Bir Aşığın Duygularının Değiştiğinin İşaretleri ve Aşıktan Kurtulma Yolları

Bir kadın her zaman, âşığının kendine karşı duygularını, düşüncelerini ve huyunu davranışlarındaki, huylarındaki ve yüzünün rengindeki değişikliklerden bilir.

Soğuyan bir âşığın davranışları şöyledir:

1. Kadına istendiğinden daha az verir.
2. Sözler vererek kadını umutlandırır.
3. Bir şey yapmaya söz verip, başka bir şey yapar.
4. Kadının arzularını yerine getirmez.
5. Sözlerini unutur ya da verdiği sözlerden başkasını yapar.
6. Kendi hizmetçileriyle esrarlı bir şekilde konuşur.
7. Bir arkadaş için bir şey yapma bahanesiyle başka bir evde uyur.
8. Son olarak, daha önceden tanıdığı bir kadının hizmetçileriyle özel olarak konuşur.

Bir zevk kadını âşığının kendisine karşı tavrının değiştiğini fark ederse erkek onun niyetinin farkına varmadan en iyi şeylerini mülküne geçirmelidir. Olduğu varsayılan bir borcun karşılanması için sözde bir alacaklının eşyalara zorla el koymasına izin verir. Ayrılmadan sonra, eğer âşık zenginse ve zevk kadınına her zaman iyi davranmışsa saygılı olunmalıdır, ama zavallı ve yoksul biriyse hiç tanışmamış gibi davranmalıdır.

Bir âşıktan kurtulmanın yolları şunlardır:

1. Âşığının davranışlarını ve sözlerini dudak bükerek ve ayağını yere vurarak, anlaşılmaz ve tenkit edici olarak nitelemek.
2. Bilmediği bir konudan bahsetmek.
3. Bilgisine hayran olmamak ve eleştirmek.
4. Gururunu kırmak.
5. Öğrenme ve bilgelikte daha üstün erkeklerle arkadaşlık etmek.
6. Tüm olaylarda ona karşı bir hoşnutsuzluk göstermek.
7. Âşığıyla aynı hatalara sahip erkekleri eleştirmek.
8. Kullandığı zevk yolları ve araçlarından memnunsuzluk belirtmek.
9. Öpmek için dudağını uzatmamak.
10. Jaganasına yani vücudunun göbek ile kalçası arasındaki kısma dokundurmamak.
11. Tırnakları ve dişleri ile yaptığı yaraların hoşuna gitmediğini belirtmek.
12. Okşadığında sıkı sıkı sarılmamak.
13. Birleşme sırasında kol ve bacaklarını hareketsiz tutmak.
14. Yorgun olduğunda birlikte olmayı istemek.
15. Kendisine bağlılığına gülmek.
16. Dokunuşlarına yanıt vermemek.
17. Dokunmaya başladığında arkasını dönmek.
18. Uyuyor görünmek.
19. Gündüz ona sahip olmayı istediğinde ziyarete ya da arkadaşlarını görmeye gitmek.
20. Kelimelerini yanlış anlamak.
21. Şaka olmadığında gülmek ya da şaka yaptığında zorlanır gibi gülmek.
22. Bir şey söylediğinde hizmetçilere yan yan bakmak ve el çırpmak.
23. Öykülerinin ortasında müdahale edip başka öyküler anlatmaya başlamak.
24. Hatalarını ve sözlerini tekrarlayarak onarılmaz olduğunu açıklamak.
25. Âşığının sevgisini çabuk kesmek için hizmetçilere planlı sözler söylemek.
26. Geldiğinde ona bakmamaya özen göstermek.
27. Söz verilemeyecek şeyler istemek.
28. Ve her şeyden sonra gitmesi için onu serbest bırakmak.

Vatsyayana

Kama Sutra / Çiviyazıları Yayınları (s.87-89)

Dört Yapraklı Çiçek

Çıkamaz çocukluğundan dışarı
Kimse.
Oynamamız bundandır.
Kara toprakla binlerce yıl.

Çıkamaz çocukluğundan dışarı
Kimse.
Bundandır sevmemiz
kiraz ağaçlarını.

Çıkamaz çocukluğundan dışarı
Kimse.
Kardeşliğimiz bundandır
Mavi sularla binlerce yıl.

Çıkamaz çocukluğundan dışarı
Kimse
Bundandır inanmamamız
Kocaman bombalara.

Fazıl Hüsnü Dağlarca

Eski Ev

İlk günden hatırlarım etrafını saçağın,
Bir asma kuşatırdı körpe filizleriyle.
Kokularla cezbedip küçük, çapkın kuşları,
Buğulu taneleri uzardı pencereye.

O baldan salkımları bize yaklaştırırdı
Uzatarak annemiz bembeyaz ellerini,
Biz ,onun çocukları geri verirdik tekrar
Kuşlara üzümleri, emilmiş dallarını.

Seneler aktı gitti, artık ne kuş, ne anne
Biçare yaşlı asma sarardı ve çürüdü.
Kapıyı, duvarları vahşi otlar bürüdü,
Ve ben, ben ağlıyorum, o günlerin peşinde.
             
Alphonso de Lamartine

Ne Tuhaf

Ne tuhaf ömrümün sonuna kadar
Kelimelerle yaşamam.
Ağaçtan çok ağaç sözünü
Denizden çok deniz sözünü
Sevmem.
Halbuki bir sabah erken uyanınca
Balkona çıkmak da güzel.

Sabahattin Kudret Aksal

Çocukluk Çağı

a
Bir kalp gibi hüzünlüydüm
     omurga iliğinin duruluğunda
hayatımıgünün yirmi dört saatinde kurarım
     düşüm unutsa da böyle bir akşamı.

Gecemi gündüzüme katıp başlarım
     inşa etmeye kumdan düşleri
şiirim yoksun kalır güzellikten
     yoksa gömütün karanlığı geri mi döndü?

Düşlerimin şehri nerde kaldı
     nerde, neden görünmedi kumun tepesi?
Şimdi yansıyacak mı hayatıma
     sayıkladığım akşamın loş ışığı?

Giden bu akşamla çocukluğuma dönsem karşılaşır
     mıyım yuvasında kuşlarla her sabah
hiç bir zaman hayatım olduğu gibi
     görünmeyecek şarap bardağında eriyip giderken

Hiç bir zaman kışın çiseleyen yağmuruyla
     uyaklı olmayacak güzel küçüklüğüm
hiç bir zaman kumruların aşk yuvası dize
     dize dizilmiş şarkıların gölcükleriyle uyuşmayacak

Kaç çeşit çiçek topladım gömmek için
     onun geceme yansıyan ışığını
gerçekleşmeyen düşlerin arzusuyla kaç
     defa döndü kalbime ağlayarak gölgesi.

Ah olmadı benim benzerim olsa
     da yütüp dönmedi cennetten
hangi caninin elleri astı
     kumun güzel tapınağına.

Daha dün çadırım o kumun tepesindeydi
     şimdi bir başka tepeye bağlandı
nağmeleriyle geri dönen güvercinlerin
     yemleri hüznüm oldu.

Bu koca beden şehrimdi
     benim, işte ona geri dönüyorum
işte bu kom tepesiydi beni büyüleyen
     işte baharımla ona sığınıyorum.

Hiç bir zaman saltanatı uzun sürmedi çiçeklerin
     yıldızları yol bilip bütün gece
şimdi ben başka bir şair miyim tuhaf
     yoksa bu bozulan başka bir heykel mi?

Çocukluk çağına gittim dün
     dokundum inceliğine dünün
şimdi bütün o bedenin kederi
     bu hayat ben’imin yarası.

Rengi şekli nerde çiçeklerin hiçbiri görülmez
     sanki bir başka yerkürede
bütün bozguna uğramış çiçek sûretleri korku
     içindeki gözlerimde solar.

Nereye kapadılar güvercinleri hiçbir zaman
     karşılamadılar süzülen kalbimin bitimini
hepsi kaybolup gitti
     anımsamadan yiten yuvalarını.

Hiçbir zaman esmeyecek mi o yel okşamayacak
     mı değiştirmek için kalbimde sevgini güzelliğini?
Biliyorum yarın ölümümden sonra okşayacak
     derin bir dağın tepesinde.

Nerde geçmişin o yaz büyüsü
     ayın gölgeli perdesi nerde?
Hiçbir zaman geçmişe aşık olmayacağım gölgesinin
     altına çökerim, arasına gömütlerin.


b
Bir kalp gibi hüzünlüydüm
     omurga iliğinin duruluğunda
hayatımı kurarım günün yirmidört saatinde
     düşü unutsa da böyle bir akşamı.

Kumun tepesinde yaşıyorum
     günlerimi ve geleceğimi kuruyorum kumdan
uyandırmadan geceleri etrafımda ve de
     duyurmadan kuma binlerce sorumu

Kuşlar renk katsa uyanışıma
     rüzgarı söylediğim gün
kum tepesinin üzerinde çizdim suretini
     benzerini, benzerinin tek kusuru vardı suskunluğu

Saatler tekrarlanır bende ve ben inşa
     ederim gizli şehri düşlerimde
hangi ütopya onun kadar yücedir şimdi
     işte onu yaşadığım bu günlerimde gerçekleştiriyorum

Hangi ütopya çocukluğumu geri
     getirecek uykuya rüye olsam
kum tepesi yorgunluğumu neden görmüyor
     düşlerimin şehrinde?

İşte bu sensin şiirin doruğu gibi
     bütün bu güzelliğinle
ve ben Olimpos dağında düşlerimle
     kurduğum… kumdan yoksun.

Dünde kalan çadırımı sayıklıyorum
     şimdi hiçbir zaman olmayacak
bir başka tepe ve bu kumdan bedeni
     şiirimin bin binlerce gölgesidir.

Düne giderim hiçbir zaman karşılaşmayacağım
     çocukluğuma ve her sabah kuşların yuvasıyla
hiçbir zaman hayatta olduğu gibi göremeyeceğim
     bardağımda eriyen kokuları.

Hiçbir zaman karşılaşmayacağım yağmurun
     o güzel küçük ezgili sesiyle
hiçbir zaman olmayacak kumruların nağme
     esintisi gölün kucağına üşüşen.

Hiçbir zaman titremeyecek saltanatı
     çiçeklerin yıldızlı bütün gecelerde
hiçbir zaman bütünleştirmeyeceğim kalbimi bedenimle
     hiçbir zaman hayatımın öyküsünü çocukluğuma anlatmayacağım.

Düşüm gitti, çocukluk çağına döndü
     dünden bir hançerle ürperdi
hepsi bedenimin içinde yaralar açıyor şimdi
     hayatın o rengi dürtüyor benliğimi.

Nerede bedeni şiirin? Sararan şeylerde katmanlaşır
     gizin sararan külden
bütün o şeylerin benzeri döndü mezara
     büründü aklar yerine siyaha.

Yalınlığı yitti gelecek şarkıların
     tekrar döndüğüm o yıllara
bütün şeyler bir bir inadıma
     güzel düşlerime döker kendini.

Etrafıma kapanır tekrarlanan acı
     kendi kanatlarını parçalar akbaba
suskunluğu nerde düştüyse dingin
     bu son şefkat kimin şefkati?

Çiçeklerin hışırtısı dönse şimdi
     neşe dolu bir muştudan
sonra şeylerde acılaşmasa duyduğum
     yaklaşan hışırtıda solan çiçekler.

Güvercinlerin şarkısı dönse şimdi
     neşe dolu bir muştudan
şeylerden sonra beni de kendisiyle
     anar mutluluk adımları.

Karşı kıyıdan geri dönse o esinti şimdi
     bendeki o ferahlık gibi olsa
şeylerden sonra ansa beni ölümün
     suskunluk ve unutuluşu.

Gündüzüme yayılan dalgaları hiçbir zaman
     görmeyeceğim ve umursamayacağım sesini
şeylerden sonra kendisinde anar beni benliğimin
     derinliğinde gördüğüm bu günü.

Acılaşan günler geri dönmedi başlangıç
     baharın büyülü renkleriyle
şeylerden sonra  kendisinde anar beni
     kaderin özü kanlı ölümde.

Bedenin yüzü değişmedi
     mesire yerinin coştuğu anda
şeylerden sonra iki sözün her
     hangi tarihine: mezarın beşiğini sallayan.

Hiçbir zaman hayatın duygusu, kendisinden
     ayırmadı komediyi, dayanmadı, kısacası
şimdi anlatılan gözyaşları gördü
     ateşin kötülüklerinden surların ardı dolu?


Nazik El Melaike
Çeviren: Metin Fındıkçı
Çağdaş Arap Şiiri Antolojisi / Yom Yayınları

Senden söz etmekten yoruldum

Üçüncü Önsöz

Senden söz etmekten yoruldum
Ey düğünün gülü kasidede “Bağlı” kadın
Kimsin sen?
     Bitişten başka bitişten başka.
Senden söz etmenin yığıntısı bende
Ve sen
Zamanda bir ışık oluyorsun lambaların köklerinde.
Dudağında
     Kalpleri kanatan “Avras” kasidesi
İçerim
Sevgiyi içerim ve önünde yıkılırım
Arapça’da tutuklanan efendim.

Abdülali Rezaki
Çeviren: Metin Fındıkçı

Virginia Wolf

Üşümesinden belli içimin: bitiyor yaz.
Ufuk kör bir gözün ardı kadar boş. Geçiyor son
kuş sürüleri mumların titrediği bir katedralde
dinlediğim orgun sönüp giden yankısı gibi dinli-
yorum kanatlarının sesini

Ey üzünç diyorum: Yaşamımın toplamı, koyakların
ıssızlığından damıtılmış bana kalan tek bilgelik.

Üzünç: kolsuz bir askerin sakallı yüzü yansıyıp vitrinin
camında ‘kendini öldür’ diye iç geçirince; tezgahda
sızıp kalınca çocukluğunu ele veren göçebe
yüreğin sözü, kucaklanmayınca artık sevgili beden
ve gözyaşlarında parlayınca terkedilmiş baba ocağı

Dupduru gözlerle baktın bana ey yitik çocuk:
derede seyrederken kendimi ve öptün, ülkeler
vadeden bir öpüşle

Bu işte üzünç,
bu işte onulmazlık.

Yaz bitiyor:
gece iniltisini emziriyor büzülüp toprağa doğru çekilen
ağaçların, zaten yaralı belleğime daha bu sabah
bir uçurum kıyısıymış gibi dalıp gitmiştim saksının
çatlağına,bahçede yürürkende ayaklarım yapraklara
gömülü, bir kez daha Rhoda’nın sesiydi:
“Ah yaşam, nasıl da korktum senden.”

Bitiyor yaz: Ürperdim demin, biçimler dönüşebilir diye
düşünürken tek değişmeyen yüreğim ama yüreğim:
Paslı bir kapı işte, açılınca da inildeyerek ardında
hiçbir şey yok büyük karanlıktan başka.
Yine de konuşuyor biri:

Melek değil hükümlü kendini dünyaya doğru fırlatan:
“Siz lekelediniz beni ve çürüttünüz.”

Çöldeki su damlası gibi Söz: Emiyor onu demir,
beton ve cam, savaş ve tecim;
Yitiktir ve kovalanmıştır açıklamak isteyen
Söz

Ah bilemiyorum henüz yaşamımın tümünü, dok
işçilerinin suda yüzen sapları kesilmiş çiçeklere
benzeyen yüzlerine bakıyorum, şalına sımsıkı sarılmış
ihtiyar kadının çay bardağına değince bir kemik sesi
çıkaran eline bakıyorum, çilli bir oğlanın otobüsün camında
yassılmış burnuna bakıyorum: Bir giz mi bunlar belirginlik mi?
Üstelik hem göreniyim düşlerimin hem görüleni:

Üç başlı bir köpekle söyleşiyorum sık sık, elimde
bir gül; yağmalarken bir kitabın paha biçilmez gömüsünü.
Yine de yazgım o sözcükler, biricik ödevim.

Ve herşey bana sesleniyor: binlerce parçaya bölünüyor,
dağılıp gitmeden önce dokunuyorum herbirine:
Su bardaklarına, sarı, kırmızı, mor kurdelelere;
pencerenin nice yağmurlar, nice karlarla boyası
gitmiş pervazına; bir albümün gün boyu birbirleriyle
fısıldaşan sararmış fotoğraflarına, ıssız kar ovaları gibi
yalnızca rüzgarın sesiyle uğuldayan bomboş sayfaları gibi

Ah yazıma kimi zaman da, ateşe tutulmuş bir elin
acısıyla karalanmış yazılarıma:

Kanı çekilmiş ve dudakları hummanın koruyla kavrulmuş
bir yüz bu. Nedir aradığı ve nedir yitirdiği?
İnsan çiçeklenmelerinin ve insan yıkımlarının arasında.
Kişisel tarihler mi kurdum yaşamın sabuklamasıyla
yoksa varolan tarihlerin kurgusu muyum?
Ah yazı(m) taşıllaşan yazı(m): Aradığını ve yitirdiğini
biliyorum sonunda:

Yanmış bir kelebeğin külü.

Yaz bitiyor işte. Ayaküstü bir söyleşiydi zaten pespembe
ibrişim ağaçlarının altında. Kışa taşıyorum dünyanın
tortusunu: şarkılar, ağlayışlar, vedalar, buluşmalar,
karartma geceleri, sirenler, yaşamı saran sis:
İç içe giren, sarmaşan. Son bir gözgöze geliş zamanla:
Yanmış bir kelebeğin külü: Mavi-beyaz bir kelebeğin
külü…

Buluştuk Septimus, Clarissa, Rhoda. Mrs. Ramsay
dupduru bir ırmağın kıyısında, su yankılıyor dağılan ve
birleşen doğaya tek bir cümleyi:

“Şu küçücük varolma sorunu bitti”

Akıyor ırmak

Ahmet Oktay

Yol Üstündeki Semender

Intiharla bir söyleşi
bu kitap.

Edemediğim
ve edebileceğim
intiharlarla.

Her insan
aklında en az bir kez
öldürür kendini.
Çünkü biliniyor artık;
tek içgüdü değil
yaşam içgüdüsü.

Sözcükleri seçen kişi,
zamanı sorgular durmadan
ve bu güncel zorunluluk,
isteyelim istemeyelim;
tarihsel bir an’da
ontolojik bir sorun olarak da
belirir.

Galiba şu
intiharın kökenindeki soru:

Onaylıyor muyum?
Buradan bakıldığında,
bir “öteye geçiş“
sorunu değildir intihar.
Tam tersine:
bir “burada oluş“sorunudur.
Sartre’ı anımsayalım:“İntihar
bir başka yoludur
dünyada varolmanın.“

Camus’den yüzyıl önce
Novalis yazmıştı:
“İntihardır
tek felsefe sorunu.“

Bu yüzden
yaşamın da
sorunudur.

Yaklaşık olarak
“her yerdedir yaşam“
diyor Seneca.
Ama bu yaklaşım,
dünyasının “aydınlık”tan
görünüşünü yansıtıyor;
gelgelelim
bir de “karanlık” yan var
tarihin içinde işleyen.

Bu ikilemi
şöyle dillendiriyor
Sergei Moscovici:
“Ölüme hayır demek yetmez
yaşama evet demek gerekir.“

“Evet“i söylerken
kekeleyen,
adayıdır ölümün.

Ve insan
en beklenmedik anda
en umulmadık anda
kekeleyebilir.

Yesenin’i onaylamayan,
“bu hayatta ölmek
kolay iş,
yeni bir hayata başlamak
güç olan“
diye yazan Mayakovski,
yine de öldürdü kendini.

Benzer bir yazgıyı
Paylaştılar gencecik Can İren’le
60’ını geçen Rasih Güran.

Yanlış’la doğru’nun
sallantılı olduğu bir zemin bu.

Kesin olan şu:
Kur’an’ın da İncil’in de
kovulmuşu’dur müntehir.
Büyük Yetke’nin amansız
muhalifi’dir de ondan.
Bir de şu:
umut besleme olanağı
kalmamışsa, yaşamın
anlamı da kalmaz. Eğer
verdiğimizin dışında
verebildiğimizin dışında
bir anlamı varsa.

Bu kitabın adını andığı,
ölümlerini bir bir
denemeye çalıştığı 12 insan,
korkak oldukları kadar cesur
umutsuz oldukları kadar
umutluydular.
Yaşamlarından da
ölümlerinden de çıkaracağımız
dersler, unutulur gibi değil.
Yapıtları ise içlerinde
kendi suretlerimizin yansıdığı
kristal aynalardır

Edemediğimiz
ve edebileceğimiz
tüm intiharlar
ateşten gözleriyle bakıyorlar
yolun üstündeki
bir semender gibi

21 Ocak 1933, Ankara

Ahmet Oktay

İlk Söz

bir zamanlar olduğum çocuk uğradı
bana
yabancı bir yüzle.
bir şey demedi. yürüdük
sessizce birbirimize baktık. adımlarımız
yabancı akan bir nehir.
bir araya getirdi bizi, rüzgarda uçuşan bu kağıtlar adına, kökler
ayrıldık
bir orman yeryüzünün yazdığı ve mevsimlerin suladığı.
ey bir zamanlar olduğum çocuk, yaklaş
bizi birleştiren ne, şimdi,  ve ne diyeceğiz birbirimize?

Adonis
Çeviri: Musa Ağgün

Kızgın Kedim

kaç kezdir aynı şeyi söyleyip duruyorsun:
“hayatında başka bir erkek var mı ??”
evet.. evet.. beni bir mezar mı zannettin sen
ziyaretçisi olmayan

dışarıda ne kadar çok erkek var bir bak.. bir tanem
kuşları olmayan bir bahçe göremezsin

eskide kaldı her şey
kurtuldum senin sihrinden
ve zayıflığımdan
her zayıflığının bir sonu vardır

beni seviyor musun!! bunu demeseydin keşke
bu geçmişte kalan bir şey.. ne zamandan beri mi
geçmişte kaldı? bakıyorum ki benimle ilgilenmeye başladın
nerden bu coşkulu aşk sendeki?
bir sandalyeden başka
bir şey değil miydim
değerli eşyaların arasında?

bir tarla hasadı çoktan yapılmış
ne ah kurtarır onu ne de vah

göğüslerime bakıyorsun
bir tacirin malına baktığı gibi
sen malına ağlayan adam
kaybettin malını mülkünü
hesabımız eskiydi.. hemencecik gördüm işini

içimizden kim kaybeden?
sana cennet kapılarını açmıştım
vermiştim  meyvelerini… nadir bitkilerini
fakat bugün.. ne ateş kaldı ne de cennet
bu aşka inanmayın cezası

bana bir kez olsa insanca davransaydın
başka bir adam olmayacaktı hayatımda

Nizar Kabbani
Çeviri: Musa Ağgün