içimden kuşlar göçüyor

“Bu gene geçmişin baştan çıkarıcılığı olsa gerek. Şu anın geçmiş zaman olmasını bekle. Ne denli mutluyduk anlayacaksın.(Susan Sontag)” (s.9)

“Bir zamanlar olduğumdan daha yaşlı olmayı isterdim. daha dingin, deneyimli, bütün olumsuzluklardan kurtulmuş, dünyaya yukardan bakabilen biri. Belli yaşa gelmiş, tutkulardan arınmış, durulmuş oturmuş kadınlara hayranlık duyar, imrenirdim. Onları hayatlarının hesap sağlamasını yapıp kadınlık sınırını aştıklarını, gözyaşlarını arkada bıraktıklarını, sevilmeye fazla gereksinme duymadıkları için artık acı çekmediklerini düşünürdüm. Şimdi gençliğimde özlediğim yaşlardayım, ama hâlâ olmayı umduğum kadın değilim. Bu modelin bana pek uyduğunu da sanmıyorum ayrıca. Olgunluğu niteleyen bütün iyiniyetli sözcüklerin arasında başıboş dolaşıyor, yan yollara sapıyorum bu yüzden.” (s. 9)

“Yaşanmış yılların insanın üstünde birikmesi dokunaklı. Bazen umutsuzluğa, birçok şey için geç kalmış olduğum kaygısına kapılıyor, hayatımı kendi kendimden çaldığımı düşünüyorum. Birçok şey geri gelmeyecek biçimde benden uzaklaşmış sanki. Ataklığım, heyecanlarım nasıl olduğunu anlayamadan elimden alınıvermiş. Aşktan kesilmişim. Evet yaşıyorum ama tekdüze, oldukça derli toplu, dikkatli. Olabilirlikler karşısında fazla hoşgörülü. Korkuyorum biraz. İçimin boşalmasından, ufkumun daralmasından, düşüncelerimi diri tutacak eylemlerden uzak kalmaktan korkuyorum.” (s. 10)

“Penceremin önündeyim. Kendi imgemi görüyorum, mermerin üstüne yayılmış uyuklayan tekir bir kedinin başucunda. Küçük ve büyük anların yaşanmışlık görüntüleriyle, sözcüklerle, yabancı ama aynı zamanda bildik kaygılar ve sevinçlerle dolu bir organizma olarak görüyorum. Olduğunca kabul ediyorum onu. Ne gurur ne de hoşnutsuzluk duyuyorum. Acıyan bir yerlerim olup olmadığını anlamak ister gibi yokluyorum içimi. Hiçbir sızı yok. Geçmişin ağırlığı yok üstümde. Yolunca yordamınca unutmuşum unutulması gerekenleri. Sarılıp sarmalanmış sağaltılmışım.”(s. 11)

Bütün kavgalardan zaferle değilse de sonuna kadar vuruşarak çıkmak, bütün son görüşmelerden alttan almadan, suçluluk duymadan ayrılmak istiyorum.” (s. 11)

“Bir insanı sevmeye değer bulabilmem için, onun ulaşılması güç olanı simgelemesi gerekiyordu. Aşk benim için olanaksızlık, umutsuzluk ilişkisi olduğu sürece anlam taşıyordu. Bunun dışında, nesnel olarak, kendi başına ve uzun süreli bir derinliği yoktu. O ele geçmezi elde etme çabasını inatla sürdürdüğümde var olabiliyordu ancak. Yakınımda duran, kolayca ulaşabileceğim hiç kimse ateşleyemiyordu ruhumu.

Ardından kesinlikle düş kırıklıkları geliyordu. Sis dağıldığında tükenerek yanına ulaşmayı başardığım insanın hiç de sandığım kadar ulaşılmaz olmadığını görüyor, şaşırıyordum. Gene de anlaşılmaz bir sadakat gösteriyordum seçtiğim “aşk nesnesi”ne. Cezamı sonuna kadar çekmek istiyordum sanki. Var gücümle koruduğum bütün öznel sınırlar zorlanıncaya kadar direniyordum. 

Yalnızlığın büyük bir özgürlük olarak yeniden yeğleneceği yere kadar…” (s.14)

“Henüz her şey yolundayken, bedenim bana yabancılaşmaya başlamamışken daha, bütün tanışmalardan, başlangıç ve bitişlerden, sevecenlik, aşağılama, ayrılık ya da gidiş dönüşlerden, büyük bunalımlar ve şaşkın, yaralı dolaşmalardan sonra bir gün acı çekmekten bıkmış olduğumu düşünüp düz bir çizgiyi özledim. Düz. Dümdüz. Yatağında uslu bir su gibi akmaya özendim. Yorgunluk belki. Güvenli bir limanda bir solukluk dinlenme. Çiçek yetiştirme, kedi besleme dönemi.

Amaçlarımı gelecek olarak tasarladığım bir çok şeyi belirsiz bir zamana erteleyip güdükleşmeye bıraktım. Duyularımı köreltip herkes gibi olmanın hoşnutluğuyla avunmaya koyulduğum bir boşluğun içine yuvarlandım.

Sessizlik. Acıdan geriye kalan boşluk. Olağanın, sıradanın kolaylığı.

Böyle bir gün herkes için, her zaman olacaktır.” (s. 16)

“Yalnızca deli dolu zor sevgiler değil, içinde uyumun, dinginliğin, dayanışmanın olduğu sevgiler de vardır. Görmüş geçirmişlik dersiniz buna ya da doygunluk. Saflığa varan iyimserlikten, küçük oyunların tuzağına düşmekten ve düşmanlıklardan kaçmayı öğrenmiş, söylemek istediklerinizin çoğunu söylemiş ve henüz söyleyemediklerinizi söylemenin ise zaten gereksiz bir zahmet olduğunun farkına varmışsınızdır.

Masumiyetin sonudur bu. 
Bütün yatırımını her seferinde sakınmadan ortaya atma, ya hep ya hiç mantığı gütme ve onarılmaz kayıpları göze alma yürekliliğinin sonu. Somut ve açık örnekler: Kararlı ve bütün serüvenlere kapalı bir duruş. Hevessiz, takma bir gülümseyiş. Gündelik dile keskin bir dönüş. İlk kez bir banka hesabı.” (s. 16-17)

“Parçalarınızı toplayıp -ek yerleri görünür biçimde de olsa- bir araya getirmek, hiç de özgün biri olmadığınıza inanıp düşlerinizden umudu kesmek zamanı. Yön değiştirme. Rahat bir soluk, en sonunda. Bir zamanlar sizin tekdüzelik, başkalarınınsa mutluluk olarak adlandırdıkları herşey…” (s.17)

“Doğru, ölüm hiçbir şeyi silemez. Siz öldüğünüz zaman, daha bir gerçek, daha bir güzel olacak. (Marguerite Duras)” (s.19)

Belleğin dili yok. Bellek birbirine açılan sonsuz resimlerden oluşuyor. ama hiçbir şeyi unutmuyor. Hiçbir siyahı, maviyi, beyazı ve bakışı, hiçbir duruşun kabalığını ya da anlatılmaz inceliğini. Bellek kimi zaman unutmuş gibi yapıyorsa bu, acıyı yeryüzünden kaldırmak istediğindendir.” (s.19)

Her insan yükünü kendi taşır ister istemez ve düşmeden önce, düştüğünde başına gelecekleri bilemez” (s.24)

Kurulan her yeni denge çabucak bozulabilir. Geçmiş, geçmiştir ve geleceğin önü bir anda kesilebilir.” (s. 25)

Geçmişte bıraktığım bu adam değil. Bu bir başkası. Ben onu boşu boşuna sevmiş ve yoktan var etmişim. Çoğaltmış, yüceltmiş, sevgime değer bulmak için olduğundan daha büyük ve önemli kılmışım. Bu yanılgıda uzun zaman direnişim yalnızca benim sorunum. Acı çekme ustasıyım çünkü ben. Ama şimdi ne bağışlama ne bağışlamazlık var artık burada. Ne pişmanlık ne şöyle ya da böyle bir duygudaşlık var. Kala kala gittikçe silikleşen ve çok seyrek anımsanan bazı anılar kalmış geriye. Unutulmayacak sandıklarımdan kalan küçük kırıntılar. Ama onlar bile ona benzeyen ve gerçekten hiçbir zaman o olmamış biriyle ilgili.” (s. 26)

Yanlış sevilmeler, özellikle yanlış sevmeler. Ama yaşamlarımız bunlar üzerine kurulu değil mi? Hep kıskandım “doğru” sevmiş ender kişileri ya da öyle görünmeyi başarabilenleri. Belki de gerekenden daha uzun süre öyle olduğuna inanmayı yeğlemiş olanları, en azından… Yoksa nasıl olsa her aşk, kazaya, yanlışa dönüşür zamanla…” (s.26)

Kısa da sürse, başlı başına bir yanılsamada olsa aşk insanın kendini yeniden yaratması değil mi? Kendi yüreğine ulaşmada kışkırtıcı bir keşif yolculuğu değil mi? Ama çoktan bitmiş ve artlarında yangın yerleri bırakmış bütün sevdaların sesi var içimde. Gördüğüm kentlerin, geçtiğim yolların, yalnızca birkaç saati ya da olağanüstü akşamları bölüştüğüm ve sonra unuttuğum bütün insaların yüzleri. Sonradan anımsananlar dokunaklı, iyi ve değerli görünür insana. Ama şimdi bir yenilgi kokusu var insanda” (s.32)

Bütün beraberlikler egemenlik mücadelesi sürecinden geçer. Kimi zaman bir taraf yenilir teslim olur. İki tarafta teslim olmuyorsa, karşılıklı olarak mevziler kazanılır ya da kaybedilir ve kişilerin yaşama alanlarının sınırları belirlenir. Bu, yazılı olmayan bir barış antlaşmasıdır. Sorunların tümünü çözmez belki ama temelde işe yarar. İki ayrı insan, iki bağımsız birey olarak ortak hayatı sürmeyi kolaylaştırır.” (S.32-33)

Erkekler konu olduğunda aşk da hiçbir kesinlik taşımıyordu. Birçok erkek kendi cinselliğinde de alışılmış erkeklik rolünün dışına çıkamıyordu. Yetenek ve bilgisini geliştirme fırsatını gerektiği kadar bulamadığı hallerde bile üstünlüğüne inanmayı elden bırakmıyor, Tanrı vergisi doğal donanımını yeterli ve kusursuz buluyor; aramak, denemek ve daha iyisine ulaşmak için çaba gösterme gereği duymuyordu. Gerçekte erkek dünyası, kadına duyulan korkularla gizli aşağılık duygularıyla tıka basa doluydu.

Büyüyü yalnızca aşktan beklemek bir tür bencillik ve fazla hayalciliktir. Cesaret, ataklık ve sakınımsızlık gerekiyordu cinsellik için. Keşfetme tutkusu, sevecenlik ve açıklık.” (s.58)

Evliliğimizi kurcalıyorum. Evet, iyi, güvenli biçimde sürüyor. Birbirimizi ezbere biliyoruz. Sevencenlik, anlayış, hoşgörü var aramızda. Ama hiçbir sürpriz yok. Hiçbir vefasızlık, uygunsuz davranış ve şaşkınlık yok. Arada hafif bir ağız dalaşı. Hemen sönüveren bir öfke kıvılcımı. Ama kıskançlık ve yitirme korkusuyla, birbirimizi hırpaladığımız tutku yok artık aramızda.” (s.61)

“Artık şundan eminim, insanın geçmişi ya da geleceği görebilmesi için biraz deli, yaşamı anlayabilmesi için yaşamın biraz dışında olması gerek. -Djuna Barnes-” (s.93)

“Hayat yavan ve düzdür, diye düşünüyorum. Yazı hayata renk, biçim ve önem kazandırıyor. Eldeki malzemeyi parlatıp yeniliyor.” (s.93)

“Yazmak bir hastalık mı diye düşünüyorum bazen. Bir tür delilik mi? Ama öyle ise bile bunun büyüleyici bir yanı var. Gerçeğin keskinleşmiş görüntüsü, belli belirsiz bir bağışlayıcılık, karmaşık, çekingen bir kendini beğenmişlik ve bir o kadar acı var yazma çılgınlının içinde. Sınırsız bir kendinden vazgeçme var.” (s.107)

“Bir yazarın görevi eğlendirmek olmamalı. Bir okurun eğilimi de yalnızca eğlenmeye yönelik olmamalı. Bir insan, bir yazar yaşadığı hayattan gereğinden fazla hoşnut olmamalı. Yaşadığı yerden, dünyadan, hiçbir şeyden hoşnut olmamalı. Görünenin ve kendi yüzünün arkasındakini yakalayabilmek için sık sık durup çevresine ve aynalara bakmalı. Ayağını bastığı yerin, kendi varlığının, ruhunun ve düşlerinin yansısını görebilmek için hiçbir şeyin tekrarlanmadığı bir yere tutunmalı.

Kendini bu biçimde ortaya koymanın, insana özgü, hiçbir zevkin yerini tutamacağı bir çokusu, sevinci var.” (s.108)

“Kitaplarım bana sadece ıstırap verdi diyor Charlotte Bronte. Bugün ben de aynı fikirdeyim.-Virgina Woolf-” (s.109)

“Zaman ağır aksak geçiyor. Bomboş ve anlamsız. Gene o yabanıllık duygusu yapışıyor yakama, o başedilmez umutsuzluk ve kaçış isteği. İçimden kuşlar göçüyor.” (s.111)

Bana söylenen ve söylenecek olan hiçbir söz, yazılmış ve yazılacak olan benimkiler de dahil herşey, adları şu ya da bu nedenle tekrarlanıp duran herkes artık ilgimi çekmiyor. Hızlı akan bir nehir sürükleyip götürüyor hayatımı. Bana ait olmayan görüntüler, benimle uyuşmayan oluşumlar, büyük, önemli şaşırtıcı sayılan ama beni hiç etkilemeyen bir çok durumla birlikte o nehirde akmam gerekiyor. Kurtulmak için tek bir seçeneğim var. Suyun kıyısındaki bir ağaç ya da çalıya tutunmak ve beklemek.

Böyle ne beklediğini bilmeden beklemek yorucu ve umutsuz bir bekleyiştir biliyorum. Ama bir akışa kapılıp gitmekten, sürü ile sürüklenip gitmekten daha akıllıca, daha anlamlıdır.” (s.118-119)

“Anlıyorum ki yazmak her zaman benim hayatımın yarısı olmuş. Hayatımın darmadağın öteki yarısını düzene sokmak için yazmışım ben hep. Hâlâ da böyle …. (s.121)

“Bir vurgun olmayacak artık yüreğimdeki
ve yatağını değiştiren bir nehir gibi sanki
geri gelmemek üzere giden bir şeyin
kanat sesleri kalacak yalnız kulaklarında”

Lale Müldür (s.138)

İnci Aral / İçimden Kuşlar Göçüyor
Kaynak: aklimageldigince.blogspot.com.tr/

Yaz Yadırgaması

sanıyorum bu gelen hüzünlü bir yaz olacak
öyle ki bütün akşamları hüzünlü
dutları ve karpuzları kavruk
sevgilim, dutları ve karpuzları kavruk
güneyden gelen adamların bile terlediği

ellerimin solgunluğundan anlıyorum bunu
ve zayıflığından bir bakıma
örneğin bankalar karşısında ilgisiz
silâh önünde durgun
ateş tutsa irkilmiyor buna karşın
aldığı her yaprak bozarıyor parmaklarında
sana dokunduğundaki soğukluk da bundan
yankılanan sesleri bile duymuyor
deniz bir kavganın anısı ve geleceği olarak
gitgide mavileşiyor damarlarında
sevgilim işte öyle bozarıyor, al sana

doğrusu ben de yadırgarım böyle yazları
her şey sözgelişi yerli yerinde ve rüzgârın hükmü yok
bir adam kalkıp bir yerden bir yere gitse
kılı kıpırdamıyor bir ormanın
ve çalman bir otomobilin çalışkanlığı
kelebek camı kaputu kaportası
hüzün vermiyor kimseye şimdilik
ve senin dudaklarında biriken kuruluk sevgilim
bu yazdandır

Turgut Uyar

Mutluluk Anıtı

Mutluluğun capcanlı anıtını gördüm geçen gün
Dimdik bir yokuştan çıkıyor
Çok yaşlı bir kadınla bir erkek
Kol kola elele
Dayanmışlar birbirine
Bakışları gülüşleri titrek titrek
Sanki yapışıp kaynaşmışlar
Buruşuk dudaklarıyla öpüşerek
Bakıyorlar gözbebeklerine
İlk günkü gibi ürkek
Kim görse onları inanırdı
Bu aşk sonsuza denk
İlk günkü gibi sürecek
Bir ayrılsalar birbirinden
Sanki ikisi birden
Düşüp birbirinin kucağına
Hemen oracıkta can verecek

Her ilk aşk böyle bitecek sanılır
Sonu düş kırıklığı olsa bile
Mutluluk anıtına inanılır
En güzel aldanıştır aşka inanmak

Aziz Nesin

kışındır

şimdi bu kışa girişin hüznü müdür o mudur acaba
bu iri iri sevmekler deniz o eski mühür o mudur acaba

mavi isterse mavi kalsın ister ölümle değişsin kendini
ellerim bu hüzünde her şeye karşı kırgın kaba saba

çocuklar vardı çarşıya indiğimde hemen hemen günsonu
ellerini verdin tuttum tamam ağzım da ver bir daha

durup durup yüceltiyorsun şu korkak şafağımı
incelmiş bir mor olarak çıkıyorum böylece her sabaha

şimdi bu hüzün nedir sanki kara kazağım sırtımda
işte bir duman, bizi tüten, işte bir duman ki kapkara

kışa nasıl başlanır bahçelerde, çiçekler nasıl başlarsa
bir balıkçı denizin dibine öyle başlar her defa

şimdi bu kışa girişin hüznü müdür o mudur
benim her duygum biraz hüzün gibidir. Meselâ

Turgut Uyar

Her İki Adımda Bir Uygunsuzluğunu (Yalnızlığını) Algılayan Birisine Gazel

İlkin tarlaların ve otlakların ve suvatların
Ah benim güzel cahilliğim
Bitmeyeceğini sanırdım karanlık olmadıkça

Yaralı kalbim gürbüzdü sevişkendi
Bir şehir akşamında karanlık olmadıkça

Irmak boylarında gider gelirdim gider gelirdim
Elimde ceset çekmeye yarayan bir uzun kanca

Ne tarihsel badanaya ne pantolonlu aşka
Ah benim güzel şaşkınlığım

Irmak boylarında gider gelirdim gider gelirdim
Rahatlamazdım bir türlü bir ceset bulmadıkça

Ben size hep söyledim bu benim aşkım
Saate karşı alkol suya karşı tabanca

    Benim suyum bir ateş çalışkanlığıdır
    Kurutulmuş etlerim ve torbalarım hazır
    Ama. Ben gene bir kürdanın diş etlerine batmasıyım
    Bir çürük azı dişinin kenarında

Yaralı kalbim gürbüzdü sevişkendi
Bir şehir hırgüründe karanlık olmadıkça

    Ben neyim varsa taşırım neyim varsa taşırım
    Bir marangoz gibi kulağımın arkasında
    Ah benim güzel cahilliğim
    Ağaçlar enikonu bir silâh olmadıkça

Belki bir kuruntudur yaralayan kalbimi
Her insan bir uyumsuzluktur ölü olmadıkça

Turgut Uyar

şurdan burdan hazırlanma’ya

sanırım hazırlandık artık yeter
örneğin her şeylere bir kırmızı gül yeter

alanlar daraltılsa ve duvarlar da
örneğin her şeylere bir kırmızı gül yeter

benim sonsuz tirenim at başlı kedi
ağlayanlar ağlamadı gülenler gülmedi

çözdüm bir uzak bakışı güllere bakan
güller soldu o bakış kaldı ötelere akan

dövüldük nasırlandık artık yeter
örneğin her şeylere bir karanlık yeter

seni taşırım artık bir gül gibi beyazsın
oh becerikli parmakların en doğru şeyleri yazsın

bulurum bilirim en solgun ânını bir gülün
suların yaptığı beyaz kanım bir gülün

su bitti gül susadı her şey bitti
bir kurt ihtiyarladı ve soğuk bölgelere gitti

sonsuz haziranı bir ormanın durma bana gel
örneğin her şeylere bir kırmızı gül yeter

ey büyük aşk sultanı kara zeytin dönemi
yine mi hazırlanmak yine mi hazırlanmak yine mi

sanırım hazırlandık artık bu kadar yeter
şuralardan buralardan hazırlananların hepsi geldiler

Turgut Uyar

Açıklamalar

I

Durursa anlaşılır saatin kaç olduğu
Ürkek yürek bütün geçmişi kabulleniyor.
Ve kazmaların ve garların hiç uyumadığını
Hiç uyumadığını alkolün
Çiçeklerin ve tuzun
Gemilerin ve Çinde ve Büyük Britanyada ve
Bilmem bu gerinmeler, bu büyük yürek çarpıntısı
Bu sakallı adamlar dağlardaki
Birden farkına vardığımız güzelliği dünyanın
Güzelim
Galiba sonundayız uykumuzun.

II

Benim vaktim bir terliğin vaktidir
Onursuz. Ayakta. Ve kullanılan
Ve Fatih yangınında, ev yanarken
Konsolun altından kaçırmış babam

Ziller çalınır, ormanlar uğuldar, pencerelerde
Kesik saçlı çocuklar bakışırlar ve
Ateşle, anıyla, kedilerle. Karmaşık ve
Suyla geliştirmişti onu babam

Ben bir zincir kıranım. Eylemsiz
Kışlara ve suikastlere yatkın yaradılışım
Aşklara ve düzene ve dükkânsızlığa ve
Bir terzi kadar hırçınım bazab.

III

İçinde sizin de olduğunuz gece
Sonsuz bir kaynaktır, bir çizgiye

Köprüleri ayakta tutan güç ve
Dükkânları işleten, gizlice

Babaları onurlu kılan ve gizlice
Ve anaları mutlu kılan gizlice

Kompresörleri ve yolları uygulayan biribirine
Adamları çıkaran koskoca iskelelere

Nüfus sayımlarına, ateşböceklerine
Suya ve ateşe doğru o gem almaz düşünce

Ey o büyük düşünce!..

Size bağlı değildir…

IV

Ben oturmaya geldiğimi sanırdım. Hoş geldim.
Ve İstanbul dolaylarında, birtakım odalarda
Güllerin ve ayazmaların ve savaşların
Biribirine karıştığı, ceviz ağaçlarında
Ve sanırdım saçların kendiliğinden
Köpüren biralar gibi ağardığı
Akşamüstleri
Bulvar kahvelerinde.

Geceyi kimlerin böldüğünü
Uzun saçlı aldanışların böldüğünü
Ve büyülü bayramların böldüğünü
Çoğu zaman çiçeklerle ve
Çoğu zaman gülücüklerle kutlanan

Ve ben patlak gözlü mübaşirlerin
Mutsuzluğunu sanırdım evlerinde
Ve bazılarının sırf bu yüzden öldüğünü
Ve kendi askerlerimiz
Sınırlarda ve oralardayken
Kaputları ve postalları kendiliğinden
Sekiz düğmeli ve sırım bağlı sanırdım
Ve çocuklar hiç umulmazken
Hiç hiç umulmazken

Yapılan bir şeydi gündüzümüz ve
Gecemiz isteğimizce kullanılmazken
Ve biz bir şeye katılırken.
Yüzüm küçük, ufak, öyle sanırdım.
Böyle, hep böyle durmaya geldiğimi sanırdım
Dağlara sürerken yeşilliği ilkyaz
Çocukların sakalları çıkmaya başlarken
Bando mızıkalar çalınırken
Her şeyin yapılmasına katılırdım
Biraz hüzünlü, biraz şaşkın, biraz şen
Her şeyin yapılmasına katıldığımı sanırdım.
Sonra gece. Sonra yanlışlığım. Sonra alerji
Yani kurdeşen.

Turgut Uyar

Aramızdaki

Sevgilim sevgilim
kuzey sanrısı gibidir
geceyi beşe filan böler
sonra ayılar hüzünden ölmez
sevgilim sevgilim
açlıktan ölür onlar

işte bundan ötürü
hüznü artık bir ayıya bıraktım
sevgilim sevgilim
bir ayıya
ister ormanda kullansın
ister buzdağında

hayatın kutlu olsun sevgilim
ki sana değişe değişe aktım
kimi zaman bir japon gibi uykusuz kaldım
-uykusuz kalır mı onlar bilmem aslındasevgilim
sevgilim
bir orman gibi çoğal aramızda
sen çoğal aramızda
şehirden bir çocuk olarak şurda burda
bir sabuntozu markasında köpürerek
çınarın tutsaklığını
ve menekşenin sevincini yaşa
sevgilim sevgilim
hüzne yer var hayatımızda

Turgut Uyar

Bi daha yıkıldım kitapçı

Denizin gökyüzünün fotoğrafını çekiyordum
Sonra kendimi çektim bikaç
Sonra… gözlerimdeki anlamı merak ettim
Poz vermeden çektim sonra
Bununla karşılaştım
Bi daha yıkıldım kitapçı

Betül Gezen

Karalamalar

Henüz başlamamıştık
Bitirmişler

*

Sorularınızdan anladım
Eksiklerdi engellerim

*

Söz kolay
Şakımışım kuş gibi

*

Altı yıl köpeğinim dedindi
düzyollarda
Altmış yıl hayali bir sese havladım

*

Engebe en gebe
Şimdi başlayabilirim

*

Bileğin diyorum
Sol bileğin
Yüzüme sürerdin
Vedalaşırdık
Damarın damarıma
Bana bıraktığın buydu

*

Sarışındı öfkeli dağlardı
Öte yanı dingin

*

Mavi boncuklar taşırdı
Kadınlar için
Kendini biricik
Sanan kadınlar

*

Ben yoktum
Ben hiç yoktum
Elden ne gelir
Gitsemdi kalsamdı
Köle
Çocuklardan
Çocuklarla kaldım
Korudum kolladım birer birer uçtular
Cezaevleri mi hastaneler mi

*

Yürüyorum
Kimselere değmeden
Kokularını duymadan
Onlar insan gibi kokmuyorlar
Kokularına korkularına
tutsak olmuşlar

*

Birileri sarıp sarmalamak
istiyor beni
Uyku vaktin geldi
Uyuya uyuya ölmelisin

*

İnadın anlamı yok
Ölünüyor
Ben bilmezden geliyorum

*

Ben bu dünyanın Alevisi olmalıyım
Yana yana tükenmediğime göre

*

Ahparig
Boylu boyunca
Yatırıldığın yer
Ömründe tek dinlenceydi
Dünyaya baktın ilk kez
Duru kaygısız
Soluğun bile ağırdı
Bıraktın gitsin
Ahparig

Ankara, 2015

Gülten Akın
kitap-lık Dergisi Mayıs-Haziran 2015