Ayakların

Yüzüne bakamadığım anlarda

bakarım ayaklarına
Ayakların yay kemikli
küçük, pek. 
Bilirim ki taşırlar seni,
ve tatlı ağırlığın yükselir üzerlerinde
Belin ve göğüslerin
çifte ergunavisi memelerinin
yuvaları gözlerinin
demin uçuşup giden
geniş ağzın, meyveden, kızıl saç örgülerin,
küçücük burnum benim
Ama ayaklarını severim ben
yalnızca çünkü onlar yürüdü
üzerinde toprağın ve üzerinde rüzgarın ve üzerinde suların,
beni bulana kadar.
Pablo Neruda

Öğle Rakıları

Buyurun içelim birer kadeh
Güzeldir öğle rakıları efendim
Unutulmaz
Bir kadından söz eder gibi
Utangaç, gizli yasak
Burası Arnavutköy efendim,
Eskiden ne güzel yerler vardı
Bir şilep geçiyor, bir tanker,
Bu Tarsus gemisi bizim
Karadenizden, seferden dönüyor
Sağlığa içelim, iyiliğe
Mutluluğa diyemem, dilim varmaz
Bugünlerde pek mutlu olanımız yok

Bakın denizin mavisi bitti
Çerçöp döküyorlar, ne derler
Çevreyi kirletiyorlar
Görgüsüz oldular çok
İttihatçılardan bu yana
Bet bereket kalmadı
Enver Paşa’nın mı dediniz,
Hayır, Naciye Sultan’ın
Kuruçeşme’deydi bilmezsiniz,
Kömür mezarlığı bütün kıyılar
Tekel mekel, Galatasaray adası
Onlar da öyle efendim,
Hoyrat, ne oldum delisi
Boğaz da kalmadı artık
Beşiktaş’tan başlardı
Bebek de bitti
Ya şu yeni yetmeler efendim
Boğazlı oldular
Yahya Kemal Beyle evet
Dalgın sular, körfez, martılar
Kalmadı efendim kalmadı
Saat başına efendim

Birkaç yunus geçerdi
Ne mi oldu, öldüler

Bilir misiniz efendim öğle rakıları
Yani resimlere benzer gündüz gözüyle
Gündüz gözüyle bakılan
Yeni resimlere inanmazsınız
Bir Asmalımescit meyhanesinde, Pera’da
Biraz küf, mazi, mahrem kokan
Biraz Tünel, Sait Faik, Mösyö Rober
Kimler yoktu buralarda
Kimler gelip geçmedi
En iyisini Fikret Adil bilirdi
Kitaplarında kaldı
Siyah-beyaz bir fotoğraf oldu

Beyoğlu geceleri mi
Kalmadı efendim nerde
Hani karanfilli Ümit Deniz
Her masada bir damla gözyaşı
Her yudumu zehir Cahit Irgat
Hacıağalardan bu yana
Dünya savaşından sonra
Her şey bitti
Yok caddeyi kebir
Banka banka banka
Sakal sakal sakal
Neden mi öğle rakıları
Gündüz gözüyle efendim
Bir kadehin özgürlüğü
Nalçalı kundura uygun adım
İçki, kadın, porselen
Ses, söz, şarkı
Her şey bunadı efendim
Ben de bunadım.

Mehmed Kemal
Öğle Rakıları / Broy Yayınları / İstanbul 1987

Gülüşün

İstersen yoksun bırak beni ekmekten,
yoksun bırak beni havadan, ama
yoksun bırakma beni gülüşünden.

Yoksun bırakma beni gülden,
kopardığın süsenden,
sevincinde ansızın
çağıldayan sudan,
seni apansız doğuran
gümüş dalgadan.

Savaşımım amansız, ve dönüyorum
yorgun gözlerle
ara sıra değişmeyen
görünüşüne toprağın,
fakat gülüşün vardığında,
yükseliyor göğe ve arıyor beni,
ve açıyor benim için
bütün kapılarını hayatın.

Sevgilim, bu en karanlık zamanda
yayılıyor gülüşün,
ve birden görüyorsun
kanımın püskürdüğünü
caddedeki taşlara,
gül, çünkü
ellerim için gülüşün
serin bir kılıç olacak.

Güzün denize yakın
yükseltecek gülüşün
köpükten çağlayanını,
ve güzde, sevgilim,
beklediğim çiçek gibi
arzulayacağım gülüşünü,
o mavi çiçeği,
ses veren anayurdumun gülünü.

Gecede gülüşün,
gündüzde, ayda,
gülüşün
adanın dolambaçlı sokaklarında,
gülüşün seni seven
bu hantal erkekte;
fakat açtığımda
ve kapattığımda gözlerimi,
uzaklara gittiğimde,
geri döndüğümde,
esirge benden ekmeği, havayı,
ışığı, ilkbaharı,
fakat gülüşünü asla,
yoksa ölürüm ben.

Pablo Neruda

Geç Gelen Ağıtlar

Bir Ada istedin kendine
Hiddetli Deniz’le çevrili
Dingin Güneş’in ısıttığı
Huzurlu dinlenme yeri

Yetemedim sana.
Ben olmalıydım
o
yer :
arayıp bulmalıydım –
ama
yer
yar
ıl
dı –
yetişemedim
           – son
           ra:
gittin.

Ye
te
me
di
m.

Oruç Aruoba

Özlem hüzünlüdür – hüzün de özlemli

33.

Özlem, batmış, ama aydınlığı hâla süren güneş gibidir-
bu yüzden akşamüstü saatleri, hüzün saatleridir.
Özlemin ayrılmaz ikiz kardeşidir hüzün:
kendi kendilerini çelen iki duygu olarak, hep,
biribirlerini çekerler-
Özlem hüzünsüz edemez; her hüznün de,
şurasında burasında, bir özlem, gizli, durur,
kıpırdanır.
Özlem hüzünlüdür – hüzün de özlemli.

Oruç Aruoba

– “just you”-

Mimozaları bekleyemedin
mi?

A
ça
cak
lar – dı…

Oruç Aruoba
Geç Gelen Ağıtlar / Metis

Babamın kabrini  ziyaretimizde kızımın yakaladığı bir an. Babamla dargın ayrılan annemin mezarının başında duruşu.

Fuzuli Gibi

Ne varsa aşkta var aşkta
Gerisi fasa fiso

Mehmed Kemal

Başarısız oldum..

Ne olabilirdi ki benim başarım, ben o koşullara boyun eğip, toplum içinde bana gösterilen yeri alsaydım? Bir ikiyüzlülük, bir sahtelik, bir aldatmaca olurdu bu ‘başarı’—-ben’im, ben olmadan, hatta benliğimi bir kenara atarak, kişiliğimi çiğneyerek elde ettiğim bir şey. Karşılığında kim olduğumu verdiğim bir ‘kimlik’… Bunu kabul etmedim—Şunu bilmeni istiyorum: Pişman değilim; hiç de pişman olmadım. Ama şunu da bil ki, öyle gururlu falan da değilim-olmadım. Kendimden hiç nefret etmedim; ama bir türlü beğenemedim de kendimi. Çok acı çektim ama başkalarına da çok acı çektirdim. Kendimi haklı görüyor değilim; ama kendimi savunuyor da değilim-hele yargılamayı hiç beceremiyorum, kendimi de dünyayı da…

Dünya ne ise oydu, ben de ne isem o oldum-uyuşamadık. Hepsi bu…

Oruç Aruoba

Genç çocuk ona demeti uzatırken eli kızın serin ve ıslak eline değmişti

Delikanlı, demetini vermek için her zamanki yere geldiği vakit, kızı, kendisini bekler buldu. O da ıslanmıştı. Kim bilir ne zamandan beri, belki de yağmuru, bahçenin çiçekleri kadar hoş karşılatan bir gönül ürpertisi ile buracıkta bekliyordu.

Genç çocuk ona demeti uzatırken eli kızın serin ve ıslak eline değmişti. Onların küçük mâcerâlarının büyük vuslatı her zaman bu idi ve bu kaldı.

*

O gün akşama doğru yağmur dindi ve güneşin ateş başı, tekrar tabiatı ısıtıp kuruttu. Zaman oldu; yazlar lışa döndü, kışlar baharların koynunda ılındı, gülüp söyleyen günler, hastalıklı güzlerin pençesinde solup sarardı. Hulâsa aylar ayları, yıllar yılları kovaladı. Böylece de delikanlının ilk aşk tezâhürleri, mâsum bakışmalar, ferâgatli sözleşmeler, çiçek ve nâme kapılarına paslı birer kilit takarak, onu, sayısını bilmediği mâcerâlara ititp yuvarladı. Böylece, erginlik çağı, ona taarruz ve ihtiras senelerini yaşatırken, eli, birçok sıcak, kokulu, fettan kadın elleri sıktı. Ammâ gene de, bir zamanlar çit arkasından değdiği serin, titrek ve mâsum eli unutamadı.

Sâmiha Ayverdi / Yusufçuk