Gizli Sevda

Hani bir sevgilin vardı
Yedi-sekiz sene önce
Dün yolda rastladım
Sevindi beni görünce

Sokakta ayaküstü
Konuştuk ordan-burdan
Evlenmiş, çocukları olmuş
Bir kız, bir oğlan

Seni sordu
Hiç değişmedi dedim
Bildiğin gibi
Anlıyordu

Mesutmuş, kocasını seviyormuş
Kendilerininmiş evleri
Bir suçlu gibi ezik
Sana selam söyledi

Behçet Necatigil

Kalp Zamanı

INGEBORG:

“Hep aklımdasın, çok düşünüyorum seni, seninle konuşuyorum, senin o yabancı, siyah saçlı başını ellerimin arasına alıyorum, göğsündeki taşları itmek, karanfilli ellerini serbest bırakmak ve şarkı söylediğini duymak istiyorum.”

“Benim için sen Hindistanlısın ya da daha da uzak, karanlık, kahverengi bir ülkeden; benim için çölsün sen, denizsin, sır olan her şeysin. Hâlâ hiçbir şey bilmiyorum senin hakkında ve bu yüzden senin için korkuyorum, bizlerin burada yaptığı herhangi bir şeyi senin yaptığını hayal edemiyorum, ikimiz için bir saray kurmalı ve o sarayın içinde benim sihirli efendim olabilmen için seni yanıma almalıydım, orada halılarımız ve müziğimiz olacak, orada aşkı bulacağız.”

“Elime geçmeyecek bir şeye açlık duyuyorum, her şey sığ ve tatsız, yorgun ve daha kullanılmadan yıpranmış.”

“Beni Seine Nehri’ne götür, küçük balıklara dönüşene ve birbirimizi yeniden tanıyana kadar bakalım sularına.”

“Benim için sen, ‘sen’sin, benim için sen hiçbir şeyin ‘suçlusu’ değilsin. Tek bir kelime etmen gerekmez, ama en küçük kelimeye bile seviniyorum.”

“Ama artık senin için mümkün değilse ya da çoktan bir başka bir denize dalmışsan, beni, başkaları için boş bıraktığın elinle tut!”

“Hâlâ ara sıra sana karşı o deli ve şaşkın ve çelişkili yüreğimle sana gelmek istediğimi neden hâlâ hissetmiyorsun? Sana neden o kadar direndiğimi, bunu yapmaktan belki de neden asla vazgeçmeyeceğimi yavaş yavaş anlamaya başlıyorum. Seni seviyorum ve seni sevmek istemiyorum, çok fazla ve çok ağır geliyor, ama her şeyden önce seni seviyorum; bugün söylüyorum sana bunu, senin artık duymaman ya da duymak istememen tehlikesini de göze alarak.”

“Sana bütün hoşlukları, bütün sevgimi veriyorum, kabul edemeyeceğin bütün öpücükleri ve sarılmaları, bir düşünce boyu yanımda olmama izin ver…”

“Sevgili Paul, bugün kendime arzularımın, gerçek arzularımın ne olduğunu sorsam, kendimi yanıtlamaya tereddüt ederim, evet, hatta belki de arzu beslemenin hakkımız olmadıığını anlamış olabilirim, belli bir işi yerine getirmekle görevliyizdir belki de, hep yaptığımız şeylerin hiçbir etkisi yoktur, ama yine de sabah sekizden akşam altıya kadar bir sayfa üzerine bir tire çizmek ya da iki nokta üst üste koymak önemliymiş gibi davranmak zorundayızdır.”

“Hiçbir şey bunu değiştiremez, benim bir parçam hep senin yanında olacak, senin bir parçan da hep benim yanımda.”

“Il est indigne des grands coeurs de réprandre le troble qu’ils ressentent.” = Hissettiği karmaşayı etrafa yaymak yüce gönüllere yakışmaz.

“Beni düşündüğünü sık sık söylüyorum kendime. Sen de bunu söyle kendine, seni düşündüğümü.”

“Seni koruması için kimseden ricada bulunamayacağım da geliyor aklıma. Burada olduğunda sana sarılabileceğim kollarım var yalnızca, sana söyleyecek birkaç sözüm, adımı yazıp Paris’e yollamam için bir kâğıdım. Ah, Paul.”

Kalp Zamanı: İngeborg Bachmann/Paul Celan

Sevgilerde

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı.

Behçet Necatigil

İkincinin Gecesi

Senin gözlerin kahverengi yeşim mi?
Şiirle bir antlaşması var mı? Sınırları genişler mi yağmurlarla?
Bir gri bulut gibi giydim, kaburgandan çıkarıp ecesi latif geceyi.
Şâh tuttu bağladı gözlerime gözlerini.
Âh o sabah küçüğü ayaklarım… Kurudular. Bedenimi bırakıp yürüdüler, yıldızlarını dokuduğum masal üzerinde.
Soyuldu topuklarımdaki yıldız tozu. Yarım bırakılmış kadehlerde yürümeyi unuttuğun topraklardı bunlar.
Baharın saçları lüle lüle, önümde rüzgârın, çarpıp duruyorum incir duvarlara.

Bir gölgenin kokusunda tanıyorum seni. Önümde rüzigârın… Ve bir masa, üstünde garplı bir mumun kederi. Onun da üstünde tavana aşina sarılar, alevden hareler… Her yerinde yara bantları ile kör asuman. Yoktur uykusu karanlığımın. Uyanır durur yatağımın kenarına. Kanaviçelerde ufalanır küskünlüğü. Bilirim, yeniden ilmek ilmek aşkı… Ve saf bir çocuk gibi gözlerinden doğmayı…

Lirik bir savaş içinden geçmekteyiz. Bir tutam saçı yakıp aşkın sihri tutsun diye ağlaşan çöl kızlarına zamanın hatırı sayılmış umut dölleri… Âh kulağımda umudun iç içe geçmiş telleri. Önümde rüzgârın… Titredikçe sen, sağır oluyorum!

Senin gözlerin acılarına kefil mi?
Bir anlaşmaya varmaz mı parmak uçlarımdan kanayan geceyle?

Bana gözlerinden bir ateş badesi uzat! Bu sefer sarhoş oluncaya kadar yanında kalayım.

Nergihan Yeşilyurt

Veda

daha başından beri hiç sevmedim yerimi:
adî gök, bayağı toprak!
bu lânetlenmiş yerde
iki arada kaldım;
bir betona gerilmiştim, ufaldım;
aşkları koparıyor bizi, hüznü öteki,
durmadan bir leşe konuyor akbabalar…

akşamlar biraz düşkün; yollar, kanayan yollar…
ay lağımda batıyor ve sözler hiçbir yerde;
her zaman kalbimizin yerinde ince duvar…
aldanış! belki uğursuz bir gölge
bulanmış kalmış…
belki her aldanıştan kalan siyah aynalar!
rüzgârı kuytulardan esirgemeyen ne varmış?
ve daima boğulmuş, yaralı yolculuklar…

dağ kendi güneşini çıkardı gitti;
ben kendi gülüme kapandım kaldım;
sustum, her sustuğum yerdeki kaybolmalar
çağırır akşamı…
akşam,
uysaldır, boynunu bükerek gelir,
ve teslim olur bana şiirler, elvedâlar…

işte ben gittim, herşeyi söyledim, gittim;
işte benden herkese,
herkese bir sonbahar…


Hilmi Yavuz


Sırası Gelince

acının vergisini verdik, gülün haracını ödedik
hüznü demirbaş defterinden düşmeye geldi sıra

sen ki eyvan ağıtlarda
sürekli ve ahşap bir gülümseme gibi durdun
gözlerin bozkırdan devşirme
yolların bozgundan derlenmiş
karanlık yolcusu turnaların ve kurdun
ey hüzünlere reâyâ olan derviş

acının vergisini verdin, gülün haracını ödedin
hüznü demirbaş defterinden düşmeye geldi sıra

tarlalarla uzar gider al kısrak
gökçe çiçek tozar durur sılalarla
oysa ölüm, bir uçtan bir uca
bir uzun kervansaraydır ki
savrulur günü saati gelince
yıkılır yırtıla yırtıla

Hilmi Yavuz




Gözlerinin mavi limanında

Gözlerinin mavi limanında
Yağmurun renkli ahenkleri esiyor
Güneş ve hayret yelkenkeri
Sonsuzluğa çiziyor yolculuğunu

Gözlerinin mavi limanında
Denize doğru açılır bir pencere
Ve uzak diyarlardaki kuş
Henüz doğmamış toprakların peşinde

Gözlerinin mavi limanında
Kar yağar, yaz zamanı
Denizi kendinde batıran, ama batmayan
Firuze yüklü gemiler…

Gözlerinin mavi limanında
Dağınık kayalara doğru
masum çocuk gibi koşarım
Geri dönerim,
ama kuş gibi yorgun.

Gözlerinin mavi limanında
Gece türkülerini okur taşlar
Söyler misin…
Kim gizlemiş binlerce şiiri
gözlerinin kapalı kitabında ?

Keşke,
Ah, keşke
Bir kayığım olsaydı
Ve her akşam
gözlerinin mavi limanına doğru
yelkenlerim savrulsaydı…

Nizar Kabbani

Kadın ve Nehir

İkisi de sürükleyip götürüyor ne varsa
Kadınla nehir arasında bir fark göremiyorum
Buluşuyor bir anlam iki ayrı sözcükte
Saçları omuzundan akıyor birisinin
Ötekinin mızrağı saplanıyor denize

Biri ihanet istemez, köprü istemez öteki
Kadından ve nehirden ancak aşkla geçilir
Biri geyik barındırır sularına eğilen
Öbürü bir avcıyı koynunda geliştirir

Maraton koşusuna benziyor ikisi de
Düş çalarken suçüstü yakalanmış çocuklara
Benim kadınım bir nehrin profilden fotoğrafı
Senin nehrin benziyor ateş emziren kadına

Bir halk ezgisi sanki, öfkeli ve tedirgin
Belki kalp çarpıntısı, yanardağ ve infilak
Nehir mi desem kadın mı, ikisi de olabilir
Ya iyi yüzme bilirsin ya sevmeyi adam gibi
Bir nehre ve kadına ancak böyle girilir

İkisi arasında bir fark göremiyorum
Erkeğinin yanında gözden geçirir kendini
Kadın sunar ruhunu gövde ambalajıyla
Dibindeki yosunun susuzluğunu bilir
Nehir ustadır artık köprüsüz buluşmada

Söğüt dalı olsaydım öper miydim bir nehri
Taçlandırırdı kadın aşkını haketseydim
İlle bir fark olmalı aralarında denirse
Biri denizi çağrıştırır öbürü uçurumu
Sal olduğumu bilirdim nehre düşseydim eğer
Ötekinde bir sınav sorusu olduğumu

Nehir: Doğada bir yatak bulmamaktır kendine
Kadın: Aramak değildir yatakta kendisini
Buradaki ayrıntı elbette önemlidir
Yine de diyorum ki, öyle büyük bir fark yok
Nehir eşittir kadın, kadın eşittir nehir

Abdülkadir Budak

Sana Bakmak

Göğe bakmak gibi bir şeydi anlaşılan
Açık mavi bir göğe, gündüz yıldızları olan

Sana bakmak gölde kayık olmaktı
Kış günü köy evinde soba olmaktı bir de
Yaz günü bir ağacın gölgesinde uyumak
Elma soymak gibiydi, kavun kokusu
İçimdeki hastaneden taburcu olmak
Sana bakmak bana hep iyi geldi
Sanki saç örgüsüydün salkım söğütte
Sana bakmak güzel olan her şeydi

Sokak kedisine şefkat, baltalara merhamet
Sana bakmak ağaçlardan yana olmak demekti
Bahçe mahkemesinde nergisin tanıklığı
Yoksul öğrencilere defterlerdi, kalemdi

Heyecanını yitirmiş istasyondum belki de
Gelen hiçbir tren beklediğim değildi
Yalnızlığa sarılmaktan kurtuldum
Çünkü yüzüne baktım çünkü yüzün ay
Işıtıverdi birden içimdeki geceyi

Sana bakmak yastan çıkıp dörtnala
Lunapark şenliğine geçmekti bir bakıma

Teneffüs zili kadar sevimli derslerdi yüzün
Çiçekten karneyle eve dönmekti
Bitmiş gibi konuştum, şaşkınlıktandır
Sana bakmak iyi değil, pekiyi

Abdülkadir Budak

Miras

Karşılıksız sevdalardan usandım
Artık unutacağım bankadaki kızı
Beni seven birisini bulacağım,
Varsın cüce boylu olsun;
Çipil gözlü, yumuk gözlü,
Varsın saz benizli olsun.
Paşa gönlüm dileyince
Kolları boynuma dolansın yeter.
Alacağım ellerini ellerime
Parmak uçlarını sevdiğim çitlenbiğim
Çipil yüzlü, çirkin yarim.
Cüce boylum, iki gözüm gel diyeceğim.
Ona sevdalardan yana, mutluluktan yana
Oynak türküler söyleyeceğim
Sonra gerdeğe gireceğim çirkin yarimle.
Eğer yine unutamazsam bankadaki kızı
Kafayı çekip de bir akşam
Kapısına gideceğim,
Gel işte gör diye, gözünün önünde
Üç kurşun sıkıp bu kara sevdayı öldüreceğim.
Biliyorum bankadaki kız
Beni sevmediğine pişman olacak.
Kalbinde ince bir sızı
Dudaklarında mısralarım
Ulu bir sevdadan miras kalacak.

Erdoğan Alkan