Düğün Deyişi

Adaya geldiğimiz
kış gününü
anımsıyor musun?
Bize doğru kaldırıyordu
soğuk kadehini deniz.
Usul sesler çıkarıyordu
duvarların üzerinde sarmaşık
karanlık yapraklarını
adımlarımıza dökerek.
Sen de küçük bir yapraktın
yüreğimin üstünde titreyen.
Yaşamın rüzgârı önüne katıp
getirmiş koymuştu seni yüreğime.
Başlangıçta görmedim seni:
bilemedim eşlik ettiğini bana,
vakti saati gelince
oydu göğsümü köklerin,
birleştiler kanımın ağında,
benim ağzımla konuştular,
benimle çiçeklendiler.
Kuşku götürmez varlığın
görülmez yaprak oldu ya da dal
ve yüreğim aniden
meyvelerle,
seslerle doldu.
Evime yerleştin, karanlıktı
ama seni bekliyordu evim,
geldin ve lambaları yaktın.

Pablo Neruda
Çeviren: Erdoğan Alkan

Sigara Yaktıracak Bir Hikaye

Şahin marka araç ile son ses aynı sokaktan iki kez geçen gence dayının biri “taşındı onlar” dedi. Çocuk arabayı sağa çekti müziği kıstı. Arabaya yaslanıp sigara yaktı. Apartmana baktı. Terasta kuşçu vardı. Güvercinler havalandı. Sigarası bitti, müzik kısık sesle devam etti.

Halil Yörükoğlu

Benzeş

Ölü bir böcek nasıl
hapsolduğu kehribar içinde

Gülten Akın

Bellek İle Ölüm

KISA ŞİİR / on beş

Durur bellek çizmez olur
bu bir tehdit midir hayatımıza
anımsamak o daha mı bü- yüktür yoksa?

BELLEK İLE ÖLÜM

Bellek durduğunda unutuş tırmalar kapıları
aynı sözler tekrar yine tekrar
kapandır, kısılıp dönülür
beynin içinde

ağız söylüyormuş bunu bilmiyordum
“hayır” diyormuşum durmadan
olumsuzlanan o dar alandan
çıkıp kurtulmak istiyor-muşum

denetle, çöz, boya, sıraya diz
senden mi geçmişti, salınır hayata
sözcükler, yalan özgürlüğümüz, sahte tansık
dökülür foya
kafamızın içindeki
yumruk kadar nesne sendelediğinde

yaş dondurur usul usul, hüzün dirhem atar
duyarlı teraziye
kin hırpalar öfke yerinden uğratır
sarsılır eski makina

söyleyen kim aynı sözleri bir daha bir daha
ben mi ben değilim o başka
ama yakınlar duyarlar
yoklar ölüm bizden önce

Gülten Akın

Barok

Her mültecinin içinde bir gül ağacı boylanır
Sıcağa susuzluğa dayanıklı
Ülkesizlik tüm ülkeler sayısınca genişliktir
Sınırsızlığa sonsuzluğa dayanıklı

Özlem değil hayır üzünç değil
Özleme üzünce karşı koymaydı
Ansızın ve nedensiz fırlatılıp atılmış da
Yasasız tüzesiz suçsuzluğa dayanıklı

Barok bedenine düşleri ve kuşları
Aynı incelikle yerleştirebilir
Vivaldi bir uçta Borges öteki
Çılgın kalabalığa sinsi yalnızlığa dayanıklı

Her mültecinin içinde bir gül ağacı boylanır

Gülten Akın

Kum

KISA ŞİİR / iki

Hızlı öpüşlerle lekelenir ten
uzun kalır usul öpüşlerin anıları

KUM

Bana yaşadığı kentin kumunu gönderen
bir sevgilim vardı
bense merak ederdim hep oranın rüzgarını
uslu mu deli mi sürekli mi
apansız mı çıkar gökte savurur
yerden aldığını

Paylaştığımız kentler oldu sonra
rüzgar usta ben acemi
esti geçti bir hışımla geçti
kum doldurdu gözlerimi

Gülten Akın

Leyla

“sen Leyla değilsin” dedi Mecnun
                               kavuştuğu andı
çıldırmış sanıldı

Gülten Akın

Sözleri Kuş Kadınlar

“Bunlar güvercin” dedim, “gövdesinin inceliğinden..”
“kumru olsa..” dedim, ona baktım
baktım beni dinlemiyor
güvercinler uçtu, sustum

Gülten Akın

Bellek, Şiir, Fotoğraf

Bellek… İnsanın bilme, unutma ve anımsama yetisi. İnsanın, farkında olarak yaşama ayrıcalığı. Beş duyumuzla algıladığımız her şeyi kaydettiğimiz bir özel alan. Yaşadığımız her şeyi; zamanı, olayları, doğayı, toplumsal olguları, geçmişe ve geleceğe taşıdığımız, üç boyutlu hale getirdiğimiz, aralarında ilişkiler kurduğumuz, karşılaştırmalar ve değerlendirmeler yaptığımız, böylece kendimizi ve dünyayı anladığımız, çoğalttığımız bir bilgi ve bilinç hali… Yaşamayı biyolojik ihtiyaçlar ve zorunluluklar alanından çıkarıp, etik, estetik, ideolojik, dinsel ve felsefi bir değerler silsilesine doğru taşıyan yetisi insanın. Bize hayal kurma, haz alma, acı duyma, sevinçten korkuya kadar pek çok heyecanı yaşama imkânı veren; bizi bedensel varlığımızın ötesine geçiren; estetik yaşantılar tasarlama ayrıcalığı veren, kısaca varlığımızı insan kılan bir büyülü özelliğimiz… Erken söylenmiş bir sonuç cümlesi sayılmazsa, ödülü ve cezası insanın.

İnsanın doğumdan itibaren yaşadığı her şey; ses, dokunuş, koku, tat, renk ve biçim olarak algıladığı her şey, farkında olsun olmasın, onun belleğini oluşturur. Biz bu görünmez ve sonsuz kayıtla kavramaya başlarız dünyayı. Bu kaydın alanı ne kadar büyürse, bizim dünyamız da o kadar büyür. Bir başka ifadeyle, biz de o kadar büyürüz. Yaşantı yoluyla, kitaplar yoluyla ve daha pek çok kanaldan edindiğimiz bilgiler, bizim hayatla ilişkimizi belirleyen, ona niteliğini veren, bizi durmadan olup bitenlerle ilgili değerlendirmeler ve seçimler yapmaya götüren birisi yapacaktır. En sıradan, alışılmış, hiçbir yenilik içermeyen bir yaşantı bile olsa, biz bir değerlendirme ve seçim yaparız. Seçim, var olanın kabulü, sıradan olana kolayca katılma da olsa, bir seçimi içerir. Bize kadar herkesin yineleyip durduğu ama bizim ilk kez yaptığımız bir seçimdir bu.

Bellek, bir anlamda insanın hayat bilgisidir. Bilgisinden de öte hayat bilincidir.

Günlük yaşam, kendi akışı içinde bizi sonsuz görüntülerden, sonsuz ayrıntılardan oluşan bir etki altında tutar. Bunların çok büyük bir kısmı önceden tasarlanmamış, planlanmamış, rastlantısal etkilerdir. Evler, sokaklar, çalışma hayatının bizim irademiz dışındaki gerçekliği, çarşılar, güneşin doğuşundan bulutların seyrine, ağaçlardan diğer canlılara pek çok toplumsal olay ve ortam, doğa olayları ve varlıkları, hepsi de bizim irademizin dışında oluşan, ancak bizim imgelemimizi, duygu ve düşünce dünyamızı bir biçimde oluşturan yaşantı parçalarıdır. Bütün bunların oluşturduğu bellek, özellikle algı süreci itibariyle, bizim rastlantısal belleğimizdir. Elbette bu bellek de bizi bir bilgiye götürür, bir bilinç oluşturur. Ancak böyle bir bilinçlilik, bizim önceden kurguladığımız, bir amaç olarak önümüze koyduğumuz, ona ulaşmak için çaba gösterdiğimiz, tarafımızdan arzulanmış ve tasarlanmış bir algı süreci ile başlamaz. Biz bu rastlantısal algılarla da değerlendirmeler yaparız; önceki algılarımızla bu “yeni” görüntüleri farkında olmadan karşılaştırırız; buradan, daha yeni görüntülere, yeni bilgilere varırız, belleğimize yeni halkalar ekleriz. Bu, insanın zihinsel süreçlerinin, algı ve değerlendirme ediminin doğasında olan bir kaçınılmazlıktır. Ancak bir sanat yapıtıyla kurduğumuz ilişkiden çok farklı olarak, ilk aşaması kesinlikle rastlantısaldır.

Bir sanat yapıtıyla kurduğumuz ilişki, gündelik hayatla kurduğumuz ilişkiden çok farklıdır. Bu ilişkide bilinçli, seçilmiş, tasarlanmış bir algı söz konusudur. İster sanat yapıtının yaratıcısı olalım, ister yaratılmış bir sanat yapıtının alımlayanı olalım, biz ayıklanmış, düzenlenmiş ve kurgulanmış bir dünyayla ilişkiye giriyoruz demektir. Bu, tam anlamıyla iradi bir ilişkidir; bilinçli bir eylemdir; kendi hayatımıza kendimiz tarafından yaptığımız bir müdahaledir. Bu müdahale tam anlamıyla bir farkında olma talebine dayanır, farkında olmayı içerir ve yeni bir farkında olma alanına açılır.

İnsan belleği neredeyse bütün algılarını görüntülerle kayıt altına alır. Buradan, hayatın her hangi bir alanına ilişkin soyut formüllere indirgenmiş bir bilgiye varsa bile, özellikle bir sanat yapıtıyla ilişki söz konusu olduğunda, onun düşünce yürütme yeteneği, görüntülerle, resimlerle düşünce yürütmedir. Tam burada, resmin, fotoğrafın, karikatürün, heykelin, edebiyat metinlerinin, şiirin nasıl bir bellek oluşturduğuna kapı aralayabiliriz. Bunu yaparken alanı biraz daraltarak iki dalın üzerinde duralım: Sanatsal bir değer taşıyor olmak koşuluyla fotoğraf ve şiir…

Bilinen olgu; fotoğraf, görüntülerle kurulmuş, görüntülerle kayıt altına alınmış bir metindir. Dış gerçeklik içinden sanatçısı tarafından seçilmiş bir durumun, ışık, gölge, açı, renk ve mekânla, o durumun içerdiği insani trajedinin, en tam uygunluğunun bulunarak kalıcı kılınması eylemidir. Doğal ya da toplumsal, hangi konu-olay-olgu seçilmiş olursa olsun, fotoğraf sanatçısı andığım tüm bu noktaların en iyi kompozisyonunu yakalamak durumundadır. Bunun için günlerce, saatlerce bekleyecektir, uğraşacaktır, pek çok güçlükler çekecektir. Ancak, seçtiği görüntünün anlık, geçici bir gerçeklik, bir başka ifadeyle, çok kısa bir sürede yitirilmiş bir bellek olmaktan çıkması için bu emek ve yaratıcı kaygı kaçınılmazdır. Çünkü sanatçı bize, yaptığı seçimle, kurduğu görüntülü metinle, hayata ilişkin bir önermede bulunmaktadır. Önerdiği sanatsal gerçeklikle bizi, zamanımızın dışına taşımak; böylece bize tek katmanlı, tek doğrulu, tek güzelli bir dünyanın olmadığını, olamayacağını duyurmak istemektedir. Kısaca bizi, gündelik hayatın tam bir hapishaneye dönmüş tek boyutlu belleğinden, üç zamanlı, çok katmanlı bir başka gerçeğe, halka halka büyüyen bir belleğe, dolayısıyla da sonsuzluğu gören, kavrayan bir hayat bilgisine götürecektir. Fotoğrafın oluşturduğu bellek sararmış, bir geçmiş hayıfı ve gelecek korkusu olan bir bellek değil, insanı hem hayatın içinde tutan, hem de bu hayatı güncel olanın dışına çıkaran bir bellektirŞiire gelince… Benzer özellikleri taşımakla birlikte, fotoğraftan daha etkili olan yanı, insana sözcüklerle resim çizdirme özelliğidir. Fotoğraf, ne kadar kurgulanmış, gerçeklik bozularak kurulmuş olursa olsun, sonuçta resmedilmiş, sabitlenmiş bir görüntüyle bizi yeni görüntülere götürürken, şiir, ortada hiçbir resim yokken, o resmi bize dille, sözcüklerle yaptırdığı için, insanın imgelemini harekete geçirmede fotoğraftan daha etkilidir. Bizden, biraz daha fazla bir katılım ve çaba ister. Daha fazla bir dil sezgisi ve bilinci ister. İşlek bir hayal gücü ister. Daha gelişmiş bir soyutlama yeteneği ister. Soyut kavramları somutlayabilme bilgisi ve bilinci ister. Diyalektik bir görme ister. Daha geniş bir hayat bilgisi ister. Kuşkusuz bütün sanat yapıtları da bu donanımı bekleyecektir onunla ilişkiye giren herkesten. Ancak şiir tüm bunların en fazla billurlaştığı bir özel alandır. Böyle bir yaşantının bizde oluşturduğu bellek ise, bütün hücrelerimize işleyerek oluşmuş bir bellek olacağından gerçek anlamda kalıcı, bütün zamanları içeren, bizi durmadan yeni hayatlara götüren, verili olanla yetinmeyen, kısaca yakıcı bir farkında olma bilinci demektir.

Böyle bir farkındalık iyi midir? Elbette iyidir. Bizim küçücük hayatlarımızı binlerce hayatı içine alan bir hayata çevirdiği için iyidir. Ömrümüzü sayılı yıllarla sınırlı bir ömür olmaktan çıkardığı için iyidir. Yaşadığımız zamanı halka halka büyüttüğü için iyidir. Bizi başkalarının hayatına sevgiyle kattığı için iyidir. Bizden sonrasını ve bizden başkasını anlama ve yaşama yetisi kazandırdığı için iyidir. Tüm bu özelliklerinden ötürü de acıdır. Ağırdır. Yaralı bir özgürlüktür. Kendine batan bir sevgidir. Bir incelik yenilgisidir. Bir mutsuzluk ve huzursuzluk bilincidir. Ancak, insanın insan olabilmesi için başka bir şansı da yoktur.

2007

Şükrü Erbaş

Bozkırkurdu

“Gözlerine baksana. Gülemiyor.”

Herman Hesse