Duruşun bir ayrılık resmi çiziyor

ellerine dokundum,
ayrılık döküldü yüzünden.

Necmettin Topçu

Hiç kimse senin kadar
alışkın değildir ayrılıklara
Ayrılıklar ki nişanlısıdır hasretin
acılar ve türkülerle çeyizlenir
bekleyişlerin sararan güzüne
Ve hasret kızıl bir güldür
ayrılıkların mendiline nakışlanmış
Biraz da şairlere özgüdür hasret



Ayrılıkların çanı vurduğunda
savrılır pişmanlığın kızgın külleri
Bütün sevdalar hasretin yalımıyla tutuşmuş
bir bozkır türküsüdür kerem’in kavruk bağrında
ve artık
yollara düşmenin zamanıdır
şen olasın halep şehri
Biraz da şairlere özgüdür ayrılıklar….

Ahmet Telli

kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin

Nazım Hikmet Ran

her ayrılık bir hüzün bırakır yüzümde

Sunay Akın

Ayrılık dedim, kavuşma dedim
“İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi” dedim.

Şükrü Erbaş

Ayrılık burcum…
Parmaklarım birer mihrap çırası
Gövdem bitene kadar tüteceğim başında.

Şükrü Erbaş

Tutuldu mu ayrılık sevginin depremine
çekildi mi mağarasına inine
kayboldu mu ayrılık denilen yabanıl hayvan?

Süreyya Berfe

ve sonu ayrılıkla bitecek

Sunay Akın

Değil mi ki kavuşmalarımız topal
Ayrılıklarımız koşar adım

Cahit Zarifoğlu


Ayrılık vardı hep

Cahit Zarifoğlu

aşk, bir ayrılıktan geriye yalnız kendini bırakır

Adem Erdoğan

bir çocuğun annesinden ayrılık matemine ağlamakta
olduğunu
biliyorum şimdi
ancak ben yorgun ve perişan
arzu dolu yolu bırakıyorum
yarim şiir, arkadaşım şiir
onun huzurlu eline ulaşıncaya değin gideceğim

Furuğ Ferruhzad

ayrılık ki
anlatamam tekinsiz bir uykudur o
şüpheli bir yalnızlıktır
bir yankıdır kendine doğru

Emin Akdamar

Yazık! şu neş’emi tesmim ederdi hiss-i firak,
Düşerdi ruhuma her ayrılışta bir ahker;
Evet, bu his, bu merak
Verirdi aşkıma bir hadşe-i melalaver.

Tevfik Fikret

unutulmuş bir akşamdı, ruhum
acıyla bağırırdı, çığlık çığlığa
aşk fazladır bize, koşar hemen

gelir ayrılık.

Behçet Aysan

dönüp bakılır son kez
parmaklardaki şefkat azalır
anımsanmaz hangi kadaya gönül borcumuz kaldığı
anımsanmaz:
hâlâ kısa seyirdir dünyada insan
ağır iyiliğim, sevgilim
uzun ayrılık oldum, öyle farz et
yürüdüm, tükendim
‘her kayanın gediğinde ağladım’
gıyâbında yargılandı kalbim
anladım: buymuş bana kısmet

Kemal Varol

Kalbine çivilerle gömülmedi ayrılık

Nurullah Genç

Gökler yakın bir ayrılıkla dolu;

Ahmet Muhip Dıranas

“Ayrılık, sevdanın türbesidir” derler.
Derler ki, “Uzun ayrılıklarda ölür gidermiş sevdanın sıcaklığı”.
Madem öyle, neden azalmadı aşkımız, bir nebze bile?

Pierre Abeilard

bir keredir ayrılık ve kulağında küpe artık.

Birhan Keskin

yola heves edeni ayrılıklar uğurlar!

Haydar Ergülen


adın satır başlarında ayrılıkların
oysa ben bu geceyi bilmiyorum, yolları bilmiyorum
unutmayı hiç;

Yılmaz Odabaşı

Artık ayrılıkla çektirme azap bana

Ebu’l-Kâsım-i Lâhûtî

Yazık, vuslat günleri kısa; ayrılık günleri uzun!.
Yazık, ömür kısa; ayrılık geceleri uzun!
Yazık, aşk gazellerini, aşk hikayelerini kavuşma günlerinde okuduk.
Ancak vuslatın değerini bilemedik!

Ferîdûn-i Muşîrî

çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili

Attila İlhan


Sesime ayrılıklardan bir gömlek diktim.

Metin Altıok

Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm,

Melih Cevdet Anday

Ağlamalıdır ayrılanlar ayrıldıklarında.
Her ayrılık kanıtıdır çünkü
o bitmez arayışımızın
boş çıktığının yine.
Ağlamaya değer.
Ağlamaya değer.

Roni Margulies

Ağır bir ayrılık düşüncesi,
Artık gölge gibi
Vurmaktaydı yüzüne.

Melisa Gürpınar

Ayrılık
Çoğalarak giriyor günlerime
Senden başka kim bilebilir
Geçmişin dökümünü yaptığımı
Ağır ağır pulsara dönüşürken güneşler

A. Kadir Bilgin

Ayrılalım Stepan, belki biz anlaşıyoruz ama
İlkemiz ayrı yaşamak
Ve ne varsa işte bu ayrılıkta.

Edip Cansever


Ayrılık derdindeyiz sevgili

Gassan Satar

Ne zaman başlar ayrılıklar

Murathan Mungan

Şimdi o anıyı arıyorum ve bir yanılsama olduğunu,
küçük bir elvedanın ardında, sonsuz bir ayrılık olduğunu düşünüyorum.

Jorge Luis Borges

Böyle sessiz ayrılıklarda,
her şey önceden belli olur.
en güzel zamanında, aşkın ve hayatın
insan deli olur…

Turgut Uyar

Ayrılık ne kadar acı bir şeymiş
Ateşten gömlekmiş, can onu giymiş
Derdin ki: Hakîkat acıklı neymiş
Gönlümün âhını sevdiğim! Bilsen

Tâhirü’l-Mevlevî

Olmadum Ya‘kûb-veş gam-hâne-i ‘âlemde şâd
Yûsuf’am hecrinde ‘âlem beytü’l-ahzândur baña

Sehâbî

Yâd eyledikçe vaslını cânım garîbsedim
Hecrin ile tükendi tüvânım garîbsedim
Geçdikçe âh ayrı zamânım garîbsedim
Sıktı beni muhît ü mekânım garîbsedim

Tâhirü’l-Mevlevî

Nücûma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü?
Azâb-ı hecrine katlandım elli üç senedir…

Mehmet Akif Ersoy

Bir tüy gibi düştü önümüze
Ayrılık!

Kadir Aydemir

Azalan ağzından öğrendim her şeyin bir ömrü olduğunu.
Beni sana bırakıp seni bana ekleyerek
Gittim, aşkı ayrılıkla emzire emzire…

Şükrü Erbaş

Kizlep tutar sevüglüg adrış günü belgürer
Başlığ gözüğ yapsama yaşı onung savrukar

Aşk ne kadar gizli tutulsa,
ayrılık gününde ortaya çıkar.
Yaralı yüreğinle gözünü yummaya çalışma,
gözyaşların etrafa saçılır.

Hüsrev Hatemi

Ayrılıkları ayrıntılar acıtır.

Murathan Mungan


Kalbim. Bir ayrılığı çalıyor kampana. Tren.

Ahmet Erhan

Şunu da yaz bedeli olsun
Sabırla titreyerek öyle yalın
Ve kimsesiz olmadan oturacağız
Kıyısında ayrılığın

Cahit Zarifoğlu

Vechi var kasdeylesem hicrinle ülfet etmeğe,
(Artık ayrılığına kendimi alıştırarak avunmağa çalışsam yeridir)

Cenânî

Kuşku beslermiş aşkı, laf, yalnız biliyorum ki uzun bir ayrılık küllendirir. Ve sükut ayrılığı koyulaştırır, katılaştırır, katilleştirir. Ateşim var ve öksürüyorum, seni çok sakin buldum mektubunda. Avunmağa başlamışsın, buna tahammülüm yok. Ben tam bir monogam’ım, daha doğrusu sen beni öyle yaptın. Öylesine doluyum ki seninle, başka bir hayale, başka bir teselliye, başka bir eğlenceye, başka bir ıstıraba tahammülüm yok.

Cemil Meriç

Bu tarifsiz ayrılığı güneşe kim
Yağmura kim kuşlara kim öğretecek?

Şükrü Erbaş

hüznü çoğalta çoğalta öğreniliyor hayat
ayrılığın acısı da alışana kadar zor
bir kaplumbağa gibi çekiliyorum kabuğuma
bağışla demeyeceğim, ama unutma da”

Selami Karabulut

Ve bir aşkı ayrılığa
Yakıştırabilir misiniz doktor

Kemal Sayar

Ayrılığın iki kıyısından
Birbirimizi çağırdık.
Ellerimiz ayrılıyor,
ruhlarımız,
derin bir bezginlik icinde.

Behruz Kia

boşadır ayrılığı anlatmaya çalışmak
anlarsa ancak yüreği anlar bir çocuğun
annesinden ayrılmışsa)

Akgün Akova

Her tanışmayı bir ayrılma say;
Her doğum bir ölüm habercisi
Kavuştuğumuzda ayrılmıştık bu kesindi,
Her güne ayrılığın korkusu sindi

Hüsrev Hatemi

Bu ayrılığın beni hiç sarsmadığı söylenemez.

Oğuz Atay / Tehlikeli Oyunlar

ayrılığı felaket, yanımdayken burnuma tüterdi

Mustafa İslamoğlu


unutmuştuk ayrılığı

Hasan Hüseyin Korkmazgil

Bir yüzüm ayrılığa, bir yüzüm hayata dönük
Bu gün de ölmedim anne.

Ahmet Erhan

Nasıl soğuk ayrılığın güneşi

Onat Kutlar

Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte

Ahmet Telli


Unutmanın acısı, ayrılığın acısından farklı. Ayrılık hüzne yakın, unutmak kasvete. Yani birini er geç unutmaya mahkum olduğunu bilmenin kasvetinden bahsediyorum. Birini yavaş yavaş unuttuğunun bilincine vardığın anların sıkıntısından bahsediyorum. O kişinin parça parça silinip alakasız hatıraların arasına karışmasından bahsediyorum. Belki de neden bahsettiğimi bilmiyorum, sadece üzülüyorum, vasıfsız keder.

Emrah Serbes / Erken Kaybedenler

Bunlar en mutlu günleri ayrılığımızın

Gülten Akın


sana neyi anlatayım
her sarnıç küflü bir yağmuru
her sevda bir ayrılığı yaşar.

Behçet Aysan

Ve unutma sakın, artık vakti gelince ayrılığın
Rüzgarla uzaklara sürüklenir bakışların

Theo Angelopoulos


1027. Dünyada, ayrılıktan daha acı bir şey yoktur!

• Allahım; bu buluşmayı ayrılığa döndürme, aşkınla mest olanları ağlatma!..
• Can bahçesini tazeleştir, yemyeşil et; bu mest olanlara, bu bağa bahçeye acı onları perişan etme!..
• Gönül yapraklarını, sonbahar gelmişçesine dökme, gönül dallarını kırma; halkı perişan ve yoksul etme!…
• Üstünde, Sen’in aşk kuşunun yuvasının bulunduğu ağacın dallarını kırma kuşu uçurma!..
• Kendi topluluğunu, kendi mumunu birbirine vurma, kırma, dökme; düşmanları kör et, onları güldürme, neşelendirme!..
• Hırsızlar, parlak ve aydınlık gündüze düşmandır! Ama sen, onların gönüllerinin isteklerini yapma!..
• Devlet ve ikbal kabesi, ancak bu halkındır; onların ümit kabesini yıkma!..
• Dünyada, ayrılıktan daha acı bir şey yoktur; ne yaparsan yap, bizi ayrılıkla karşılaştırma!..

***

• Bana ayrılığını gösterme, ayrılığın pek taş yüreklidir. Ey güzelliği yüzünden taşın bile la’l olduğu sevgili, sen gitme.
• Zerre de kim oluyor ki; “Ey güneş gitme!” desin? Kul da kim oluyor ki; “Padişahım gitme!” demeğe cesaret edebilsin?
• Fakat sen ab-ı hayatsın. Bütün insanlar da o ab-ı hayatın içinde yüzen balıklardır. Keremin pek boldur. İhsanına son yoktur. Merhamet et, kerem buyur da gitme!

Mevlânâ Celâleddîn

ayrılığı ezberliyorum
kollarında.

Mario Wirtz


Ayrılığın pek yakın olmasından mı korkuyorsun?

Güvercin gerdanlığı / İbn Hazm

ey kimselere değişmediğim
ayrılığın neden bunca ağır?

Birhan Keskin

Kalbim ayrılmadı bir an o güzel rü’yâ’dan.

Yahya Kemal Beyatlı

Birbirlerinden ayrılma zamanı gelmişti.

Cengiz Aytmatov

Şimdi adım kayıptır.
Bir çığlık atıyorum sensizliğin alfabesine.

Aşk senden ayrılmıştır artık,
Sensizlik benden….

Faysal Soysal

Ağlamalıdır ayrılanlar ayrıldıklarında.
Her ayrılık kanıtıdır çünkü
o bitmez arayışımızın
boş çıktığının yine.
Ağlamaya değer.
Ağlamaya değer.

Roni Margulies

Ayrılmak mı istedik biz?
İyi, akıllıca olur mu sandık?
Öyleyse, ayrılınca, neden cinayet gibi sarstı bizi bu iş?
Ah! Biz kendimizi az tanırız,
Çünkü bir Tanrı buyurur içimizde.

Friedrich Hölderlin

İlk gün kolaydı
ikinci gün biraz zor
Üçüncü gün daha zor ikinciden

Günden güne daha zor:
Öylesine zordu ki yedinci gün
dayanılmayacakmış gibi neredeyse

Şimdiyse
özlemini çekerim
yedinci günün

Erich Fried

Ayrılık ölümün diğer ismidir

Cahit Sıtkı Tarancı

İlk önce kımıldar hafif bir sancı,
Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş…

Bekir Sıtkı Erdoğan

sevgilim! bu ayrılık yazdığın en muhteşem şiirin..

Pelin Onay

  – Nedir ayrılık delikanlı?
   – Kara, sıcak bir duman.

*
   – Nedir ayrılık delikanlı?
   – Boşalmış bir şehir.

*
   – Nedir ayrılık delikanlı?
   – Yuvalarına girmeyişi güvercinlerin.

*
   – Nedir ayrılık delikanlı?
   – Çığlığı bedenin.

*
   – Nedir ayrılık delikanlı?
   – Rüzgârsız havada yıkılması bir ağacın.

*
   – Nedir ayrılık delikanlı?
   – Bahçıvanı, çiçeksiz bir bahçenin.

*
   – Neydi ayrılık delikanlı?
   – Hiç. Benden kaçması ihtiyar bir atlının.

Süreyya Berfe

ayrılıklar gelir kapımıza dayanır-

Haydar Ergülen

ama en çok sevince kanardım ben
isterdim baş ucumda hep olsun
ayrılıklar için iyi bir anne.

Kemal Sayar

bazı ayrılıkların dönüşü olmaz
giden gider

Murathan Mungan

Aşkı ayrılıkla sınama gönül.
Kendine başka bir yol ara.

Süreyya Berfe

Keskin ağzından ayrılık kılıcının,
Yüreğimin yediği darbe,

Hüsrev Hatemi

kıldan ince kılıçtan keskin
ayrılık aramızda bir köprü
seninle diz dize otururken de

Nazım Hikmet

ayrılık demir çubuk gibi sallanıyor havada
çarpıyor yüzüme yüzüme
sersemledim

Nazım Hikmet

ayrılık taş duvar
ayrılık Çin Seddi aramızda
Çin Seddi ne kadar uzun, allah kahretsin

Akgün Akova


Beni ayrılık bekliyor.

Nazım Hikmet

Ayrılık şiiri ne kadar yalın

Onat Kutlar


Ayrılık yazılmış alnımıza

Sergey Yesenin

ayrılık girdi araya

Attila İlhan


‘Ayrılık’ diyeceğim,
Dilim varmıyor…

Tayfun Talipoğlu

Ayrılık deyince oturup sessiz
Çocuklar gibi ağlardı.

Yavuz Bülent Bakiler

Terk edilmiş, gün batımındaki rıhtımlar gibi.
Ayrılık saati bu, ey terk edilmiş!

Pablo Neruda

İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!

İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
duvarlara dalıp dalıp gitmesi.
Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık.
Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.
İki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı,
hüznün arması ayrılık.

O küçük ölüm!

Şükrü Erbaş

Ayrılık da bir olanaktır bilirsin
İnce bir sis, bir hüzün örtüsü

Ahmet Telli

Ayrılık vakti gelip çattığında koyu bir keder kapladı ikisini.
Ayrılmak istemiyorlardı; ama koşullar.
Hayat ikisinden birini uzak bir yere
Gitmeye zorluyordu- New York`a ya da Kanada`ya
Kuşkusuz eskisi gibi değildi aşkları;
Günden güne azalmıştı o çekicilik
Aşkın çekiciliğinden çok az şey kalmıştı.
Ayrılamıyorlardı bir türlü.
Ama koşullar- belki de yazgı
İkisini ayıran bir sanatçı olarak belirmişti
Duygularına gölge düşmeden, Zaman onları değiştirmeden;
Birbirlerini eskisi gibi bilsinler diye hep.
Yirmi dört yaşında, yakışıklı, genç bir adam.

Konstantinos Kavafis


sabahına ela bir ayrılıkla veda ettik..

konuştuklarımız değil
sustuklarımız doğruymuş o gece
unutma.

Kemal Varol

sen yenisin galiba; ezberinde hiç ayrılık yok

Sezai Sarıoğlu


ayrılık bir nokta mıdır?
uzun sevdaların sonunda,

Mehmet Emin Arı

Ama bir sevda sözkonusu olunca insan hiçbir yere yalnız gidemiyor, hüsranları ve ayrılıkları hep beraberinde götürüyor.

Mario Levi

Duy feryad etmede her an bu ney,
Anlatır hep ayrılıklardan bu ney.

Mevlânâ Celâleddîn

Kırılgan bir hayatı taşır omuzlarında
Gün olur konuştukça kan damlar,
Dudaklardan
Her sözde ayrılık fark etmeden yeşerir
Ve öfkenin hasadı biçildiğinde
Söz biter, gönül susar
Felakettir…

Adige Batur


her ayrılıkta bizden de bir parça kopar

Hakan Savlı

Ne kadar sevişebildiysek sahici, sapasağlam
O, ayrılıktan tek anladığımızdır

Küçük İskender


Yârdan mehcûr iken düştük diyâr-ı gurbete
Dehr gösterdi bize hicrân hicrân üstüne

Râsih

Ayrılık yaralarını sarılır sanmış,

Nihat Behram


ki, sen aşktan ve ayrılıktan
başka ne anlıyorsun.

Birhan Keskin

Ve kırar göğsüne bastırırken sevdiği şeyi
Tuhaf bir ayrılıktır hayatı kapkara
Mutlu aşk yok ki dünyada

Louis Aragon


Hoşçakal, dostum benim, hoşçakal artık,
Can dostum, seninle dolu göğsüm
çok önceden belirlenen bu ayrılık
Buluşmayı vaadediyor ileride bir gün

Sergey Yesenin

böyle sessiz ayrılıklarda,
her şey önceden belli olur.
en güzel zamanında, aşkın ve hayatın
insan deli olur..

Turgut Uyar

Alın terimizin karşılığıdır ayrılık!

Ingeborg Bachmann

Ah, şu ayrılık gecesi!
Ne derin bir uçurum! Nasıl bir sızı!

Goethe


Ayrıldık; kısa bir süre için, yaşam mutluluktu.
Kısacık bir süre için, güzelmiş gibi göründü; hepsi bu.

Yevgeny Abramovich Baratynsky

ve sonu ayrılıkla bitecek

Sunay Akın

Ayrılık kokusu var havada;
yastığım sığırcık kanatlarının şarkısıyla dolu.

Sohrab Sepehri

sana son kez sarılıp uyuduğum o son gecede tüller ve
silahlar gördüm düşümde.
bugün ayrılığın ilk günü. hiçbir şeyi hiçbir şeye yoramayacak
kadar kara bir kının içindeyim. kara bir kan içindeyim.
tüller ve silah nedir bilmiyorum.

Yaşlı doğuda her şey mümkündür diyorlar:

Sonsuz sevgi, sonsuz bağlılık
ani ışık, ani ayrılık.

Birhan Keskin


Ayrılıkla başım belada
Gözlerini çevir gözlerime
Yoksa sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim
Sensiz bu sensizlikle…

Cahit Zarifoğlu

Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor
Tam da çiçeklerin sulanmadığı yerde
Konuşacak bir şeyler bulamıyorsak günboyu
Derim ki ayrılık gündemdedir ne yapılsa
Ve sen bütün ayraçları kaldırdığını sanmıştın
Ama unutmuşsun yine de ayrılık ayracını

Ahmet Telli

Duruşun bir ayrılık resmi çiziyor

Şükrü Erbaş

Ben seni hep ayrılıkla anmışım.

Yılmaz Odabaşı

Her birleşen bir gün ayrılır, her yaklaşan bir gün uzaklaşır. Bu, Allah’ın kanunlarından biridir. Öyle büyük bir felakettir ki, kardeşi ölümdür. Çeşitleri vardır: İlki geçici ayrılıktır, sevgilinin dönüşüyle âşığın derdi biter. İkincisi, âşığın sevgilisini görmeyi yasaklayanın neden olduğu ayrılıktır. Üçüncüsü, dedikoducuların dedikodusundan kaçınmak amacıyla sevgilinin istediği ayrılıktır. Dördüncüsü, birtakım nedenlerden dolayı sevenin kendiliğinden sürüklendiği ayrılıktır. Beşincisi, yolculuğun veya evlerin uzak olmasının neden olduğu ayrılıktır.

Bu bölümde vedalaşmadan da bahsedilir. İki türlüdür: Birincisi, sadece bakışlarla ve göz işaretleriyle vedalaşılır. İkincisinde ise kucaklaşma ve birbirine sarılma mümkündür.

Altıncısı, iki sevgili arasında meydana gelen darılmalardan ötürü ayrılmadır ve en elem verici olanıdır ayrılığın. Son ayrılık ise, ölümden kaynaklanan ayrılıktır ki bu, tam anlamıyla ayrılıktır.

İbn Hazm / Güvercin Gerdanlığı

bir sır- çocuksun, baştan çıkarır gibi açığa çıkardın beni,
ayrılık mı; beni aşka terkettiğin için seviyorum seni!

Haydar Ergülen


Kitapların en harika kitabı
Aşk kitabıdır;
Dikkatle okudum onu
Pek az sayfa sevinç
Formalar dolusu acı;
Bir bölüm sonudur ayrılık
Yeniden buluşma!
Küçük bir parçadır.
Yarım kalmış.
Ciltlerce dert.
Şerhlerle uzatılmış,
Sonsuzca, ölçüsüzce.

Goethe

Onun İçin

   Dün kalabalıkta
        .Sevmekten yorulmaktayım.
Yalpalyan bir sarhoş var
Şimşek vuruyor onu bir çırpıda
Seçip vuruyor
Fırtına çevreği de buluyor emiyor
Yılışık nemli bir şehvetle arzulanıyor
Bahar ayartıyor onu
Köprüde insanlardan yükselen buhar
Camların çiğneyip salonlara kustuğu sıcaklık
Sevmek yapışkan insan teri
İnsan kılı memesi kokarak
Kollarını eklemlerini yalıyor seni

ve şimdi aşkın evinde
iki yabancı insan
misina tutmaktan tuzlu sudan

birbirini duyamaz olmuş iki parmak gibi yatıyor
İstanbulda Suadiye mezarlığında
Yorgun uzman bir kalp

Kimbilir hangi kanlarda akıyor gövdemiz
Kimbilir kimin damarlarında hızlandırıyor sözlerim
Bir bohça aralanır çağırır üfürür – sıcak ve tüterek
Irmak denize boşaltır dağlardan kaçırdıklarını

Atın birden nalları dökülür – delice koşarken yine de
Bilki şöminenin içinden
Yanmış kül olmuş yine de
Seni gözlemekteyim

Bir kadın bir baş kesiyor gördüklerim
Bir kadın kendiyle oynuyor
Kendine ve çocuklarına parçalanarak
Soğuk sıcak yanıp donarak
Dar koridorda yay gibi vınlar
Ve duşa varamadan
Ufak kırmızı lambadan erikler yağar
Bir göz bir çağırma bir dur akar

Geri dön azarlandın
Koltuğa otur şöminenin içine bak
Şimdi hızlan ve hızlandır

Cahit Zarifoğlu

Veda Yazısı

Burada yazmak güzel. Bir o kadar da şaşırtıcı ve ürkütücü.

Bazen de hüzün veriyor. Hüznümün sebebi, yazılanların ancak polemik konusu olduğunda ciddiye alınması. Şaşırtıcı olan ise polemik olsun diye yazmadıklarımın-hatta polemik olmasın diye yazdıklarımın da- polemik konusu edilmesi. (Meselâ, yağmur’u heykelle kıyasladığım son yazım vardı ki, rahmeti anlatmak içindi, sadece rahmeti. Bir yağmur güzellemesi kemalist ve anti-kemalist tartışmalar arasında güme gitti.)

Ürkütücü olana gelince, yağmur ve rahmetle ilgili yazının başına benim o heykel detayını bilerek iliştirmemdi. İliştirmek zorunda kalışım. İliştirmeyi isteyişim; ürkütücü. Demek ki ben de kendimi reytinge kaptırmışım. Kaptırdığımı bilmeyecek kadar kaptırmışım hem de. Kapıldığını bilmemek kadar talihsiz bir kapılış yoktur. O zaman kapılıştan kurtaramazsın kendini. 

Sadede geleyim: Bugün bana mahzunca bir soru soruldu. “Bazen kendime bakıyorum; ettiklerimi hatırlıyorum. Ümitsizliğe kapılıyorum. Ben nasıl bu halimle cennete layık görülürüm ki? Peygamberlerin yürüdüğü durakları nasıl adımlarım ki?” Kardeşime cevap vermedim, sadece bir soru da ben sordum.

Yıllardır içimde akıp durur şu cümle: “Hiç kimse sınanmadığı günahın masumu saymasın kendini.” Bugünlerde, bir eğitim projesi kapsamında sıkça gittiğim cezaevlerindeki mahkumlar karşısında iyice iliklerime işliyor bu cümle. Konuşma yapmadan önce, hangi tür tutuklu ve mahkum olduğunu söylüyorlar bana. Katiller, hırsızlar, gaspçılar, kapkaççılar, cinsel suçlular… Karşımda sakince beni dinleyen yüzlerce adam. Bir “dışarıda”ki kendime bakıyorum, bir “içerdeki” adamlara… Kim bilir hangi öfke hançerinin ucunda, bir an kendilerini kaybedip katil oldular… Hangi sabır sınavını son anda kaybettiler kim bilir? Belki de onların kaybettikleri noktadan çok önce kaybedeceklerden biriyim ben? Kim bilir hangi yakıcı şehvet fırtınasına tutulup yüz kızartıcı bir tecavüzün ortasına sürüklendiler? Ya ben ne ederdim böyle bir durumda? Köşeye sıkıştırılmışken, duvara tırmanmaya zorlanmışken, öfke cinneti hücrelerimi ateş gibi yalayıp dururken, hemen parmağımın altında bir tetik hazır beklerken, ben, sen, biz ne ederdik? “Masum değilim” diyorum onlara. En iyi bildiğim, en emin olduğum cümle bu. Buraya yazışım da edebiyat olsun diye değil. “Evet, katil değilim, hiç adam öldürmediğim için değil, henüz sınanmadığım için.” “Hırsız değilim, bir şey çalmadığım için değil, çalmak zorunda kalacak çaresizlikle denenmediğim için.”

Sırf sınanmadığı için şimdilik masum olan ben nasıl sahiden masum olabilirim? Üstelik sınanmaların hepsi de suç işleme/işlememe eksenli değil. Kimsenin kınamayacağı işlerle bile sınanır insan. Herkesin alkışlayacağı, hayranlık duyacağı bir tercih de bir bıçak sırtına koyar seni. Bu konuda gizliden gizliye en az iki adama hayranlık duyarım. Birisi harbiliğine bizzat tanık olduğum Volkan Konak. Milyon dolarlık Cola reklamını tek kalemde geri çevirmesi muhteşem… Oysa, ne ayıplanacaktı ne de hakkı olmayan bir şeyi alacaktı. Ama “ilke”sinin yanında durdu Volkan Konak.  Paranın sürpriz çıkışı, kaçımızın ilkeli duruşu için belirlediği gerekçeleri yerinden etmez ki? Sımsıkı dururken ya da öyle durduğumuzu sanırken, aniden esiveren sıcak şehvet rüzgârı vidalarımızı gevşetmez mi? Titremeye başlamaz mıyız cazip bir teklif karşısında? Oradan buradan yeni gerekçeler üretmeye yeltenmez miyiz? Helal olsun Volkan Konak’a. Birisi de Kenan Sofuoğlu… Kolay mıdır, eline düşüvermiş 800 bin TL’ye (eski hesap 800 milyar) bir çırpıda “haram”dır deyip arkasını dönmek? En azından, ara formüller ve nadir fetvalar arayacak kıvırtmalar yapmaya kalkışamaz mıydı? Ne bileyim; adının verildiği kurumlar gibi patika yollara paça sıvasaydı ya… Helal olsun delikanlı Kenan’a.

Doğrusu şu ki, sınanmamış insan çiğ insandır, kıvamını bulmamıştır. Hata ederek de olsa kıvamını bulana aşk olsun. Ayağı kayıp düşerek de olsa, dönene helal olsun. Başını duvarlara vurup da kendine gelene helal olsun. Sınanmamış adam, kalite kontrolünden geçmemiş araba gibidir. Düzgün duruşu şimdiliktir ve naylondur. Virajlarda savrulabilir, yokuşlarda fireni tutmayabilir, zorlanınca yoldan çıkabilir. Hata yapmamış adam rüzgâr yememiş, kış görmemiş ağaç gibidir. Dik duruşu sahtedir. Zorlanırsa dalları kırılabilir, yerinden oynayabilir.

***

Koca bir ömür bıraktım arkamda. Ellili yaşların eşiğindeyim. Bugün ölecek olsam, “olabilir!” denecek. “Üstü kalsın!” diyebileceğim kadar yaşadım. Mezar taşımda bundan sonra yazacak rakamlar kimseyi şaşırtmaz. Artık yaşamıyor oluşu kanıksanacak biriyim. Sorunlu bir çocukluk geçirdim. Derin yaralarım var. Bir çoğunu iyileştirmek bir yana, dokunamadım bile. Korkularım var. Önyargılarım var. Komplekslerim var. Kapris yaptığım, kalp kırdığım dönemler de oldu. Şöhretle sınandım; kaybettiğim günler oldu. Param bol olduğunda kaybettiğim sınavları parasız kaldığımda fark edebildim ancak. Pürüzsüz değilim. Arızalı yanlarım var. Çoğu zaman dağınık, bazen dağınığımdır. Nadiren dağıttığım olur. Ayağımın kayacağını bal gibi bildiğim alanlarım vardır. Suizanda bulunduğum, gıybetini ettiğim, helalleşmekten utandığım kardeşlerim var. Çok uzak gördüğüm günahların eşiğinde bocalarken buldum kendimi. Övgüler aldığımda, utanıyorum, çok utanıyorum. Alkış aldığımda iki türlü utanıyorum. Birincisi, zaten hak etmediğimi bildiğim için; ikincisi, alkış beklediğimi sandıklarını sandığım için.

 ***

Yetişkin ve günahları olan bir insanım. Öyle ki, bazen bana hayranlıkla bakan bir çocuğun masum gözlerinin içinde erimeyi delicesine istediğim oluyor. Geçmişimi üzerimden kirli bir elbise gibi sıyırıp yürümek istiyorum. Kulları şahit kılmak men edilmeseydi eğer, yaptıklarımın hepsini açıkça anlatıp başka kimsenin, ama hiç kimsenin benim hakkımda benim itiraflarımdan daha ayıplı ihbarlar yapamaz hale gelmesini isterdim. Hani bir sahabenin, Peygamber’den (asm) çok ciddi bir konuda çok ağır bir azar işittiğinde, “keşke o olaydan sonra Müslüman olsaydım!” deyişi var ya, ben de öyle haykırmak istiyorum. Öncesinde ve sırasında Müslüman oluşumdan utandığım isyanlarım var. Ama… Ama…  Şimdi burada vazgeçilmez bir bedenin içinde yürüyor olmak vazgeçiriyor beni itiraftan. Son nefesin dibine kadar üzerine titrediğim itibarım tutuyor elimden itiraflarımın. Ben bana “sırdaş” olarak kalıyorum. Kendi içime kıvrılıyorum çaresiz. Aynadaki ben ve aynaya bakan ben karşılıklı susuyoruz, utana sıkıla.

Aynada gözlerinin içine baktığım adamı utandırıyorum, utanıyorum o adamdan.  Gözlerimi kaçırıyorum gözlerinden. “Başka bir seçenek yok muydu ey Allah’ım” diyesim geliyor. Yaşadıklarımın hepsi kayıtlı, biliyorum. Musalla taşına sessizce bırakılsın diye beslediğim bedenime bakıyorum; yazık ettin diyorum. O cenazeye ettiğin kötülüğe bak; hiç acımadın mı? Hiç itirazsız toprağa konulacak yüzümü seyrediyorum; “olmadı!” diyorum. Topraklaşmasını kabul ettiğin yüze değdirdiklerine bak… Bir Yusuf kuyusu gibi geçmişe gömülü resimlerime bakıyorum; “ayıp ettin adama” diyorum. “Kolundan tutup nerelere sürükledin adamcağızı!” Hayıflanıyorum. Çok sık hayatı yeni baştan yaşasam dediğim oluyor. Ama olan oldu bir kere…

Diyeceğim o ki, “adam” olmanın yolu hatasızlık değil. “Adam”ın ilki “Adem” de hata ile başlamış dünya kariyerine… Onu “Adam” eden, hatasızlığı değil; hatasını hata bilmesi. Hatasıyla insandır insan. İnsanın ihtişamı hatasında saklıdır.

Hatasızlık iddiasında bulunmaktan daha büyük bir hata olabilir mi?

Bana o mahzun soruyu soran kardeşime sorduğum soru şuydu: “Peki, sen kendini cennete layık bir adam olarak mı görmek isterdin? ‘Tabii ki ben cennete layığım. Beni koymalılar Kevser havuzunun başına…’ diyorsan, asıl o zaman cennete layık görme kendini…”

Gelelim, bu yazının başlığına… Evet, bu bir veda yazısı. Baktım ki, yazıların başlığını hep ben “iç gıcıklayıcı” olsun diye koyuyorum. İyice kaptırmışım ya kendimi reyting kaygısına! Artık yazılarıma kendim başlık atmaya veda ediyorum. Bu işi son yazılarda benden iyi yapan Yaşar İliksiz kardeşime bırakıyorum. Günahı vebali Yaşar’a ait. Bu yazının başlığını da son kez ben atıyorum. Belki Yaşar değiştirmiştir. (Yukarıda “Bu bir veda yazısıdır” mı yazıyor? Yazıyorsa vebal benimdir.)

Yorumcu kardeşime peşin uyarı: Beni övüyorsan, beni Rabbim senden iyi biliyor. Övgünün ne kadarını hak ettiğimi O biliyor. Övgünü hak edecek hale getirir beni, inşaallah. Beni yeriyorsan, beni Rabbim senden iyi biliyor. Yerginin ne kadarını hak ettiğimi O biliyor. Yerdiğin kadar kötü olmama izin vermez, inşaallah…

Senai Demirci

Şiir Yazarı Şair Manisa Kırkağaçlı Muharrem Coşkun

‘Harf denizinde kâğıttan şiir yüzdürmelerin’ ve ‘ruh ikliminde kâğıttan sır saklamaların’ ustası Haydar Ergülen’e,

1987 Eylül’ünde, üniversite kaydımı yaptırdıktan sonra, İstanbul’a geçmiştim.  Galata Köprüsü’nün altındaki Erzurum Çayevi’nde çayımı içip gelen geçen vapurlara bakarken yanımdaki sandalyeye bir adam oturmuştu.

Beyaz yağlı boyayla ve son derece düzgün harflerle ‘Şiir Yazarı Şair’ yazan siyah çantası dikkatimi çekmişti. Siyah fötr bir şapka, siyah bir ceket ve siyah bir gömlek, ağzının kenarından sarkan filtresiz bir sigara, muhtemelen ‘birinci cigarası’…

Balıkesir Necatibey Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü’ne kaydını iki gün önce yaptırmış bir edebiyat öğrencisi olarak, bir an şiirden para kazanılabileceğini düşünmüştüm.

Garson, ‘Merhaba Muharrem Amca’ deyip  adamın çayını getirmişti. Çayını bitirdikten sonra, ne işle iştigal ettiğini gösteren çantadan, teksir makinesiyle çoğaltılmış silik maniler çıkarmıştı. Üçüncü hamur kâğıtlara çeşitli renklerde basılmış  mani şiirler vardı. Hiç konuşmadan, her masaya birkaç tane bırakıp tekrar yerine oturmuştu.

Daha önceden hazırlanmış ve konularına göre tasnif edilmiş bu mani şiirlerden  az bir ücret karşılığı edinmek mümkündü. Her kopyanın altında da ‘Hediyesi takdirinize bırakılmıştır’ notu vardı.

Şiire sahip olacak kişinin gönlünden ne koparsa!  Yedi sekiz masadan sadece iki kişi müşteri olmuştu şiire.  Biri ben, diğeri  izinli bir asker… İzinli asker, sevgilisi için özel bir şiir istemişti.  ‘Ismarlama şiir, zor iştir evlat! Paraya kıyarsan yazarım. Nişanlının ismi çıkacak ilk harflerde. Zeynep, altı harf hem… ’ demişti.  Böyle bir durumda, şiir müşterisinin gönlünden yüklüce bir hediye kopması gerekirdi! İzinli askerin masasına oturmuştu ve şiirini yazmaya başlamıştı. Ben, üç beş bardak çay içirebilecek bir para bırakmıştım masaya ve kalkmıştım. Konuşmak, tanışmak istedimse de ya fırsatım olmamıştı ya da buna cesaret edememiştim.  Beyoğlu’ndaki sahaflara doğru yürümeye başlamıştım.

***

Bir yıl sonra; Refik Durbaş‘ın,  Boyut Yayınları’ndan çıkan ‘Yazılmaz Bir İstanbul’ kitabı elime geçmişti.  Bir yıl önce, şiirini satın aldığım Muharrem Amca’yı anlatıyordu.

Manisa Kırkağaçlı Muharrem Coşkun’la ilgili 21 Haziran 1987’de Cumhuriyet gazetesinde çıkan yazısını bu kitaba da almıştı Refik Durbaş. Muharrem Bey, ilkokulu üçe kadar okuduktan yıllar sonra, ilkokul diplomasını dışarıdan sınavlara girerek almış. Çiftçilik yaparken içine şiir ateşi düşmüş. İki kez yaptığı evliliklerinde çocuğu da olmayınca memleketini terk etmiş, Türkiye’yi gezerek şiir satmaya başlamış. Hatta, bazı yerlerde de epeyce bir tanınır olmuş. En sonunda yolu İstanbul’a düşmüş.

***

20 yıl sonra, Cengiz Kahraman’ın Kitap-lık dergisindeki yazısını okuyunca, Muharrem Amca’yı  yeniden  hatırladım.  Kahraman, ‘Şiir Yazarı Şair’den şöyle söz ediyordu: “1980’li yılların ortasında, daha çok bahar ve yaz aylarında, Sultanahmet’teki çay bahçelerinde, Beyazıt Çınaraltı’nda, Çemberlitaş’taki Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nin avlusunda, Galata Köprüsü’nün altındaki Erzurum Çayevi, Arzu Birahanesi, Kemancı gibi mekânlarda rastlardım bu ilginç adama.

Bu tuhaf görünüşlü ilginç adam bir süre sonra o mekânların alışıldık simalarından biri olup çıkmıştı.

Bir akşamüstü, Sultanahmet’teki havuzlu parkın duvarında oturup arkadaşlarımla aylaklık ederken, önümüzden geçen adam dikkatimizi çekti. Kılığı kıyafeti ilginçti, elindeki tuhaf çantada yazan şeyin ne olduğunu merak ettik. Yanımda fotoğraf makinem vardı ve bu ‘nev’i şahsına münhasır’ tipin peşinden giderek tek bir kare fotoğrafını çektim. Arkadaşlarımın yanına döndüğümde, ‘Şiir Yazarı Şair’ dedim.

Aramızda şiir satarak, para kazanılıp kazanılamayacağını konuştuk. Bu, ona ilk rastlayışımdı. Sanırım 1985 yılının Nisan ya da Mayıs ayıydı. Zaten o sene yaz bitene kadar sürekli karşımıza çıkmıştı; ancak nedense başka bir fotoğrafını çekmemişim. O senenin dışında da bir daha tesadüf etmedim. Aradan geçen zaman bu ilginç karakteri unutmama neden oldu. Yıllar sonra, negatiflerin arasında bir şey ararken, fark ettim bir kareyi. Fotoğrafı bastırdıktan sonra, birkaç arkadaşıma hediye ettim. İstanbul’da da belirli yerlerde tanınan bir adam olmuştu ki, aradan yıllar geçtikten sonra bazı mizah dergilerinde kendisine bir çizgi karakter olarak rastladım. Sanki, 1980’li yıllarda şehrin bir noktasında takılıp kalmış ve o yılların ruhunu temsil eden bir ikon gibi…”

Cengiz Kahraman’ın çektiği fotoğraflar, çok net değildi. Yine, Kitap-lık dergisinin eski sayılarından birinden kesip dosyama koyduğum bir fotoğrafı Samih Rifat çekmişti. Fotoğrafın altında da küçük İskender’in bir şiiri vardı.

***

2010’da yayımlanan ‘Şiir Adımlı Bir Yolcu: Haydar Ergülen’  kitabımı hazırlarken  en sevdiğiniz şairi sormuştum size. Akrostiş yazan birini hatırlamıştınız.  20 yıl kadar önce, eski Galata Köprüsü’nün altında ve üstünde, öğrenci kahvelerinde, biracılarda şiir satan birini… Elindeki Bond çantanın üstünde ‘Şiir Yazarı Şair’ yazan Manisa Kırkağaçlı Muharrem Coşkun’u…

Muharrem Coşkun’un, kendini önce ‘şiir yazarı’ olarak adlandırmasından çok etkilendiğinizi söylemiştiniz. 50-55 yaşlarında, ucuzundan bir takım elbise, incesinden bir kravat, temizinden bir beyaz gömlekle gezen bu adamda, ‘şiire saygı’nın samimiyetini görmüştünüz.

Eski dosyalardan birinden çıkarıp  bana uzattığınız şiiri ezbere biliyordum; çünkü, 23 yıl önce ben de aynı şiiri satın almıştım Muharrem Coşkun’dan: ‘Güzel Kızlar İçin Hatıra Şiiri’

***

Şimdi, o üçüncü hamur sayfalar, ‘gençliğimizin parkında bir gazel gibiydi! ‘Ne çocuk, ne büyük kalmıştık ortada, zarfsız bir mektup gibi’ydik.

Sıddık Akbayır,  22  Temmuz 2012,  Beyoğlu

Kaynakça

Akbayır, Sıddık; Şiir Adımlı Bir Yolcu: Haydar Ergülen, 2. Basım, Ferfir Yayınları, İstanbul 2010.
Durbaş, Refik; Yazılmaz Bir İstanbul, Boyut Yayınları, İstanbul  1988.
Kahraman, Cengiz; İstanbul ve Londra’da Şiir Satanlar, Kitap-lık, S.102, Şubat 2007.
küçük İskender; Müsaade Bey, Kitap-lık, S.102, Şubat 2007.

“Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.”

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا
 وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

“Onda ‘sükun bulup durulmanız’ için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.”

 (Rûm Suresi 21. ayet)

Ve min âyâtihî en halaka lekum min enfusikum ezvâcen li teskunû ileyhâ ve ceale beynekum meveddeten ve rahmeten, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).

1. ve min âyâti-hi : ve onun âyetlerinden
2. en halaka                 : yaratması
3. lekum                 : sizin için
4. min enfusi-kum : sizin nefslerinizden
5. ezvâcen                 : eşler, zevceler
6. li teskunû         : sükûn bulmanız için
7. ileyhâ                 : ona
8. ve ceale                 : ve kıldı
9. beyne-kum         : sizin aranızda
10. meveddeten         : sevgi, muhabbet
11. ve rahmeten         : ve rahmet
12. inne                         : muhakkak ki
13. fî zâlike                 : işte bunda vardır
14. le                         : elbette, gerçekten, mutlaka
15. âyâtin                 : âyetler, mucizeler, deliller
16. li kavmin                 : bir kavim için
17. yetefekkerûne         : tefekkür eden

1 – İmam İskender Ali Mihr: Ve O’nun âyetlerinden olarak sizin için nefslerinizden zevceler yaratmıştır ki, onunla sukûn bulasınız. Ve sizin aranızda sevgi ve rahmet (merhamet) kıldı (oluşturdu). Muhakkak ki bunda, tefekkür eden (düşünen) bir kavim için mutlaka âyetler (deliller) vardır.

2 – Diyanet İşleri: Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.

3 – Abdul Metin Saruhan: Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp, aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.

4 – Abdulbaki Gölpınarlı: Ve delillerindendir ki sizin cinsinizden eşler yaratmıştır size, onlarla uzlaşıp geçinesiniz diye ve aranıza da sevgi ve merhamet ihsân etmiştir; şüphe yok ki bunda, düşünen topluluğa deliller var.

5 – Abdullah Parlıyan: O’nun alametlerinden biri de sizin içinizden eşler yaratmasıdır, onlarla sükûnet bulup, huzura kavuşasınız diye, aranızda sevgi ve merhamet meydana getirmiştir. Şüphesiz bunda düşünen insanlar için, dersler ve ibretler vardır.

6 – Adem Uğur: Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.

7 – Ahmed Hulusi: O’nun işaretlerindendir, kendi benliklerinizden (Esmâ terkibi olarak meydana gelen bilinçlerinizden) eşler (beden) yaratması, onlara yerleşip sükûn bulasınız ve aranızda sevgi ve rahmet oluştursun sizin için diye. . . Muhakkak ki bu olayda, tefekkür eden bir topluluk için elbette nice işaretler vardır.

8 – Ahmet Tekin: Kendilerinde sükûnet bulup, huzura eresiniz diye, kendi cinsinizden eşler yaratıp, aranızda sevgi, aşk ve merhamet peydah etmesi de, O’nun varlığının, kudretinin ve yeniden diriltmesinin delillerindendir. Bunlarda gelişmeye devam eden, tefekkür-düşünme ağına sahip, faydalı sonuçlar elde edebilen toplumlar için, Allah’ın kudretini, kurduğu düzeni gösteren deliller, birçok dinî ve sosyal konunun çözümüne işaretler vardır.

9 – Ahmet Varol: Size, kendileriyle huzur bulmanız için kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza bir sevgi ve merhamet koyması da O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir topluluk için ibretler vardır.

10 – Ali Bulaç: Onda ‘sükun bulup durulmanız’ için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.

11 – Ali Fikri Yavuz: Yine O’nun alâmetlerindendir ki, kendilerine meyil ve ülfet edesiniz diye, sizin için, kendi cinsinizden zevceler yarattı, ve aranızda bir sevgi ve bir merhamet icatetti. Şüphesiz ki bunda, düşünecek bir kavim için (ibret alacak) alâmetler var…

12 – Ali Ünal: Yine O’nun âyetlerindendir ki, sizin için kendilerine ısınasınız diye öz varlığınızdan, mahiyetinizden eşler var etmiş ve aranıza yakınlık, sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz bunda sistemli düşünebilen kimseler için dersler, (Allah’ı hatırlatan) alâmetler vardır.

13 – Bayraktar Bayraklı: Kaynaşmanız için size kendinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet meydana getirmesi de O’nun delillerindendir. Doğrusu bunda düşünen bir toplum için dersler vardır.

14 – Bekir Sadak: Icinizden, kendileriyle huzura kavusacaginiz esler yaratip; aranizda muhabbet ve rahmet var etmesi, O’nun varliginin belgelerindendir. Bunlarda, dusunen millet icin dersler vardir.

15 – Celal Yıldırım: O’nun açık belgelerinden biri de, size kendinizden eşler yaratmasıdır ki, onlarla sükûnet bulup huzura kavuşursunuz. Aranızda sevgi ve rahmet meydana getirmiştir. Şüphesiz ki bunda düşünebilen bir millet için öğütler, ibretler ve deliller vardır.

16 – Cemal Külünkoğlu: Kendileri ile huzur bulasınız diye size kendi (cinsi)nizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve rahmetinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.

17 – Diyanet İşleri (eski): İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp; aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O’nun varlığının belgelerindendir. Bunlarda, düşünen millet için dersler vardır.

18 – Diyanet Vakfi: Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.

19 – Edip Yüksel: Kendileriyle rahatlayıp huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranıza dostluk sevgisi ve merhamet koyması O’nun ayetlerindendir. Düşünen bir toplum için bunda işaretler vardır.

20 – Elmalılı Hamdi Yazır: Yine onun âyetlerindendir ki; sizin için nefislerinizden zevceler yaratmış kendilerine ısınırsınız diye ve aranızda bir sevgi ve bir esirgeme yapmış, şübhesiz ki bunda düşünecek bir kavm için âyetler var.

21 – Elmalılı (sadeleştirilmiş): Yine sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve bir esirgeme yapması da O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için ibretler vardır.

22 – Elmalılı (sadeleştirilmiş – 2): Yine O’nun âyetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratmış, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.

23 – Gültekin Onan: Onda ‘sükun bulup durulmanız’ için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda düşünen (yetefekkerun) bir kavim için gerçekten ayetler vardır.

24 – Harun Yıldırım: Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.

25 – Hasan Basri Çantay: Size nefislerinizden, kendilerine ısınmanız için, zevceler yaratmış olması, aranızda bir sevgi ve esirgeme yapması da Onun âyetlerindendir. Şübhe yok ki bunda fikrini iyi i’mâl edecek bir kavm için elbette ibretler vardır.

26 – Hayrat Neşriyat: O’nun delillerinden biri de, kendilerine (meyledip) ülfet edesiniz diye kendi(cinsi)nizden size eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve bir şefkat kılmasıdır. Şübhesiz ki bunda, düşünecek olan bir kavim için nice deliller vardır.

27 – İbni Kesir: Kendileriyle huzura kavuşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunlarda düşünen bir kavim için ayetler vardır.

28 – İlyas Yorulmaz: Sizin için kendi cinsinizden, sükûnet bulduğunuz eşlerinizi yaratması ve aranızda sevgi ve merhamet oluşturması da, O nun işaretlerinden birisidir. Düşünebilen bir topluluk için, bunlarda alınacak ibretler var.

29 – Kadri Çelik: Onda sükûn bulup rahatlığa ermeniz için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilmekte olan bir kavim için gerçekten ayetler vardır.

30 – Muhammed Esed: O’nun işaretlerinden biri de, sizi cezbeden kendi cinsinizden eşler yaratması ve aranıza sevgiyi ve şefkati yerleştirmesidir: bunda, kuşkusuz, düşünen insanlar için dersler vardır!

31 – Mustafa İslamoğlu: Yine sizin için kendileriyle huzur bulasınız diye kendi türünüzden eşler yaratması, aranıza sevgi ve merhameti yerleştirmesi de O’nun mucizevi işaretlerinden biridir: Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir topluluk için alınacak bir ders mutlaka vardır.

32 – Ömer Nasuhi Bilmen: Ve O’nun âyetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden zevceler yaratmış, onlara ısınasınız diye ve aralarınızda bir sevgi ve merhamet yapmıştır. Şüphe yok ki tefekkür edecekler olan bir kavim için bunda elbette ibretler vardır.

33 – Ömer Öngüt: O’nun âyetlerinden (varlığının delillerinden) birisi de, kendileriyle kaynaşmanız için, kendi cinsinizden eşler yaratması, aranızda sevgi ve merhamet koymasıdır. Şüphesiz ki bunda iyi düşünen bir topluluk için âyetler (ibretler) vardır.

34 – Şaban Piriş: Size kendi nefsinizden huzura kavuşabilesiniz diye eşler yaratıp, aranıza sevgi ve merhamet koyması da onun ayetlerindendir. Bunda, düşünen toplum için ayetler vardır.

35 – Sadık Türkmen: Nefislerinizden/karşı cinslerinizden size, kendileriyle huzur bulmanız için eşler yaratması, aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, iyi düşünen bir toplum için işâretler vardır.

36 – Seyyid Kutub: İçinizden kendileri ile huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda sevgi ve esirgeme var etmesi de O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunlarda düşünen kavim için ayetler vardır.

37 – Suat Yıldırım: O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de: Kendilerine ısınmanız için, size içinizden eşler yaratması, birbirinize karşı sevgi ve şefkat var etmesidir. Elbette bunda, düşünen kimseler için ibretler vardır.

38 – Süleyman Ateş: O’nun âyetlerinden biri de, size nefislerinizden, sâkinleşeceğiniz eşler yaratması ve aranıza sevgi ve acıma koymasıdır. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır.

39 – Tefhim-ul Kuran: Onda ‘sükûn bulup durulmanız’ için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O’nun ayetlerindendir. Hiç şüphe yok bunda, düşünebilmekte olan bir kavim için gerçekten ayetler vardır.

40 – Ümit Şimşek: Hemcinslerinizden, kendilerine ısınacağınız eşler yaratması ve aranıza merhamet ve sevgi vermesi de Onun âyetlerindendir. Tefekkür eden bir topluluk için bunda ibretler vardır.

41 – Yaşar Nuri Öztürk: Onun ayetlerinden biri de sizin için, kendilerine ısınasınız ve aranızda sevgi ve rahmet koysun diye nefislerinizden eşler yaratmasıdır. Bunda, iyice düşünen bir toplum için elbette ayetler vardır.

Yalnızca Sabahleyin Duyulan Güç

Buraya kadardı dostum
güçlüklerle dolu yolumuz.
Anlaşılır bir dil var artık, gerektiğinde
her şeyi açık edecek.

Kalplerimizi birbirine bağlayan cansız iplik koptu,
ellerimizi birbirine çeken sıcaklık soğudu,
bıraktığımız yerde bulamıyoruz açık havayı,
karşı tepede hızla gözden kaybolan esenlik,
sırlarımızı altın gibi parlayan uzaklara götürdü.

Sırlarımızla aramızda tanıdık bir mesafe oldu,
dilerim kanlarımızla dolmaz bu ayrılık.
Parlamaz başka hiçbir özelliği olmayan kanımız
 yakıcı güneşin altında.
Parlamaz başka hiçbir özelliği olmayan kanımız
 dondurucu soğuğun altında.

Yalnızca sabahleyin duyulan güç
yeterli oluyor konuşmaya,
aydınlığa benziyor ama tam aydınlık değil
sıcaklığa benziyor ama tam sıcaklık değil
mutluluğa benziyor ama tam mutluluk değil.

Biz ne yapacağız bundan böyle
sürekli ve karşılıklı geçip gittiğimiz.

Buraya kadar gelebildik.
Bu yeni havayı bulduk. Açtık
ağrıyan göğsümüzü
biraz olsun iyileşelim, diye

Bir şey yok!
Yok bir şey!

Ne çabuk etkisi altına giriyoruz sözlerin,
biz onları ilk defa duyuyoruz.
Ne çabuk etkisi altına giriyoruz korkunun
biz korkuyu ilk defa duyuyoruz.

Bacasından ince bir duman yükselen, yakındaki
evin penceresinden bakıyoruz. Akşam,
aşağıda,
çamların arasına gömülmüş yoldan
günbatımına doğru gidiyor.

Muzaffer Kale

Köz Taşırız Cehenneme

sözün de yolu bitti
dilim kendime kekeme
içime dökülür yüreğim
yine içime

bir günah çıkıyor kitaplardan
ne yana bassa ayaklarım
kirli bir kızın saçları
götürür erkeği cehenneme

gideriz közümüzle beraber
hem zaten kimseyi öldürmedik
neyin hırsızıydık, kime cellat
nasıl olsa bizi kimse ağartmaz
sevgilim yatak sayısı belli
seni beni almazlar ol cennete

ağırlaşıyor gündüz kalkamıyorum
hayatı kaldır biraz altında kalıyorum
derken bizim Deren ilk yaşına yeni girdi
tutup elimden su veriyor yeşilime

zaman soğuk
sen ateşi söndürme

Arife Kalender

Kav

aşktan sonra da yaşayacağım, kaçınılmaz
açık bir hesap, denkleşmemiş… içimdeki
çanı çalacak zangoç, her saat başı!
sayılı günlere bölecek beni yeniden
masallar üreten çocuk yanım.

zehir biriktirecek akrep, kav atacak yılan!
gözleri sabah, kumrular konacak balkon demirime.
ha bir eksik ha bir fazla, değişen bir şey yok
sokaklar aynı sokak; evler eski evlerim!
yalanlar incitecek şarkıların yüzünü…

yanlış numara çevirip kendi sesini dinleyen
parmaklarım, cebimde bir şeyler arayacak: bana
ait olmayan bir iz, bir mevsim adı belki de;
geçmişten bir slogan, bir düş, aynada…
en çok da unuttuğum sözcükleri, eksileceğim…

dilimin altında bir hap gibi duran adın,
böbrek sancımla uyandığım geceleri aniden!
o kuyu! ağrı biriktirdiğim sabırlı sarnıç…
ilk nefesimde sigaramın iliğimi emmesi,
kavşakta yönsüz bir tabela gibi kaldığım!..

“alt tarafı aşk!” diyecekler, inanmadan;
beni bir tek zeytin ağacı anlayacak!

Emre Gümüşdoğan

Köpeğini insanlardan daha çok seven Filozof: Schopenhauer

Schopenhauer’a üç ay misafir oldum. Frankfurt’taki münzevi hayat yaşadığı otel odasına beni kabul etti. (Tabii Malatya’dan boş gitmedim, elimde de iki paket kayısı vardı-biri kendisi ötekisi köpeği içindi-, günkurusu kayısıya bayıldı. Netekim en önemli eserini “İstenç ve Tasarım Olarak Dünya” (Die Welt als Wille und Vorstellung) kayısıları yedikten sonra yazdı!)

İnişli çıkışlı bir dostluğumuz, acı tatlı hatıralarımız oldu. Gerçekte çok huysuz ve geçimsizdir ama Allah’ı var, bana karşı en küçük bir saygısızlıkta bulunmadı! Herkes onu kibirli ve gururlu zanneder ama inanın bildiğiniz gibi değil, hayatımda Arthur kadar mütevazı bir adam görmedim. Köpeğini de insanlardan daha çok sevdiği iddiası kocaman bir yalandır. Bir keresinde köpeğiyle beraber aynı masada oturup yemek yediğimiz doğrudur. Kızdığı zaman “Seni gidi insan seni!” diye köpeğine hakaret ettiği de doğrudur. Ama insanlardan daha çok sevdiği… Orası biraz karanlık.

***

İyi geçinmekle beraber anlaşamadığımız derin ve önemli konular da oldu. Mesela Tanrı’nın işine çok karışırdı. Sabahlara kadar tartıştığımız oldu, keçi gibi inatçıydı, Nuh der peygamber demezdi. Bir ara döndü bana dedi ki, “Alişan abi, şu dünyayı Tanrı yarattıysa, onun yerinde olmak istemem doğrusu. Çünkü dünyanın sefaleti yüreğimi parçalar. Yaratıcı bir ruh düşünülürse, yarattığı şeyi göstererek ona şöyle bağırmak hakkımızdır: “Bunca mutsuzluğu ve boğuntuyu ortaya çıkarmak uğruna, hiçliğin sessizliğini ve kıpırdamazlığını bozmaya nasıl kalkıştın?”

İşte böyle…

“Sana ne? Seni ne ilgilendirir? Kendinde Tanrı’nın işine karışma hakkını nereden buluyorsun?”
Tabii bunları böyle yüzüne sert bir şekilde söyleyemedim.

Gelelim şu meşhur kadın meselesine… Kadınlardan nefret etmesinin belki de en önemli sebebi annesiydi. Annesiyle yıldızı bir türlü barışmadı. Uzun uzun ona anne hakkının önemini anlattım. “Dresden’e git, anneni gör, elini öp, helallik dile” dedim. Ama beni asla dinlemedi. Evi terk etti, annesi ölene kadar bir daha da (25 yıl boyunca) hiç görüşmedi. 

İnsanları severdi ama kendi ifadesiyle “kadınlardan” nefret ederdi. Nitekim kız kardeşi ile de ömründe sadece bir kere, kaldığı otelin lobisinde yarım saatliğine görüştü.

Hiç evlenmedi. (Ancak kendisinin ölümünden 40 yıl sonra Nietzsche isminde gayrı meşru bir çocuğu olacaktı!)

Yalnız başına yaşadı, bir otel odasında yalnız başına öldü. Fakat yanında bir “kişi” vardı, köpeği Atman…

Buyurun, üç aylık sohbetimiz boyunca aklımda kalan sözleri:

“Gençliğimde bile başkaları mal mülk edinmek için çabalarken benim bu tür şeylere başvurmak zorunda olmadığımı, çünkü içimde bütün mallardan daha değerli olan bir hazine taşıdığımı fark ettim; en önemli şey, zihinsel gelişimin ve tam bağımsızlığın temel koşul olduğu bu hazineyi güçlendirmekti… İnsanın doğasının ve haklarının tersine gücümü kendi saadetimin arttırılmasından almak zorundaydım, böylece bir gücü insanlığın hizmetine sunabilirdim. Zekâm bana değil dünyaya aittir.”

***

“Başkalarının senden daha fazla acı çektiğini öğrenmek zevk verir.”

***

“Bütün büyük şairlerin evlilikleri mutsuzdur ve hiçbir büyük filozof evlenmemiştir: Demokritos, Descartes Platon, Spinoza, Leibniz ve Kant. Tek istisna Sokrates’ti ve o da bunun bedelini ödedi, çünkü karısı şirret Ksanthippe’ydi… Çoğu erkek, kadınların kötülüklerini örten dış görünüşlerine kanar. Gençken evlenirler ve yaşlandıklarında bunun bedelini öderler, çünkü karıları histerikleşir ve inatlaşır.”

***

“Her insan kendisinde olmayanı sever” 

***

Aşkın gücüne karşı konulmaz. Çünkü mantık melekesinin bütün itirazlarına rağmen, kendisini amaçlarını koşulsuz olarak takip etmeye zorlayan, böceklerin içgüdüsüne yakın bir dürtünün etkisi altındadır… Ondan vazgeçemez. Ve mantığın bu konuyla ilgisi yoktur. Sıklıkla insan, mantığının kendisine uzak durmasını söylediği kişiyi arzular, ama mantığın gücü cinsel tutkunun gücü karşısında etkisizdir. Latin dramcı Terentius der ki: Mantıkla beslenmeyen şey mantıkla yönetilemez.

***

“Soğuk bir kış sabahı çok sayıda kirpi donmamak için hep birlikte ısınmak üzere bir araya toplanır. Ama kısa süre sonra oklarının birbirleri üzerindeki etkilerini görüp yeniden ayrılırlar. Isınma ihtiyacı onları bir kez daha bir araya getirdiğinde okları yine kendilerine engel olur ve iki kötü arsında gidip gelirler, ta ki birbirlerine katlanabilecekleri uygun mesafeyi bulana kadar. Bunun gibi insanların hayatlarının boşluğundan ve tekdüzeliğinden kaynaklanan toplum ihtiyacı onları bir araya getirir, ama nahoş ve tiksinti verici özellikleri onları bir kez daha birbirinden ayırır.”

***

“Zekâm bana değil, dünyaya aittir.”

***

“Yetenek başkalarının ulaşamadığı hedefi vuran nişancı gibidir; dahi ise başkalarının göremediği bir hedefi vuran nişancı.”

***

“Ölümden sonra doğumdan önce neysen o olacaksın.”

***

“Sonsuz mal birikimi insanı, kendi malının malı haline getirir.” 

***

“İki ayaklı hayvanların sıradan sohbetleri kadar kısır ve sıkıcı bir sohbeti sürdürmektense hiç konuşmamak daha iyidir.”

***

“İnsanlarla kurulan nerdeyse bütün bağlar bir kirlenme bir pislenmedir. Ait olmadığımız acınası yaratıklarla dolu bir dünyaya indik. Daha iyi olan az sayıda insana saygı duymalı ve değer vermeliyiz; gerisine talimat vermek için dünyaya geldik, onlarla arkadaş olmak için değil.”

***

Düşmanın bilmemesi gerekeni dostuna söyleme. 

• Bütün kişisel ilişkilere sır gibi bak ve yakın arkadaşlarınla bile tam bir yabancı gibi kal. Çünkü koşullar değişince bizim hakkımızda bildiği en zararsız şeyler bile bizim zararımıza olabilir.

• Ne sevgiye ne de nefrete yol açmamak dünya bilgeliğinin yarısıdır: hiçbir şey söylememek ve hiçbir şeye inanmamak da öteki yarısı.

Bir insanın karakterinin kötü yanlarını unutmak zor kazanılmış bir parayı sokağa atmak gibidir. Kendimizi aptalca tanıdıklardan ve aptalca arkadaşlıklardan korumalıyız.

• İnsanlarla uğraşmada üstünlüğe ulaşmanın tek yolu onlardan bağımsız olduğunuzu göstermenizdir.

• Önemsememek önemsenmeyi getirir.

Bir insan hakkında gerçekten iyi şeyler düşünüyorsak bunu ondan bir suç gibi gizlemeliyiz. 

• İnsanların oldukları gibi olmalarına izin vermek olmadıkları şeyi kabullenmekten iyidir.

***

“Kibar ve dostça davranarak insanları esnek ve itaatkâr yapabilirsiniz: bu yüzden sıcaklık balmumu için ne ise kibarlıkta insan doğası için odur.”

***

“İş, endişe, didinme ve sıkıntı neredeyse herkesi hayatları boyunca etkiler. Ama her arzu ortaya çıkar çıkmaz doyurulursa insanlar hayatlarını nasıl meşgul edip zamanlarını nasıl geçirirler? İnsan ırkının her şeyin otomatik olarak yetiştiği ve güvercinlerin rosto yapılmış olarak uçtuğu bir ütopyaya götürüldüğünü düşünün; herkesin sevgilisini hemen bulduğu ve elinde tutmada zorluk çekmediği bir yere; o zaman insanlar can sıkıntısından ölür ya da kendilerini asardı; ya da dövüşür, birbirlerini gırtlaklar ve öldürür ve dolayısıyla kendilerine şu anda doğa tarafından verilenden daha büyük bir acı verirlerdi”

***

“İnsan başta hiç mutlu değildir, ama bütün hayatını kendisini mutlu edeceğini sandığı bir şeyin peşinde çabalayarak geçirir; nadiren amacına ulaşır, ulaştığında da yalnızca düş kırıklığıyla karşılaşır. Sonunda bir enkaz gibidir ve limana direkleri ve donanımları yok olmuş bir şekilde gelir.”

***

“Babamdan, lanet ettiğim ve irademin bütün gücüyle mücadele ettiğim kaygıyı miras olarak aldım… Genç bir adamken hayali hastalıklarla büyük işkence çektim. Berlin’de okurken veremli olduğumu düşünüyordum. Askere gitmeye zorlanacağım korkusu peşimi bırakmıyordu. Nepal’den çiçek hastalığı korkusu yüzünden kaçtım. Verona’da zehirli enfiye çektiğim fikri bütün benliğimi kapladı. Manheim’de herhangi bir dış neden olmaksızın tarif edilemez bir korkunun etkisinde kaldım. Yıllarca adli kovuşturma korkusu yaşadım. Geceleri bir ses olsa yatağımdan fırlar ve her zaman dolu olarak tuttuğum tabancamı ve kılıcımı kapardım. Her zaman olmayan tehlikelere bakmama neden olan bir kaygı içindeydim. En ufak sıkıntıları büyütüyor, benim için en zor olan insanlarla bağ kuruyordum.”

***

“Benim hayatım kahramanca, ama kültürden ve incelikten yoksun kişilerin, dükkân sahiplerinin ya da sıradan insanların standartlarıyla ölçülemez… Bu nedenle bireyin gündelik hayat seyrinin bir parçası olan şeylere sahip olmadığımı düşününce depresyona girmemeliyim… Bu yüzden kişisel hayatımın tutarsız ve plansız gibi görünmesi beni şaşırtamaz.”

***

Buranın yerlisi değilim ve eşitim olan varlıkların arasında değilim.”

***

“Hakikati anlamak çok daha iyidir: acı kaçınılmazdır. Ve hayatının özüdür.- “acının kendini gösterme şekli tamamen tesadüfîdir ve mevcut acımız… O olmasa başka türde bir acıyla doldurulacak olan yeri doldurur. Eğer böyle bir düşünce günlük hayatta kullanılan bir inanç haline gelirse acıya katlanma derecemizi önemli ölçüde arttırabilir.”

***

“Başlangıcımız ve sonumuz arasında ne fark var! İlkinde arzunun çılgınlığı bedeni zevkin coşkunluğu söz konusu; ikincisinde ise bütün organların tahribatı ve cesetlerin küflü kokusu… Doğumdan ölüme giden yol iyilik ve hayattan zevk alma anlamında hep aşağıya doğru gidiyor; mesut şekilde hayal kuran çocukluk, neşeli gençlik, zahmetli yetişkinlik, kırılgan ve genellikle acınası yaşlılık, son hastalığın işkencesi ve sonunda ölümün acısı. Varoluş, sonuçları yavaş yavaş daha da belirgin hale gelen yanlış bir adım gibi görünmüyor mu?”

 ***

Her zaman kolay bir şekilde ölmeyi ummuşumdur, çünkü hayatı boyunca yalnız olan bir insan yalnızlığını en iyi kendisi değerlendirebilir. İnsan denen iki ayaklı hayvanların acıklı kapasiteleri için hesaplanmış maskaralık ve soytarılıkların arasına çıkmaktansa başladığım yere geri dönmenin… Ve görevimi tamamlamanın mutlu bilinciyle hayatımı bitireceğim.” 

***

“Aldığımız her nefes bizi sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeker… nihai olarak zafer ölümün olacaktır, çünkü doğumla birlikte ölüm zaten bizim kaderimiz olmuştur ve avını yutmadan önce onunla yalnızca kısa bir süre için oynar. Bununla birlikte, hayatımıza olabildiğince uzun bir süre için büyük bir ilgi ve özenle devam ederiz, tıpkı sonunda patlayacağından emin olsak da, olabildiğince uzun ve büyük bir sabun köpüğü üflememiz gibi.”

***

“Hayat berbat bir şeydir. Hayatımı onu düşünerek geçirmeye karar verdim.”

***

“Mutlu bir hayat imkânsızdırDünyaya bakış açımızın sağlam temelleri ve derinlik veya sığlığı çocukluk yıllarında oluşur. Bu görüş daha sonra özenle düzeltilir ve mükemmel hale getirilir, ama özde değişmeden kalır.

***

“Eğer hayata küçük ayrıntılarıyla bakacak olursak ne kadar gülünç görünür. Mikroskopta görülen bir su damlası gibidir, tek hücrelilerle kaynayan tek bir damla. Telaşla koşuşturup birbirleriyle mücadele etmelerine nasıl güleriz. İster bu su damlasında isterse insan hayatının küçük süresi içinde olsun bu korkunç etkinlikler komik bir etki yaratıyor.”

***

“Her şey dinin yanında: vahiy, kehanetler, hükümetin koruması, en yüksek değer ve tanınmışlık… ve hepsinden öte, doktrinlerini çocukluğun körpe çağında zihne kazıma, dolayısıyla neredeyse doğuştan gelen fikirler gibi görülmelerini sağlama şeklinde ki paha biçilmez ayrıcalık.”

***

“Sonsuz uzayda etrafında bir düzine daha küçük kürenin döndüğü, yuvarlak, ortası sıcak, üzerindeki küflü tabakanın canlı ve bilinçli varlıklar ürettiği soğuk sert bir kabukla kaplı sayısız aydınlık küre- bu … gerçek dünya.”

***

Beyin olanca gücüyle ilerlerken, cinsel sistemlerin korkunç etkinliği daha uykuda olduğu için çocukluk, hayatımız boyunca özlemle geri dönüp baktığımız masumiyet ve mutluluk dönemi, hayatın cennetidir, kayıp Cennet.

***

“En büyük bilgelik şu andan zevk almayı hayatın en büyük amacı kılmaktır, çünkü tek gerçek budur, başka her şey düşünce oyunudur. Ama bunun en büyük budalalığımız olduğunu da söyleyebiliriz, çünkü yalnızca kısa bir süre için var olan ve bir rüya gibi kaybolan içinde bulunduğumuz bu an asla ciddi bir çabaya değmez.”

***

İnsanların çoğu hayatlarının sonunda geriye dönüp baktıklarında molalarda yaşadıklarını görürler. Takdir etmeden ve zevk almadan yanlarından geçip giden şeyin aslında hayatları olduğunu gördüklerinde şaşırırlar. Ve böylece umutlarla kandırılan insan ölümün kollarına koşar.”

***

“Üstün, nadir bulunan zekâya sahip insanlar yalnızca yararlı olan bir işe girmeye zorlandıklarında en güzel resimlerle süslenip, sonra da mutfak kabı olarak kullanılan değerli bir vazoya benzer.”

***

“Büyük acılar daha önemsizlerinin hissedilmesini engeller ve tersine, büyük acıların yokluğunda en küçük dertler ve sıkıntılar bile bize büyük acı verir.

***

Çiçek cevap verdi: Seni aptal! Görülmek için mi açtığımı sanıyorsun? Kendi zevkim için açılıyorum, başkaları için değil, çünkü hoşuma gidiyor. Aldığım zevk var olmaktan ve açmaktan ibaret.

***

“Gençliğimizdeki neşelilik ve karamsarlığa kapılmama hali kısmen hayat tepesine tırmanıyor ve tepenin öteki tarafındaki ölümü görmüyor olduğumuz gerçeğine dayanır.”

***

Sırrım konusunda sessizliğimi korursam benim esirim olur; eğer ağzımdan kaçırırsam ben onun esiri olurum. Sessizlik ağacında huzur meyveleri yetişir.”

***

“Eğer dalaverecilerin oyuncağı ve soytarıların maskarası olmak istemiyorsak, ilk kaide içine kapanık ve ulaşılmaz olmaktır.”

***

“30 yaşıma gelene kadar öyle olmayan yaratıklara eşitimmiş gibi davranmaktan bıkıp usandım. Bir kedi genç olduğu sürece kâğıt toplarla oynar. Çünkü onları canlı ve kendine benzer bir şey olarak görür. İnsan denen iki ayaklı hayvanlar da benim için aynı şeyi ifade ediyor.”

***

“İnsanları keyifli bir ruh haline sokmanın başınız gelen kötü bir şeyi anlatmaktan veya şahsi bir zaafınızı açıklamaktan daha başka yolları da vardır.”

***

“İsteklerimizi sınırlamalıyız, arzularımızı dizginlemeli, öfkemizi bastırmalı, ferdin sahip olmaya değecek şeylerden yalnızca sınırlı bir paya erişebileceği gerçeğini akıldan çıkarmamalıyız.”

***

“Dikensiz gül yoktur, ama gülsüz pek çok diken vardır.”

 ***

“Ben kalabalıklar için yazmadım… Çalışmalarımı, zamanın seyrinde nadir rastlanan istisnalar olarak ortaya çıkacak düşünen şahıslara miras bırakıyorum. Onlar da benim gibi ya da gemisi batıp ıssız bir adaya çıkan ve kendisinden önce aynı sıkıntıları yaşayan birinin izlerinin, ağaçlardaki bütün papağanlardan ve maymunlardan daha fazla teselli sunduğu bir denizci gibi hissedeceklerdir.

***

“Hayat bir parça nakış işlemesine benzetilebilir. Hayatın ilk yarısındaki herkes işlemenin ön tarafını görür, ikinci yarısında ise tersini. İkincisi o kadar güzel değildir, ama daha öğreticidir, çünkü iplerin birbirine nasıl bağlandığını görmemizi sağlar.”

***

Gençliğin bakış açısından bakıldığında hayat sonsuz derecede uzun bir yolculuktur: Yaşlılıktan bakınca çok kısa bir geçmişe benzer. Gemiyle uzaklaştığımızda kıyıdaki nesneler daha küçük, tanınması ve ayırt edilmesi daha zor hale gelirler, aynı şekilde olaylar ve etkinliklerle dolu geçmiş yıllarınızı da tanıyamazsınız.”

 ***

“Karşımızdakinin yalnızca kendi budalalığımız, kusurumuz ve kötülüğümüz olduğunu akıldan çıkarmayarak her insan budalalığına, kusuruna ve kötülüğüne hoşgörülü bir şekilde yaklaşmalıyız.

***

Hayatının son dönemindeki hiçbir insan, samimiyse ve bütün melekeleri yerindeyse her şeyi yeniden yaşamak istemez. Bunu yapmaktansa tamamen yok olmayı tercih eder.”

***

İnsanoğlu benden hiç unutamayacağı birkaç şey öğrendi.

 ——————————————————————————

Ama bilmek vardı, bilmek vardı. (Irvin Yalom-Schopenhauer Tedavisi, s19)

Neden kapanış saatinden önce çıkışa koşalım ki? (Irvin Yalom-Schopenhauer Tedavisi, s20)

Oldu’yu ‘ben öyle istedim’ e çevirmek-tek başına buna kurtulma derim. (Irvin Yalom-Schopenhauer Tedavisi, s20)

Hayat tarafından yaşanmak yerine hayatını yaşamak zorundaydı. (Irvin Yalom-Schopenhauer Tedavisi, s20)

Bazı çiçekler geç açar… (Irvin Yalom-Schopenhauer Tedavisi, s23)

Başka bir deyişle ancak hayatta kalmak için gerekli olduğunda yakınlığa katlan ve mümkün olduğunda da kaç. (Irvin Yalom-Schopenhauer Tedavisi, s261)

Avrupa toplumuna ait hastalıklar: Otizm, sosyal kaçınma, sosyal fobi, şizoid kişilik, antisosyal kişilik, narsisit kişilik, sevme yetersizliği, kendini aşırı büyük görme, kendini gizleme. (Irvin Yalom-Schopenhauer Tedavisi, s261)

“Schopenhauer bütün hayatı boyunca gerçek bir insan aramış, ama sefil bedbahtlar, sınırlı zekâlılar, kötü kalpliler ve kötü huylular” dışında kimseyi bulamadığından yakınmıştır. (Her zaman bu tür yergilerden ayırdığı Goethe hariç.) (Irvin Yalom-Schopenhauer Tedavisi)

Arthur sık sık duygunun bilgiyi engelleme ve bozma gücüne sahip olduğunu bize ve kendisine hatırlatır. Ona göre neşelenmek için bir nedenimiz olduğunda bütün dünya gülümseyen bir özellik taşır ve keder üzerimize çöktüğünde dünya karanlık ve kasvetli bir hal alır. (Irvin Yalom-Schopenhauer Tedavisi, s295)

Englisher Hof’ta Schopenhauer’in yaptıklarına ilişkin sayısız anekdot vardır: muazzam iştahı, sıklıkla iki kişilik yemek yemesi, (birisi bu konuda yorum yaptığında aynı zamanda iki kişilik düşündüğünü söylerdi), kimsenin yanına oturmaması için iki kişilik yer ücreti ödemesi, haşin, ama etkileyici sohbeti, sık öfke patlamaları, konuşmayı reddettiği insanları dahil ettiği kara listesi, uygunsuz şaşırtıcı konuları tartışma eğilimi –örneğin cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunmak için cinsel birleşmeden sonra penisini sulandırılmış ağartma tozuna batırmasını sağlayan yeni bilimsel keşfi övmesi. (Irvin Yalom-Schopenhauer Tedavisi, s320)

Ciddi sohbetlerden hoşlanmasına rağmen ayırdığı zamana değecek yemek arkadaşlarını nadiren bulurdu. Bir süre boyunca düzenli bir şekilde oturduğu masaya altın bir parça koydu, giderken de kaldırdı. Genellikle aynı masada yemek yiyen bir askeri subay bu uygulamanın amacını sorunca Schopenhauer bu altını askerlerin atlar, köpekler ve kadınlar etrafında dolaşmayan ciddi bir sohbet yaptıklarını duyduğu gün yoksullara bağışlayacağını söyledi.” Yemeği sırasında kanişi Atman’a “Siz efendim” diye sesleniyor, eğer Atman yaramazlık yaparsa “Seni insan” diyordu. (Irvin Yalom-Schopenhauer Tedavisi, s321)

Keskin zekasıyla ilgili pek çok anekdot anlatıyordu. Bir keresinde yemek yiyenlerden biri onun basitçe “ bilmiyorum” diye yanıtladığı bir soru sormuştu. Adam “ Vay vay sizin gibi büyük bir bilgenin her şeyi bildiğini sanırdım!” deyince Schopenhauer, “Hayır, bilgi sınırlıdır, yalnızca aptallık sınırsızdır,” diye yanıt vermişti. Schopenhauer’a bir kadın tarafından ya da kadınlar ve evlilikle ilgili bir soru sorulunca istinasız ters tepkiler alıyordu. Bir keresinde ne kadar mutsuz bir evliliği olan bir kadının arkadaşlığına katlanmak zorunda kalmıştı. Schopenhauer onu sabırla dinlemişti, ama kadın kendisini anlayıp anlamadığını sorduğunda “Hayır ama kocanızı anlıyorum” diye cevap vermişti. (Irvin Yalom-Schopenhauer Tedavisi, s321)

Doktorlar hakkında da söyleyecek sert sözleri vardı. Bir keresinde doktorların iki farklı el yazısı kullandıklarını söylemişti: reçetelerde kullandıkları zor okunan yazı ve faturalarda kullandıkları açık ve anlaşılır yazı. (Irvin Yalom-Schopenhauer Tedavisi, s322)

Dehasının yükünün genetik yapısı yüzünden kendisini hâlihazırda olduğundan daha kaygılı ve huzursuz kıldığını söylüyordu. Birincisi, dâhilerin duyarlılığı daha fazla acı ve kaygı yaşamalarına neden oluyordu. Hatta Schopenhauer kaygı ve zekâ arasında doğrudan bir ilişki olduğuna kendisini inandırmıştır. Bu yüzden dâhilerin yalnızca bu üstün yeteneklerini insanlık için kullanma yükümlülükleri yoktur, bir de kendilerini tamamen görevlerini yerine getirmeye adamaları gerektiği için mevcut olan pek çok tatmin unsurundan (aile, arkadaşlar, ev, mal mülk biriktirme) vazgeçmek zorunda kalırlar. (Irvin Yalom-Schopenhauer Tedavisi, s369)

Kendi kaderinin efendisi olduğuna olan inancıydı- yani yalnızlığı seçen kendisiydi; yalnızlık onu seçmemişti.(Irvin Yalom-Schopenhauer Tedavisi, s369)

“Hayatı boyunca aramızda yaşayan, ama aramızda bir yabancı olarak kalan bu insan nadir duygulara sahipti. Buradaki hiç kimse ona kan bağıyla bağlı değil; yaşadığı gibi yalnız başına öldü” (Irvin Yalom-Schopenhauer Tedavisi, 429)

Alişan Hayırlı

Omurga Flütü

                                           Lili Yuryevna Brik’e 

Giriş

Hepiniz için,
sevinç bulmuş olduğum ya da bulduğum
ve koruduğum ikon resimleri gibi ruhun
şiir dolu kafamı yükseltiyorum
bir şarap bardağı gibi masadan.
Düşündüm arasıra
iyi olacağını
sona erdirmeyi bir kurşunla.
Nasıl olursa olsun,
bugün sunuyorum
en son konseri içten çekilme selamımı.

Hafıza!
Burda sokulacak onlar beynin salonuna
dolu gözleriyle ışıldayan kahkahaların
sonsuz kuyrukları hepsinin, sevdiğim.
Düğün giysilerine bürüneceğiz bu gece.
Işıyacak sevinç bedenden bedene.
Bu gece, bu gece hiç unutulmayacak.
Çalacağım, ayağa kalkıp
kendi omurgamı flüt gibi.

1.

Çiğniyorum kilometrelerini yolların şaklayan adımlarla.
Nereye gidebilirim içimin cehennemi tutuşunca?

Ben,
Bütün eğlencelerin tansık ustası,
yok biri eğlenceye gidecek benimle.
Daha iyi olurdu sokağa atılmam
ve parçalamak kafamı taş Nevskiy’e karşı!
Sövüp saydım.

Bağırdım var olmadığını tanrının,
ama soktu elini tutuşan Cehennem’e tanrı
ve bir kadın çıkardı
dağ gözünde kımıldadı
ve buyurdu bana:
sev o kadını!

İhtiyacım yok sana!
Benim olasın istemiyorum!
Biliyorum
ölüm çarçabuk
alıp götürecek beni.

Var olduğun gerçekse, tanrı,
sen örmüşsen yıldız göğü halısını,
bu acı işkencesi,
kötüye giderse her gün
sence buyurulmuşsa cezalanmam,
as kendini tanrı yargıç zinciriyle.
Bekle ziyaretimi.
Tam zamanında geleceğim
ve gecikmeyeceğim.

Dinle beni,
büyük enkisizyoncu!

Ağzımı bıçak açmayacak.
Bir çığlık bile
kopmayacak paramparça dudaklarımdan.
Bağla beni kuyruklu yıldızlara yabanıl atlar gibi
bırak yollarına gitsinler
ve parçalasınlar beni kanatlarında yıldızların

2.

Dalgın adımlarla köprüye gidiyorsun-
ve düşünüyorsun,
her şey iyi orda, aşağısında ırmağın.
O zaman görürsün
çürüyen dişlerimi ışıyan suda,
altında Seine köprüsünün
benim.

Güçlüyüm
ve gerekince bana
buyururlar:
Dudaklarımda donup kalır sonuncusu
adın olur
paramparça olunca mermilerle.

3.

Bugün size gelince
korkuya kapıldım birden-
değildi beklendiği gibi her şey.
Bir şey vardı ipek bükümünde giysinin
ve güzel kokusu tütsünün havada.
Sevinçli misin?
“Hem de nasıl.”
Kuşkumu çoğaltıyorum, ateşimi tutuşan dörtnala
usun engelleri parça parça oluncaya.

Mezarlar genişliyor
Dibi yok derinliğin.
İnanıyorum
düştüğüme günlerin tribününden.
Bir ip gibi gerdim ruhumu uçuruma,
ve dengeliyor onu, oynuyorum sözcüklerle.

Biliyorum,
yıpranıp aşındığını aşk yüzünden
yorgun düşmüş beni taşıya taşıya.
Dön gel benim ruhum, yorulmuş gibisin.
Eğlenceden uzak değil beden, yürek bilsin.

Biliyorum,
parayla bulunur bir kadın çoğu zaman.
Zararı yok,
                  benim için daha iyi
Paris giysileri yerine
seni giyinmem sigaramın dumanlarıyla.

Şimdi
sevinebilirsin,
şurada lit de parade’lıların senin
şimdi
karasevda egemen olan,
ve ben koşmak istiyorum yalnız en yakın kanala
ve sokmak başımı çeneleri arasına suyun.
Dudaklarını sundun bana,
öyle kalın ve soğuk
hafifçe dokunamıyorum titremeden onlara
günah çıkaran gibi dizlerine kapanınca
ve örtüyor öpücüklerle manastırın yaş duvarlarını.

İşkence
dize kapanmaya zorladı beni
bulunduğum durum içinde.
Kral Albert,
kaybeden
bütün kentlerini,
şımarık bir adgünü çocuğu yanımda.
Çiçekler, otlar yeşerecek güneşler altında!
Bahar canlılık getirecek!
Bir istek kalıyor benim için yalnız-
boşaltmak bir maşrapa şiiri son yudumda.

Yüreğimi çalan sen,
soyup soğana döndüren,

ve yıkımlara salan ruhumu,
kabul et bu son şiiri, soruyorum
yazdığım bu son şiir mi, değil mi diye.

Bir bayram gibi süslenecek işte o gün
bir haç için bu büyünün benzediği.
Bak,
en sonunda başardım
kağıda mıhla beni sözcük çivileriyle.

1915

Vladimir Mayakovski
Çeviri: Abdullah Rıza Ergüven