Sokak (Kûçe)

Sensiz mehtaplı bir gecede yine o sokaktan geçtim,
Bütün bedenim göz kesildi şaşkın şaşkın senin ardından baktım.
Ruhumun derinliklerinde senin hatıranın gülü parıldadı.
Yüzlerce hatıranın kokusu yayıldı.

Birlikte o sokaktan geçtiğimizi,
kanatlanıp o muhteşem halvette gezindiğimizi hatırladım.
Gönlümün senin arzunla kanat çırptığı ilk gün,
Bir güvercin gibi çatının saçağına kondum.
Sen beni taşladın! Ben ne ürktüm ne de kopup gittim.
O gece ve diğer bütün geceler üzüntünün karanlıkları arasında geçti gitti!
Ne incittiğin aşıktan artık bir haber aldın!
Ne de o sokaktan artık geçiyorsun!
Sensiz, ancak ne hallerde ben o sokaktan geçtim…

Ferîdûn-i Muşîrî
Çeviri: Nimet Yıldırım

Gece Emzirmeleri

Kâkülleri alnına düşmüş
alın çizgilerinde hayatın çetelesi
dilsiz…
âmâ bir cambaz
yalnızlık ülkesine vali

Pespaye, silik bir mazbatadır
iç cebinde hayatın yaftası
okunmaz her dilde
dudak ucuna sevdalı kelimeleri tutuşturur
sabit fikrini
yakar incecik ipin üzerinde
külden gülüşleri uzanır
sendelerken iç çekişleri

Yanağından düşecek tek damlada
bozulacak sanır dengesi
söz dinlemez
açmış acıdan elbisesinin göğsünü
saf aşkla emzirir geceyi
hüznün rüzgârına tutunmaktan bezmiş
bir sıcaklık bekler kıpırtısız elleri

İlker Pamukçu

Orhan Veli Yaşıma Veda

” Şimdi size söyleyeyim. Mesela benim bavulumda neler var. Bir defa tabii Orhan Veli var. Öyle sanıyorum ki Orhan Veli bizim en güzel şairlerimizden biri. Çok genç öldü, yazık oldu ama, ölümsüz.” Nazım Hikmet …

Dokunma!
Ne yanımdan tutsan
Dağılırım dostum bu gece
Konuşacak olsam,
Denizaşırı bir memlekete çıkar sesim
Kimseler sahiplenmez,
Kıyılar beni saklar.

Uzun yıllar öncesindendir yorgun ıslığım
Özgür martılarla buluşur ne dem,
Hasretim diner işte o zaman
İşte o zaman tamamlanır döngü,
Çiçek açar ellerim,
Çığlık çığlığa ağlarım.

Taze yapraklar gibidir gençliğim
Solup dağılacağı günlere yürür
Dökülsün istemem erguvan çiçekleri avuçlarıma
Beykoz’dan yolcularken otuz yedi’ye beni
Maziden arta kalanım

Yaşamaksa; Veli gibi olsun yaşamım
Doldurup hokkamı Boğaziçi’nden,
Bir parça kâğıtta kalmadan son şiirim
Hayatı olabildiğince solumalıyım.

“Şüphesiz gelecektir beklenen ölüm”

Ölüm dedim de; Adam gibi,
Yani Nâzım gibi
Yüz yıl öncesinden aşk’la
“Yeşermek için memleket çocuklarının ellerinde”,
Dokunmak için iki satır dudaklarına,
Saman sarısı kâğıtlara şiirler yazarım.

Gün gelir, bir mecliste anılırsa adım
Birkaç satır benden okunsun
İşte o zaman tamamlanır bu döngü,
İşte o zaman bir martının kanadıdır otağım.

*Şiir Hayattır, şiir nefes almaktır. Soluyan canlara selam olsun.*

İlker Pamukçu

Aynı Adam

Tozludur saçlarım, saçlarımdan
devrilmiş sarayların dumanları savrulur
yüzüm yanıktır
yüreğime bir karanfil sokuludur
ve partizanca darbelerin dünyaya ilen şavkı
benim göğsüme göğsüme vurup durur.
Ben dünyaya doğru yürümekle meşhurum
bahar da sürgülenir içime katranlar da
hem koşarak yarattığım sevgiler vardır
hem körlenmiş sevgilerin acısıyla koştururum.
Beni sular
kocaman taşları parçalayarak hatırlıyor dağlarda
ve beni hatırlatıyor çeltik tarlalarında aynı sular
umutlu sakinlikleri
lohusalıklarıyla.

Ben dünyaya doğru yürümekle meşhurum
kökten dallara yürüyen sular gibi
yürürüm kömür ocaklarına, çapalanan tütüne
yürürüm hüzün ve ağrılar çarelenir
dağların esmer ve yaban telaşından kurtula diye
torna tezgahlarında demir.

Yürürüm çünkü ölümdür yürünülmeyen
yürürüm yürüyüşümdür yeryüzünün halleri
kanla dolar pazuları tarladakinin
hızar gürültüsü içinde türkülenir bir öteki
gökleri göğsümden aşırtarak yürürüm
yağlı kasketimin kıyısında nar çiçekleri.

Aynı adam Ekim günlerinden beri gümbür gümbür gelirim
teneke damların üstüne safi sinirden doğan güneş
portakallar fırlatarak parlıyor benim adımlarımla
anladım neden yorgunluk
gülümserlik getiriyor insana
hayatın bana başat
bana avrat oluşunu öğrendim
işçiler bunu kurşunlanarak öğrendi
on beşinde bir arkadaş
inancını savunurken yargıca
anladı bulana durula akmakta olan şeyi.

Yürüyorum
azarlanıyorum fışkıran başaklarla
iki bomba gibi taşıyorum koltuğumdaki bir çift somunu
hurdahaş bir sancıyla geçiyorum badem çiçekleri altından
gözlerim nemli değil.
gözlerim namlu.

(1968)

İsmet Özel

Akdenizin Ufka Doğru Mora Çalan Mavisi

Kim yeni terleyen bıyığına, sakalına sevdalanmışsa 
Ölünceye kadar bu daireden dışarıya ayak atamaz 
HAFIZ 

Yaz günleri beni hatırlamıyor.
Salgılı bir hayvanla bitişiyorum yaz yaklaşınca
yayılıyorum ortasına sevgili tüylerimin
geniş uykulardayım, muazzam uykularda
yılların zulmünden haberim yok
ne de sürgün taşralı kızlar korosundan
geçiyor hazza yatkın dudaklarıyla gece
canımın ilmekleri arasından.

Beni artık kimseler arayıp da bulmasın
beyaz harmanilerin göklere açık sofrasında
yıktığım saltanatın dizinde inlediğim
aşkın en tabanında yattığım anlaşılmasın
çünkü ben çok gizli bir yanlışın
dehşetengiz yeteneğini ölçmek için
yepyeni bir hata için iniyorum Akdeniz’e
Meryemoğlu sanıp ben zavallı ademi
çarmıha çaktılar orda çok zaman önce.
Çok zaman önceydi ki otobüsler
mermer sütunlu şehirlerden sahil çardaklarına
nice yılgın havarilerle gidip geldi.
Hepimiz, yani taflan çiğnemekle güzelleşen çocuklar
havariler karşısında harami
gövdesinde hayvan kabarınca mecalsiz
kutlu bir tan çıkarmayı denedik
kayser makinasından
anneler
sevecen gözyaşlarıyla korurdular bizi.

Bizi sen ey beyhude ve baygın duyguların yırtıcısı
sen ey loş çalgıları uykulardan çıkarıp
Bahçelerin hayatına yerleştiren esrar
bizi bırakmıştın
acı güller salınırdı kanımın raddelerinde
ve ben güneş altında kendini bize öptüren neyse
gece onun kimlerle buluştuğunu araştırdım
o zaman yalın yürek kaldım şiddetin çölünde
aldanışların çölünde korkudan
denize dilimi soktum ayaklarımdan önce.
Bu kadar, bu kadardı Akdeniz
aslı yokmuş dinlediklerimin
eski moda güneş sanrılarından
bir şair cesedinden hiç farkı yok denizin.

Yok ve yaz günleri beni hatırlamıyor
boğulmuş hüznü gösteriyor bana memelerinden
geçiyorum bir yakıcı maviden derinleştirilmiş mora
geçiyorum ayaklarım altında kumları hıçkırtarak
Kara yaz! Karanlık yaz! Kararan vücutlardan
rıhtıma varmayan ceset elbette hatırlanmaz.

(1974)

İsmet Özel

Vasiyet Bahşet Gölgeye

Hüzün fayda etmeyecek
Pişmanlık fayda etmeyecek
          Kandaki şiir de

Yalnız başına gideceksin
Ateşte kaybolmuş yıldız gibi
Çıplaklığın seninle birlikte
Ve çürüyecek olan kefen
Naaş bile boş dönecek
          Ölümün kokusundan

Bel bağlama çabucak kuruyan gözyaşına
Düşünme vedalaşmaya geleni
          Ve gelmeyeni
Hepsi gıybet kadehiyle meşgul
O halde vasiyet bahşet gölgeye
          Belki de sana ihanet etmeyecek
          Dönerken görse beni
                   Güneşin birinde ona doğru.

Ahmed eş-Şehavi
Çeviri: Mehmet Hakkı Suçin

Tatlı Bir Düşüş

Bir buluta gizleneceğim
Düşeceğim tatlı tatlı
Sağanak
Kalbine sevgilimin.

Hulûd el-Mualla
Çeviri: Mehmet Hakkı Suçin

Kafes

Çırpınıp duruyorum
Süs kuşu misali
Günler geride bırakıyor beni
Hizasında duruyorum bir temenninin
Kapı açılıyor
Ama iki kanadım yok ki benim.

Hulûd el-Mualla
Çeviri: Mehmet Hakkı Suçin

Tempo

Bu sessizlik keskin bir haykırışıdır yalnızlığın
Kalbim sükûnet içinde
Beklediği kimse yok
Böyle dinliyorum hayatımın temposunu

Hulûd el-Mualla
Çeviri: Mehmet Hakkı Suçin

Hasretli, üzüntülü ve matemli değilim


Vefa gösterdim bir adama
Ancak ayağının tersiyle vurdu o aşkıma ve umutlarıma
Verdiğim her şey helal olsun ona
Ancak karşılıksız verdiğim gönlüm müstesna
Sessiz bakışlarımda yine
Söylenmemiş hikayelerim var
Giyinip kuşandığımda yine
Gizli fitnelerim var
Ona verdiğim şeyden dolayı üzüntülü değilim
Hasretli, üzüntülü ve matemli değilim
Yeri dolmayan o gönülden başka
Yemin olsun Allah’a yoktur eksiğim

Furûğ-i Ferruhzâd
Çeviri: Nimet Yıldırım