Final

Demek hiç bir şeyi unutmuyorsun peki
Öyleyse elveda, haydi git
Birbirimize söyleyecek hiç bir şeyimiz yok;
Müsaade ediyorum, gidebilirsin
Maamafih biraz daha bakle
Yağmur yağıyor… Bekle ki kesilsin
Dışarısı çok soğuk onun için iyi giyin
Aslında kışlık bir manto giyinmen lazımdı
Her şeyini iade etmedim mi?
Bende sana ait hiç bir şey kalmadı
Mektuplarını ve resmini almıştın…
Madem ki ayrılıyoruz bana bir kere daha bak;
Fakat dikkat et ağlamayalım,
Zira bu aptallık olur
Zavallı kafalarımızın seviştiğimiz günleri
Tekrar yaşaması için, ne kadar da kuvvet sarfetmesi lazım!..
Güya hayatlarımızı birbirimize ebediyyen vermiştik
İşte, şimdi tekrar geri alıyoruz
Bundan sonra ikimizde kendi ismiyle
Başka yere gezmeye, yaşamaya gideceğiz
Şüphesiz bir müddet ıstırap çekeceğiz sonra
Hataları affeden yegane şey;
Unutkanlık gelecek…
Ve diğer insanların arasında sen ve ben olacağız
Böylece mazime karışacaksın
Belki tesadüfen sokaklarda birbirimize rastlayacağız
Benim görmediğim elbiselerle sen geçerken,
Ben kaldırım değiştirmeden sana sadece uzaktan bakacağım…
Sonra birbirimizi uzun yıllar görmeyeceğiz.
Dostlarımız benden sana haberler verecekler;
Ben ise, hayatım, kuvvetim ve her şeyim olan senin için
Nasıldır diyeceğim…
Koca aşkımız bu küçük kalpte miydi?
İlk günler acaba deli miydik?
Tanıştığımız an ki heyecanları hatırlıyor musun?
Sevişiyorduk… İşte , aşkımız buydu…
Birbirimize karşılıklı “Seni seviyoum” demek
Ne kadar kıymetliymiş Allahım!
Hakikaten garip.Demek herkes aynı kelimeyi mırıldanmış : Sevmek!
O halde bizde diğer insanlar gibiydik…
Ne çok yağmur yağıyor. Bu havada gidemessin,
Öyleyse kal… Evet kal, anlaşmaya çalışacağız…
Bilinmez ki, kalplerimiz değişmelerine rağmen
Belki eski günlerin tatlı anılarını hatırlayacaklar…
Elimizden gelen her şeyi yaparız
Birbirimize karşı daima iyi olmaya çalışırız.
Malum ya nihayet eski bir alışkanlığımız var.
Oturuver benim yanımda, eski sıkıntıların başlasın
Bende senin yanında eski sıkıntılarıma dalayım…

Paul Geraldy

Düş Gibi

Bu gece bir konuk gelecek sana
Itır kokulu gün odana indiğinde
Pencerende solgun yüzüyle belirecek
Sana bu gece bir konuk gelecek

Yorgun gülüşünü tanımasan da
Sürgünde söylenmiş şarkılar gibi
Yüreğine sessiz bir yağmur düşürecek
Sana bu gece bir konuk gelecek

Günün bir ucundan ölüm giriyor
Bedenin üşüsün de yüreğin üşümesin
Özlemler uçururken coşkulu sesin
Sana bu gece bir konuk gelecek

Erinçli yazlar da gelir kavuşursun
Ev içlerinin tutkulu sessizliğine
Beyaz kuşlar gibi uykular süzülecek
Sana bu gece bir konuk gelecek

Kadınım benim acımayı bilenim
Kuşkulum tedirginim sevecenim
Üşümüş su dalgın kar acılı yel
Bu gece benimle sana gelecek…

Haydar Ergülen

Zarf

Bu mektubu senin kalbine yolluyorum
El yazısıyla değil kül yazısıyla
Yazıyorum ilk defa güzel adını
Kardeşim benim külkardeşim
Ancak bir rüzgar postası taşır bu zarfı
Bu uzun havalarda, bu yanık havalarda
Hafiftin, zarfın üstündeki pul gibi uçucu
Şimdi öyle ağır ki külün
Temmuz yandı, şiir yandı, dil yandı
Külün daha uzun sürecek hayatından
Mektup yanar, zarf yanar, pul yanar bundan…

Haydar Ergülen

Şaşkın

Şaşkın! Nar taklidi yapıyor bir saksıda,
yıllarca adam taklidi yaptım ya ordan
tanış çıktı bana: Şimdilik en uzun boylusu,
en mahcup tazesi de bir açılmaya görsün…
N’olur açılmasa da onu da böyle sevsek,
insan da şaşkınlığından sevilmez mi arasıra?
Sevmek hayli ciddi bir iş olmalı ki, dalga,
geçmek gibi oluyor ya sonunda: Aşk nara benzer
dediğim kulağına gitmiş demek, o duymasa
yanındaki küpeçiçeği… Küstümçiçeğini geç,
nar ona uyarsa çabuk büyür büyümesine de
üzer küs bakışıyla bizi, ne aşkın tabiatı
kalır ortada ne hatıranın saflığı, kalmasın,
şakınlığımızdan sevsin de bizi balkona çıkan
kadın: İki şaşkın bir aşkta kızarır desin,
nar gibi desin, iyi, yüz kızartıcı bir suç
sayılsın şaşkınlığımız: Sen küçük nar çiçeği,
bense senden hayli eski, de ki bir adamotu,
kendi meşrebimizce bir de bahçe bulursak
sen nar gibi davran orda ben sana adam gibi

Beni de gizle ey nar bin aşığın biri gibi!

Haydar Ergülen

Şiirim

Tanıdık bir yüzü vardı…
Öyle içten, öyle sıcak, öyle benden ki!
Ilık güzel bir sesi vardı,
Huzurla yüklü…
Bildiğim cümleleri kuran
Sevdiğim şarkıları söyleyen.

Öyle bir hali vardı ki,
Aldığı nefesten hoşnut,
Yaşadığı günden razı…

‘Yaşıyorum’ diyordu ‘daha ne olsun’
Bende diyorum işte!
Yaşıyoruz ya, daha ne olsun?

Azize Su

Çam Kozalağı

Tohumların içinde saklı
Yumukça
Sıkılısın

Açılınca
Petek gibi
Kızarmıştır balın

Sal sal tohumları
Vakti gelince
Sal tohumları toprağa
Çoğal
Çoğalırsın

Kuruyunca dalından
İnmelisin
Sincapların
Sevmesi için seni

Önce yeşilsin
Büyürken çam yeşili
Biraz da çayıra benzersin
Sonra sonra kahverengi
Kozalak rengi
Gözlerimsin.

Hasan Varol/Çiçek Atlasım

Güneş Yıldız

Yol uzun, güzergah zorlu; ne demeliyim?
Zarif kardeşim benim,
Seni aldım yanıma, ikizimi almış yürüyor gibiyim.

Sana yıldız sana güneş mi demeliyim,
Günümde hayret gecemde hayret istedim
Yer yer senin gibiyim ben yer yer kendim.

İnsan olan yerlerim çok ağrıyor,
Olsun, yine de sen kapanma, şu sıra benim,
Yerine bırak ben incineyim.

Birhan Keskin

Mendilimde Kan Sesleri

Her yere yetişilir
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
Çocuğum beni bağışla
Ahmet Abi sen de bağışla

Boynu bükük duruyorsam eğer
İçimden öyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet abim benim
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki
Ve avlularına
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
Ve sözlerine
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anısı işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
— Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben —
Cıgara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenberi
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da simdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
Biz eskiden seninle
İstasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet Abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar…
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
İşçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.
Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.

Edip CANSEVER

İbrahim

İbrâhîm
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim

güneş buzdan evimi yıktı
koca buzlar düştü
putların boyunları kırıldı
ibrâhîm
güneşi evime sokan kim

asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
buhtunnasır put yaptı
ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
güzeller bende kaldı
ibrâhîm
gönlümü put sanıp da kıran kim

Asaf Halet Çelebi

Siyah Martı

bir imge düşerse içine,
siyah bir martının peşine takılırsan,
düşlerinden kumral bir kız geçerse,
ve yanındayken bile,
uzaksan sevgiline,
ellerin yaşlanıyorsa senin dışında,
bir şairi tanıyorsan kendi evinde,
özgürsen…

sadece ölebilmek için bile,
yaşamış olması gerekir insanın.
bu yüzden ölen bebekler bile şanslıdır
ki onlar kısacık yaşamlarına
ne düşler sığdırırlar kimbilir
ağızlarında anne tadıyla.

ve şimdi oturmuş masa başında
bir bardak suda dalgalar yaratıyorum
parmaklarımla,
suya dokunmak sana dokunmaktır aslında.
kabullenmek seni, kabullenmek sevgili,
orada olduğunu ve beni sevmediğini bilerek,
beklemek, avuçlarına bir geminin demirleyişini.

varlığın yüzümde kolonya ferahlığı
yokluğunu tariflemişti ahmed arif
uzun yıllar önce,
ve nicedir o mısralar içimde
ve nicedir özlediğim görmediğim, özlediğim, gözlerini,
“yokluğun cehennemin öbür adıdır
üşüyorum kapama gözlerini”

üşüyorsam ve bebek ellerinin kokusu
içimdeyse hala
ve bir imge düştüğünde içime
aklımda siyah martının çığlıkları
ben takılıp gidiyorsam bu şehirden
düşlerimden kumral bir kız geçiyorsa
her gün yeniden özgürsem
ve bu değiştirmiyorsa hiçbir şeyi
söyle bana;
çocukluğum mu daha güzeldi
yoksa annem mi…

söyle bana;
her gün yeniden koşacaksam umuda
ve akşam yatağımı ıslatacaksam
gözyaşlarımla
söyle bana nedir geçmişi şimdiden ayıran
aklımdan çıkaramadığım
kumral gözlerin mi…

Özgür Ballı-Siyah Martı