Veda

Bırak gözlerim veda eylesin,
Dilimin söylemeye varmayan!
Zor, zordur taşınması erkeğin!
Çünkü adamım, bazen kalpazan.

Üzülür bu saatte her can
Aşkın en tatlı tutusu bile,
Soğuk bir buse ağzından,
Donuk elinin sıkması hele.

Ayrıca, hafif çalınmış bir öpücük,
Ah, anında beni nasıl da büyülemişti!
Sanki sevindiren bir Menekşe küçücük,
Martın ilk günlerinde koparılmış gibi.

Yok, ben şimdi çelenk toplamıyorum,
Artık bir gülü bile kıyamam sana.
İlkbahar geldi, ey sevgili Oğlum….
Ama, ne yazık ki sonbahar bana!

Johann Wolfgang von Goethe

Çeşitlemeler

Karacaoğlan’ ın Bir şiiri Üzerine

I

Atımla yola çıkıyoruz seherde
Sabah büyük bir kuş uyanıyor,
Ağırlaşmış ay gibi susuyorum,
Yaşı bilinmeyen yağmur önümde,
Bin yıl ötedeki ufak çiçekler.
Dün gece, dün gece gördüm düşümde
Kömür gözlümden ayrı düşmüştüm
Sevdamın avucunu bastırıyorum gcceye
Yağıyor dağlara kar benim için
Güz ağaçları ile karıştırıyorum sisleri
Beni yola bırakan ırmağa dönüp bakıyorum
Uzaklıkların sınanmış bıçağı
Bir şey demek gelmiyor içimden
Kanımın buğdayını savuruyorum.
Atımla, atımla yola çıktım seherde
Lale sümbüller içinde hüma kuşları ötüyor,
Avcılar yolu tutmuşlar dağlara erken erken,
Dar sokaklardan geçiyorlar,
Sağlarına sollarına gümüşlü hamayıl asmıslar
Al atlarının,
Mücevherli tüfekler asmışlar omuzlarına,
Yeterince şarapları var günbatımı için
İnsan gibi bakan kartalları gördüklerinde .

II

Kısmetse bu akşam Eğrikol’ da yatarız,
Yürümeyen geleceği üzüntümün,
Uzaklara kar gibi yağıyor bilmediğim yıllar
Saklanmış sabahın akpak anısı.
bir kuyu görmüştüm orda, ağzı kapalı,
Geçmişin fazlalığını sınadı yureğim,
Güzeller suyundan içip kanarmış.
Dizimde derman kalmamıştı, çöktüm oturdum,
Ağzı kapalı kuyuya baktım, akşamın başkenti
Konuşmaya başlamamış bir buzağı gibi,
Yazmalar gibi alaca bulaca baktım,
Bir söğüt, bir söğüt de baktı benimle,
Kuşların arasında dal konuşuyordu.
Kırılmamış taş gibiydi güni
Karanlık toprağı karıştırıyordu,
Gizlilik soyluluk veren yaşama.
Hiç güzel sevmedik mi yalan dünyada.
Gelinin ibrişimdi saçı, sustum kaldım,
Yatmadı benimle unutmam, ay toprağa değiyordu,
Üstüne dört libas giymişti
Bir kara, bir yeşil, bir al, bir beyaz,
Göğsünde dört nişan gördüm
Bir elma, bir ayva, bir nar, bir kiraz,
Cerenlerin yolundan koştu gitti.

III

Iraktır derler Kefendiz’in yolunu,
Yaşlanmış bir yağmur gibi kararıyorum,
Kısmetse bu gece Kefendiz’ de yatarız
Akşam, uyardığım yolların kutsallığı,
Doğunun sütündeki haşhaş, amansız ot.
Al benekli keten giyer kızları,
Kar gibi paylaşırlar çiçeklerin sessizliğinde
Filiz veren söğütlerin yanında türkü söylerler,
Sevdamın şamdanı yanar gözlerinişn ucunda,
Bakışımın iki avucunda yunar kederim.
Al yeşil konakları var, al çuhalı
Yiğitler iner ufacık meşeli yollara,
Uçar beyaz kazlar, gergin kumrular konar
İnci mercandan dallara,
Mevsimidir büyüyen taşın, arada bir öten
Badem ağacının, büyülerle uyutulmuş toprakta.
Ah elin ve gökyüzünün çaresizliği…
Çok çekti gönlüm, gönlüm, ayrılıktan küçük bir kuş,
Uzakların kırağı düşmüş camı,
Sevdaya düşen yorulmaz derler.
Yedi türlü çiçek vardı başında
Dökmüş ince bele tel karmakarış.
Akşamdan soyunup girdim koynuna
Seher yıldızını gördüm, ülkeri gördüm,
Garipçe garipçe öten ibibik uyandırdı beni
Tekir’ e gidecektim, ağır yağmurla yanyana,
Suyu dalgalı köprüden geçip.

IV

Gençliğimin karını serpiyorum ocağa,
Atımla Kırım’ı aştıktan sonra
Boynuna bırakırım dizgini düşsün,
aksu’yun köprüsünü geçerim konuşkan bir arı ile,
Yağmur yağarken hendeğe, soyluluk getiren tan,
Şebboyların içinde saçını tarar havai sabah,
Ulu kuşlar semah kurar yukarıda,
Orman ve cırcırla büyümüş çılgınlık.
Güneşin kara dikenleri bölüyor yorgunluğumu,
Akarsuyun tüyleri birikmiş sesini incelten acıma,
Kuş sürüleriyle türkü çağırıyor yaşamın egemen otu.
Kısmetimiz varsa bu akşam Maraş’ ta yatarız,
Bir han gördüm üç yüz altmış kapılı,
Kimini açtık, kimini ördük, çekik kaşlı yıldız,
Altın kafeslerde öter bülbülleri düşümdeki zamandan,
Tazıları gökboncukludur, seslenelim diye gök,
Yeşil ördek yayılmıştır çemenin şaşkın seline.
Bir buğday benizli, zülfü dolaşık
Gitme kal dedi, oyaladı beni ateşböceği evinde,
Perdelerin çiçeklerini topluyordu elma ağacı,
Saçındaki gülü koparmıştı bahçe.
Şarabı çam testilerden içtikti, dokunulmamış gün,
Toros’ tan göç ediyor gibi,
Sonra batı rüzgarı girdi uykumuza,
Güvercinler girdi, kuğu kuşları, turnalar,
Uyuyup uykuya kanamaz oldum,
Uyandım ağladım,
Sarhoştum daha.

VIII

Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm,
Daracık daracık bir yerim de yok.
Akşam geçiyor yaban arısını iterek,
Yüreğimin toprak yığını kuşlarla hafifliyor,
Acı, sıcak çorbasını arıyor tenceremde,
Ağlayayım diye bir cam,
Camın mendiline silinen yağmur,
Bu ılık yaz yağmuru yeşertir yüreği
Yapraktan önce kız memelerine değer.
Yüzümüzü yıkadığımız akşamın esintisinde
Rüzgarın kederli arabası oyalar bizi,
Pencerenin lambasını söndürmüştür batan güneş,
Sel gibi kurumuştur gün, geceye yürüyen dal,
Varırız atım, tokmağını çalarız
Ayışığında kuzulu kapının, sisle yanyana .
Selvi yuvarlayıp durur yıldızları tıngır mıngır,
Ayın kınalı elleri sevgilimin yüzüne değer.
Konuşan kuşlar götürürüz ona saydam gagalı,
Görülmedik yemekler, Fizan tarakları,
İpek mahreme, çift yanlı fildişi ayna…
Atım sende küheylanlık varsa
Gece yar koynunda yatarız atım.

IX

Ayrılık acı
Mektubunu okuyamıyorum
Gün mü, gece mi belli değil
Gelmeyeceğini yazmış olmalı.

X

Sevgilim beni bu bahçeye getirmişti
Yağmurlar yağmış, rüzgarlar esmişti
Şarap içmiştik yanyana
Küpeler kulakta mum gibi yanar

XI

Kuşlar seslerini bulmak için
Bahçelere koşuyorlar
O kadar yer gördüm ki
İçim sızlıyor unuttukça

XII

Pervaneyi öptü sevdi
Yanık bir türkü söyletti ona
Bense akşamın koca denizine doğru
İndim, yüreğim yanık.

Melih Cevdet Anday

Sevinç İle Hüzün

Sevinci kapıştılar taşımayı bilmeden,
Şimdi bilen yok, nerede oturuyor.
Köyün delisi Hüzün, yalnız kaldı yollarda
Adam adam, sınıyor, arıyor yoldaşını..
Kıskandıran özlemi, yüzünden okunuyor.

Görünüp siliniyor o günden beri.
Sevinç bin an gözlerde, dudaklarda.
Yerini sevgilisi Hüzün’e bırakıyor.
Sevinç’se, uzaklarda, hep uzaklarda..
Şöyle bir görünüyor, hemencecik uçuyor.

İşte o günden beri gözlerde, dudaklarda
Hüzün, aramaktadır yitik yavuklusunu.
O günden beri Sevinç yerinde durmaz
Ve kişiliğini ararken uzaklarda
O günden beri kimliksiz hüzün olmaz…

Özdemir Asaf

Akşam Güneşi

Bakın, akşam güneşinin sıcağıyla evrim
Yeşiller içindeki kulübeleri nasıl parlatıyor!
O giderek çekilirken, Gün kurtuluyor,
Bize inip kaybolurken bile hayat veriyor.
Ah! Bir kanat yerden beni kaldırmıyor,
Ki ardından, hep peşinden yetişeyim!
Seziyorum sonsuz Akşam ışığında,
Issız alemi ayaklarımın altında,
Tutuşmuş tüm tepeler, yatışmış her dere,
Gümüş Çınar altın ırmaklara akıyor habire.
Yok, durduramadı ulvi bahtı engeliyle
Azgın Dağ tüm uçurum ve geçitleriyle;
Çoktan Deniz ısınmış koylarıyla birlikte
Aniden açıldı hayretle bakışların önünde.
Tanrıça artık tamamen batmaya yeltendi;
Yalnız, körpe sürgün birden irkildi,
Acele koştum, ezeli nurundan içmeye,
Önümde Gün silkindi, arkamda Gece,
Alem üzerimde altımda dalgalar.
Güzel bir rüya derken, o esnada o sıvıştı gizlice!
Aman, ruhun kanatlarına kolayca
Beden kanatı yoldaş olamayacak galiba.
Tabi herkese doğuştan verilir bu his,
Duygularıyla yukarı ve ileri dalınası,
Gökyüzünde, mavi semada kaybolmuş,
Şakıyan türküsünü Çayırkuşu gibi ötesi,
Dik çamların tepelerinin üzerinde
Kartal hayli açılmış hürce süzülürken
Ve hasretle tarlaların, göllerin üstünde
Turna vatanına ulaşmaya can atarken.

Johann Wolfgang von Goethe

Yağmurlu Şarkı 1

Uğradı gönle yeniden bir çocukluk üzüntüsü
Yavaşça süzülüyor bu üzüntüden bir şarkı

Pencerenin ardında çocukluğum gibi yağmur
Ağlamak istiyorum, bir bahane, Allah’ım!

Kayser Eminpur

Kayser Eminpur

bir menekşeye gönülden baş sağlığı dileyelim
güvercinin yas törenine uğrayalım bir

Kayser Eminpur

Söylenmemiş Şiir

Hayır!
Aşkla işim yok benim!
Hiçbir şeyi, hiç kimseyi
    Sevmiyorum artık,
    Bu aralar.

Sanki
Tahammülü yok bu feleğin
     Bir gün dahi
     Seni ve beni
     Mutlu ve dertsiz görmeye.

Çünkü
     Neyi ve kimi daha çok seversen
Hatta bir sigarayı,
     Ya da zıkkımın kökünü bile
Esirger senden…

Öyleyse
Bütün varlığımla ben
                             Ölüme terk ettim kendimi
Ki felek,
Uğraşmasın benimle artık.
Bu yeni şiiri de
                              Söylenmemiş bırakıyorum…
Ki bir koku almasın felek…

Dedim ki
Aşkla işim yok benim!

Kayser Eminpur
Çeviri: Prof. Dr. Ali Güzelyüz

Demavend Yayınları
İstanbul / 2013

Tanıdık Rüya

Hayal keskisiyle yonttum ben seni
Yaptığım her heykelde gördüm ben seni

Gökten kucağıma mı düştü güneş?
Yoksa Allah’ın cennetinden çiçek gibi mi derdim ben seni?

Her çiçek kendine özgü renk ve kokuyla yeşerir bağda
Bütün çiçeklerden kokladım ben seni

Ömrümün gece ve gündüzünün tanıdık rüyası!
Çocukluğumun rüyalarında gördüm ben seni

Her açıdan gönlümün beğenisisin sen
Hem görerek hem görmeyerek beğendim ben seni

Güzelliğe tapması boşuna değil gönlümün
Zira bu sebepten taptım ben sana

Sessizlik dışında cevabın olmasa da
Her soruda herkese sordum seni

Şiirden, istiareden, teşbihten üstünsün sen
Senden başka kimseyle tartmadım seni

Kayser Eminpur
Ali Güzelyüz

Aşk Dilinin Grameri

Uzak dursun gönlün eteğinden aşkın eli!
Gönle hüküm vermek mümkün mü ki?

Denize hükmedebilir misin
Ki gönlün anmasın hiç sahili?

Mümkün mü “Dur” demek dalgalara,
Ya da durmasını emretmek rüzgâra?

“Özne”mize kim koyduysa “yüklem”siz
Şu aşk dilinin gramerini

İyi biliyordu elbette, keskin kılıcın,
Bir sarhoşun eline verilmeyeceğini.

Kayser Eminpur
Çeviren: Ali Güzelyüz

İhvaniye

Seyyid Hasan Hüseyn’ı’ye

Niçin akıl sahiplerine öğüt verelim?
Gelin aşktan söz edelim.

Bütün ibadetlerimiz alışkanlıktır
Ah, alışkansızlığa alışabilesem

Ne olur her namazdan sonra
Bir çiçek için iki rekât kılalım

Niyet ederken namaza
Gelincik çiçeğine yakınlık dileyelim

Ne olur her kunut duasında
Biraz da “dinle neyden” söz edelim

Ne olur aynalarda
Allah’ın güzelliğini ziyaret edelim

Ayrı mı yoksa dalga denizden
Niçin “tek”e “çok” hükmü verelim?

Çokluğun sonucudur dağınıklık
Gelin birlik alıştırması yapalım

Tıpkı “mahiyet” gibidir senin “varlık”ın
Niçin yeniden “asalet”ten söz edelim?

Eğer bizzat aşksa asıl sebep
Niçin “sebep olan” ile “sebep”i tartışalım?

Gel, duygu ve düşüncenin cebini
Sevgi ve şefkat çereziyle dolduralım

Gülşen-i Raz’la, Akl-i Sorh’le
Kimya-yı Saadet’le dolduralım

Geliniz, tıpkı Aynu’l-Kuzat gibi
Akıl ile din arasında hakemlik edelim

Onun geleneği ise yenilikçilik
Geleneğe yeniden göz atalım

Eskidi deme, “elest” ahdi
Geliniz, biatimizi yenileyelim

Kardeş, ne oldu kardeşlik geleneğine
Gel, kardeşlik ahdini yâd edelim

Kafiye zayıftır ya da hatalıdır de
Yeter bize, gel sade sohbet edelim

Allah’ım aydınlık bir gönül ver ki
Çiçek bahçelerini muhafaza edelim

Riayet et şöyle diyen aşığa:
“Gel, âşıklığa riayet edelim”

Kayser Eminpur
Çeviri: Prof. Dr. Ali Güzelyüz

Demavend Yayınları
İstanbul / 2013