Bir vapur daha kalkıyor iskeleden

Her insanda bir iskele bulur, yanaşır acı
Sahiller kayalıklarla ne kadar gizlense de

küçük iskender

Hangi birini anayım,
Buluştuğumuz kumluk, uzak iskele.
Her yerde bir başkalık.
İlk defa gelişimiz el ele.

Ziya Osman Saba

Nazım Hikmet vapuru
deniz ile arasına
dökülen asfaltı kırar
ve özgürlüğüne kavuşturur
salacak iskelesini
batmak pahasına

Sunay Akın
Edip Cansever vapuru
denize yansıyan
otel ışıkları altında
gider gelir boğazın en uzak
iki iskelesi
arasında

Sunay Akın
Vapur iskelesinde buluştuğumuz bir akşam
O akşam, erkenden ayrıldık ve sonra
Hâlâ hafızamızda devam ediyordu
Unutulmuş hayatı maviliklerin
Hâlâ hatırımdadır odama son gelişin,
Ve gitmeden önce
Saçlarını tarayışın hâlâ aynada…
Necati Cumalı
Onu bırak dedin ya. Ah ne zordu. Bir vapur iskelesinde,
turnikenin öbür yanında.
Gözümü açtığımda elektroşok veriyorlardı eksiğimin
yerine.

Birhan Keskin
Ezilmiş bir çocukluk benimkisi
bir iskelenin
vapurların yanaştığı yüzüne asılıdır
üç tekerlekli bisikletimin
lastikleri
Sunay Akın
Artık vapur giderken iskeleden mendil sallamalar, ağlamalar…
O gidinceye kadar Ada dopdolu idi…
Gider gitmez benim için boşalıverirdi…

Yahya Kemal
İğne atsan yere düşmez iskelelerde..
Gözleri bulutlu bir adam
iner vapurdan..
Üryan

İskelenin altına
sığınan deniz
bırak artık saklanmayı
savaş gemileri
çoktan geçip
gitti…

Sunay Akın

Denize baksam
Kayığın hatırı kalır
Ağaca baksam
Bulutun

Peki ya iskele

Oktay Rifat

Sevgilim son vapuru kaçırıyorum ve iskelenin aynasında
seni ve yağmuru görüyorum

Ahmet Güntan
ince ince yağan yağmur,
iskeleye yanaşan vapur
haydarpaşa garı
seni hatırlarım
Behçet Aysan
Akşamları iskeleler tenhalaşırken
Geçmiş anıları kucakladım…

Necdet Evliyagil
Anadolu kentinde bir İstanbul vapuru
Şaşkın sular, kör iskele, yolcular
Evet bunlar da olacak, çok tuhaf belirtiler
Denizin olmadığı yerlerde
Abdülkadir Budak

Ne güzel bineceğim vapurları kaçırmak
Yapayalnız kalmak iskelelerde.

Yavuz Bülent Bakiler

Ezilmiş bir çocukluk benimkisi
bir iskelenin
vapurların yanaştığı yüzüne asılıdır
üç tekerlekli bisikletimin
lastikleri

Sunay Akın

Geliyor Boğaziçi’nden doğru
Bir iskeleden kalkan vapurun sesi,
Mavi sular üstünde yine
Bembeyaz Kızkulesi.

Ziya Osman Saba
İstanbul’da bir şehir
hatları vapuruna 
verildi adım 
iki kıyı arasında 
usanmadan dolaşır 
her iskelede 
seni ararım
Sunay Akın
Güveniyordum 
oysa ben sevgimize 
vapur iskelesi 
ya da tren istasyonundaki 
saatin doğruluğu kadar 

Sunay Akın
Tam o sıra bir vapur yanaşıyor iskeleye uzun sürecek bir sonbahar taslağı gibi
Denize yeni sürülmüs bir tarlaya benziyor, uyanık, diri
Edip Cansever
Bir vapur daha kalkıyor iskeleden
Ve yağmur hızlanıyor biraz

Edip Cansever
Bir kez olsun çıkmazken ağzından
seni sevdiğimi
her gün söylememi yadırgama
bil ki bu şehirde
iskelenin verilmesini
beklemeden atlarım vapurlara
Sunay Akın
dil iskelesinde karaya oturan kayık nasıl dağılır
kim bilir hazzın bütün iskeletlerinden geçtiğimi
gözüm arkada değil içerdedir. sözüm

Orhan Alkaya
Öyle gül atıcam ki size gelecek maçta
Âdem abim bilem tutamaz elleri yanar
Can Yücel
Gözümde tütüyor kırlar, tek ağaç bile.

…bellek hiç şaşmadan çalışıyordu
buralardan gideli bir yılı geçmemişti sanki.

Bütün varlığım İskele’nin yüzüne bağlı.

Süreyya Berfe
Gittim gördüm; şimdi artık o iskeleye eskisi gibi vapurlar uğramıyor. İsmail Hakkı yok, Panayot Usta yok, Sedat Nuri Bey yok; yazın dondurma, kışın kestane satan o sarkık bıyıklı Arnavut yok. Müzeyyen yok, ben yokum.
Ne kötü!”
Tarık Dursun K.
kanatları dökülecek kuşların
iskeleye dokununca gemi
birer birer düşecekler denize

A. Ali Ural
“İzmir” oldu vatana avdetin ilk iskelesi,
Neyzen Tevfik
Ben bu iskelenin süryanisiyim
giden gider
bana kalır güneşin kızıllığı
herkesi uğurlayan o uğurlanmaz hüzün
ayırmaz kıyısından içimdeki korsanı

Ali Ayçil

balkonuma yuva yapan kırlangıç telaş içinde,
aşk yorgunu denizde mor köpüklü sular duruldu
güneşin türküsü duyuluyor uzaktan,sabah oluyor
ışığı sönüyor iskeledeki yorgun fenerin

Bülent Güldal

bir köpeğin yeni doğmuş
konuşmayan eniklerini iskelede bir adam
korkunç bir sepete mi koydu
onları
denize o mu götürüyor

Cahit Zarifoğlu

Bir saadet gibi hatırlıyorum,
Yasemin kokusu ondan,
Teneffüsü benden,
Bir yaz akşamı,
Kandilli iskelesinde!

Cahit Sıtkı Tarancı

Karaköy iskelesinde sisler içinde
Gözleri ayrılığın menzilinde iki damla yol
Sesine İstanbul karışmış bir kızın
Geçerek gecikmiş sevgisinden kederle…

Şükrü Erbaş

Ben denize bakardım yarı uyanık
annemi çocukluğunda iskelede bırakıp
uzaklaşan gemiye.

Cevat Çapan


çözer gibi bir kayığı iskelenin ucundan
ağır ağır doğrultuyor köpükten mavzerini.

A. Ali Ural

gelmeyeni
bekliyoruz

denizaltı iskelesinde
bekliyoruz

belki de gelmiştir çoktan
bilmiyoruz

görmeyince

Zafer Yalçınpınar

iskelenin ucunda oturuyordu tanıdık bir yalnızlık

Zafer Yalçınpınar

(Pencereyi kapayıp sokağa çıktılar. Gemilerin ışıkları yanmıştı. İki arkadaş iskelenin
ucuna gittiler. Durup denize baktılar ve sığ sularda bir balığın aralıklı sıçrayışını duydular.
Sonra sessizce kangal gibi kıvrılmış ıslak halatların üzerine oturdular, birer cigara
yakarak kibritin alevinde birbirlerine baktılar.
Garip, nerdeyse yersiz bir mutluluk içindeydiler baharda deniz kokusuna, kızarmış balık,
kıvırcık salata ve sirke kokusu karıştığı zaman hayatın o açıklanması güç mutluluğu
içinde.Biraz sonra yandaki meyhaneye gideceklerdi. Karınları acıkmıştı bile.
Gramofondan gelen ses bu açlığı daha da artırıyordu. Liman nöbetçileri uygun adım
yanlarından geçtiler, yazlık üniformaları akşam karanlığında bembeyaz görünüyordu.
İki arkadaş halatların üzerinden kalktılar, gidecekleri yere doğru yürüdüler.)

Yannis Ritsos

upuzun, tenha bir iskelede, yan yana
aradık birbirimizi
o parmaklarıyla oynadı
ben, onun dudaklarıyla içtim sigaramı

Nuri Demirci

ben cem, daha dün yarım imparatordum
kestirdiğim paralarda soldu vücudum
öldüm binlerce ölümle, kıyıya vuran cesedime baktım
yağlı urganlar bağlayıp boynuma (iskele, günbatımı
rodos’a doğru batık tekneler) yürüdüm, artık
bana bu dünyada yer yok
ne saray, ne köşk; ne rütbe, ne taht
ağabey el ver yanına geleyim
al beni, sonra istersen boğdur
bir yanım zifiri karanlık, bir yanım… birden yağmur!

Tuğrul Tanyol

Artık vapur giderken iskeleden mendil sallamalar, ağlamalar…
O gidinceye kadar Ada dopdolu idi…
Gider gitmez benim için boşalıverirdi…

Yahya Kemal

Mavinin yüzünde köprürür Şehir..
İğne atsan yere düşmez iskelelerde..
Gözleri bulutlu bir adam
iner vapurdan..
Bir kadın
O’ndan  geçip,
arkadaki celimsiz oğlana sarılır ..

Üryan

ince ince yağan yağmur,
iskeleye yanaşan vapur
haydarpaşa garı
seni hatırlarım

Behçet Aysan


güneşin türküsü duyuluyor uzaktan,sabah oluyor
ışığı sönüyor iskeledeki yorgun fenerin

Bülent Güldal


Ben de
    Boğaziçi de bu bahar
Mavi sakalına erguvanlar takmış
Sarhoş bir İskele Babası kadar
Hem delikanlı
              hem deliler gibi ihtiyar

Can Yücel

Yılların ötesinden
Seni anımsadım;
Vapurlar gözlerden uzaklaşırken,
Akşamları iskeleler tenhalaşırken
Geçmiş anıları kucakladım…

Necdet Evliyagil

rengi atmış evinizin kıyıya bakan penceresinde
uzun bir iskele
ve demir almaya hazır gemi resimleri

Nuri Demirci

Beşiktaş iskelesinin merdiveninde
çıtır çıtır susamlı bir Ortaköy sabahı
biraz daha beklesin
meçhule giden geminin güvertesinde

Ayten Mutlu

Sensiz nasıl da boş iskele,
sensiz nasıl da tenhâ şehir!

Bekir Sıtkı Erdoğan

yaz bitti…Kendine dönük bir bıçağı
bileyerek bitti yaz…Usulca soldu iskele

Zerrin Taşpınar


lanetli bir gemi yanaştı şu bahtsız iskeleye

Altay Öktem

seni sırtından hançerlediler çünkü başka şansları yoktu!
risk almayı gerektirir seninle göz göze gelmek
seni sevmek bir insanı sevmenin iskelesidir

Alper Gencer


bir pencere aslı gibidir yani, açılır uzak bir iskeleye
yakın dursan biraz daha, kendini, hayatı sevdirsen

üç gün geçti, üç yıl geçti sanki içimden

Onur Caymaz

Ne güzel seni bulmak bütün yüzlerde
Sonra seni kaybetmek hemen her yerde
Ne güzel bineceğim vapurları kaçırmak
Yapayalnız kalmak iskelelerde.

Yavuz Bülent Bakiler

Bir iskeleden kalkan vapurun sesi,

Ziya Osman Saba

sen şimdi beylerin beyi Üsküdar mısın
iskelende öptüm seni, gemi yanaşıyordu

Arife Kalender

bir tren makas değiştiriyor kalbimde
bir vapur yan yatarak eğleniyor denizle
sanki iki sevgili Beşiktaş motor iskelesinde
karşılaşmış gibi tuhaf bir his var, kırgınlık var

Altay Öktem

Kılları uzadıkça ellerimin
unuttum kağıtlardan
nasıl gemi yapıldığını
ki yaşlılığa uzanan
birer iskeledir parmaklarım
çözüldü uçlarından
nice kağıt geminin
palamarı

Sunay Akın

Uzağımda açık denizdi o yürüdü gitti.
Ben kıyıda ıssız bir ev, ince boğazda gıcırdayan tahta iskele,
iskelede bir lastik, az ilerde turuncu bir şamandıra,
İçimde kuzeyden bir hatıra aksiyle durgun suya vurdum.

Birhan Keskin

Ne zaman ayrılırken yüzümü denize döndüysem
İskeleden bir hayalet uğurladı sanki beni

Cihan Oğuz

bir vapuru iskeleye bağlayan ipler bir bir atarken
ve açık susunca nasıl korkunç bir sessizlik olur.

Enis Akın

Güveniyordum
oysa ben sevgimize
vapur iskelesi
ya da tren istasyonundaki
saatin doğruluğu kadar

Sunay Akın

İşte üç çifte kayık iskelede âmâde
Gidelim serv-i revânım yürü Sa’dâbâd’a

Nedîm

O gece vapurlar intihara meyilliydi sevgilim
halatları boynuna geçirimiş yağlı urgan gibi
bekliyordu
Kadıköy iskelesinde
iskemlesine
vurulacak
tekmeyi

Mustafa Aksoy

Tam o sıra bir vapur yanaşıyor iskeleye uzun sürecek bir sonbahar taslağı gibi
Denize yeni sürülmüs bir tarlaya benziyor, uyanık, diri

Edip Cansever

ben hep iskeleye demir atmış
beyaz bir yelkenlinin düşünü gördüm

A. Kadir Bilgin

İnce uzun bir iskelenin ucunda,
denize dikmiş gözlerini, kımıldamadan,
öylece duruyor adamın biri akşam üzeri.

Roni Margulies

Durgun bir sudur aslında deniz
ki çocukların acemi oltalarını denedikleri
kuytu bir iskelenin
tahtaları altına yazıdıgım
ayrılık siirini okudukca
dalgalanır…

Sunay Akın


Rıhtımda kimsesiz, yapayalnız, bu yaz sabahı
Bakıyorum kumsalın kıyısından, bakıyorum
Belirsizliğe,
Bakıyorum ve küçük, siyah parlak bir vapurun
Yaklaştığını görmekten mutluluk duyuyorum.

Fernando Pessoa

Dokunuyor bana bu yoksul vapurun böyle doğal ve kendi halinde gidişi.
Bilmem neden, titizlenen bir havası var,
Görevini yerine getiren dürüst bir insan gibi.
İşte uzaklaşıyor bulunduğum rıhtımdan.

Fernando Pessoa

Vapur limana yanaşmıştı
Ben âvârelikten rıhtımdaydım
Sen kimseyi beklemediğin halde oradaydın

Erdem Bayazıt

Ah, bütün rıhtım taştan bir özlem kesiliyor
Ve gemi rıhtımdan ayrılıp
Gemiyle rıhtım arasında bir boşluk olduğu
Birden ortaya çıkınca,
Bilmem neden, yeni bir ürperti beliriyor içimde.

Fernando Pessoa

Sesler geliyor kulağıma – suların şıpırtısı,
Nehrin rıhtımı yalayan dalgalarının yumuşak şıpırtısı…

Fernando Pessoa

Ve gemileri olmayan bir rıhtım gibi gerçek ve çıplak bu saat

Fernando Pessoa


Ben rıhtımdan suya atlarım
Altımda balıklar
Üstümde bulutlar
Ağzımın kenarında çırpıntılı Boğaz suyu
Pembe yalıya doğru yüzerim

Oktay Rifat

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Yahya Kemal Beyatlı

Kara yaz! Karanlık yaz! Kararan vücutlardan
rıhtıma varmayan ceset elbette hatırlanmaz.

İsmet Özel

Ben âvârelikten rıhtımdaydım
Sen kimseyi beklemediğin halde oradaydın

Erdem Bayazıt


Tenha bir meyhanede oturuyorduk sevgilim
İzmir’in eski rıhtımında
Bilirsin, severim çok İzmir’in eski rıhtımını

Edip Cansever

hep rıhtımda üşümüş bir sevgiliyi düşlerdi
bir göl kıyısını özlerdi zaman zaman
nedeni bilinmez onun da
ne elini tutan olmuştur orada
ne de öpen gül dudağından

Tuğrul Keskin

Denize inerdik
Ben yüzerdim o girmez
Rıhtımdan suya bakardı
Denizden çıkardım
Yok

Oktay Rıfat

Bir son öpüştü rıhtımda
kaldı ardımda.

Wolfgang Borchert


Yalnızlar rıhtımı, kuru kalabalıktır.

Metin Üstündağ

Eğil biraz, paslanmış kıyı babasına tutunarak sark
Suyla rıhtımın birleştiği yerlere bak

Taş da çürür.

Ali Cengizkan

gemiler rıhtımlara ayrılık boşaltıyor bugünlerde
istanbul bir yerlerde yaprak döküyor

Salih Bolat

Bir beyaz gemiydi ayıran onları
Kadın güvertedeydi, adam rıhtımda
Şimdi unuttum yüzünü kadının
Adamın gözleri aklımda

Ümit Yaşar Oğuzcan

Terk edilmiş, günbatımındaki rıhtımlar gibi.
Titrek bir gölge kaldı ellerimde oynaşan.

Pablo Neruda

Ver elini Haydarpaşa demişiz,
Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,
Hava hafiften soğuk,
Deniz katran ve balık kokulu
Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,
Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu…

Turgut Uyar

Gitsem gezinsem derim limanda
Rıhtım kahvelerinden birinde otursam
Bir şey içsem ve dönsem
Değiştirsem elbisemi,
Yahut uzanıp saatlerce uyusam
Belki bu dertten kurtulurum
Derim ama akşam olur
Gene kapına düşer yolum.

Necati Cumalı

Kim bilir şimdi nerdesin?
Senindir yine akşamlar;
Merdivende ayak sesin
Rıhtım taşında gölgen var.

Ahmet Hamdi Tanpınar

Ben bir mekan-ı nȃsda mihmȃn idüm sana

Ol gün kanı ki gün gibi sûzân idüm sana
Olsan revâne sâve-i bî-cân idüm sana

Esrȃr-i kȃinȃta ezel cür’a-dȃn iken
Ben hȃnkȃh-i ʻışkda hayrȃn idüm sana

Ne gülde reng ü bû var idi ne sabȃda fer
Ben gülşenünde bülbül-i nȃlȃn idüm sana

Sen naz iderdün ehl-i niyȃza Medîne-vȃr
Ben Ka’be gibi çak-girîban idüm sana

Şahum Hayȃliysem ki cihȃn lȃ-mekan iken
Ben bir mekan-ı nȃsda mihmȃn idüm sana
Hayâlî

İyileşme

Sağanak yağmurlar gibi ağlamak istiyorum
Ağlamadığım bütün ağlayışları
Kokuları ağlamak istiyorum
Tuzu, ölümü, karanlığı
Bir çocuk gibi değil
Analar gibi değil
Kendini yiyen bir kaya
Yaralı bir çam gibi
Gövdemi ağlamak istiyorum

Erdal Alova

III. Yanık Gül

Kötü bir bahçıvan
Nasıl titrer de diktiği çiçeklerin üstüne
Öbürlerini unutursa
Ben de yer beğendireyim derken
Şiir denen şu huysuz çiçeğe
Gözüm görmez olmuş gayrı dünya bahçemi.
O telaşla ezdiklerim…
(Kimilerini bilerek tabi)
Ya şunlar… kurumuş hepsi…
(Sonra sulayacaktım!)
Ayrık otları sarmış tekmil gözlerim
Sade ardımdakileri değil
Önümdeki gülleri de yakmışım!

Erdal Alova

Uğurlama

Yol boyunca gelincikler…

Çiçeklerin çingenesi!

Kırmızı önlüklü
Okul çocuklarım benim
Yakaları siyah!

Erdal Alova

ŞARAP İÇMENİN TERBiYESİNİ VE YOLUNU BİLDİRİR

İmdi bilmiş ol ey oğul, şarap konusunda ne iç diyebilirim ve ne içme diyebilirim. Çünkü gençler kimsenin sözüyle iş görmezler ve başkasının sözüyle yiğitlik fiilinden vazgeçmezler. Çünkü bana da gençken çok söylerlerdi, ben de kabul etmezdim. Elli yaşımdan sonra ulu Tanrı inayet eyledi, bana yardım etti ve tövbeyi layık gördü.

Ama eğer içmezsen iki cihanın faydası senin olur ve ulu Tanrı da senden hoşnut olur, hem halk arasın­da kınanmazsın, akılsızların yaptığı gibi olmayacak hareketlerde bulunmazsın, malın da telef olmaz. Öyleyse bu mana ile, yani dediklerimden ötürü eğer içmezsen doğru olur, benim yanımda da çok sevgili olursun.

Velâkin ey oğul, bilirim ki gençsin ve bilirim ki şarap yoldaşları seni içmemeye komazlar. Onun için demişlerdir ki, yalnızlık yeğdir, kötü işe kılavuzlayan yoldantan ise. İmdi, eğer içersen, hiç olmazsa tövbeyi gönlünden giderme, her an günahını anıp ulu Tanrı’­dan tövbe ve yardım isteye dur ve her an işlediğin günahlardan pişman ola dur. Çünkü sen bunları gözleyince, kuşkusuz ulu Tanrı fazlından ve kereminden sana tövbeyi lâyık görür.

Ama ne zaman ki içersin, hiç olmazsa yemek yedikten sonra tezcek şarap içme, ta ki üç kez susuzluğun kansın, yani susuzluğa bir kez sabreyle, ne su iç ve ne şarap, sonunda susuzluğun geçsin. Bir daha susayasın, yine sabreyle, o susuzluk da geçinceye kadar. Üçüncü kez susadığında içersen şarabı o vakit iç, ta ki yiyeceğin kuvveti vücuduna sinmiş olsun.

Ey ciğerköşem, şarap içersen ikindiden sonra iç, sen sarhoş oluncaya kadar akşam olmuş olur, halk seni sarhoş olarak görmez. Öyleyse akşama kalmış olduğun için ayıbın örtülmüş olur. 

Sonra şarap içerken nukulcü (çerez yiyici) olma, çünkü şarap arasında çok çerez yemek iyi değildir, ulular bu işi beğenmezler, hem demişlerdir ki, şarap içerken çerezi çok yemek mideye ağırlıktır. Sonra şarabı sahralarda veya bağlar arasında içmeye az git. Eğer buna benzer yerde şarap içmeyi seversen, bari sarhoş oluncaya dek içme, ta ki evine gelinceye kadar rezil olmayasın. İmdi eğer sarhoş oluncaya kadar içeceksen evinde iç, çünkü kişi ne yaparsa damı altında yaptığı yeğdir. Çünkü ev gölgesi insana örtüdür, ağaç gövdesi insanı dört yanından rezil eder. Kişi gurbette ne denli bolluk içinde zengin olsa da vatanındaki gibi olmaz, yani yazıdaki şarap sohbeti namuslu kişiler için ev içindeki gibi olmaz.

Sonra, meclisten, yani şarap sohbetinden kalkınca öyle kalk ki, iki-üç kadeh daha içmeye mecalin olsun. Sakın, tokluk lokmasından ve sarhoşluk kadehinden. Çünkü tokluk ve sarhoşluk, yemekten ve şaraptan değildir. Ama kişi normal bir iştahtan sonra bir-iki lokma fazla yerse tok olur ve mide ağırlaşır ve bir-iki kadeh fazla içerse sarhoş olur. Öyleyse sonraki lokmayı yeme, tok olup sonra ağırlaşmayasın ve şarap içiyorsan sonraki kadehi içme, sarhoş olup kınanmayasın. Yani ne çok tok ol ve ne çok sarhoş, ta ki ikisinin de zahmetinden uzak olasın.

Hele oğul, hiç olmazsa sarhoş oluncaya dek içmemeye çalış. Çünkü sarhoş oluncaya kadar içmenin iki türlü sonucu vardır: Birisi delilik ve birisi sayrılık. Çünkü mademki sarhoştur, son derece delidir ki yarı deli; ne zaman ki mahmurdur, son derece sayrıdır ki yarı sayrı. Öyleyse akıllı kişi niçin meşgul olsun bir nesneyle ki sonu delilik ola ya da sayrılık.

Ey oğul, hele sorhoş oluncaya kadar içersen, hiç olmazsa sabuhi etme, yani gece sarhoş olup yatıp sa-bahleyin daha şarap buharı başında iken şarap içme. Eğer rastlayıp da içersen bari arada bir iç, çünki sabah içki içmek akıllılar katında beğenilmiş bir iş değildir. Her şeyden önce sabah içmenin kötülüklerinden birisi budur ki sabah namazı geçer, yani kazaya kalır; biri de bu ki, geceki sarhoşluğun buharı henüz dimağından yok olmadan sabah içtiğin şarabın buharıyla karışır. Öyleyse bu iki buhar birbirine katılınca ikisinden malihulya (melankoli) doğar, o da deliliğin bir cinsidir. O halde bir bozucudan iki bozucunun fesadı daha fazladır. lmdi bir dimağda bir bozucu vardı, yani geceki buhar, ona bir bozucu daha ulaştı, yani sabah içtiğin şarabın buharı. Öyleyse bunun gibi iki bozucu bir araya gelirse kavgadan başka bir sonucu olur mu? Ko imdi bunu, ulu Tanrı geceyi rahat için yarattı. Vakit ki başkaları rahat olup uyusun, sen şa­rap içtiğin için uyanık olasın; başkalarının uyandığı vakitte de senin uyuman gerek idi, şarap içtin, yine uykunu almadın, gerçekten bu kez zahmet üçe çıktı. İkisi şarap sarhoşluğu ve biri uyku mahmurluğu, Neu-zübillah, ertesi gün görürsün ki baş ağırlaşmış, göz kapakları şişmiş, gövde titrer, beyin zonk zonk eder, hem deli oldu, hem hasta ve hem vorgun. Ko ne bela imiş o sabah içkisi dedikleri, şükür ki vaki olmadı Mercimek’e. Ey oğul bilmiş ol ki, sabah içmek az olursa orada kavga ve gürültü olmaz. Hele sonra pişman olacağın bir kötü iş olmayınca olmaz. Ama arada bir özür için sabah şarabı içmek uygundur, velakin bunu adet edinmek doğru değildir.

Ondan sonra ey oğul, eğer bekri olursan, yani şa­rap içmeğe düşkün olursan, bari Cuma gecesi içmemeyi adet edin Üstelik bunun gibi topluluğa mahmur gitmek sana yakışmaz, yani Cuma namazını daha ayılmadan kılmak doğru değildir.

Sen o bir gecenin hürmetini saklayıp içmediğin ıçın öteki gecelerde içtiğinin aybı örtülür, halkın gönlüne hoş gelir ve avamın dili bağlanır. O aziz günün gecesine hürmet etmenin sevabı öteki dünyada sana karşı gelir, hem de o günde ve gecede şaraba ve meclis masrafına gidecek mal sana kâr olarak kalır; çünkü bir yılda kırksekiz Cuma olur, kırk sekiz gecenin masrafı yanına kalır. Bir de bu ki, gözün, gönlün, aklın, tenin ve canın altı günlük içki zahmetinden rahat olur. Çünkü bu saydıklarım şarap buharından ötürü zahmette iken o gün içmediğin için rahat olurlar. Öyleyse bedende sağlık ve malda bolluk, yani fayda; Öteki dünyada sevap bu dünyada iyi ad ve avamın dilinin bağlanması bu bir gecede şarap içmeyi bırakmakla elde edilir. Bir gece ki o gecede şarap içmemekle bu kadar yarar elde edilsin, onun gibi gecede şarap içmemeyi adet edinmek yahşi adettir ve gayet beğenilmiş­tir. Umuttur ki bari Cuma gecesinde şarap içmeyi adet edinmeyesin, inşaallahü taala.

İlyasoğlu Mercimek Ahmed
Kâbusname / Tercüman 1001 Temel Eser 36
Sadeleştiren: Atillâ Özkırımlı

Ayazda Kalmış İslamcının Türküsü

bu mülevves döngü mü sarıldığımız urgan
bu muydu son durağı derin sular geçmenin
tahkir bodrumlarından alanlara çıkmanın
ayetlerden şiirlerden ördüğümüz kanatlarla
konduğumuz bu sofra mı olacaktı semamız
bu vandal bu zalim bu şehvet bu kin
bu akıl tutan yalan mı çocuklarıma yorgan

bu kadar aç mıydık biz bu kadar mı şarlatan
kan kesilmiş süt içtik sarışın canavardan
besmeleyle küfrettik hamdeleyle katliam
yaklaşıyor yaklaşmakta olan maaş üç makam
Kudüs gitti yok mu arttıran sırada Şam
kan ağlayan annelerin ıslak seccadeleri
tanklara çakıl taşı atan çocukları da
bir gün daha sırmalı bardakta latte için
yüz vermeyen kızları tutuklama yetkisi
beyaz kahyalı rezidans ihtimali uğruna
tüm günahları tattık tüm suçları işledik
mis gibiyiz miş gibiyiz cehennem pervanesi
yaklaşıyor yaklaşmakta olan için yargı tam

gökyüzünü delenlerin camlarındaki gökte
paramparça olmuş ahmak güvercinler gibiyiz
uçarken İslamcıydık düşerken devletçiyiz
herşeyi kana buladık döne döne düşerken
şeytanların ayakları dibinde din çekişiyor
sefil mücrim arsız yalan tekbirler atıyoruz
ne devlet başa bize ne cennet ahirette

Mehmet Efe
Kaynak: mehmetefe.com

Bülbül

                                                                  -Basri Bey oğlumuza-

Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;
Nihayet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.
Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı,
Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdiyi sarmıştı.
Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hılkat kesilmiş lâl…
Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl
Muhîtin hâli “insâniyyet”in timsâlidir, sandım;
Dönüp mâzîye tırmandım, ne hicranlar, neden andım!

Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryâd,
0 müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu
Ki vâdiden bütün, yer yer, enînler çağlayıp durdu.
Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi;
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûya Sûr-i Mahşerdi!

-Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin ?
0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun,
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen.
Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın,
Ufuklar, bu’d-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın.
Değil bir kayda, sığmazsın – kanadlandım mı – eb’âda;
Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra dünyâda,
Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır?
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?
Hayır, mâtem senin hakkın değil… Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda!
Ne husrandır ki: Şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
SALÂHADDÎN-İ EYYÛBÎ’lerin, FATİH’lerin yurdu.
Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMAN’ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ’nın!
Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma’bedinden YILDIRIM Hân’ın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHAN’ın!
Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me’vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm’ın harem-gâhında nâ-mahrem…
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem! (*)

Mehmet Akif Ersoy

(*) Bu şiir yazılırken Yunan istilâsı altındaki topraklarımız hususiyle Bursa’ya dair elîm haberler geliyordu;  tetkikine de imkân yoktu.

8 Temmuz 1920’de Ankara üzerine saldırıya hazırlanan Yunan kuvvetleri, Bursa’ya girmişlerdi. Burada geçen olaylar Türk milli mücadele tarihinin en acı ve en hazin olaylarını teşkil eder. Bursa’ya giren Yunan ordusunda teğmen olan başvekilleri Venizelos’un oğlu Sofokles (ki daha sonraları başbakan olarak ülkemizi ziyaret etmiştir) doğruca Osmanlı devletinin kurucusu olan Osman Gazi’nin türbesine girmiştir. Orada sandukaya ayağını dayayarak çektirdiği fotoğrafı dünya basınında yayınlanmıştır. 
– “Kalk koca Türk!.. Senden ırkımın intikamını almaya geldim. Bak kurduğun devlet parça parça oldu. Bursa’yı eski sahibine iade ettik. Zelil neslin şimdi elimizde bir köle durumunda bulunuyor. Kalk!.. Seni bir kere daha öldüreyim de ırkımın intikamını alayım!..” 
Bir müddet türbenin içinde kılıcını sallayarak dolaştıktan sonra zafer kazanmış bir kumandan havasına bürünen Venizelos’un oğlu, ayağını sandukanın üzerine koyup kılıcına dayanarak fotoğrafçıya şöyle seslenmişti : “Çek bakalım bir Bursa hatırası…”
Bu haberler Türk basınında da yankı buluyordu. Bütün ülke kan ağlıyordu. Artık Yunan orduları Ankara üzerine saldırıya geçmişlerdi. Şehirlerimiz birer birer el değiştiriyordu. Ordularımız ve ordu birliklerimiz son savunma hatlarını teşkil edecek Sakarya’nın doğusuna çekilmeye başlamışlardı. Yunan yanlısı Batı basınında hemen her gün manşetten verilen savaş haberleri ile bütün dünyanın gözleri Ankara önlerine çevrilmişti. 
Bu acı olayların haberi bütün vatan sathında bir alev dalgası gibi dolaştığı sıralarda Ankara’da TBMM’de Burdur mebusu olarak vazifesine devam eden Mehmet Akif, Bülbül adlı şiirini bu kederli ortamda bir gece içinde tamamlar. Akif’in yanında bulunan ve bu şiir yazılırken çekilen çileleri sonraları yayınlanan hatıralarında çarpıcı bir şekilde nakleden oğlu Emin Ersoy, Mehmet Akif’in bütün gece hem ağladığını hem de yazdığını söyler. 

Uğultu

Yıllarca yalnızlık şiirleri yazdım.
Kalabalıklardan yapılmış bir ceza
Kalabalıklarda boğulmuş bir arzu
Tanrının sureti, ormanların uğultusu
Seslerden soğuk bir sessizlik
Çıngıraklı zamanlar
Boyasız evler, çatısız duvarlar
Bir şey söylemeden gidenler
Bir şey söyleyip de unutanlar
Sokak köpeklerinin ıslık çalan gecesi
Ağaçların sabah rüyası yollar boyunca
Yoksulluğun çarşılarda döktüğü yaprak
Ayrılık dedim, kavuşma dedim
“İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi” dedim.

Şimdi içimde kirpiklerinin uğultusu
Ağız dil vermez bir dünya cezası
Başkalarının kaderlerinden soğuma
Bir öksüz ruh, bir gönül acısı
Toprağın bedeninde bulutların kefeni…

Ölümünü bırakıp odalarımıza
Uzun yanlışımızı düzelttin sonunda:

Tanrı yalnızlığı senden yaratmış.

Şükrü Erbaş

Sonsuzun Uçları

1.
Neden kimse sana benzemiyor Hatice?

2.
Gözyaşımın sahibi
Ne zaman alnımı camlara dayasam
Kanatlarını batıra batıra
Sana uçuyor bütün kuşlar.

3.
Ölümü senden mi öğrenecektim
Soluğu canımdan çekilen kadınım.

5.
Çocuklar geldiler mi hiç?

Geldiler Hatice
İçimize baktık uzun uzun
Sana geldik
Tek tek odaları kokladılar
Bizimle ağladın sen de
Sonra yine ikimiz kaldık.

6.
İster ölüm olsun ister ayrılık
İnsan unutur mu var olduğu bedeni.
Dünya sözüm, can evim
Bir gün ağzından uzak gülerse ağzım
Tanrı gökyüzüyle boğsun beni.

12.
Ömür Hanım
Çıkarıp çerçevesinden o hayal zamanları
Silmezsem eğer hayatın harfleriyle
Her gün biraz daha tozlanacak evimiz.

14.
“Evden uzaklaş biraz
Antalya’dan çık
Mezarlığa gitme her gün
Fotoğraflar dünyayı örter
Acı soğusun
Sen Tanrı değilsin
Ölülerden değil
Dirilerden geçer zaman
Git, bir başka insana dokun…”

Ben de öyle yapıyorum
Harflerden binlerce Hatice yaratıp
Tek tek dokunuyorum hepsine
Büyüyorum, büyüyorum
Nasılsa ölüm var değil mi
Binlerce hayatla gülüyorum zamana
Gülüyor benimle birlikte Hatayi de:
Bir dedim var bin dermana değişmem.

18.
Odalardaki boşluğunu topladım geldim
Neşet’in bütün seslerini topladım geldim
Yalnız uçan kuşların gökyüzünü topladım geldim
Yastığında solan tülbendin kokusunu topladım geldim
Çocuklar aradı, sslerinin aştığı yolları topladım geldim
Bir kadın ilaç soruyordu eczanede, elleri yok
Alın çizgisinde yanan kandilin fitilini topladım geldim
Sen nasıl yok olursun anlamıyorum, topladım geldim
Gül bozuk, kadife soğuk, karanfil gözyaşı kurusu
Limoni bir selvi bütün armağanım, geldim…

Şahgülüm, başucundayım, sevgililer günün kutlu olsun…

20.
Tuhaf bir adam oldum
Kendimle konuşuyorum evin içinde
Biraz da şu koltuğa oturayım, diyorum
Perdeleri ne kadar zamanda yıkardın, diyorum
Bir gün olsun açık bırakmıyorum yatağımızı
El ayak değmeyen yerler nasıl tozlanıyor böyle
Merak etme, mutfağı tertemiz ettim
Terlikler senin istediğin gibi duruyor
Çamaşır ipini silmeden asmıyorum çamaşırı
Bir kahve yapayım diyorum
İki fincan koyuyorum, süt hazırlıyorum sana
Sessizlikten mi nedir
Bütün bunları yüksek sesle söylüyorum.

İnsan başka nasıl katlanır ölüme, bilmiyorum.

21.
Misafirler gitti
Biz kaldık yine.

Eşyaların düzeni bozulmasın diye
Çırpınıp durdum sessizce.

Yeri değişen her şeyin
Sen biraz daha uzaklaştırdığını söyledim
Öylece baktılar yüzüme.

İnsan anıları nasıl korur başka
Bilmiyorum
Duvarda kocaman bir çivi deliği.

Yollarımın sahibi
Ben ölene kadar
İkimiz de bir yere gtmiyoruz.

24.
Ömür Hanım
Seni çok özledim, çok
Ben gelene kadar çürüme ne olur.

Yüzüm kuyular mührü
Ellerim iki turna uyuduğun sonsuzlukta
Odalar toprak döküyor üstüme.

Ölümü de dünyada yaşıyormuş insan
Gövdem kalbimin darağacı
Şahgülüm… uzun sürmeyecek yalnızlığım…

25.
Sarkaç durdu. Kapı yok.
Ayna buğulanmıyor.
Tanrı bitti.
Ölüm değil büyük ceza
Her zerresi yalnızlık
Bir dünyayı sevmek hâlâ.
Ayrılık burcum…
Parmaklarım birer mihrap çırası
Gövdem bitene kadar tüteceğim başında.
27.
Ömür hanım, iyi ki ben de seninle yaşadım dünyayı.
29.
Dünyanın bütün seslerini alıp götürdün
Mezarından başka harf kalmadı ağzımda.
Yoruldum kalabalığın hayatından
Yaşamak diye el çırptığım ne varsa
Şimdi bir ölüm türküsü, bir hatıra yangını
Yalnızlık çark dönüyor üstümde.
Yeryüzü şarkım, sürmeli pencerem
Her sabah aynı soğuk
Her akşam aynı keder
Yastığını koklaya koklaya öğrendim
İnsan bir kere ölmüyormuş meğer…
30.
Ölüm evini buldu.
Ağzımızda son bir dünya hecesi
Yüzümüz, suyuyla boğulmuş bir göl
Kirpiklerimizde
kurumuş arzular
Geçip oturdu “ılık minderimize”
Ben şimdi o bağbanım Hatice
Kemiklerin çiçek açsın diye
Çırpınıp duran başında…
36.
Ölüler yaşlanmazmış
Yalan
Sensin canımda çırpınan zaman.
Bir gün ben de
Senin kış bahçende–
Sevmek başka nedir Ömür Hanım…
38.
Ayrılık mı olur seninle benden
Meğer başım düşe meydan içinde.
Harfim, hecem, cümlem
Bütün hatıralarımızı toplayıp geleceğim
Ayrılık o zaman tamam olacak.
39.
– İçme şunu, beni ortada bırakacaksın.
– Biraz toparlanayım da Karadeniz’e gidelim.
– Gittiğin yerde bir gece kal. Bne iyiyim. Yazık sana.
–  Gelmiyorlar diye söylenip durma insanlara.
– Kimseye borcumuz kalmadı değil mi?
2014-2016
Şükrü Erbaş
yaşıyoruz sessizce / Kırmızı Kedi Yayınevi / 2016