizdim gömdüm onları
sen Meryem olursan bana göre bir yol yok
bir sabah uyandım ve uyumadım bir daha
ben Meryem olursam hiç durma gebe bırak!

bilseydim bu kadar günaha batacağım
bari çocuk olmazdım, böyle müzmin solmazdım
inat diyorsan işte gece…
birazdan gün bitecek
ve senin ellerin sende kalacak yine!

sana hemen farz olmak istiyorum
benden geç istiyorum Allah’a ve tövbeye
beni cumaya bırak kapatalım dükkanı
felek seni kaldığın asansörde kıstırdı
dumura uğradım sana selamımı söylerler
öldüğünü sır tuttuk söylemedik kimseye
kustuğun şeyler vardı ağzının bilmediği
beni sevmiyordun çünkü beni hiç sevmemiştin
bidat yağıyor hemen hızlandır sileceği
sevdirmiyor sevdiren bir türlü seveceği

benim en ağır yüküm benim kendi omzumdur
benim omzum var ise bende Meryemlik vardır!
sen Meryem olursan bana göre bir rol yok
ben Meryem olursam, çık gel bu çocuk senden!

Alper Gencer

ne çıkar ateşböceği sansalar bizi

düşünüyorum da, 
sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek. 
yumuşacık kalbimizin fark edilmesi, 
naif yönlerimizin keşfedilmesi, 
cesaretsizliğimizin anlaşılması, 
korkularımızın paylaşılması 
sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti. 
kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız. 
ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında. 
hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden. deniz minareleri, midyeler. 
kirpiler ve kaplumbağalar gibi. 
sahi koruyor mu bizi çatlamamış sert kabuk? 
kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi? 
yoksa zarar mi veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize? 
hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi? 
duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu? 
eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak. 
ne çıkar ateşböceği sansalar beni.? 
belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin 
o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz? 
güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi, 
korkaklığımı, sevgi isteğimi 
en insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem 
bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup 
bir kuş gibi uçacağım özgürce. 
anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine. 
o da çözülecek belki. 
samimi ve güvenliksiz, silahız biriyle göz göze gelince. 
oysa bir görebilsek bunu. 
kalmadı böyle insanlar demesek. 
güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak. 
kırılmaktan korkmasak. yaralansak. 
ne olur bir darbe daha alsak. 
yeniden açsak kendimizi, atabilsek kabuğu. 
denesek. 
risk alsak. 
yanılsak. 
fark etmez. 
tekrar, tekrar bıkmadan denesek. 
ve kucaklaşsak yeniden. 
tıpkı eskisi gibi. 
ne olduğunu anlayamadığımız o 15 yıldan öncesi gibi. 
o zaman fark edeceğiz. 
ne kadar özlediğimizi birbirimizi. 
neler biriktirdiğimizi, kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi. 
beraber geldik beraber gidiyoruz oysa. 
vakit az, paylaşmak, sarılmak için. 
yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır. 
yüreği daha fazla küstürmemek lazım. 
sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan. 
ve koşullar bir türlü düzelmeyen. 
sevgiye çok ihtiyacımız var. 
ufukta kara bir kış görünüyor. 
ancak birbirimize sokularak atlatırız o günleri. 
kırın o sert, o ağır kabuklarınızı. 
kurtulun bu yükten. korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize. 
yalnızlığa mahkum ediyor bizleri. 
hem hepimiz bir yıldızız. 
ne çıkar ateşböceği sansalar bizi. 

Rabindranath Tagore

Çağdaş Kültür


I. 
Öğret bana 
Öğret bana 
Okumadan evvel yüzünü 
Hiç şiir okumadım ben 
Ve buğday tenini keşfetmeden 
Harabeydi bu dünya 
Öğret bana kadın dilini 
Bilmeme rağmen sevgiyi 
Hiçbir şey bilmiyorum 
Ezberlediğim halde halk şiirleri 
Ezberlememişim hiçbir şey 
İstediğim halde Çin’deki ilmi bile 
Fakat Çinli kadınlar 
Çay ikram ettiler yalnızca 
Öğretmediler sevgiden bir şey 
Öğret bana 
Öğret bana 
Aldığım diplomalar 
Gördüğüm eğitim 
Hayaldi tamamen

II. 
Okut beni küçük bir öğrenci gibi 
Nasıl cümle kuracağımı göğüslerinden 
Dudaklarından nasıl öpücük yazacağımı 
Resmet bana şu yapraklar üzerine 
Nasıl hurma olur kalçası bir kadının 
Nasıl tavan olur kadın saçı 
Ve nasıl şemsiye olur 
Halk şiiri 
Yaz mevsimi 
Ve azarlama 

III. 
Başla benimle ilk satırdan 
Başla ilk kaymaktan ve ilk kardan 
Koltukaltı tüylerinden başla 
Çetrefilliğinden bileziklerin 
Üstünden başla örgülerin 
Dilersen altından başla 
İçime giren ve gezinen saldırgan kokudan 
Başlangıçtan itibaren başla 
Çünkü ben 
Kadınlarla olmasına rağmen tarihim 
Cevabını bilmiyorum 


Nizar Kabbani

Ben rüyâların dokumacısıyım


Ben rüyâların dokumacısıyım
Rüyâ bekçisiyim ben.
Yavaşça uykunda yürürüm
Ve kalbine görüntüler yerleştiririm.
Yumuşak gece rüzgarları üstünde yolculuk ederim. 
Rüyâ Ruhlarının ülkesinde kesintisiz.
Uyurken seni korurum.
Ben Koruyucu Ruhum…
Senin Rüyâlarının Koruyucusu …

Evet, ben rüzgârla dansettim…
Sıçrayıp oynarız rüzgâr ve ben
Günışığının tarlalarında ve yüksek çayırda.
Aslanağzı çiçeğinden ruhları göklere uçurturuz
Ve usulca yeryüzüne döndüklerini gözleriz.
Ben ve benim rüzgârım güçlüyüz.
Bilinmeyen yerlere dansettik başımız önümüzde,
Dikkati bir kenara iterek.
Bunlar arayışın yazları.
Rüzgâr ve ben oynarız bir zorba dansı.
Az sonra rüzgârın arzusu yavaşlayacak
Ve ben dansedeceğim başka bir şarkıya.
Bu dans dudaklarıma getirir bir sevgilinin öpücüğünü,
Yumuşak bir okşama yanaklarıma.
Öğrenirim sevmeyi ve sevilmeyi biz dansederken.
Rüzgâr fısıldar bana
Ve yakın tutar tatlı kollarında.
Yumuşak ılık bir meltemdir rüzgâr ve şarkı söyler bana.
beklerken en son dansımızı dansetmeyi …
Evet, ben rüzgârla dansederim.

Fısıltılar
Onun arkasında fısıltılar,
Tam bir fısıltı üstünde fısıltılar.
Yüksek sesle değil herkesin duyacağı kadar,
Fakat yeteri kadar yüksek onun duyması için…
“kalbi taştan”, o duyar 
Yumuşak rüzgârların üstünde taşınan sözcükler
Yaralar, incitirler onlar.
Sözcükler gözyaşlarının başlamasına sebep olurlar.
Onun kalbi fısıldar, “her zaman değil
Di bizim kalbimiz taştan.”
Gülümser gizli bir gülümseyiş.
Hatırlayarak değişik fısıltılar.
Beraberdi onlar, ayrıldılar.
O gözyaşlarını kurutur.
O şimdi fısıldar
“evet, kalbi taştan…
Hiç kırılmayacak tekrar…”


Geleneksel İnuit (Eskimo) Şiiri

Eğer Bir Gün



Sevgilim, eğer bir gün
Durur bakarsan mezarıma,
Ve taşın etrafında taptaze
Çiçekler dalgalanırsa,
Bil ki, çiçeklerin her zaman yaptığı gibi
Dalgalanmıyor çiçekler,
Ya da ilkbahar onlara emir verdi de
Taşa boyun eğiyorlar sanma!
Onlar yüreğimdeki
Söylenmemiş şarkılardır;
Ölümün susmaya zorladığı
Aşk sözcüklerimdir.
Yolun sonunun vardığı
Ve taşın önünü kapattığı
Bilinmedik bir dünyadan gönderilen
Ateşli öpücüklerdir onlar, sevgilim.


Hovhannes Toumanyan