Güllere Harcadım Bütün Paramı

Güllere harcadım bütün paramı, yolumu yitirdim mavide.
Göremezsem seni yarın, öldüm demektir;
Solgun Mart göğü altında denizin açıklarında yatan bir ölü,
oyma süsünden ayrılıp, onun görüntüsünü
pencerelerinde bırakıp gitmiş bir hayalet gemi gibi,
bir elinde bir gül, öbür eliyse açık ve öne uzanmış…

Henrik Nordbrandt

Resim Dersi

1
Boya kutusunu önüme koyuyor oğlum
Bir kuş çizmemi istiyor benden
Kül rengine batırıyorum fırçayı
Bir dörtgen çiziyorum, üstüne bir kilit ve çubuklar
Oğlum, gözleri dehşet dolu, diyor ki bana:
“Ama bu bir hapishane…
Yoksa bilmiyor musun baba, kuş çizmeyi sen?”
Oğlum, diyorum ona, ayıplama beni
Kuşların biçimini unuttum inan.

2
Kalem kutusunu önüme koyuyor oğlum
Bir deniz çizmemi istiyor benden
Kurşun kalemi alıyorum
Siyah bir daire çiziyorum
Oğlum diyor ki bana:
“Ama bu siyah bir daire, baba
Deniz çizmeyi bilmiyor musun yoksa?”
Ona diyorum ki: Oğlum
Eskiden deniz çizmekte ustaydım
Ama bugün…
Oltayı aldılar benden
Av yaklaşmıştı oysa…
Mavi renkle konuşmamı da yasakladılar
Özgürlük balığını yakalamamı da.

3
Resim defterini önüme koyuyor oğlum
Buğday başağı çizmemi istiyor benden
Kalemi alıyorum
Bir üçgen çiziyorum ona
Resim sanatındaki bilgisizliğime şaşırıyor oğlum
Şaşkın şaşkın diyor ki:
Üçgenle başak arasındaki farkı bilmiyor musun baba?
Ona diyorum ki, oğlum
Eskiden başağın biçimini bilirdim ben
Somunun biçimini
Gülün biçimini..
Ama bu metalik çağda
Ormanın ağaçları
Silahlı adamlara katıldı ya
Güller, lekeli giysilere büründü ya
Silahlı başaklar çağında
Kuşlar silahlı
Kültür silahlı
Din silahlı
Bir somun alsam
İçinde tabanca buluyorum
Bir gül koparsam bahçeden
Silahını dayıyor burnuma
Bir kitap alsam kitapçıdan
Parmaklarımın arasında patlıyor…

4
Yatağımın kenarında oturuyor oğlum
Bir şiir okumamı istiyor benden
Gözümden bir damla yaş düşüyor yastığa
Korkuyla izliyor oğlum ve
“Ama baba diyor, bu gözyaşı, şiir değil!”
Ona diyorum ki:
Büyüdüğün zaman oğlum
Arap şiir kitaplarını okuyunca
Sözcükle gözyaşının kardeş olduğunu göreceksin
Ve Arap şiirinin yalnızca
Parmaklar arasından çıkan
Bir damla gözyaşı olduğunu…

5
Oğlum kalemlerini, boya kutusunu önüme koyuyor
Bir yurt çizmemi istiyor benden
Fırça titriyor elimde
Ağlayarak düşüyorum…

Nizar Kabbani

Gömüt Üzerine Bir Avuç Toprak

Herkes bir avuç toprak atıyor
Bense, onun üzerine
Birkaç parça gökyüzü atıyorum
Birkaç güney Arnavut türküsü
Zeyrin dalları altında o bunaltıcı sıcaklardaki
Birkaç ağustosböceği
İyi yürekli babacığım
Bunları çok severdi…

Fatos Arapi

Artık Bana Kızma

Eskiden biz ikimiz
Gökle deniz gibiydik;
– Birmizin üstüne bulut çökse – öbürümüz kararırdı
Birimize hava azıcık açsa – Her şey mavileşirdi öbürümüze.
Eskiden biz ikimiz
Ocakta iki odun gibiydik:
Birbirinden ayrılınca sönüveren
Birbiriyle birleşince tutuşan.
Ama sevi
ne de çabuk kine dönüşüverdi…

Artık bana kızma, hadi…

Fatos Arapi

Oza

neden çekip gitmiyoruz kıyılara

sıkıntılı yorgun ve bitkin
bir gece yarısı tam çekilme vakti denizin

tuttum yaratıcılığı övdüm, oza’dan sözettim dostlarıma
birden bir kuzgun belirdi, kesti yarıda sözümü
çakmak çakmaktı gözleri ve korkunç kara
dedi kuzgun: “kim ipler be bunları!”

“ey kuş!” diye bağırdım
“inan yıkıyor beni senin bir insan yerine kuş olman..
katılsaydın bu mutlu işte bize
katılsaydın ikiye bölmeye yeryüzünü”
dedi kuzgun: “kim ipler be bunları!”

“neler olmazdın düşün bir kez, büyük akıl hocası
deneyci ve makinaların tanrısı
tunç içinde yaşardın ey büyük yaratıcı
gözbebeği dünyanın, düşün bu yüce şansı”
dedi kuzgun: “kim ipler be bunları!”

“dev makinalar yapardın
kurardın demokrasiyi ne güzel işlerdi ya hani
kurtarırdın gereksiz kral ve kraliçelerden dünyayı
yok edip o fosilleri”
dedi kuzgun: “kim ipler be bunları!”

“ya da bir gün,” dedim
“uzaklarda ufacık bir kulüben olurdu da
incecik parmaklarıyla kirazlar yedirirdi bir kız sana..
öylesine bir yer övgüden yergiden uzak”

dedi kuzgun: “gel bir budalalığı,
sensin, varsa eğer yeryüzünün tek tutsağı
özgürsün, ama yok özgürlüğün özgür görünsen de şimdi
yarışa kalkmışsın son hızla o güçlü arabayla
ama bak direksiyonu yok ki

oza roza ya da bilmemkim yosması
ve bütün bu değişimler ne baş belası
toz toprak çamur olacaklar günün birinde
yaşam kısa öyleyse kim ipler be bunları!”

nasıl anlatabilirim şu şom ağızlıya
yalnız ilençli sözlere açık olmadığını ağzımızın
capcanlı dudaklarımızın güzelim dudaklara
ve serin sularına da değeceğini bir ırmağın

yaşamak ne büyük bir mucize
ama nasıl anlatırsın bunu yaşamasızın birine
belki de anlatırsın
ama kim ipler bunları be!

Andrey Voznezenski

Kavşak

İnce uzun bir iskelenin ucunda,
denize dikmiş gözlerini, kımıldamadan,
öylece duruyor adamın biri akşam üzeri.

Önünde su, arkasında kayalar,
unsurların kavşağında kalakalmış sanki.
giderek kararıyor çevresinde suların rengi.

Ya bir gemi var bu saatlerde beklediği,
ya da sulara bırakıverecek kendini.
öylesine ince bir denge ki!

Roni Margulies

Tıraş Olurken

Yüzüme dokunurdu Elsa.
Oturmuş ben kitap okumaya çalışırken.
Metroda seyrederken karşımda oturanları.
Denizden çıkmış rüzgarda üşürken.
Elsa yüzüme dokunurdu.
Rahatsız olurdum ben.

Tıraş olurken dün aynanın karşısında
Aklıma geldi birden.
Duyar gibi oldum parmaklarını yüzümde,
Yanaklarımda, dudaklarımda.

Düşündüm de sonra,
Üç yıl olmuş;
O yüz başka yüzdü,
Bu yüz başka…

Roni Margulies

Bir El

Gün boyu koltuğunda
sere serpe yattıktan sonra
akşamları gelir köpeğim bazen
bilgisayarın başındayken ben,
başını dizime kor, bana bakar.

Okşarım biraz, gider yine yatar.
sevilmek istemiştir besbelli
bilmek istemiştir sevildiğini:
Gelir, aradığı güvenceyi alır.
mutludur artık, uyuyakalır.

Nasıl da vazgeçilmez bir duygu:
kendimizi yalnız hissettiğimizde
bir an her şey biraz ağır geldiğinde
bilmek yanağımıza dokunacak bir el olduğunu.
ve ne kadar kolay sanıyor köpeğim bunu!

Roni Margulies

Tertemiz Şeylerden Sözedeyim

Tertemiz şeylerden sözedeyim
İlk sevdalarımdan, ilk dostlarımdan.
Ne toprağın kokulu çiçekleri
Ne yıldızlar
Ne vahşi gönüllü, vahşi ruhlu insanlar ;
Hiç, hiç bir şey kalmıyor ebedi olarak,
Her şey kuruyor sabah çiğleri gibi.
Ama bir şeyler kalıyor ki çok kıymetli.
İşte bu kalıntıların parıltısı
Bir emanet sanki sonsuzluğa.
Çimenler üstünde oturmak
Dostlarla bir şeyler okumak
Dolaşmak yıldızların altında
Gelecekten konuşmak…
Rüyalar boyunca fakir çocuklar
Zengin görünüyor insana
Bir kız sevmiştim bir zamanlar
Sessiz – sedasız
Ne dilerse yapacaktım benden
On dördünde ay gibi tamdı sevdamız
Ama şimdi zamanın külleriyle örtülüdür
Gönlüm baştan başa.
Uzun uzadıya yeretti bunlar hafızamda
Koca bir ömür boyu
Mezarlarında kaldı sevdalarım
Artık genç de değilim ki
Zaman gelip geçiyor yanımdan.
Hala gençlik var ya dünyada
Ve her yerde açılıyor ya genç gönüller
Gelin ey genç dostlarım
Vahşi diyarlara göç edelim
Ve masmavi göğün altında
Temiz, tertemiz şeylerden sözedelim
Huzur ve rahatlık bunda…

Ho Chih – Fang

Omuzumda

O, omuzumda oturuyor benim,
Kimseye görünmeden:
Yabancı göze görünmez
Onu yalnız ben görebilirim.
Şakaklarımı okşuyor tatlılıkla
Ve sıcaklığıyla ellerinin
Hafifletiyor ağırlığını
Dayanılmaz acıların:
Istırapla mıhlandığımda,
Kederle çarmıhlandığımda,
Ve hayatın boyunduruğunda
Donduğunda kanım;
Ve bir ölüm öpücüğü gibi
Acı, deldiğinde kafatasımı,
Odur silen alnımdaki teri
Sevecen eliyle.
Ayaklarımı çelip de
Beni yolun ortasında
Deviren yorgunluk
Ansızın siliniverir!
Ve hazırım yeniden
En uzak yollara gitmeye;
İçimde bir sevinç
Dudaklarımda bir gülüşle;
Bu demektir ki
Oğlum öptü beni;
Omuzumda oturan,
Kimsenin görmediği…

Jose Marti