Hiç

Beni, bu erkeği kendine bırak
Beni tüm lanet acıyla baş başa bırak
Çünkü seni dünyada ki bütün solucanlar kadar seviyorum
Çünkü ben, dünyadaki bütün düşlar kadar ağlıyorum
Çünkü ben, senin yedi günlük adetlerin kadar acı çekiyorum
Çünkü ben, nedeni anlaşılmayan baş ağrılarına başım ağırır

Çünkü ben senin sesinle.. Kapatt..
..hayır kal daha!
Çünkü sen beni dünden azıcık daha çok seviyorsun
Çünkü senin göğüslerin arasında ansızın ağlayış olmak istiyorum
Çünkü senin hüzün sokaklarında sarhoşça koşmak istiyorum
Çünkü senin göğüslerin arasında ansızın ağlayış olmak istiyorum
Çünkü senin hüzün sokaklarında sarhoşça koşmak istiyorum

Bak bu kırık yatak her daim stresli
Bak bu bozulmuş abajur hala uyanık
Bak nasıl “Benan’ın” benim sesimle göz yaşları düğümlenmiş
Kal çünkü bu gece başındaki gözyaşlarım daha işin başlangıcı
Annene sçyle, “nefesin ne kadar kederli?”
Söyle çünkü içinde hapsolmış ve acı çekmesinin nedeni orada
Söyle su karşısında oturup serap gördüğünü

Sadece işkence işkence azap, ızdırap gördüğünü
Göğüslerin arasında ansızın gözyaşı olmak istiyorum
Sarhoşçasına, keder sokaklarında koşmak istiyorum
Göğüslerin arasında ansızın gözyaşı olmak istiyorum
Sarhoşçasına, keder sokaklarında koşmak istiyorum

Her daim bir yetim kadar rüya görürdün
Sen babamın yokluğundan, ben varlığından korkardık
Varlıklarımızın araısnda ikimizde babasızdık
kalp krizi ile kanser arasında, iki avareydik

Sana ant içerim bayan, ben mey içmeden sarhoş ve baygınım
Sen acımın, içtiğim tekila olduğunu düşündün.
Sen bunun, şiiirimin son beyti olduğunu düşün
Çünkü haykırıp, feryat edip yazıyor ve içiyorum
Çünkü haykırıp, feryat edip yazıyor ve yazıyorum..
Çünkü haykırıyor ve yazıyorum..

Şahin Necefi (Shahin Najafi)

Bitmiş Şair

Hüzünden hüzüne bakıyorum ki daha fazladır
Valizin ıslaklığına ki yolculuğun yolundadır

Giden bir karganın bakışından anladım ben
Bahçemizdeki ağaçlarının kaderi baltadır

Tenindeki en çocukça rüyalara
Vücudunun devamı ile benim sevişmeme

Delilik duygusuyla vurduğun ve vurduğum her bir damara
Kan revan arasında kalmış çocuğa

Hançeredeki en son çığlığa
Pencere arkasındaki dolunun ayak sesine

Bir kişilik yatakta senin uykuna
Terliğin en son böceğe vurulmasına

“asla” dediğine ki soru oldu va yazdı “hangi?”
En son nöbetimdeki senin ellerine

Telefon ucunda bir erkeğin ağlamasına
Sabaha kadar sarılmaksız şiir okumasına

Benim muhtemel uykumdaki senin öpücüklerine
Seyir edilmemiş filmlere, benim boş koltuğuma

Kopuklu tenimin üzerindeki senin hayalinin zevkine
Senin felsefi sözlerimden yorgunluğuna

“Saadi”nin şiirlerin arasındaki ağlamaya
Daha sonraki insanin yanında senin çay içmediğine

Kafamdaki bu kadar devamlı dolu şeylere yemin olsun
Şu bitmiş şaire bana yemin olsun

Şu geceye ve şu çizilmiş şiirlerime yemin olsun
Yine dönüyorum lanet şehrime

Kulağındaki tatsız bilimsel tartışmama
Yine dönüyorum güvenli kucağına

En son tatlı rüyalarımıza, kabustan önceye
Yine dönüyorum en son öpücüğe

Shahin Najafi

Uyan

Hadi uyan
Gün ışığı çilemeye başladı başucunda
Denizler bir mavilik edindi günden
Seher yeline uyup kuşlar yerinden uçtu
Bu türküyü dinlemeyecek misin

Hadi uyan
Aydınlığa çık da çil gözlerin ışısın
İlkyazlar sıcağı biriksin yüreğine
Yoksul olsan da uyan
Garip olsan da uyan
Madem ki güzelsin, güzeli yaşatmak için
Madem ki iyisin, iyiyi yaşatmak için
Madem ki umutlusun, umudu yaşatmak için
Hadi uyan
Denizi dinle, yaşamak desin
Toprağı dinle, barışmak desin
Göğü dinle, sevişmek desin

Bir plak konmuş gibi gramafona,
İşte aşk, işte özlem, işte savaşmak gücü
Uyan diyor uyansana

Hadi uyan
Sevdiğim uyan
Ne olur uyan!

Metin Eloğlu

Bensiz Olacak Her Şey

Bu akşam ölebilirim, rüzgar, güneş, sağanak,
Kalbimi, kemiklerimi etti mi tarumar,
Her şey bitti demektir; ne rüya, ne uyanmak!
Aralarında olamayacağım yıldızlar?

Şu uzak dünyaların her tarafında, yer yer,
Ruha kasvet veren ıssız yolların yolcusu,
Bizim gibi düşünür kardeş beşeriyetler;
Ellerini uzatan her gece bize doğru.

Evet, her yerde kardeşler; bizim gibi yalnız!
Onlar bize işaret ederler geceleri ,
Hüzünlerinden! Ah hiç kavuşamayacak mıyız ?
Mihnette birbirimizi avuturduk gayri.

Yaklaşacak birbirine bir gün seyyaraler,
Bu muhakkak, sökecek belki evrensel şafak,
O zaman! Meczupların türküsü bunu söyler;
Allah’a karşı bir kardeş çığlığı olacak.

Heyhat o günlerden evvel, rüzgar, güneş, sağanak,
Kalbimi, kemiklerimi etmiştir tarümar.
Bensiz olacak her şey! Ne rüya, ne uyanmak!
Ah aralarında olamadığım yıldızlar.

Charles Baudelaire
Çeviri: Cahit Sıtkı Tarancı

Susuzluk Güldürüsü

I

BÜYÜKLER

Senin dedelerin, nineleriniz,
Büyükleriniz!
Soğuk terler tenimizi
Örtmüş ay’la, yeşillikle…
Yamandı sert şarabımız!
Yalan dolansız güneşte
Ne gerekir bize? içmek.

BEN. – Barbar ırmaklarda göçmek.

Dedelerin, nineleriniz
     Çiftçileriz
Sorgunların dibinde su:
Islak şatonun yöresinde
Kazılmış hendeklerdeki
Akıntıyı bir seyreyle.
İnelim mahzenlerimize
Elma şarabı var, süt var.

BEN.-İnekler ile su içmek.

Dedeleriniz, nineleriniz;
   Buyruğunda içecekler
Buyruğunda tüm dolaplar,
Enfes çaylar, kahveler var
ibriklerde titriyorlar.
– Bak, ikonalar, çiçekler,
Mezarlıktan yeni döndük.

BEN.-Tüm kovalan tüketmek.

II

TİN

Su Perileri, ölümsüz,
İncecik suyu bölünüz.

Venüs, göğün bacısı, coştur
Annmış dalgayı, koştur.

Yahudileri Norveç’in,
Bana karlan söyleyin.

Siz, eski dost sürgünler, siz
Denizlerden söz ediniz.

BEN.- Paydos bu saf içeceklere
Paydos su çiçeklerine;
Ne destanlar, ne insanlar
Kandırır susuzluğumu.

Taşlamacı, vaftiz kızın,
Beni delirten susuzluk
Obur bir kurtçuğa benzer
Yüreğimi kemirip yer.

III

DOSTLAR

Gidiyor kumsala şarap
Dalgalarla akın akın!
Tepelerden yuvarlanan
Şu vahşi Bitter’e bakın!

Bilge gezginler, yeşil direklerdeki
Absinthe’e ulaşalım…

BEN.- Dostlar, bitsin bu manzara
Bunca ayyaşlık yetmez mi?

Bütün özlemim: erimek
Korkunç kaymağın dibinde,
Gölün suyunda çürümek,
Ağaçların gölgesinde.

IV

GARİBİN DÜŞÜ

Sabretmeyi bilirim ben:
İçebileceğim, sessiz,
Ve ölebileceğim tasasız
Bir Akşam vardır bekleyen
Birinde eski kentlerin!

Direnmezse acılarım,
Bir gün altınım olursa
Kuzeye giderim, ya da
Bağ Kentlerini boylarım?…
– Tatsız düşlerden usandım.

Bir şey var yitip kaybolan!
Dolaşıp da köşe bucak,
Döndüğümde açmayacak
Kapısını, o yeşil han,
Güler yüzle hiçbir zaman.

V

SONUÇ

Dişi güvercinler, ürkek, huzursuz,
Geceye dek durmadan koşan avlar,
Köle hayvan, ve suda yaşayanlar
Ve ilk kelebekler., hepsi de susuz.

Yok olmak – donanıp serin soluğu! –
Başıboş bulutun bittiği yerde,
Tan vaktinin ormana doldurduğu
Bu ıslak, bu nemli menekşelerde?

Arthur Rimbaud
Türkçesi: Erdoğan Alkan

Esrik Gemi

Çığırtkan Kızılderililer çarmıha germiş,
Çakmış kanlı direklere yedekçilerimi,
Kendimi özgür ırmaklara kapıp koyvermiş
Gidiyorum sular alıp götürüyor beni.

Ne İngiliz pamuğu, ne de Felemenk unu
Ne tayfa patırtısı, ne başka derdim kaldı,
Bitirdi yedekçiler ahret yolculuğunu,
Özlediğim yerlere yelkenlerim açıldı.

Geçen kış, öfke ile çalkalanırken sular,
Çocuk beyinlerinden daha dilsiz, sağır, ben
Öyle koştum durdum ki, uğradığım adalar
Yıldılar şamatadan, görkemli gürültüden.

Sabah, uyanışımı fırtınalar kutsadı,
Mantar gibi, on gece dalgalarda oynadım,
Ölüm kervanı sular beni durduramadı,
Fenerlerin budala gözlerine bakmadım.

Çocuklar nasıl hazla elmayı ısırırsa
Öyle iştahla doldu çam tekneme yeşil su,
Üstüm başım, dümen, kanca, gemide, ne varsa
Baştan başa kusmuk ve mavi şarap tortusu.

Sütbeyazım, yıldızlar akıyor her yanımdan,
Denizin Şiirinde yumduğum günden beri.
Kemirdiğim yeşil maviliğin solgun, hayran
Boşluğuna bazen dalgın bir ölü inerdi.

Orada mavilikler, coşkular ve güneşin
Parıltısı, ezgiler bir sönüp bir yanıyor.
Telli sazlardan büyük, alkolden daha etkin
Aşkın acı kızıllıkları mayalanıyor!

Bilirim nasıl döver kıyılan dalgalar,
Şafağın güvercinler gibi coştuğu anı,
Akıntı ne, hortum ne, gökler nasıl çatırdar,
Ben gerçekte yaşadım düşlerde yaşananı.

Gizemli korkularla yüzünde benek benek,
Güneşi gördüm, uzun, mor buzlarla ışıldayan,
Ve dalgalar gördüm, usta oyunculara denk,
Ürpertilerini çok uzaklara yansıtan.

Uyanışını gördüm fosforların usulca
Karlı geceler gördüm, göz alan, boncuk boncuk
Nice besi suları gördüm düşümde, nice
Denizin gözlerine konan tatlı öpücük.

Takılıp Meryemlerin gümüş ayaklarına
Tıknefes denizlere açılan yeşil suyu,
Azgın boğalar gibi sığ kayalara binen
Hırçın çalkantıları izledim aylar boyu.

İnsan derisinden, panter gözlü çiçeklerle
Donanmış Florida’ya oturmaz mı gemim!
Dizginlerini germiş, sarmaş dolaş göklerle
O renk renk ebem kuşaklamış ne diyelim?..

Kaynayıp fokurdayan dev bataklıklar gördüm
Çürümüştü içinde sazlarla Leviatan!
Nice çökmüş limanlar, nice yıkıklar gördüm
Nice obur burgaçlar çağlayanları yutan!

Gümüş güneş, buzullar, gökler, fildişi sular
Karanlık bir körfezde gemim karaya vurdu,
Tahtakurularının kemirdiği yılanlar
Siyah kokularıyla dalları arıyordu!

Görsün istedim, görsün, çocuklar altın pullu
Gümüş balıklarını o mavi dalgaların!
Neler çektim anlatsın köpükler, çiçek dilli,
Bir liman bulmak için eteğinde rüzgârın.

Bu uzun yolculuğun yorgun kurbanı deniz
Ağlardı, ve ben gözyaşlarında sallanırdım,
Sundukça sarı dişli, mor çiçeklerini, diz
Çökmüş bir kadın gibi öyle kalakalırdım…

Ala gözlü, cırlak kuşlar çığlıklar atarak,,
Dışkı yağmurlarıyla ada yakın diyordu,
Boğulanları suda uykuya bırakarak
Yelkenleri şişirmiş, gemim ilerliyordu!..

Ben bir gemiyim yitik, saçlarında koyların
Fırtınalarla kuşsuz göklere atılmışım,
Yelkencisi Monitör Beylerin, Hans Beylerin,
Esrik su kemikleri aramak değil işim:

Gökyüzünün kızaran duvar gibi damını
Bendim, özgür, sislerde tütün içerek oyan,
Tanınmış ozanlara güneşin cüzamım
Gökyüzü sakağısı ve reçeller taşıyan:

Bendim, deniz ötesi gökleri kızgın temmuz
Basma vura vura yıkıp çökerttiği an,
Yüzümde ayça titreşimleri, bütün bir yaz
Deniz aygırlarıyla mavi sularda koşan;

Nasıl da titriyordum, yüz elli mil öteden
Şehvetli burgaçları fısıldayınca deniz
Mavi durgunlukları ip gibi eğiren, ben,
O eski Avrupa’yı ne aradım, bilseniz!

Adalar gördüm, adalar, yıldız yıldız yanan
Sayıklayan gökleri açmış kapılarım:
– Bu dipsiz gecelerde mi, ey Gelecek Zaman
Uyur, sürgün edersin nice allın kuşları? –

Akşamlar ağlatıyor! Ağladım, çok ağladım!
Ay ışığı insafsız, güneşim acımasız:
Buruk aşklar uğruna uyuşuk, esrik kaldım,
N’olur bu gemi batsın! Beni de alsın deniz!

Avrupa ‘da sevdiğim tek su var: kara, soğuk
Akıyor yarıklardan, burcu burcu tan vakti
Yüzdürüyor diz çökmüş hüzün dolu bir çocuk
Kelebek kadar narin kağıttan gemisini.

Acılarda çalkalanıp güçsüz düştüm dalgalar!
Pamuk tüccarlarına “hayır” diyor dümenim,
Artık benim için ne bayrak, ne bandıra var,
Bu öfkeli sularda ne de yüzebilirim.

Arthur Rimbaud
Türkçesi: Erdoğan Alkan

Berfo Ana

gece uzun sürüyor Berfo Ana
kapıyı açık tut, yüreğini
derelerin fısıltılarına aç
bugün tasanda değişen bir şey yok

“ey oğul, gücün mü tükendi cellâtların
elinde, nereye savurdular kemiklerini?”

gece uzun sürüyor yarın cumartesi
İçerenköy’den Galatasaray Meydanı’na
hava soğuk, şubatın mavi rengi
Cumartesi Anneleri’nin yüzünde

“ey oğul, ölürsem kemiklerin bulunmadan
gömmeyin beni de”

ah Berfo Ana, ölçtün ve tarttın
bedeninde adaleti, boş, yeğin.
geçemediler, geçemeyecekler direncini
böylesine bağlayıcı yüksek ateşin

Ahmet Ada

Berfo Ana’nın Ağıdı

Başımı taşların üzerine koydum…
Komşular: ‘Yapma Berfo kuşlar senin gözünü çıkarır’ dedi.
Kapıyı bacayı açık bıraktım… Evladım gelir dedim.
Senin oğlun kaçtı, diyorlar. Oğlum nereye kaçabilir?
Ben oturup kime derdimi anlatacağım ana can?
Yüzüğün benim parmağımda Cemil can. Yüzüğünü parmağıma taktım.
Gözlerini, ellerini ayaklarını bağladılar, yolunu mu şaşırdın da gelemedin?
Ben öldüm… ama senin için dirildim. Kenan Evren senin için tekrar dirildim.
Cemil can annen seni aramaya geldi.
Şayet ölmüşse kemiklerini istiyorum! Çocuğumun mezarını istiyorum.

Berfo Kırbayır

Ölüm

yavaş yavaş yaklaşıyorum ölüme
Pars, apartman boşluklarında, ara
sokaklarda bekliyor beni paslı orağıyla,
sessizce götürecek ben yoksulu

Pars, usulca götürecek ben yoksulu,
fitili kısık lambaya dönecek gözlerim,
kavaklara bakacağım, hiçbir şey gelmeyecek
elimden, aşmaktan başka eşiği

bir ağaç altı mı olur, deniz kıyısı mı,
bir odada tüy gibi uykuda mı,
kim bilir ne zaman gelecek
dağınık masamın başına?

Ahmet Ada

Ölüm ve papatyalar

kim biliyordu papatyaları çok
sevdiğimi? bi dolu papatya
getirdiler hastanedeki odama
taşıdılar göğü, kırı, ırmakları
serçe sürülerini böylece

iyilik, hep odur mavi aydınlığı
denizin, duraksar düşünürüm
bir salyangozun ömrünü bile
kimselerin umurunda olmasa da

ölünce papatyaları göremem,
ah o kavakları, o kavakları
hep onlardır acımı dindiren
yuvarlanan yıldızlar, takımyıldızı
odamdadır

geldi, geldi işte yokluyor Pars
ah papatyalar, papatyalar

Ahmet Ada