Gidişin Kadar Korkaktın

 

Sen gittin…Mabedim oldu isyan kuyularım.
Zaman dikenli tel etrafımda.
Ben çabaladıkça o kanatıyor.
kırık dökük yanlarım.
Umutlarım yaralı
Düşlerim sürgün.
Yokluğun kadar yaşlandım.
Özlediğim kadar yosun bağladım diplerde
Ben gelmek istedikçe sana
Hasretin kesti bileklerimi.
Oysa yoldun bana, varıştın.
Aşımdın, suyumdun, hayattın.
Ama izini kaybettim sevgili.
Rüzgar getirmez oldu kokunu
Kuşlar söylemiyor nerdesin?
Yağmurlar kurak yüreğime faydasız.

Sen gittin..
Baharın soluğu kesildi
İklimlerim hep kış artık…
Buzdan bir heykelim, ayazlarında.
Eriyeceğimi bile bile
Yine de bekliyorum ecelim olacak güneşi.
Ben yokluğunun çıkmaz sokaklarında
yüreği kelepçeli mahkum,
Gülüşün, boğazıma dayalı keskin bıçak
Anla esaretin yordu, öldür artık..

Sen gittin
Hangi duvara assam yakışmadı gidişin.
salonda ayak izlerin kalmış.
Hala bıraktığın yerde kitabın.
Bu kadar küçük müydü evim?
Nereye dönsem sana çarpıyorum.
Yara aldıkça, kanıyor ruhum.
Saatler yine sensizliği gösteriyor.
Demleniyorum ıssızlığında.
Dokunulmaz şimdi hüznüm.
Susturuyorum hayatı.
Masada yalnızlığım ve ben.
Kokunla sarhoşum, anılar mezem.
sevdiğin türküleri söylüyorum hıçkırarak
öksüzlüğüme ağlıyorum sevgili.

Sen gittin
Ve sen kök saldıkça ruhumun derinliklerinde
Ben sen oldum çoğaldım, büyüdüm.
Ahh cana susayan sevgili!
Ben hiç sırtımı dönmemişken sana
Sen gidişin kadar hep korkaktın.
Oysa direnmekti sevmek.
Madem ki gitmek istedin, peki..
Kayboluşum, kimsesizliğim
Matemim, can çekişim, kıyametim,
Bil ki, istemiyorum dönme artık geri.
Sen bile dolduramazsın artık bendeki yerini..

EzHeR

Gitmenin Manifestosu

Gidersin!

Bıçak kemiği kesmiştir çoktan
Düşünmenin zamanı değildir…

Bir hırka yanına
Bir şort, bir tişörtü
Bir sırt çantasına doldurup
Birde en sevdiğin kitabı alırsın

Unutup ne varsa
Hayatı sıfırlayarak
Çıkarsın geçmişinden

Kozasını yırtan tırtılsın
Sen artık eski sen değil
Kocaman kanatlarıyla
Bir kelebeksindir

Titrersin
Korkacaksın elbet
Doğası gereğidir
Korkacaksın

Ama başın diktir
Kararından eminsindir
Dünya tersine dönse
Sen geri dönmezsin

Sokak sokak düşünürsün
Cadde cadde yorulursun
Bir de yağmur yakalar yolda
Bir tanıştan emanet şemsiye
İmdada yetişir, şaşarsın

Anneni aramaya utanırsın
Kardeşlerini aramaya çekinirsin
Yıllar vardır akrabandan soran olmamıştır halini

Yine bir tanışın yetişir imdadına

Davet eder, gidersin,
Ucundan oturursun koltuğa
Bekâr adam, kahvaltılık hazırlar
Bilse, becerebilse yemekte yapar

Çay, kahve bol muhabbet
Gece ilerler, söner lambalar
O uyurda seni uyku tutmaz

Hatırlarsın birden
Ne kadar alacağın varsa
Ve eşe-dosta akrabaya
Verip unuttuğun paralar
Gelir kuruş kuruş aklına

Lazım olmadığında hatırlamazdın

Sonra sızarsın

Kabûs görmezsin, ama karışıktır rüyaların
Yâr koynunda geçirilen gecelere benzemez
Evlât öpüşüyle uyanmazsın o sabah

Sesler duyarsın mutfaktan
Erken kalkmıştır arkadaşın

Seslenir seslenmez, asker gibi
Fırlarsın uzandığın koltuktan

Yüzünü yıkarken aynada
Tanıyamazsın kendini
Kaybolursun
Dalarsın

“Sofraya buyur” der dostun

Yine kahvaltı sofrasıdır
Bu sefer taze ekmekle
Gazeteler günlüktür
Üzerine sohbet

Anlatır, sorar arkadaşın
Sen akşamın planlarını yaparsın
Canın sıcak banyo çeker belki, söyleyemezsin

Konuşmak istesen de zorlanırsın

Özgürlüğünün
İlk ve değersiz bedelleridir hepsi
Daha büyüklerine hazırlanasın diye
Selin sesidir bunlar, çığın uğultusudur

Mecbur güçlü
Çok güçlü olacaksın

Öğle yemeğine ısrar eder arkadaşın
Vefasına minnettar, ayrılırsın
Son paranı bir akşam evvel
Beklerken kahvehanede
İçtiğin çaylara vermişsindir

Borç alırsın biraz
Teşekkür eder, çıkarsın sokaklara

Haykırmak
Bağırmak gelir içinden
Yapamaz, mırıldanırsın

Elveda biriktirdiklerim
Merhaba yeni hayatım
Merhaba bilinmeyen geleceğim…

Anasını… Satayım şâirliğin!

Neyzen Muharrem Dere (neyzence)

Irmağın Kıyısında Hasbihal

“bu yaşta hâlâ aşk peşinde misin,
diyen dostuma”

—Bilirsin
Şiirin de, aşk gibi bir yanı yalandır
Zaaftır,
Kurtul, çek kendini
Hâlden hâle girip durma,
Irmağın susuzluğunda
Sükût-u hayal gibisin.
— O kapıyı yüzüme çarpalı çok oldu, zaman
Ama bu aşk, müstesna bir macera
Galip Dede’den kalma bu sır
Bu çit sarmaşığı
Bu kalp ağrısı
Bağdat kapılarından çevrilen bu dert
Sîna’da Sultanı kul eyleyen
Bu kül rengi buğu
Benim de gözlerimden geçti
Ansızın

Sonra Endülüs’e çevirdim kalbimi
Dinle çocuk, dedi, İhtiyar
Henüz anlamıyorsun,
Aklın, cesedinde hapsetmiş seni
Hepsinden soyun, her şeyini hiçbir şeyle değiş
Geriye ne kalmışsa Aşk odur…

Topladım her şeyimi
Ne çok benim olmayanım varmış
Bir ırmağın kıyısında
Usul usul suya gömdüm.
Soyundum tüm gizlerimi

— Sus
Ellerin kirlenmesin yine
Bir cevabın olsa da
Sus, susacak bir şeyin kaldıysa

— Ey
Zamanın ardına saklanan kusur
Sen aç gözlerle seyrederken ırmağı
Ve aksinde kendinden başka bir şey göremezken
Suyun kalbinde saklı olan
Ateş ve dumanı
Nereden bileceksin

Benim yağmurum içime yağar
Zaman eskitemez adımlarımı
Kuruyan nehrin dudaklarına
gül sürerim

Sen uslanmaktan korkan, ey
Karın, buzdan sarayları ısıttığını
Nereden bileceksin.

Adige Batur

Deplasmanda Plasebo

Allah’ım kaderimde anarşi ve protesto
antidepresanlar ve içi boş bir gardırop
ne de çok yer kaplıyor mesela Al Pacino

yardımın gerekiyor Kadıköy’deyim stop.

Allah’ım kaderim bu sentimental ambargo:
Alternatif referans potansiyel salvo yok,
sadece klostrofobi, hicran türbülans ve şok;
cariyeler çekilmiş yeraltına cumburlop.

Allah’ım kaderimi sen yazdın sen bilirsin
kalbim oyuncak mı ne, ne kolay kırılıyor?
“Deplasmandır bu dünya” diyor albino şeyhim
plasebo yutturuyor bana depresif doktor.

Allah’ım kaderimden şikayetçi değilim
aksine bahtiyarım evrende bana da rol
verdiğin için şahsen, Allah’ım bizler senin
falsolu kullarınız, n’olur bizden razı ol.

Murat Menteş

Ben umardım ki seni yâr-ı vefâ-dâr olasın

Ben umardım ki seni yâr-ı vefâ-dâr olasın
Ne bileydim ki seni böyle cefâ-kâr olasın
Hele sen kaaide-î cevrde eksik komadın
Dostluk hakkı ise ancağ ola var olasın
Reh-i âşkında neler çektüğüm ey dost benim
Bilesin bir gün ola aşka giriftâr olasın
Sözüme uymadın ey asılası dil dilerim
Ser-i zülfüne anın âhiri ber-dâr olasın
Sen ki cân gül-şeninin bi gül-i nev-restesisin
Ne revâdır bu ki her hâr ü hasa yâr olasın
Beni âzâde iken aşka giriftâr itdin
Göreyim sen de benim gibi giriftâr olasın
Bed-duâ etmezem ammâ ki Huda’dan dilerim
Bir senin gibi cefâ-kâra hevâ-dâr olasın
Şimdi bir hâldeyüz kim ilenen düşmanına
Der ki Mihrî gibi sen dahi siyeh-kâr olasın

Mihrî Hâtûn

Galata Kulesi

6 Haziran 1973,
pırıl pırıl bir yaz günüydü,
aydınlıktı, güzeldi dünya,
bir adam düştü o gün galata kulesinden. kendini bir anda bıraktı boşluğa;
ömrünün baharında, bütün umutlarıyla birlikte paramparça oldu.
bir adam düştü galata kulesinden;
bu adam benim oğlumdu gencecikti Vedat, ışıl ışıldı gözleri, içi,
bütün insanlar için sevgiyle doluydu
çıktı apansız o dönülmez yolculuğa
kendini bir anda bıraktı boşluğa,
söndü güneş, karardı yeryüzü bütün
zaman durdu.
bir adam düştü galata kulesinden
bu adam benim oğlumdu;
açarken ufkunda güller alevden,
çıktı, her günkü gibi gülerek evden,
kimseye belli etmedi içindeki yangını
yürüdü, kendinden emin
sonsuzluğa doğru.
galata kulesinde bekliyordu ecel,
bir fincan kahve, bir kadeh konyak,
ölüm yolcusunun son arzusuydu bu,
bir adam düştü galata kulesinden;
bu adam benim oğlumdu.
küçücüktü bir zaman,
kucağıma alır ninniler söylerdim ona,
uyu oğlum, uyu oğlum, ninni.
bir daha uyanmamak üzere uyudu Vedat.
6 haziran 1973
galata kulesinden bir adam attı kendini;
bu nankör insanlara
bu kalleş dünyaya inat,
şimdi yine bir ninni söylüyorum ona,
uyan oğlum, uyan oğlum, uyan Vedat.

Ümit Yaşar

Düşümde

 

Düşümde gördüm Cahit’i:
Banka gibi bir yer,
Aynı servise verilmişiz,
Yolumu gözler.

Baktım ki, toplamış memurlarını
Nutuk çekmede şefimiz.
El edip geçecektim yerime
Sessiz.

Cahit bu, dayanamadı, boynuma atıldı.
Gözyaşlarını duydum yüzümde bir ara.
O, düşümde ağladı.
Bense uyandıktan sonra.

Ziya Osman Saba

Portakal severdi Cahit. Tatlı, içini mi bayıltırdı sahiden, yoksa, tatlıyı çok sevdiğimi bildiğinden, bana mahsus mu öyle derdi. Kim bilir, belki de mahsus derdi, öylesine iyiydi Cahit.

 
Ziya Osman Saba

Kaç Kere

Kaç kere geldin hayatıma? Ve sonra kaç kere gittin? Ben durgun sularda yüzerken, sen çalkantılı bir denizdin. Medcezirlerinle kumdan kalelerimi devirdin. Geldin gittin, geldim gittin…Söylesene birtanem, seni ben kaç kere sevdim?

Yasemin Özçelik / Her Aşk Bitmek İçin Başlar

Sen Bilme Sevgili

Zifiri bir gecenin umut alacası boşluğundayım şimdi
Şiirlerimin dehlizlerinde çoğaltıyorum seni
Bilmiyorsun sevgili…
Vuslata ermiş anlara inat
Hicranla demlenen yüreğim Umut elemelerinde.
Sen yoksun…

Gün doğmasın ıslak tepelerin ardından
Ay,saklasın çocuksu gülüşlerini
Dal yaprağa, su toprağa küskün olsun bugün
Analar öpmesin bir bebeğin gıdısını
Ve gönül dolusu söylenmesin türküler
Bütün vapurlar, limanları unutsun
Sevgilinin izini sürsün enginlerde
Kanatlarını bir damla gözyaşına salsın martılar
Sevda ,âhını göğe versin
İstasyonlar ayrılığa dursun bugün…

Hüzzam bir şarkının cüzzamlı notalarındayım şimdi
Tekil yolculukların çoğul yalnızlıklarında
Sımsıkı sarılıp boynuna
Hasretini sürüyorum kanayan y(a)nlarıma
Gözlerini düşürüyorum gözlerime
Gözlerin…yosun yeşili
Ekmek gibi,su gibi;güneş gibi .
Gözlerin…sevdam ,ülkem gibi.
Bilmiyorsun…bilme.

Bilmek fark etmektir çünkü
Fark etmek ,anlamak…
Anlamak,adını koymak
Adını koymak…eksilmek,tükenmek…
İşte bu yüzden bilme sevgili
Eksiltme,tüketme beni…

Sen başka gönüllere yelken açmanın telaşında
Yeşertirken düşlerini
Ben ,silik bir fotoğraftan çaldım gülüşlerini.
Sen güldün, sular yandı sevgili…
Sular yandı,ben üşüdüm.
Ben yandım ,sular üşüdü…
Bilme beni sevgil,BİLME…

Yadigar Ünver

Sana seslenemeyişim

 

Sana seslenemeyişim bir atın çatlaması kadar korkunç
sivilcelerim yine beynimi sarıyor fakat
aydınlatmıyor beni güneş ve ısıtmıyor yuvarlak demir
şiirlerimi sana adıyorum ve and içmekten yoruluyor dudaklarım
sana yoruyorum dişlerimi, bir tutam sarımsağı öldürüyorum
kolların boşlukta kalışı hazin bir senaryo denemesi gibi
benzetmelerin de beti benzi sararmış, oyuyorlar kucağını
anımsayan olmadı beni de tanımıyorlar ona yordum.

Nebiye Arı