Göçmen çiçek

Aykırı bir uçurumum yolunun üzerinde
Elini uzatacağın dalları yamacında saklayan
Birdenbire patlayan
Bir çığlığım sessizliğinde
Ele-güne karşı seni utandıran.

Yaz günü palto giyerim
Ceplerim dolu dolu şiir
Gören beni deli sanır
Adım kaçığa çıkar
keşke kaçsam
Keşke kaçabilsem şu dünyadan.

Aykırı bir şiirim kitabının arasında
Kargacık burgacık bir yazıyla yazılmış
Sondan okumaya başla
Nokta koy her dizenin önüne
Anlamaya çalış

Bedeninin bir noktasından dalıp
Yüreğini bulabilirim
Geceyse başlar yastığa düşerse
Ve yorgunsa yüzün
Yıldızları soluğumla bir bir ateşleyip
Kandiller gibi başucuna koyabilirim
Ey bütün tufanların ardında
Bulduğum dinginlik!
Göçmen çiçeği dünyanın
Kökleri ardısıra sürükleyen çılgınlık!
Madem ki yaşam bu
Madem ki taşın taş olmaktan öte
bir umarı yok
Bir türkü söyle kadınım
Yürüsün dünyaya mutluluk.

Yağıyor incecik bir yağmur dışarda
Yüzün çamurlar üstünde tüten buhur
Islak toprak kokusu
Doluyor odama
Sıkılıyorum
Kitapların üstüme yıkılacağından
Korkuyorum şimdi
Yel esiyor
Söküyor duvardaki bir resmi
Yerine senin yüzünü koyuyor.

Yüzün şimdi karşımda
Yüzün akşam karanlığında
Toprağın üstüne bırakılmış
Bir demet çiçek gibi parlıyor

O zaman açıyorum
Bütün perdeleri
O zaman yakıyorum
Bütün ışıkları
Camları darmadağın ediyorum
Yüzünü avuçlarıma alıyorum
Alnını öpüyorum
Dünyayı öper gibi.

Sana uzanamadığım gün
Ellerim yok sanıyorum
Senin bakışlarını yakalayamadığım gün
Gözlerim yok
O zaman bir yumruk
bütün gücüyle vuruyor
Eski bir piyanonun tuşlarına
Binlerce martı
Kayalıklara çarparak ölüyor
Ayışığı tutkal gibi
Yapışıyor pencereme
Açamıyorum perdeleri
Şiir yok artık
Türkü dindi

Meyvelerini taşıyamayan
Ağaçlar gibiyim
Sularını taşıran ırmaklar gibi
Bu kadar mutluluk çok bana
Onu günlere
Onu aylara bölmeliyim
Ve bir tek gülüşünü senin
Kutlamalıyım yıllarca.

Sana yüreğimde bir sürgün yeri
Göçüp konacak
Bir toprak yaratsam
Kadınım sarışınlığının bittiği anı
Gizli bir esmerliğe eklesem
göçmen çiçek
Her yerin yabancısı
Yolların yolların ötesinde
bize bir tek
Yarınlar kaldı
Göğün tükenip denizin
Başladığı yerde

Ahmet Erhan

Düş(me) ler../..aşk bitti

I

..üstat, beni müsait bir şiirde indir…

bugün bir şiir bile uğramadı yanıma
sana uğradı mı bilmiyorum
pencere kenarında yağmuru seyrettik yalnızlığımla,
balkona astığımız düşlerimizi içeri aldıktan sonra

kimsenin öğretmediği bir şeyi öğretmeni dilerdim../..ayrılırken
ama sen herkesin öğrettiğini yineledin
şimdi aşk../..inançlarını yitiren bir ayyaştır köprü altlarımda

deniz kabuklarından bir mumluk yapmıştım sana,
vermeye zamanım olmadı
şimdilerde içinde yakıyorum,
sesini duyuramayan kelimelerimin yorgunluğunu
biliyor musun../..bilmem
sen cümlelerimin 1. Kordonuydun

II

..susmaya gidiyorum…/..birazdan dönerim..

acil servis gibi yetiştim bütün kanamalı sevdalarıma
yanlarına gittiğimde,
odaları boştu, çarşafları temiz
bir küçük not bile yoktu../..”kurtardığınız için teşekkür ederiz”

bu yüzden emekliliğimi istedim yorgun aşkların baş hekiminden
tazminatım suskunluk
beni ait olmadığım şehirlerde aramayın,
adresimin caddesi../..burukluk

III

..teri soğumamış bir ayrılıkla içilen özlem, ateş yapar..

dün gibi hatırlıyorum ayrıldığımız günü
24 ocak../..kış../..kıyamet../..felaket
sanki herkes beni görmek için toplanmıştı şehir meydanında
parmaklarıyla gösteriyorlardı../..“işte bu kadın terk edildi” naralarıyla
bu günlerde../.dalgasını geçebiliyorum vedaların
o günlerde../..serum kokularına bulaşmıştı bütün kılcal damarlarım

gerçekte kim olduğunu çok düşündüm,
özleminin yer yer sağanak yağışlı olduğu zamanlarda
galiba artık biliyorum
sen../..büyümeye zamanı olmayan çocukların,
dar zamanlarda attığı içten bir kahkahasın

beni beklemeye gidiyordun…/..galiba yolu şaşırdın

IV

…bu şiire girmek hüzünlü ve yaşlıdır..

biraz önce gözlerimden düştün
seni ıslattığım için üzgünüm
yanaklarımda kurumanı istemezdim,
dudaklarıma almışken ıslaklığını
sen../..gözlerim../..ve katre

sana yaşatmak istediğim çok şey vardı,
aşk’da kısa çubuğu ben çektim…

V

…kırgınlıklarımı kaybettim, hükümsüzdür…

sabaha karşı gittiğin için bağışladım seni
sen de kendini bağışladın mı../.. bilmiyorum
zor oldu indirmek resimlerini duvarlardan
ki tozlanma diye albümlerde yaşatmadım seni
seni../..bir “anı” olsun diye sevmedim

…ve hiç aldatmadım../..kirpiklerimle bile

çok önceleri sorduğum bir soruydu,
“şiir bir aşk’ı kurtarabilir mi? ” diye
otuzuma yaklaşırken gülümsüyorum da,
şiir bir aşk’ın ancak bekçisi olabilir

VI

…bu şiirde U dönüşü yapılmaz…

illegaldir bütün terk edişler,
ölümlerde dahil…

VII

…kızım bahara aldanma, üstüne yine de bir şiir al sen..

mayıs’ın çocuklarıyız ikimizde
belki de bu yüzden acele ettik ayrılmak için,
tenlerimizin ateşi bizi kavurmasın diye..

biliyorsun../..çok erken aldım hediyemi senden
seninkini vermek içinse çok geç

doğum günün kutlu olsun../..unutmadı giritlalesi
mumlarını söndürdüm../..yüzümde gönderdiğim dileklerin gölgesi

VII

…aşk dersem çık, ayrılık dersem çıkma..

dedim../..çıkmadın
aşk bitti…

Pelin Onay

Gidiyorum/kendime

puslu bir sabah ayazını peşimden sürükleyerek gidiyorum.
yalnızlığımı köhne bir sandalın sahipsiz sürüklenişine bırakırken
hüznüm ardından ağlıyordu
alışkanlığından vazgeçen bir tiryaki gibi sıkıp yumruklarımı
arkama dönüp bakmadan gidiyorum

sahibi olmadığım ama üzerime zorla giydirilen
bir beden büyük bütün kaçışları ihtiyacı olanlara bırakacaktım
vicdanım el vermedi
usulca soyundum
ve sahiplerine geri verilmek üzere bir kenara bıraktım hepsini
gidiyorum

umudum küçük bir kız çocuğu
el sallayarak çağırıyor beni uzaklardan
ısrar etmeyeceksin kalmam için ama hani olur ya
yine de etme yapamadığım tek şeydi baharda kardelen yetiştirmek
sen onu istedin mahcup oldu yüreğim
gidiyorum

oysa benim de hayallerim vardı;
dans edecektim yağmurda
sonbahar’a vedaları değil gülüşleri yapıştıracaktım
çiçekler alacaktım olur olmadık zamanlarda
fazla geldi çıplak elle çizdiğim resim tuvaline
konuşturma beni giderayak
çünkü ödünç aldım suskunluk adını verdiğin silahını
gidiyorum

eskiden olsa eteğimi çekiştirip
beni kandırırdı içimdeki çocuk
üzüleceğimi bile bile
gözlerine buzdan sarkıtları sen mi yerleştirdin?
ki artık ağlayamıyor bile
onu bu kurak duygusuz ve yeşili az topraklarda
her şey iyi olacak gibi asılsız vaatlerle büyütüp
hayata kazandırmam olanaksız
o çok sevdiğin korkularını
her mevsime açık pencerenden içeriye bırakarak
içimdeki her şeyden habersiz çocukluğumu yanıma alarak gidiyorum

sen bir bedenle sevişmek istedin
bense yüreğinle ve beyninle ve gözlerinle
adımlarımızın uyumsuz olduğunu
neden hemen kabullenemedim diye kırılarak kendime
gidiyorum

şimdi notaları sahipsiz ve öksüz kalmış yarım bir şarkıdır sevmek
canımı daha fazla acıtamayacağını bilmek
biraz olsun mutlu ediyor beni
sürüklenmiyorum dikkat et
gidiyorum
sessizce ve hiçbir şey yaşamamış gibi

bir süre sonra denize ulaşıp
korunaklı seyir defterimin ilk sayfasına taze
ve diri umutlar işleyeceğim
yüreğimi çıkartıp her şeyiyle masaya dökerken
senden daha cesur olduğum için utanma sakın
bu cesaret
çocukların masum dualarından çaldığım inatçı bir bekleyişti sadece

bana balonlar alabilecek kadar yürekli bir sevgiyi
korkularıma rağmen başım dik karşılayacağıma dair söz vererek gidiyorum

bir bedeni değil bir yüreği özlediğin vakit
umarım zamanın olur güneşin doğuşunu huzurla izlemek için

bana ait olan ve olmayan
bütün soruları ve cevapları ardımda bırakarak gidiyorum

az kullanılmış ve bayandan bir sevda bırakıyorum sana
yolun açık olsun

Pelin Onay

Seni Saklayacağım

Seni saklayacağım inan
Yazdıklarımda çizdiklerimde
Şarkılarımda sözlerimde

Sen kalacaksın kimse bilmeyecek
Ve kimseler görmeyecek seni
Yaşayacaksın gözlerimde

Sen göreceksin duyacaksın
Parıldayan bir sevi sıcaklığı
Uyuyacak uyanacaksın

Bakacaksın benzemiyor
Gelen günler geçenlere
Dalacaksın

Bir seviyi anlamak
Bir yaşam harcamaktır
Harcayacaksın

Seni yaşayacağım anlatılmaz
Yaşayacağım gözlerimde;
Gözlerimde saklayacağım

Bir gün tam anlatmaya
Bakacaksın
Gözlerimi kapayacağım
Anlayacaksın

Özdemir Asaf

Bu Sevgidir

Onun güzelliğini herkes görüyorsa o bence az güzeldir
Herkes biliyorsa o bence hiç güzel değildir
Onun güzelliğini yalnız ben görüyorsam bu sevgidir
Yalnız ben biliyorsam bu aşktır
Hiç kimse görmüyorsa bu yalnızlıktır

Özdemir Asaf

Bekle Dedi

Bekle dedi gitti
Ben beklemedim o da gelmedi
Ölüm gibi bir şey oldu

Özdemir Asaf

İsimsiz

Biri sana sorarsa;
Sana beni sorarsa;
Gitti der misin?
Gittiğimi söyler misin?
Gidiyorum ben sana
Benimle gider misin?

Özdemir Asaf

Bir Karşılaşma Düşünün

Hiç beklemediğiniz bir anda yaşadığınız bir karşılaşma düşünün.

Yıllarca hayalini kurduğunuz bir kişi veya bir olay, ya da sizin bile fark etmediğiniz, içten içe inleyen bir ihtiyaç, ya da varlığına alıştığınız, o kadar alıştığınız ki, ılık ılık içinizde hep kanadığını unuttuğunuz bir yaraya dair olsun, o karşılaşma.

Çocukluğunuzu düşünün. Ne kadar uzaklarda kaldı değil mi? Hele onu yakın kılan şahitleriniz, mesela anneniz, babanız, dayınız, teyzeniz, hele hele kardeşleriniz bu hayattan ayrılmışlarsa.. öyle böyle değil.. yani kuruntularla, korkularla inşa ettiğiniz bir kuluçka değil, şöyle koca, okkalı bir kaya gibi, bütün pütürlerini hissedebileceğiniz kadar katı, gerçek bir yalnızlığa sahipseniz.

Geçmişiniz kimseye ispatlayamayacağınız bir hayale dönüşür yavaş yavaş. Hatta kendiniz bile şüpheye düşersiniz onu yaşadığınıza dair. Mezarlıklar bu nedenle önemlidir. Mezarlıklar ölülerimize değil, bize ait mazi müzeleridir. Varlığımızı ispatlayan anıt taşlarına dönüşür mermer lahitler, mezar taşının üzerine yazılmış o yazılar, trafik levhaları gibi, sizin mevcudiyetinizi gösteren bir ayna gibi düşer üzerinize. Mevcudiyetinizi yoklar, elinize gelen birkaç parçayla sakinleşir, eve, hayata dönersiniz.

Geceleri bir yumruk indiğinde yüreğinizin tam ortasına, eğer akıl edip komodine bir bardak su bırakmışsanız önceden, nefes nefese uyanıp dudaklarınızın yanından taşıra taşıra içersiniz. İçtiğinizden ziyade, boynunuzdan aşağı süzülen, göğsünüze erişip kalbinizin tam üstünde cız edip buharlaşan o birkaç damla olacaktır sizi rahatlatan.

“Ne oluyor bana” dersiniz, korkuyla. “Ölüyor muyum? Bütün insanlar nerede! Tek başıma mı kaldım? Yoksa bildik hayatım bir rüyaydı da, ölüler, küller denizine mi uyandım, ki gerçek hayatımdır o.”

Gerçek ile gerçeküstü veya yanı ile berisi birbirine o kadar karışır ki, ertesi gün bunu hiçbir arkadaşınıza anlatamayacağınızı bilirsiniz. En fazla, “Gece nefes nefese uyandım, neden acaba?” diye bir şansınızı denersiniz. Arkadaşınız uyku apnesinden bahseder, nefessiz kalmış olabilirsiniz. Ama ne yapsın, sizin anlattığınız kadarının cevabı olsa olsa budur. Daha ileri gitmezsiniz, olur da fark edilirse diye, aslında o kadar cool biri olmadığınız.

Ne kadar yüce duygular değil mi? Tam da bir sanatçının veya bir dâhinin karmaşık, erişilmez, en az bir karadelik kadar dipsiz duygulanımlarını, zekâsını ve derinliğini ifade ediyor olmalı.

Bu iyi mi, kötü haber mi bilemem. Ama bana iyi geliyor. Hiç de karmaşık ve biricik değil tüm bunlar. Her sabah 4:30’da kaldığı odunlukta uyanıp, 15-20 kilometre yürüyüp, hamal arayan simsarı bekleyeceği o kahveye giden bir işçi, size bu duyguları o kadar zarif anlatır ki, bunun insana dair bir şey olduğunu anlarsınız. İnsanı “alçakgönüllü” yapan ailesinden aldığı terbiye değil, bu karşılaşmalardır. Bu karşılaşmaları ıskalayan kişi, olsa olsa “alçak” gönüllü olur. Gönlü yücelere ulaşacak kadar alçalamaz.

Episod II

Küçük bir orta Anadolu kenti…

Ne kadar da uzak size.. sorsalar tarif edemezsiniz. İlk defa gidiyorsunuz. Size dair hiçbir şey olmadığını varsaydığınız bir yer düşünün. Hatta size dair çok şey varmış da, sizden çok çok önceleri kıpkırmızı bir fonda yok edilmiş her şey. Yani bir zamanlar o kadar aitmişsiniz ki, şimdi o oranda uzağa atmışsınız kendinizi.

Ve diyelim ki o kişi benim. Hikâyemiz ete kemiğe kavuşsun diye, küçük bir fedakârlık olsun bu.

“Hiçbir karşılaşma ummadığım bir yerde, her şeye dışarıdan bakmanın verdiği serseri bir ruh hâli ile, bakımsız caddelerinde süzülen bir arabanın içinde etrafı seyrediyorum. Biraz evvel yaptığım uzunca konuşmada beni dinleyenlere ‘Gördüğünüz ilk Ermeni ben olabilirim, öyle değil mi’ demiş bile olabilirim. Varsayalım ki onlar da mahcupça ‘Evet’ demiş olsunlar. O kadar rahatım, o kadar eminim buralara ait olmadığıma.

Derken, bir çan sesi duyuyorum.

Gece aniden uyandığım o anda olduğu gibi, nefesim kesiliyor. Gerçek ve gerçeküstü birbirine geçiyor. O kadar uğraşıp dizayn ettiğim havsalamdaki bütün eşyalar şiddetli bir depremle sarsılıyor, kırılıyor hepsi. Beynimin içindeki loş, uzun koridorlardaki bütün çekmeceler dışarı fırlamış, yere dökülüyor bütün bellek.

Mahcup olmamak için daha dikkatle kulak veriyorum çan sesine. Evet, bir çan sesi bu! Ama bu herhangi bir çan sesi değil. Bu bir kilisenin çan sesi. Bu herhangi bir kilise çanı sesi de değil.. bu bir Ermeni kilisesi çanı sesi. Bunu bin kilometre uzaktan anlayabilirim ben.

Bizi misafir eden yerel yöneticiye ‘Bu ses ne!’ diyorum. Çanı çalan bir kilise, yaşayan insanlar demektir. Bu mümkün değil, burada olamaz. Olsa bilirdim ben. Yoksa her şey kötü bir kâbus muydu? O gece nefes nefese bu kâbustan mı uyanmıştım ben?

‘Bu şehrimizin saat kulesinin çanıdır’ diyor. ‘Uzun yıllar önce bir Ermeni kilisesinden sökülüp oraya konmuş.’

‘Öyle mi?’ diyorum. Susuyoruz. Çan sesi kesiliyor. Tam saati gösteren kol saatim havsalamı toparlayıp beni bu âna ve gerçeklere getiriyor. Her şey yerli yerine oturuyor.. kıllı bir el koca bir çekiçle düzeltiyor çıkıntılarını içime oturan gerçekliğin.”

Dönüşte bir mail alıyorum o yöneticiden. “Saat kulesinden gelen sesle irkilmenizden çok etkilendim. ‘Bu ses ne’ derken yüzünüzdeki şaşkınlığı anlatamam…”

Fark edilmiş demek? Önce rahatsız oluyorum.. sonra…

“Şşşt” diyorum, “sakin ol.. bastıramadığın kadar insansın.”

Markar ESAYAN

Arkadaşım Badem Ağacı

Sen ağaçların aptalı
Ben insanların
Seni kandırır havalar
Beni sevdalar
Bir ılıman hava esmeye görsün
Düşünmeden gelecek karakış…
Açarsın çiçeklerini…
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü…
Bir güler yüz bir tatlı söz…
Açarım yüreğimi hemen
Yemişe durmadan çarpar seni karayel
Beni karasevda
Hem de bilerek kandırıldığımızı
Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza
Koo desinler bize şaşkın
Sonu gelmese de hiç bir aşkın
Açalım yine de çiçeklerimizi
Senden yanayım arkadaşım
Havanı bulunca aç çiçeklerini
Nasıl açıyorsam yüreğimi
Belki bu kez kış olmaz
Bakarsın sevdan düş olmaz
Nasıl vermişsem kendimi son sevdama
Vur kendini sen de bu güzel havayı

Aziz Nesin

Aşkımızı ele vereceksin

Önünden bulut geçen
yeşil dağ gibi
gülümseyip durma.
Aşkımızı ele vereceksin.

Otomo Sakanoe Hanım