Bab-ı Ali’de Yayınevleri

19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim merkezi Babıâli, aynı zamanda Türk basınının da merkezi ve kalbidir. Divanyolu üzerindeki Sultan Mahmut Türbesi’nden başlayıp Sirkeci meydanına kadar kavisli bir şekilde inen bu cadde, bir orta noktada kırılır. Bu orta nokta Babıâli denilen, yani Osmanlı sadrazamlarının konağı, yönetim yeri olan, aynı zamanda da Paşakapısı denilen, valilik binasını orta merkez olarak alır. Sultan Mahmut Türbesi’nden, yani Divanyolu’ndan, köşeden başlayıp valiliğin uç noktasına, yani köşe noktasına kadar olan kısma eskiden Mahmudiye Caddesi adı verilmekte, valilikten aşağı ve Sirkeci’ye kadar olan kısmına da Babıâli denmektedir. Fakat bu iş 1934 yılında değişir. Osman Nuri Ergin yeni sokakların isimlendirilmesi ile ilgili görevlendirildikten sonra Sirkeci’den valiliğe kadar olan bölüme Ankara Caddesi, valilikten sonra Sultan Mahmut Türbesi, yani Divanyolu’nun başlangıç kısmına kadar olan yere de Babıâli Caddesi adını verir. Bu isimlendirmeye çok sinirlenen Reşat Ekrem Koçu İstanbul Ansiklopedisi’nin “Ankara Caddesi” maddesinde bunu sert bir dille, ağırca eleştirir.
19. yüzyılın sonundan, 1870’lerden itibaren bu caddede kitapçılar yer almaya başlar. Yüzyıl sonlarında bu kitapçılar önemlerini ve sayılarını çoğaltarak caddenin Türk basın yayın dünyasının en önemli merkezi haline gelmesini sağlarlar. 19. yüzyıl sonundan 20. yüzyılın sonuna kadar kitabevleri, matbaalar, gazete idarehaneleri, mücellitler, kırtasiyeciler, klişeciler velhasıl Babıâli Türk basınının kalbi olur. Reşet Ekrem Koçu “Büyük şehrin, dolayısıyla Türkiye’nin  fikir ve sanat merkez meşheri, İstanbul basının beşiği, bir politika kanalı, alimler, mütefekirler, müellifler, muharrirler, artisler güzergâhıdır. İstanbul’un büyük kitapçıları, en büyük kırtasiye mağazaları, mücellitleri, klişe atölyeleri, ilanat büro ve şirketleri, gazete ve mecmua bayileri, birkaç büyük matbaa, gazete ve mecmua idarehaneleri, bu caddenin iki kenarı boyunca sıralanmıştır” diye tanımlar Ankara Caddesi’ni. Gerçekten de bu bölgedeki kahvehaneler, berber dükkânları bile edebiyatla, siyasetle iç içedir. Nitekim İttihatçıların anılarından Sirkeci’deki berberde buluştukları, bazı hükümete yönelik işlerin oralarda fısıltılar halinde konuşulduğu bilinir. Yine burada ünlü Meserret Kıraathanesi’nde bir sürü insan hem Jön Türk neşriyatını el altından birbirlerine devreder, bir yandan da yine siyaset konuşurlar. Babıâli böyle hem siyasetle, hem yayın dünyası ile iç içe yaşayan bir mekândır.
Babıâli’nin ayrıntılı bir tarihi yazılamamıştır. Nitekim Türk basınının eskilerinden ve Babıâli’yi en iyi bilenlerden Münir Süleyman Çapanoğlu da “Basın tarihimiz yazılamamıştır” der ve Ahmet Rasim’in Vakit’te, Akşam’da ve bazı dergilerde, Ahmet Cevdet’in İkdam’da, Abdurrahman Adil’in İkdam ve Alemdar’da, Azim’de ve birkaç dergide yayımlanan basın tahine ait yazıları, hatıraları Arap harfleri ile çıkan gazete ve mecmuaların sütunlarında gömülü kaldığını, arada bir yeni harflerle çıkmış olan çıkan hatıralar ve notların da basın tarihini yazacaklar için kâfi olmadığını, eski Babıâli’yi bilenlere hatıraları yazdırmak, not almak, üstatların yazılarını gazetelerden dergilerden çıkarıp ayıklamak, yayımlamak gerektiğini ekler. Bu yazının yer aldığı kitabın yayımlandığı 1962 yılında hakikaten de çok sayıda yayıncı, gazeteci, eski kütüphane sahibi, eski kitabevi sahibi hayattadır.
Babıâli üzerine irili ufaklı çalışma yapanların başında Ahmet Rasim ve Ahmet Mithat Efendi gelir. Selim Nusret Gerçek, Server İskit, Münir Süleyman Çapanoğlu, Reşit Halit Gönenç, Orhan Koloğlu, Alpay Kabacalı, Ali Birinci, Nuri Akbayar, Yahya Erdem, Lütfü Seymen, Başak Ocak, Cem Atabeyoğlu, Cüneyt Okay, Naşit Baylav, Arslan Kaynardağ gibi araştırmacı ya da edebiyatçı, gazeteciler Babıâli ile ilgili çeşitli yayınlarda bulunmuşlardır. Fakat bu çalışmaların tümünü kapsayan topluca bir çalışma yoktur.
Babıâli kitapçıların yerleşmeye başladığı 1880’lerden günümüze, 1980’li yıllara kadar burada açılıp kapanmış yayınevlerinin, kitabevlerinin derli toplu tarihçelerine, kurucularının kimler olduğuna, aile bağları ve akrabalık derecelerine, ne zaman kapandıklarına, hangi zamanlarda ticari anlamda darboğazdan geçtiklerine dair hemen hemen hiçbir şey bulunmamaktadır. Bunlar sadece kıyıda köşede kalmış, notlar halinde, cımbızla toplanabilecek nitelikte belgelerde yer alır.
Babıâli Caddesi’nin 19. yüzyıldaki durumu hakkında Ahmet Rasim ve Ahmet Mithat Efendi çok güzel bilgiler sunarlar. gibi kitabı var. Kültür Bakanlığı tarafından yeni harflerle yayımlanan Muharrir, Şair ve Edip adlı kitapta çok ilginç bilgiler yer alır. Yine Ahmet Mithat Efendi’nin yazmış olduğu birkaç romanda hem Cağaloğlu’nun hem İstanbul’un diğer semtleri ile ilgili olarak çok güzel tasvirlere rastlanır. Bu kaynaklardan Babıâli Caddesi’nin açılışının 1865 yılında Hoca Paşa yangını sonrasına dayandığı anlaşılır. Islahat-ı Turuk komisyonu bazı binaları, evleri yıkarak caddeyi genişletir ve Babıâli Caddesi bu şekilde oluşur. İlk Babıâli kitapçısı hakkında Ahmet Rasim Vakit gazetesinde “Matbaa Tarihinden Bir Nokta” başlıklı bir makale yayımlar. Ahmet Rasim Efendi bir gün Babıâli’de otururken, Asır Kütüphanesi’nden Kirkor Faik Efendi’yle bir söyleşi yaparlar. Bunun üzerine Ahmet Rasim bize şu bilgileri aktarır: Babıâli’de ilk kitapçı dükkânı Toros isimli birine aittir. Dükkân, İkdam gazetesinin çıktığı İkdam Han’dadır. Ahmet İhsan Tokgöz ise Matbuat Hatıralarım adlı kitabında Mülkiye Mektebi’nde dersleri takip ederken, eski Babıâli yokuşunun matbuat hayatı ile son derece alakadar olduğunu, caddede Esat Efendi Kütüphanesi adlı tek bir Türk dükkânı bulunduğunu, sahibinin de hâkimlikte bulunmuş ulemadan olup Abdülhamid döneminde ara verdiği faaliyetine hürriyetin ilanıyla geri döndüğünü ve bu esnada Basiretçi Ali Efendi ile birleştiğini anlatır. Fakat her ikisinin de ömürleri vefa etmediğini, Esat Efendi kütüphanesi dışındaki kitapçıların da Ermeniler olduklarını ekler. Ahmet İhsan’ın bahsettiği Esat Efendi’nin bulunduğu tarihte Aleksan, Kaspar, Kirkor, Ohannes Efendiler kitapçılığa başlamış durumda gözüküyorlar. Bu bahsedilen tarih ise 1881 ile 1887 arasında bir yıl olmalıdır; çünkü Ahmet İhsan Bey Mülkiye Mektebi’nde 1881-1887 arasında okur. Dolayısıyla Babıâli’de ilk kitapçılık yapan kişi meselesi bu anılardan da pek ortaya çıkmamaktadır. Bir de bizim halen bildiğimiz saatli maarif takvimlerini yayımlamakta olan Maarif Kütüphanesi’nin sahibi Naci Kasım Bey’in babası Hacı Kasım Efendi’nin ilk Türk kitapçısı olmak gibi bir iddiası vardır. Çünkü bu bey 1862 yılında İran’ın Hoy kentinden İstanbul’a gelip hemen kitapçılığa başlar, fakat kitapçılığa başladığı mekân Babıâli’de değil, Beyazıt’ta Hakkaklar Çarşısı’ndadır. Daha sonra oğlu Naci Kasım Babıâli’de Maarif Kütüphanesi’ni kurar. Hüseyin Tutya da Yeni Şark Kütüphanesi’ni kurup 1970’li yıllara kadar Babıâli’de kitapçılık yapar. 1881 tarihli Annuaire Oriental’de İbrahim Hazım diye bir isme rastlanır. İbrahim Hazım Babıâli Caddesi 26 numarada, onun dışında Avedis Papazyan Babıâli Caddesi 18 numarada, Arekel Tozluyan Babıâli Caddesi 46 numarada görülür.
Bütün bu belgelerden ve notlardan çıkardığımız sonuca göre, Babıâli’deki ilk kitapçı bence Arakel Tozluyan Efendi’dir. Arakel Tozluyan Efendi 1875 yılında İstanbul’da Babıâli’de dükkânını açar ve çalışmalarını uzun zaman sürdürür. İşin başında daha yaptığı çok büyük bir hizmet, 1301 yılında (1884) yılında Matbaa-i Ebuziya’da Arakel Kütüphanesi kataloğunu bastırmış olmasıdır ki bu benim tespitlerime göre ilk ticari kitapçı kataloğudur. Babıâli kitapçılığının modern kitapçılık anlamında ve sahaflıktan ayrılan bütün ilk müteşebbisleri Ermenilerdir. Daha çok tömbekici, tütüncü dükkânlarında, kahvehanelerde, bir miktar Beyazıt’ta Sahaflar’daki dükkânlarda satılmakta olan matbaa baskısı kitaplar ancak bu ilk dönem Ermeni kitapçılar sayesinde modern anlamda bir ticari meta olarak karşımıza çıkar, vitrine çıkar, alınır satılır hale gelirler.
Bu Ermeni kitapçılarının çoğu gazete müvezziliğinden, gazete dağıtıcılığından gelmektedir. Eskiden çoğunlukla gazeteler sokaklarda, meydanlarda müvezziler aracılığıyla satılmakta, dağıtılmaktaydı, o yüzden bu müvezziler de çok önemliydi. Bu müvezziler aynı zamanda bu kitabevlerinde kitapçı oldukları zaman, gazetelerde abone ederek ya da posta yoluyla da bazı insanlara göndermek aracılığıyla gazeteciliğin gelişmesine hizmette bulunurlar.
İkinci bir grup olarak İran kökenli diye addettiğimiz Azeriler de Babıâli’de epey bir yer teşkil ederler. Maarif, Yeni Şark, Cemiyet gibi büyük yayınlar, büyük işler yapmış, yayın alanında isim olmuş bazı kitabevleri ve yayıncılar da Azeri kökenli, Acem denilen insanlardandır. İbrahim Hilmi Çığıraçan hakkında ciddi bir araştırma yapan Başak Ocak’ın tespitine göre Ermeni kitapçılar bilimsel ve edebi kitaplar ile okul kitapları piyasasını, İranlı kitapçılar da halk, medrese kitapları piyasasını ellerinde bulundurmaktadırlar. Bir de 1870’li yıllardan itibaren Beyazıt’ta, Hakkaklar Çarşısı’nda, Sahaflar Çarşısı’nda dükkân açan bazı kimselerin de daha sonra bu dükkânları kapatıp Babıâli’ye doğru kaydığını tespit ediyoruz ki, kitapçılık ağırlık merkezinin giderek Babıâli’ye doğru kaydığının bir göstergesidir bu.
1890’lardan başlayarak, 1900’lü yıllara doğru, yani Babıâli’de Ermeni ve İran kökenli kitapçıların ticari faaliyette bulunması sırasında birtakım Türk kitapçılar, müteşebbisler de bu faaliyetlere katılırlar. Bunların en başında yine Ahmed İhsan gelir. Servet-i Fünun mecmuasının sahibi ve yayımcısı olan Ahmed İhsan 1890 yılında bir arkadaşı ile birlikte Alem matbaasını satın alır ve yayıncılık işine başlar. Yine Hüseyin Kitapçı Babıâli’de önce İran kökenli bir kitapçı olan Şems Kütüphanesi’nde belli bir müddet çıraklık yapar, daha sonra kendisi Beyazıt’ta Zafer adıyla bir dükkân açar. Ardından o dükkânı kapatıp yeni köprünün başındaki dükkânlardan birini tutarak orayı İkbal Kütüphanesi yapar. Hatta bir ara bir İtalyan gemisi köprüdeki o dükkânların olduğu yere çarpar ve bütün kitaplar Haliç’te yüzmeye başlarlar. Bu tehlikelerden sonra Babıâli’nin üst tarafında bir dükkân kiralar ve yine 1970’li yıllara kadar kitapçılık faaliyetini sürdürür İkbal Kütüphanesi. 1896’da Tüccarzade İbrahim Hilmi Bey bir kütüphane açar. İlk ismi Kitaphane-i İslam ve Askeri olan bu dükkânda önce daha çok askerlere yönelik, İslami bazı eğitici kitaplar yayımlanır. Daha sonra adı Hilmi Kitabevi’ne çevrilir ve kitabevi, sahibinin ölüm yılı olan  1963’e kadar faaliyette Babıâli’de bulunur. Özellikle meşhur Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın bütün eserlerinin tek yayıncısı konumundadır. 1962 yılında hastalıklı bir haldeyken bile bazı yazarlara, edebiyatçılara mektuplar yazarak onlarla yayın anlaşması imzalamak isteyen, bu işe gönül vermiş bir kişidir İbrahim Hilmi Çığıraçan.
İmparatorluğun sonundan Cumhuriyet’e doğru Babıâli’deki Türk kitapçıların sayısı hızla artar, bu arada Ermeni kitapçıların azaldığı görülür. Bir kısmının yokluğu hem yaşlılıktan hem de genç yaşta ölümlerden kaynaklanır, bir kısmı ise tam çözemediğimiz bir şekilde kitapçılığı bırakıp başka mesleklere döner. Bunlardan Kaspar Efendi kitapçılığı belli bir süre yaptıktan sonra, Bağlarbaşı’nda bir bakkal dükkânı açar ve burayı işletirken ölür. Bir de istisnai durum vardır: Suhulet Kütüphanesi ve Matbaası sahibinin Osmanlı’daki ismi Leon Lütfi olup daha sonra Müslüman olarak Semih Lütfi adını alır. Hanımı ve ailesi ise hayatlarına Ermeni olarak devam ederler. Semih Lütfi Kütüphanesi’nin kapanış tarihi 1980’li yıllardır, Semih Lütfi ise 1940’lı yıllarda ölür. Karısı, yani Aznif Hanım ise 1980’li yıllara kadar yayın yapmadan o kitapevini, sadece eski bastıkları kitapları satarak devam ettirir. Ben öğrenciyken Aznif Hanım Sirkeci’de kütüphanesinin içerisinde karanlık, tozlu bir kasanın başında oturur, sıradan verirdi satıştaki kitapları. Eğer bozuksa arkadaki kitaptan vermez, kovardı. Ölümünden sonra, bina çok değerli olduğu için kitaplar kimsenin gözünde değildi. Kitapları önce Kuleli’ye yolladılar, garnizonlara, çünkü depolarında dağıtılamamış, satılmamış on binlerce kitap vardı. Bunların Kuleli Askeri Lisesi vasıtasıyla bütün garnizonlara dağıtılması için bir teklifte bulunuldu. Askerler bir kısmını aldı götürdü. Daha sonra binanın bir an önce boşaltılması gerektiği için bu kez Edebiyat Fakültesi’ne haber verildi; onlar da bir müddet, bir miktar seçip götürdüler. Edebiyat Fakültesi’nde kütüphanenin 2-3 gün boyunca kapısının açılacağı ve kitapların istenildiği kadar alınabileceği şeklinde bir şaiya çıktı; gerçekten de içeri girip, istediğiniz kadar kitabı torbaya doldurup götürebiliyordunuz. Böylelikle kitaplar dağılabildiği kadar dağıldı, dağılamayanlar da maalesef kâğıtçıya, hurdacıya gitti.
Babıâli yayıncılığının en zor dönemi bana göre 1928 yılıdır, çünkü 1928 yılının sonlarında ünlü harf devrimi dolayısıyla Babıâli’de bulunan bütün yayınevlerinin sermayeleri bir anda sıfıra inmiş olur. Depolarda binlerce eski yazı kitap vardı, bunların bir kısmı mektep kitapları, bir kısmı eğitime yönelik kitaplardır. Bunlar bir anda kullanılamaz, okutulamaz ve satılamaz hale gelir. Dolayısıyla 1982’deki bu sıkıntılı dönemde pek çok kitapçı, yayınevi maalesef kendini kurtaramamıştır. Fakat 1920’li yıllarda daha henüz yayıncılığa girmiş kitapçılar zarar görmemiştir, çünkü depolarındaki kitaplar eski harfli değildir. Bu durumu devlet birtakım önlemlerle düzeltmeye çalışır. 1928’de Latin alfabesi ile öğrenim yapılacak mektep kitaplarının basılması için bazı kitapçılara haklar tanınır. Fakat bu yine de kitapçıların zararlarını maalesef karşılayamaz. Dolayısıyla 1928’den sonra uzun zaman kitapçılarla devlet arasında birebir maddi anlamda bir alışveriş olur. Hatta maddi kayıpları o kadar fazladır ki 1932 yılında Ahmet Halit Kitaphanesi, Hilmi Kitaphanesi, Kanaat Kitaphanesi, ortak bir imza ile Türk Kitapçılığının Bugünkü Vaziyeti ve İstikbali başlıklı bir ortak rapor kaleme alarak kendilerince birtakım durum değerlendirmeleri yapar ve sorunlara bazı çözümler önerirler.
1880’li yıllardan 1940’lı yıllara kadar Babıâli’de dükkân açmış kişilerin, müesseselerin isimlerini ve dükkân numaralarını tespit edebildiğimiz en büyük kaynak Annuaire Oriental dediğimiz şark ticaret yıllıklarıdır. 1881’den 85’e kadar 3 kişinin adı geçer, daha sonra 1889 yılında 10 kitapçıya çıkar Babıâli’deki kitapçılar. Hemen hemen tamamı Ermenidir. 1889’da Artin Asaduryan, Biberciyan, Ohannes Ferit, Aleksan Kocabıyıkyan, Avedis Şamgoçyan, Kaspar Kayseryan, Kirkor Kayseryan, Karabet Keşişyan, H. Michel Arekel Tozluyan olarak aynı aynı kadro hemen hemen devam eder. 1896 yılında bunlardan farklı olarak Hüseyin Efendi ve İbrahim Hilmi Tüccarzade karşımıza çıkar. 1901’de Rauf Bey diye bir isimle karşılaşırız. Onun dışında bütün kadro aynıdır. Bu arada 1901’de Tefeyyüz diye bir isme rastlarız ki bu 1896 yılında Garabet Keşişyan’ın ölümünden sonra dükkânın devralınıp isim değişikliği yaşamasına dayanır. Tefeyyüz Kitaphanesi 1970’li yıllara kadar Babıâli Caddesi’nde faaliyette bulunur. 1913 yılında yine birtakım yeni isimler bu kitapçılara eklenir.
Sözünü ettiğimiz kitabevlerinin bazılarının tarihçelerine baktığımızda, örneğin Ahmet Halit Yaşaroğlu 1918 yılında Babıâli’ye gelir ve Talebe Defteri İdarehanesi adıyla bir idarehane açar ve Halit Fahri Ozansoy, Şükûfe Nihal, Orhan Seyfi Orhon gibi edebiyatçıların ilk şiir kitaplarını basar. Bir diğer adı da Halk Kütüphanesi’dir. Ve 1920’de mütareke yıllarında kapanır. Ahmet Halit Bey 1920’den 28’e kadar bir yandan da hocalık yapar ve 1928 yılında sadece Şişli Terakki Lisesi’ndeki tarih hocalığına devam eder, onun dışında resmi vazifeden ayrılır ve vefat ettiği 1951 yılına kadar kitabevinde bizzat çalışır. Hanımı da öğretmen ve yazardır; hatta Naime Halit alfabesi diye çok özel bir alfabe yayınlarlar. Latin alfabesini öğreten bu alfabe çok tutulur. 1951’den 1973 yılına kadar da Ahmet Halit Yaşaroğlu’nun Ayhan ve Yıldız Yaşaroğlu adlarındaki iki oğlu 1973 yılına kadar kitabevini sürdürürler.
Meşhur Arakel Efendi 1876’da Babıâli 46 numarada dükkânını açar ve bilhassa Ahmet Rasim, Halit Ziya gibi Osmanlı dönemi Türk edebiyatçılarının çok önemli eserlerini yayımlar. Muallim Naci ile birlikte Talim-i Kıraat ve Mekteb-i Edep diye okul kitapları hazırlar ki bunlar çok tutulup belki 100 kadar baskı yapar. Arakel Efendi 1912 yılında ölünce oğlu Leon Efendi bir müddet işi sürdürür, ama 1914 yılında kitabevi kapanır. 
Yine Babıâli’de Cemiyet Kütüphanesi Hacı Kasım Efendi’nin oğulları tarafından kurulup daha çok popüler, folklorik, polisiye-roman, biraz müstehcen yayın, hikâyeler basar. Daha sonra her iki kardeş ayrı kitabevleri kurarak Cemiyet Kütüphanesi yayınlarına son verirler. 
Gayret Kütüphanesi Kirkor Faik’in Asır Kütüphanesi’nde tezgâhtar olduğu dönemde, yanında yetiştirdiği Garbis Balamutoğlu adında birinin kurduğu bir kitabevidir. Garbis Balamutoğlu’nun kardeşi Misak Balamutoğlu da Zaman Kitaphanesi’ni kurar ve 1970’li yıllara kadar İstanbul’da kitapçılık yapar. Zaman Kitaphanesi 1930’lu yıllarda Osmanlı kıyafetleri ile ilgili Avrupa’da basılmış kitapları burada özel klişeciler sayesinde Türkçe’ye çevirttirip basar.
Hâlâ faaliyette olan İnkılap Kitabevi’nin kurucusu Garbis Fikri Bey de Kayserili bir Ermenidir. 1907’de Kayseri’de doğar ve Kumkapı’ya yerleşir. 1930 yılında Gedik Paşa Ortaokulu’ndan mezun olur. 1930 yılında bir arkadaşı ile birlikte Cumhuriyet kütüphanesi adıyla bir kitaphane açar, fakat kütüphaneyi 1932 yılında arkadaşına bırakır ve Ankara Caddesi’nde 157 numarada İnkılap Kitabevi’ni açar, 1932-54 arasında burada faaliyette bulunur. Daha sonra 1962 yılında Aka Eren diye bir yayıncıyla birleşir, İnkılap ve Aka Kitabevleri adını alır. Ağırlıklı olarak ders kitapları yayımlarlar. 1971 yılında Garbis Fikri Bey ölür, 1984 yılında Aka Kitabevi ile ayrılırlar ve İnkılap Kitabevi hâlâ bildiğiniz gibi yayınını sürdürmektedir. Nazar Fikri Bey, Garbis Bey’in oğlu işin başındadır ve 3. kuşak Arman Fikri Bey halen bu dede müessesesini sürdürmektedir.
Yine eskilerden ve önemli kitabevlerinden Kanaat Kitabevi’nin kurucusu İlyas Bayar, bir Musevidir. 1898 yılında Babıâli’de bu dükkânı açar; oğlu Aslan Bayar’ın ölümüyle 1994 yılında Kanaat Kitabevi tasfiye edilir ve kapanır. Maarif Kütüphanesi 1895’te kurulur. İlk yeri Hakkaklar Çarşısı’dır, daha sonra Babıâli’ye geçer ve hepimizin bildiği ünlü saatli maarif takvimlerini çıkartır; şu an halen Babıâli’de faaliyette olan belki de tek kitabevidir. Remzi Kitabevi 1926 yılında Beyazıt’ta Ümit Kütüphanesi adı altında kurulur ve burada ilk defa Ömer Seyfettin’in Yüksek Ökçeler isimli kitabı ile Rudolph Valentino’nun Aşk Maceraları isimli kitapları basılır eski harflerle. Daha sonra 1930 yılında Babıâli’ye geçer, orada da Nazım Hikmet’in Sesini Kaybeden Şehir isimli eserini basar ilk kez. Bu eser çok büyük yankı uyandırır.
Babıâli’de bir yeni kitapçı 1935 yılında Zekeriya Sertel’in kardeşi Kenan Yusuf Sertel tarafından kurulur. Kenan Yusuf Sertel aslında tahmin olunacağı üzere daha çok sol yayınlar yapar, fakat çok fazla siyasi fikri olan biri değil, aslında tüccardır. Nazım Hikmet’in, Sabiha Sertel’in bazı kitaplarını bastıktan sonra, Nazım Hikmet’in tutuklanması, propaganda adına sorgulamaların başlaması üzerine 1938 yılında dükkânını Nail Çakırhan’a devreder ve İzmir’de tütün tüccarlığına başlar. Nail Çakırhan ise 1-2 sene orayı idare eder ve o da bir başka gazeteciye, Mithat Sertoğlu’na kitabevini devreder. Yeni kitapçıda çok ilginç bir şey, Babıâli’de olmayan bir sistemle okurlara emanet kitap verilmesidir. Böylelikle satın alma gücü olmayan bazı insanların belli bir depozito vererek kitapları geri getirmek şartıyla okumasını sağlamaya çalışılır.
İsmini tespit edemediğimiz ya da ismini tespit edip de hikâyelerini söyleyemeyeceğimiz meçhul bir sürü kitapçıdan örneğin biri Çiftçi Kütüphanesi’dir. Sahibi Ahmet Akif Bey’in daha milli mücadele başlangıcında Atatürk’ün resimlerini bazı kartpostallara bastığı ve bunların izinsiz ve kaçak basılmalarından dolayı işgal kuvvetlerinin pek çok kereler bu kitaphaneyi bastığı, hatta Atatürk ile ilgili bu kartpostalları müsadere edip kartpostalların yakıldığı, imha ettirildiği notlar, bilgiler mevcuttur. O yüzden de Çiftçi Kütüphanesi’ne dair basılmış Atatürk kartpostallarının hemen hemen hiç görülmediği ya da çok nadir olduğu şeklinde bilgilerimiz vardır.
1980’li yıllara gelindiğinde birtakım kitabevleri faaliyetlerini sürdürürken bilhassa gazetelerin Babıâli’den ayrılmaları, üniversitelerin daha değişik yerlerde yaygınlık kazanmış olması, sadece İstanbul Üniversitesi’nin o bölgede varlığını sürdürmesi, diğerlerinin başka üniversitelerin de genişleyip yayılması dolayısıyla, Babıâli de artık bir kitap merkezi, yayınevi merkezi olmaktan çıkar. Bu yıllardan sonra artan bir ivmeyle yayıncılar da Beyoğlu tarafına, İstiklal Caddesi’ne, Taksim’e, Şişli’ye doğru yayılırlar. Babıâli yayıncılığı ve kitapçılığı her ne kadar tamamen bitmiş olmasa da -çünkü hâlâ birtakım dağıtım evleri oradadır- eski önemini eski merakını veya okuyucusunu kaybetmiş durumdadır.
Nedret İşli

Kitap Sevmeyen Yayıncı

Bir zamanlar benim de severek yapmış olduğum kitap yayıncılığı, her şey yolunda gittiği sürece ilginç, zevkli, insana haz veren bir uğraştır. Sürekli olarak yazarlarla, çevirmenlerle konuşursunuz, çevrenizde sanat ve kültür insanları vardır. Matbaa aşaması da hoş antimon kokusu ve Heidelberg baskı makinelerinin müzik gibi gelen monoton sesiyle bir alışkanlık yaratır. (En azından benim zamanımda öyleydi. Şimdi herhalde teknikler değişmiştir.) Ama bu işin, dağıtıcılardan para tahsilatı, kitabevlerinde yer alabilmek, çekler, senetler gibi çok tatsız yanları da vardır. Buna rağmen, kitap âşığı birçok genç insan, bütün zorlukları göğüsleyerek yayınevi kurma yolunu seçer. Matbaada basılıp ciltlenen yeni kitapları, fırından çıkmış, dumanı hâlâ tüten ekmekler gibi severler, koklarlar. Böyle kişisel yayıncılık girişimleri, ne yazık ki büyük yayınevleriyle,bankaların yaptıkları yayınlarla kolay kolay mücadele edemez ve bazıları kapanmak zorunda kalır. Zaten kitap okumaya geç başlamış bir toplumuz. Türkiye’de yüzyıllar boyunca sürüp giden bir yayıncılık yok. En eski (ve hâlâ çalışır durumda olan) yayınevimiz 100 yılı aşkın bir süredir nitelikli kitaplar yayımlayan Remzi Kitabevi’dir. Alman yayıncım Klett-Cotta’nın Cotta bölümü, 15. yüzyıldan beri yayıncılık yapar. Schiller’in, Goethe’nin kitaplarını basan bir yayınevidir bu ve çok köklü geleneklere sahiptir.
Bir fecaat
Dünyanın en büyük yayınevlerinden biri, merkezi New York’ta bulunan Random House’dır. Alman Bertelsmann şirketinin eline geçmiş olan bu dev yayıneviyle ilgili bir anekdot hiç aklımdan çıkmaz. Bu ilginç anıyı bana, kitaplarımı Amerika’da temsil eden Robert Bernstein anlattı. Yayıncılık dünyasının bu önemli ismi, Random House Yayınevi’ni 30 yıl yönetmiş. Random House’dan emekli olan Bernstein’in yerine, Olivetti firmasından bir yönetici (CEO) atanmış. Basın bu önemli değişime ilgi duyduğu için de epey yayın yapılmış. Gazeteciler, yeni yöneticiye ne tarz kitaplardan hoşlandığını sormuşlar. Adam ne cevap vermiş, biliyor musunuz: “Ben hiç kitap okumam. Sadece benim için kitap okuyacak olan insanları işe alırım.” Bu feci cümle, Amerika’daki yayıncılık sektörünün yeni yönelimlerini ortaya koyması bakımından çok önemli. Artık yayınevleri, kitap ve edebiyat seven insanların bir uğraşı olmaktan çıkıyor, uluslararası sermayenin mal pazarlayan şirketlerine dönüşüyor. Sattıkları malın kitap, fare zehiri, buzdolabı veya meşrubat olması hiç önemli değil. Nasıl olsa Amerikan “business” okullarında yetişen genç yöneticiler,kafalarına şırınga edilen “kâr maksimizasyonu” ve yıl sonunda alacakları “bonus” dışında hiçbir şeyle ilgilenmiyorlar. Kitap sevmeyen yayıncıların yönettikleri yayınevleri de ister istemez, “kutsal satış rakamları”na tapılan ticarethanelere dönüşüyor. Nitelikli edebiyat diye bir kaygı kalmıyor ortada. Kitabın ne olduğu, neyi nasıl anlattığı önemli değil. Yeter ki satsın. Amerika’daki durum bunun tam tersi. Yeni bir romanı basacak olan yayınevi, yazarın bir önceki kitabının satış rakamlarına bakıyor ve ona göre karar veriyor. Kitabevleri bir yazarın yeni kitabı gelince, bilgisayardan eski satışlarına bakıyorlar. Bu yüzden birçok değerli kitap basılamadan ya da kitapçıda kendisine yer bulamadan yok oluyor. Eğer bu tutum dünyadaki bütün yayınevleri tarafından uygulansaydı, kitapçı raflarında, edebiyat tarihinin yüz akı olan temel eserleri bile bulamayacak hale gelirdik. İyi ki bu anlayış henüz dünyaya egemen olmadı.
İşini iyi yapmak
Mesela, Fransa’nın en önemli yayınevi olan (Yaşar Kemal, Orhan Pamuk ve benim romanlarımı da yayımlayan) Gallimard, hâlâ edebiyat zevkini ve kaliteyi, satış rakamlarından daha önemli görüyor. Gallimard’da yabancı yayınlar müdürü olan Jean Mattern’e bu konuyu sorduğumda birçok yazarın adını vererek, “İlk kitapları çok az sattı. Yüz kopya, iki yüz kopya gibi sayılarda kaldılar. Ama biz edebi kalitesine güvendiğimiz yazarları yayımlamayı sürdürdük” demişti. İyi ki de böyle. Yoksa Gallimard gibi bir yayınevinin Andre Gide, Marcel Proust gibi yazarları listesinden çıkarıp yerine bir sürü abur cubur doldurması gerekecekti. Türkiye’de de epeyce bir süredir, yayınevlerinde sadece ticari bir kuruluş olarak hareket etme eğilimi yükseliyor. Ama durum hâlâ o kadar kötü değil. Edebiyat seven editörler ve yöneticiler sayesinde yayınevleri direniyor ve deyim yerindeyse “insani bir yayıncılık” çizgisini sürdürmeye çalışıyorlar. Satış grafikleri elbette onlar için de önemli ama tek ölçü değil. Ne var ki ortam umutlu olmamıza pek izin vermiyor. Bu gidişle durum ne olur, içinde yaşadığımız kapitalist diktatörlük ortamı, edebi yayınevlerinin yaşamasına ne kadar izin verir bilemem. Zaten şimdiden, sayıları hiç de az olmayan genç ve nitelikli yazarlar, kitaplarını yayımlayacak bir kurum bulmakta zorlanıyorlar. Bir yayınevine kitabı kabul ettirmek yazar adayları için gittikçe zorlaşıyor. Kitap basılsa bile dağıtım aşamasında da büyük sorunlar yaşanıyor. Bu durum, yazarların gereğinden çok basım ve dağıtım işiyle ilgilenmelerine neden oluyor. Daha doğrusu satış aşamasında fazlasıyla devrede oluyorlar. Yazarın böyle bir sürecin içinde yer almasına, popüler olanlarda da yeni ortaya çıkmaya çalışanlarda da sıkça rastlanıyor. Gönül isterdi ki, ürünlerin okura (müşteriye) ulaştırılması işi ile onları üretmek işi birbirlerinden tamamen ayrı olsun. Yani basım dağıtım sorunları yazarların kafasını bu derece meşgul edecek düzeyde olmasın. Çünkü “piyasa”da kabul görmek için yapılması gerekenlerle has bir edebiyatçı olarak gelişmek için yapılması gerekenler, birbirinden farklı özellikler gerektiriyor. Hatta birbiriyle çelişen ve aynı kişide bir arada bulunamayacak özellikler bunlar. Uzun zamandır, her yapıtın değerinin iki bileşeni var: Biri yazınsal değeri, öteki de piyasa değeri. Yaşadığımız dönemde, ürünün piyasa değeri çok daha belirleyici olmaya başladı. Bu değerin her iki bileşeni için de halkın onayının sağlanması gerekiyor. Halk onayı, yazınsal değer açısından şaşmaz bir ölçüt kabul edilebilir. Bazı deneysel çalışmalarda “yaşarken anlaşılamamış” yazarlar oldu elbette. Ama onların değerini anlayan da sonuçta yine halktı. Bir iki kuşak sonraki halk. Üstelik kabul görmemek veya ortaya çıkamamak konusunda da yayıncı-dağıtımcı etkileri hep vardı. Yapıtın piyasa değeri açısından da halk onayı gerekiyor. Ne var ki bu gereklilik, daha çok bir yozlaşma ortamı yaratıyor. Ürünün piyasa değeri daha önemli hale geldikçe, yayıncılık sektöründeki yöneticiler de piyasaya uygun kişilerden seçiliyor veya kendilerini o yönde değiştiriyorlar. Eski dünyada genç yazar ve şairleri, etkili edebiyat dergileri,yarışmalar, roman, öykü, şiir ödülleri tanıtırdı. Ayrıca ulusal ya da uluslararası ortamda, bazı ünlü yazarlar beğendikleri bir yazarı tanıtmaya uğraşırlardı. Bunun dünyada ve Türkiye’de Fethi Naci, Roger Caillois, Louis Aragon gibi örnekleri var. Ama ne yazık ki artık ne dünya eski dünyaya ne de yazarlar eski yazarlara benziyor.
Bu karamsar tabloya karşın, internet devrimi bütün hızıyla dünyayı değiştirmeye devam ediyor ve genç yazarlara yepyeni olanaklar sunuyor. Dünyadaki dijital kitap okuru sayısı her gün artmakta. Bir süre sonra, kitap yazan herkes eserini internette sergileyebilme ve büyük kitlelere ulaşma olanağına kavuşacak. Ve ne mutlu ki o ortamı, Random House örneğinde görüldüğü gibi, “kitap sevmeyen yayıncı”ların dolar fetişizmi yönetmeyecek.
Edebiyat Mutluluktur
Zülfü Livaneli
Doğan Kitap

Kitapçılar biner biner kapanıyor !

Korsan yayınlar, ekonomik kriz, okuma alışkanlığının hızla azalması ve ücretsiz ders kitabı dağıtımı gibi nedenler yüzünden binlerce kitapçı kapanmak zorunda kaldı.

İSTANBUL – Bilgi Yayınevi sahibi Ahmet Küflü Türkiye’deki kitapçı sayısının 300’e düştüğünü açıkladı. Küflü, “Eskiden nahiyelerde bile kitapçılar varken bugün sadece büyükşehirlerde kitapçı açılıyor. Korsan yayıncılık kitapçıları bitirdi” dedi. Türkiye Yayıncılar Birliği Sekreteri Metin Celal de “Sektör her sene küçülüyor, kitapçıların rekabet yapmaya gücü kalmadı. Büyük marketler bile taksitle kitap satmaya başladı” diye konuştu. Yayıncılar kitapçılarda yaşanan krizi NTVMSNBC’ye değerlendirdi.

Ahmet Küflü (Bilgi Yayınevi Sahibi) SAYILARI 300’E DÜŞTÜ Türkiye’de kitapçı sayısı 300’e kadar düştü. Kitapçılar artık sadece büyükşehirlerde varlığını sürdürüyor ama her büyükşehide değil. Örneğin Gaziantep ekonomisi büyük bir şehirdir ama kitapçı yok! Eskiden Iğdır’da da vardı, şimdi yok. Nahiyelerde, ilçelerde vardı… Eski Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun memleketi olduğu için söylüyorum, Bozüyük’te vardı şimdi orada da yok.

KORSANLAR BANA TEŞEKKÜR ETTİ Korsanların artması kitapçıları bitirdi. Şöyle söyleyeyim: “Şu Çılgın Türkler” kitabından 1 milyon adet sattık, korsanı 4 milyon adet… Korsanlar bana telefon açtılar, “Ahmet ağabey çok teşekkür ederiz, 2 senedir bu kitap sayesinde geçiniyoruz” dediler!

KİTAP OKUMUYORUZ, PARA DA AYIRAMIYORUZ Şu gerçeği kabul edelim, uluslararası endekslerde kitap okuma alışkanlığında Türkiye son sıralardaki ülkelerden biri, kaç defa yayınlandı. Kitap okuma oranımız çok düşük. Kitaba para ayırmakta büyük sorun bütçeler kıt, gelirler az, milli gelir düşük. Korsan kitapların bu kadar büyümesinin bir nedeni de budur.

ALIYORLAR, BAKIYORLAR VE BIRAKIYORLAR Kitap üzerinde hassasiyetle durulması gerekiyor. İletişim organları değişti şimdi bilgisayar, internet var ama okumak başka şey. İnsanların okuduğunu da sanmıyorum. Kitap alıyorlar ama bakılıyor sadece. Son yıllarda edebiyatımız da Orhan Kemal, Kemal Tahir, Sait Faikler yetişmiyor. Şair olarak da gelmiyor…

Metin Celal (Türkiye Yayıncılar Birliği Genel Sekreteri)
ÜCRETSİZ DERS KİTABI DAĞITIMI ETKİLİ OLDU 
Son 5-6 yıldır Milli Eğitim Bakanlığı’nın ücretsiz ders kitabı dağıtmaya başlamasıyla birlikte binlerce kitapçının kapandığını biliyoruz. Bu kitapçıların hepsi roman gibi kültür kitabı satmıyor. Kültür kitabı satanların sayısı 400-500’e kadar düşmüş olabilir. Kitapçılar rekabet edemiyor. Artık büyük marketlerde bile taksitle kitap satılıyor. Ekonomik krizde etkiliyor. Sektör her sene küçülüyor. İnternetten kitap satışının çok etkili olduğunu düşünmüyorum. İnternetten daha çok kendi bölgesindeki kitapçıda aradığı kitaba ulaşamayanlar almayı tercih ediyor.

Yavuz Tekçe (Kitapçılar Derneği Başkanı)
BU MESLEK DE BİTECEK 
Bizim elimizdeki verilere göre derneğimize üye 1083 kitapçı var. Kitap sektöründe son altı senedir çok ciddi bir sıkıntı var. Kitap ve kırtasiye birbirine karıştı. Kültür kitapları satan kitapçılarımız çok azaldı. Üyelerimiz yaşıyor ama kitap ve kırtasiye karışmış yanına cd koymuş yani meslek mesleklikten çıkmış. Mesleğin yürüyebilmesi için korsan kitapla etkili bir mücadele yürütülmeli. Kitap fiyatları da pahalı. Herkes kitapçı açabiliyor ama bunun bir kriteri olması lazım. Bende bu işi götürebildiğim kadar götüreceğim ama çocuklarımı kitapçı yapmayacağım. Bu meslek de bitecek. Artık büyük yayınevleri kendi kitapevlerini kuruyor. Bizim gibi küçük kitapçılar ayakta kalamayacak. Bizde artık 1 liraya boyama kitabı satmaya çalışacağız.

GÖKSEL DURUTUNA
ntvmsnbc

Kısa bir andı

Kısa bir andı
Birlikte kaldığımız
Ve inandık ki sevdamız
Bin yıl ömürlü olacak

Ōtomo no Yakamochi – (718-785) Japon şair.

Benim Sevgilim

benim sevgilim
o arsız çıplak teniyle
güçlü bacakları üstünde
ölüm gibi durdu

eğik devinimli çizgiler
onun isyancı organlarını
güçlü desenlerinde
izlemekte

benim sevgilim
sanki yitik nesillerden biridir
gözlerinin sonunda
sanki bir tatar
bir atlının pususuna yatmıştır
dişlerinin taze kıvılcımında
sanki bir barbar
bir avın sıcak kanına kapılmıştır

benim sevgilim
doğa gibidir
kaçınılmaz apaçık anlamıyla
o benim yenilgimle
erkin gerçek yasasını
onaylıyor.

o yabansı özgürdür
ıssız bir adanın derinliklerinde o
sağlıklı bir içgüdüm gibidir
mecnunun çadırının yırtıklarıyla o
ayakkabısından caddenin tozunu
siliyor.

benim sevgilim
bir tanrı gibi, Nepal tapınaklarında
varlığının başlangıcına
yabancı olan
o
geçmiş yüzyıllardan bir adam
güzelliğin soyluluğunu anımsatıyor

o,  çevresinde
bir çocuk kokusu gibi
sürekli suçsuz anıları
uyandırıyor
o, sıradan hoş bir serenat
gibi
hoyrat ve çırılçıplaktır

o katıksız seviyor
yaşamın zerreciklerini
toprağın zerreciklerini
insan oğlunun üzüntülerini
lekesiz üzüntülerini
katıksız seviyor
köyün bir bağ sokağını
bir ağacı
bir külah dondurmayı
bir çamaşır ipini

benim sevgilim
sade bir insandır
sade bir insan
benim onu
uğursuz ucubeler diyarında
şaşılası bir mezhebin son belirtisi gibi
memelerimin çalıları ortasında
sakladığım.

Furuğ Ferruhzad

Çeviren: Haşim Hüsrevşahi
Kaynak: sardunyalar


Çalab’ım bir şâr yaratmış iki cihan ârasınde

Çalab’ım bir şâr yaratmış iki cihan ârasınde;
Bakıcak di’dar görünür, o şâr’ın kenâresinde.

Nâgihan ol şâr’a vardım, anı ben yapılur gördüm;
Ben dahi bile yapıldım, taş u toprak âresinde.

Şâkirdleri taş yonarlar yonup üstada sunarlar;
Allah’ın adın anarlar, ol taşın her pâresinde.

Şehirden oklar atılır, gelir canlara batılır;
Ârifler cânı satılır, o şâr’ın bâzâresinde.

Şâr dediğikleri gönüldür, ne alşidir ne cahildir;
Âşıklar cânı sebildir, ol şârın kanâresinde.

Bu sözü Ârifl’er anlar, câhiller bilmeyip tanlar;
Hacı Bayram kendi banlar, ol şâr’ın menâresinde.

Hacı Bayram-ı Veli

Aklıma Düştüğünde

                                                          eşime,

Sen aklıma düşünce ellerim tutuşuyor ellerim
Sen aklıma düşünce yetmişinde ihtiyar
Küçük bir sokakla arkadaş, biraz daha yaşasa sanki kıyamet kopacak
Sen aklıma düşünce
Parmak izlerinden tanınıyor; parkta reddedilmiş bir aşık
Teşhis ediyorum çiziklerde o amansız veremi

Sen aklıma düşünce
Berlin’de dazlaklar saçlarını uzatıyor
Sağdıcı oluyorum gelinler at üstünde
Sen aklıma düşünce rütbesi sökülmüş babalar
Yeniden dönüyor evlerine
Çocuklar şen şakrak, çocuklar şen şakrak, çocuklar.
İçimdeki gardiyan mahsustan unutuyor
Mahkum odalarının kilitlerini… İyi halden yırtıyorum
Sen aklıma düşünce gül kokulu kızım
Sırrını çözüyor Mısır’da piramitlerin
Kalbim beter oluyor sen aklıma düşünce

Sen aklıma düşünce ne güzel heceliyor
Bir kekeme dört kitabı
Sen aklıma düşünce bendeki tuhaflıklar
Bir bir yok oluyor, bitiyor bendeki bu yabani başkaldırış
Toplanıp dert ediniyorlar ülkeyi konken oynayan kadınlar
Sen aklıma düşünce bir kuyunun içinde
Yusuf’a mektup geliyor kör olmamış babası
Ve anlıyor “bir ülkeye hükümdar olacak” güzel yüzlü o çocuk
Sen aklıma gelince Diyarbakır Radyosu “Sarı Gelin” çalıyor
Sen aklıma düşmüşsün, ben içine türkünün

Sen aklıma düşünce
Üstüme yemek dökecek kadar ihtiyarlıyorum
Ellerim titriyor ellerim
Çor tutmuş bağlar yeşeriyor birden bire
Kızılderili reis tüylerini yeniden takıyor başına
Oturan boğalar ayaklanıyor bozkırda köylülerle
Sen aklıma düşünce kim gelse aklıma
Unufak oluyorum.

Bülent Parlak

Nasihatler Kitabı Yunus Emre

Bismillahirrahmanirrahim

Padişah’ın hikmeti gör neyledi;
Ateş, su, toprak ve yele söyledi.

Getirdi toprağı çekip besmele,
Kendi de hazırdı orda heybetle.

Toprakla sudan yaratıp bir cisim,
Verdi bu cisme Âdem diye isim!

Sonra rüzgâr gelip kuruttu onu,
Âdem’in cismi ondandır, bil bunu!

En son ateş gelerek ısıttı onu,
Isınınca girdi bedene canı.

“Can tene girsin!” diye ferman oldu,
Padişah emri ona derman oldu.

Can girdi bedeni aydınlattı,
Ten de canın canına neşe kattı.

Şükürler edip dedi ki: “Ey Rahman,
Şaşılmaz benim gibi bin yaratsan!”

Toprakla geldi bize dört nitelik:
Sabır, hoş huy, tevekkül ve yücelik.

Suyla beraber geldi dört türlü hâl;
Temizlik, cömertlik, lütuf ve visal.

Rüzgârla beraber geldi dört heves;
Yalan, riya, sabırsızlık ve nefes.

Ateşle geldi dört türlü felâket;
Şehvet, kibir, açgözlülük ve haset.

Canla birlikte geldi dört özellik;
Utanma, ahlâk, üstünlük ve birlik.

AKIL VE RUH DESTANI

Gel dinle şimdi, açayım da sözü,
Tek tek söyleyeyim ondaki özü.

Hakk’ın hikmeti en eski demdendir,
Şu sözlerin yorumu Âdem’dendir.

Şu cihan, iki cihanca pek dardır,
Geniş bak, böyle yüz bin cihan vardır.

Çok büyük cihandır gönül cihanı,
Kendini arayanlar bulur onu.

Şu nefs şehrinden vereyim de haber,
Ondan ümit ve beklentini gider.

Sana gönderilmiş iki sultan var:
Ten mülkünü zapt etmek ister bunlar.

Biri Rahmanî, can katından gelir.
Biri şeytanî, kin katından gelir.

Gör şimdi kendini, kime taparsın,
Kime kapı açıp kime kaparsın!

On üç bin kişidir Hakk’ın askeri,
Yenilmez kimseye, alptir her biri.

Dokuz bin neferdir, nefs haşeratı,
Dâyim eyerlidir bunların atı!

İyi tanı, kara yüzlüdür bunlar,
Nefret ve şikâyet nereye kadar.

Aman ha aman, bunlardan uzak dur!
Yazılmasın nefs defterine kusur.

Nefsin isteklerini geç, cana bak,
Söz dinlersen olur canın nura gark.

Nefs kibirlidir sultanı bilmez,
Emrine erzak ve asker verilmez.

Can, aydan arı gerek han katında,
Yerinden ayrılmaya, sultan katında.

Şu nefs, ezelden beri Hakk’a âsî,
İdamdır aslında onun cezası.

Nefsin çocukları dokuz kişidir,
Küfür ve fitne onların işidir.

Büyük çocuk hırstır, öğüt işitmez,
Cihan mülkü verilse yine yetmez.

Hazır bekler huzurunda bin çeri,
Olmuş kapısında tüm cihan esiri.

Sever dünyayı dünyadır imanı,
Susuzdur, kanmaz dünyayla canı.

Her neyi seversen imanın odur,
Nasıl sevmezsin ki sultanın odur.

Bil ki aşkındır seni senden alan,
Neyi seversen o tarafa salan.

Sevdiğinden öteye durağın yok,
Asıl mânâ budur, boş lakırdı çok.

Bu yolda zıtlaşma olmaz, mânâ var,
Her neyi seversen, odur sana yâr.

Akıl katında yarım gün durmayan,
Şah katına lâyık olur mu, ey can?

Gördüm, gelir benzi sararmış bir er
Dili tutulmuş, aklı gitmiş meğer.

Aklın önünde baş koyup secdeye,
Şükretti Hakk’a: “Onu buldum” diye

Eğer aklı başındaysan gör beni,
Neyse derdimin dermanı, ver onu!

Demedin: “Bir kere onu göreyim!”
Demedin: “Nerdeyse ona ereyim!”

Tut ki hırs yüzünden yoldan saptım ben,
Bir kez sormadın, “Sana ne yaptım ben?”

Dolanıp sana geldim, hâlimi bil,
Yardım edeceksen gözyaşımı sil.

Hırs hapsine düştüm çıkamıyorum,
Duvarı çok sağlam yıkamıyorum.

Nice yiğit ve demir yürekli er,
Bu zindandan çıkış gününü bekler.

Silahlı bin kişidir hırs çerisi,
Cengâver ve yiğittir her birisi.

Tuttuklarını atıp bu zindana,
Demir gülle takarlar ayağına.

Sual ettim bunlara: “Kimsiniz siz,
Büyüğünüz kim, kimin nesisiniz?”

Dediler: “Hepimiz nefs kullarıyız
Pek çoğumuz da hırs ulularıyız.”

Açgözlünün yeri cehennem olur,
Orada olan nasıl huzur bulur?

Yeri yurdu cehennem olan erin,
Hiçbir yerde bulamazsın benzerin.

Fark etmedim, beni aldatıp tuttu:
“Bugün, yarın!” diye ömrümü yuttu.

Akl’ın dedikleri aklına yattı,
Kendine gelerek düşündü, tarttı.

Geri gelip Akıl, onu öğütler:
“Kurtarır canını bize gelenler!

Bize geldiysen yer yok endişeye,
Gam çekme sakın ne yapayım diye!

Gelseydi Fakr u Kanaat beraber,
Görürdün düşmanlara neler eder.”

Çağırdı müjdeci, geldi Kanaat,
İpek giysi giyer, biner Burak at.

Gördüm almış ele bir yeşil sancak,
Dinlemez kimseyi öfkesine bak!

Çavuşları bağrışır sağda solda,
Bir gürültüdür kopar her yolda

Onu görüp kaçar nefs haşeratı,
Gör şimdi nicedir Halik sıfatı.

Yenilip kaçarlar, bak Hakk’ın işine,
Eri, kızı döver bakmaz yaşına.

Bunalıp hepsi dayanamaz kaçar,
Kılıca gerek yok kalırlar naçar.

Kılıçları kanlı gazidirler hep,
Uçan kuşu tutar atları Arap.

Yer yer vuruşup alırlar nice can,
Kiminden baş gider, kiminden de kan.

Askerine dar edip dört bir yeri,
Kurtarırlar hırstan ili ve şehri.

Koparırlar hay huy, velvele, figan,
Mümkün müdür kurtarsınlar ondan can?

Yenip ordusun iline akarlar,
Kırıp eri kızı, şehri yakarlar.

Şah, gazadan gelip tahta oturdu,
Bütün sipahiler huzura durdu.

Bütün kent ve bütün el rahat oldu,
Nereye gitsen nimetlerle doldu.

Geride kaldı o kıtlık ve âfet,
Oldu cümle fırsat tacirleri mat.

Ârifler artık ibadetle meşgul,
Olmuş her birisi sultanına kul.

Tutarlar sultan meclisini mekân,
Elde cam, geçerler cümle varlıktan.

Kurtulup bunlar erdiler murada,
Saki mey sunar, içerler orada.

Ferahladı bunlar kaygıları yok,
Sırtları pektir karınları da tok!

“Ne yapayım?” demek bunlara uzak,
Ömür ve rızkı kendi verir Rezzak.

Mihmandar, kendisi olunca sultan,
Sofra üstüne sofra gelir, ey can!

Yiyip doydu senin gibi nicesi,
Aynen durur, eksilmedi zerresi.

Daima yenir lakin hiç eksilmez,
Nereden geldiğini kimse bilmez.

Erenlerdir bu dirliğe erenler,
O yârin yüzünü mutlak görenler.

Gerçekte bunlar ölmeyip kalırlar,
Zira her dem yeni kısmet alırlar.

Yunus, cümle sözün sana vazife,
İş sana düşer, kimse etmez ifa.

Ne sözün varsa et kendine hitap,
Cümle gönülleri Allah için yap.

Bu yüzden cümle iş ulularındır,
Bunlardan iste, yol bu kullarındır

KİBİR DESTANI

Eğer dinler isen haber vereyim,
Akıl casusa ne der göstereyim.

Kanaat şehre gelip tahtı aldı,
Haramiler ise yollarda kaldı.

Çıkarlar dağ başına yol kesmek için,
Bırakmazlar yolcuyu yola gitsin.

Akl casusa: “Hemen geri dönüp” der,
“Götür Kanaat’e benden haber.

Kanaat hoş otursun taht onundur,
Devlet nimetleriyle baht onundur.

Çok durmaz harami dağ başında,
Geçer bir gün ele, yol savaşında”

Kibir derler ona, bilirler onu,
İmansız kalacak o âsî canı.

Kendinden başka kimseyi beğenmez,
Yüksek yerde durur aşağı inmez.

Nice tahta çıkanlar yere düştü,
Nice “ben” diyene sinek üşüştü!

Kendinden uzak tut kibr endişesin,
Kibre uyarsan uzağa düşersin.

Uzak düşenlerin imanı yoktur,
Meğer cisimlerinin canı yoktur.

Canı sakınmalı ki canlı kişi,
Hakkında kusura dönmesin işi.

Büyüklük taslama lanet alırsın,
Kovulmuşlarla bir olur kalırsın.

Kapı gözet, kapı tut, dip gözetme,
Devlet kapıdadır bırakıp gitme!

Dilersen devleti kapıda bekle,
Umarsan nimeti kapıda bekle.

Beğenme sen seni, uzak düşersin,
Çaresiz kalınca yolu şaşarsın.

Varsa kibir haberi, hangi yere,
İşiten lanet okur o habere.

Sakın olmayasın kibirle yoldaş,
Kibri nerde görürsen orda savaş.

Kibir ve arzu vefa kılmaz sana,
Yazık toprağa düştüğün o güne.

Tenin yıkılmadan kibri yıkıver,
Bu zorluklar hanesinden çıkıver.

Bu kibre nazar kılsan yok vefası,
Zahmettir nereye baksan hevası.

Kibir sahibinin nazarı yoktur,
Bu sebepten gönülde nuru yoktur.

Hakk’a giden bir yol vardır gönlünde,
Görmez onu, yabancıdır elinde.

İyi bil, Hak yolu gönlünde sırdır,
Bütün özellikler gönülde birdir.

Her kim ki o gönlün dışında kala,
Nasibi kaptırıp eli boş kala.

Gönül eri bilir gönül haberin,
Gönüllerin içinde cümle varın.

Yazık, bütün ömrün eyvaha vardı,
Büyüklenmek, seni yoldan ayırdı.

Büyüklenmek ne ki ona uyarsın,
Ümit kesme, bir gün Hakk’ı duyarsın.

Daim sana bakıp seni görürsün,
Mağrur olup senden haber verirsin.

Bu ham düşüncelerde ne bulursun?
Bu huyla bir gün tövbesiz ölürsün.

Tutma o işi ki faydası yoktur,
Özüne bir hüner edesi yoktur.

Hüner gözet ki hünere eresin,
Eren ile yol alıp dostu göresin.

Kibirli kişiler dosta eremez,
Kibir kendine düşmandır göremez.

Düşmansın sen sana, dostun kim ola,
Bu kötü huyundur sana havale.

Şayet menzile varırsan bu huyla,
Orda gönül dirliğin nasıl ola?

Bu dirlikle nice yoldaş olursun?
Nice ileri geçip baş olursun?

Bu hâl ile kılıç yok arada,
Senin için kılıcı kim yarata?

Bilmelisin sana düşman kim ise,
Bilmelisin dosta kin duyan kim ise.

İyi değildir bu yolda aymazlık,
Çok uzatma, işin var bunca yıllık.

Yazık, kibir işini çok uzattın,
Kendi kendini gönüllerden attın.

Etmedin bir gün gönül pazarını,
Candan dinlemedin dost haberini.

Ne kadar yeleceksin? dünya için?
Bir gün bir şey yapmadın Mevla için.

Tutamazsın, koşma dünya peşinden,
Ecel yol bağlamış, aşamazsın sen!

Şu beş günlük ömür, bu harca yetmez,
Sağır mı kulağın niçin işitmez?

Kibir geldi, seni karartıp gitti,
Ecel atı yörüktür, gelip tuttu.

Sen seni hiç bilemedin, ne yazık!
Nasıl kulsun ki edemedin kulluk.

Eğer sen kulsan o hâlde beyin hani?
Dileğin ne vakte dek tutar seni?

Ne aklın var senin ne de delisin,
Ne burda diri ne kabrde ölüsün.

Ey bîçare, bu nasıl dirlik böyle?
İçin dopdoludur şirk ve şüpheyle!

Madem bir şüphen yokmuş inanaydın,
Bu gaflet uykusundan uyanaydın.

Arzu ve kibir nice tutar seni?
Ölüm evreni bir gün yutar seni!

Kibr ve arzuyla ne yapıp edersin?
Ecel eli uzun, nasıl gidersin?

Ömür borcunun vakti bir gün ere,
Ecel, varlık harmanın yele vere.

Bu vade ermeden gel bir gözün aç,
Arzu ve kibir yolundan beri kaç.

Beş günlük ömür için geri dönme,
Şu fani dünyanın nakşına kanma.

Senin gibi bin er aldattı dünya,
Göster şimdi, kimindi bunca bina?

Çok hızlı davran ki ütülmeyesin,
Kibir tuzağına tutulmayasın.

Kibrin öğüdünü tutarsan eğer,
Biçemezsin tevazua bir değer.

Kibirlinin yeri Siccîn içinde,
O yüzden olmadı hiç din içinde.

Din yolu tutanın Siccîn nesidir?
Kin ve kibir ehlinin din nesidir?

Bana inanmazsan hâlin göresin,
Şu ömrü, kibirle yele veresin!

Şimdi akıldan medet iste, yürü!
Esir olmuşsun bunca yıldan beri.

Akıl, adaletli aziz kişidir,
Bunalana medet onun işidir.

Seni çok beladan kurtara akıl,
Mutluluk yoldaşın olsun, ay ve yıl.

Geldi Akl’ın yanına mahcup olmuş,
Gözleri kaygıdan yaş ile dolmuş.

Kendine gelip de selam veremez,
Ateşe düşer yolunu göremez.

Geçti nice zaman saydı yerinde,
Geçirdi ömrü nefsin pazarında.

İşit şimdi Akıl ne söyler ona:
“Sakın, Tevazu taliptir canına!”

Sözü bitmeden Tevazu göründü,
Kibir onu görüp yüz geri döndü.

Kılıç çekip gelir, yer alçağından,
Kibir onu görüp kaçtı dağından.

Dağı ovayı doldurdu bir feryat,
Kimine cennet kimine arasat.

Tevazu Kibr’in üstüne at sürdü,
Kibir baktı, bir eri bin er gördü.

Âsî Kibir, hiç bırakmadı işi,
Dağ başını tutup geçirdi kışı.

Bu Tevazu, bir ırmak olup aktı,
Belli ki derdi denize varmaktı.

Ne kadar kuvvetli olsa da pınar,
Varamayıp denize, yere sızar.

Su akıp başka bir suya karışır,
Su suyu bulup denize erişir.

Denize kadar ırmak idi adın,
Gerisini bırak, denize daldın.

İnci muhal değil, deniz olana,
Ya altın niye muhal olsun ona?

O denizde ne acayiplikler var,
Ancak halka gizli, sana aşikâr.

Her bir dalgada bir damar bulasın,
Yakut, inci ve mercanlar bulasın.

Budur sermaye o bahre dalana,
Arı dirlik gerek cevher bulana.

Yendi Tevazu yüz bin çevik eri,
Zaptetti tüm kara ve denizleri.

Tevazu edeni define bekler,
Yüce yer gözeten derde dert ekler.

Tevazuyla varsan meydan senindir,
Cevher senden çıkar, maden senindir.

Tevazudur yeri göğü götüren,
Yedi kat yerden aşağı duran.

Tevazu üzeredir gök ile yer,
Öveceksen Tevazuyu övüver.

Devlete ulaşır tevazu olan er,
Ona kim yetişir, uzayıp gider.

Tevazu yürüyüp âlemi aldı,
Ki her ne var ise ona kul oldu.

Gizlenip kibr eri görünmez oldu,
Artık yüksek bir yere binmez oldu.

Tevazuyla kanaat hoş yâr oldu,
Neyi istersen orda var oldu.

Tekrar şenlendi şehr ile vilayet,
Dostumuz şad oldu, düşmanımız mat.

Casus gidip Akl’a haber iletti,
Gör Tevazuyu Kibr’e neler etti.

Kardeş, eline ne geçti, gör Kibr’i,
Diri kurtulmadı bin erden biri.

Akıl bunu işitip çok sevindi,
Muştuluk verip hemen tahttan indi.

O devlet sahibi akla şükretti,
Aklı erer ve bilirdi devleti.

Eğer devlet gerekse akla danış,
Meşveretsiz başa varmaz hiç bir iş.

Gel, bilgini unut sen, uslu isen,
Saadettir sana her ne huylu isen!

Yunus tevazuyu çok beğendin sen,
Bu yüzdendir aşk makamına geçmen.

Farizadır sana, sen seni sakın,
Kim ola sencileyin sana yakın?

Halk içinde yüzünü yere bırak,
Bu durum kibir ehline çok uzak.

Hatadır, her işini uygun sanma,
Sebil ol herkese, bir dem usanma.

ÖFKE VE GAZAP DESTANI

Gel, şimdi söyleyim öfke haberin,
Tek tek göstereyim, gönülde yerin.

Öfke der: “Ben herkesten yegâneyim,
Bunca hüner içinde bir taneyim!

Kimse duramaz ki karşımda benim,
Hışmla denizi ateşe veririm.

Nereye varırsam başlar kesilir,
Kime öfkelensem o vakit ölür.

Var mıdır bencileyin cana kıyan?
Yoktur benden başka merdane kıyan!

Bana karşı gelemez yaratılmış,
Benimle bir an hemdem olmak, zor iş!

Benim hünerimle kim birlik olur,
Ecel evine girmeye yol bulur.

Benim işimi başaramaz felek,
Benim yolumda yürüyemez melek.

Gözüme yüz bin er zerre görünmez,
Yüz bin aslan bana pire görünmez.

Öfke derler bana bir bahadırım,
Düzen bozmaya her yerde hazırım.

Nereye basarsam orda ot bitmez,
Her nereye varsam orda dert bitmez.

İşitenler kaçar benim sözümden,
Ben bile korkarım kendi özümden.

Sakın bana uyup da gafil olma,
Sözümü tutup da imansız ölme.

Sanma el içindir benim kılıcım,
Bana da keskindir benim kılıcım.

Kim öfkelense imanı gider,
Sana iman lazımsa onu gider.

Öfke geldiğinde iman ne olur?
Oda düşüp yanar, ya can ne olur?

Öfke işi küfür ve dalalettir.
Allah korusun farklı bir halettir.

Nerde göremezsen orda yol vurur,
Nerde harap yer varsa orda durur.

Onun hâlleri, hâle benzemez hiç,
Zevali, bir zevale benzemez hiç.

Emin olanlar onun fitnesinden,
Ne ölümden çekinsin ne de sinden.

Cihanda onun benzeri bulunmaz,
Onun hile ve tılsımı bilinmez.

Baksan bir kişiye suretâ sakin,
Ne sıfat olduğunu ne bilirsin?

Boynunda tespihi elinde asa,
Çöp incinmeye, yola öyle basa.

Bir bakarsın ansızın çıkagelir,
Tespih kırıp imame yıkagelir.

Asayı kırıp koparır bir kavga,
Hiç yüzü yok ki bir kimseye baka.

Sual ettim: “Sofi bu ne hâldir?
Senin gibi kişiye bu muhaldir!”

Özür diledi ki: “Ben bir kişiyim,
Filan derler bana filan eşiyim.”

Bilirim onu itaati yoktur,
Halk içinde iyi sıfatı yoktur.

Benim gibi kişiye hürmet etmez,
Cevap verir bana öğüt işitmez.

Ben ona vurdum, o yakamı tuttu,
Bana karşı gelip Hakk’ı unuttu.

Ne diyeyim, ele geçirip onu,
Hükmetmiş hep ona öfke divanı.

Kendini koyup başkasını sınar,
Yolda doğru giden kişiyi kınar.

Yakın yerdedir, öfkeden sakın,
Öfke unutan sarhoşudur Hakk’ın.

Kişi kendinden geçmezse yâr için,
Sapmıştır ona bir şey demeyesin.

Her kimin dosta kullukta eli yok,
Öfke kapmış onu, ağzı dili yok.

Arı tut evini, çıkagelir yâr,
Yârin gelmediği ev neye yarar?

Arı dirlik gerekir dost elinde,
Öfke ve kin engeldir, yâr yolunda.

“Dost ne zaman gelir?” diye hazır ol,
Evine çeki düzen ver, nazır ol.

Gururla oturma dost döşeğinde,
Daim ayakta dur, yâr eşiğinde.

Gafil olma evine hırsız girer,
Ağır uyursan duvarı deler.

Ev sahibi uyur, hırsız sevinir,
İşi tez tutar sanır ki uyanır.

O kadar geldi, uyanmadı o kul,
Belli bildi ki çok kolaydır bu yol.

Ne vakit gelse bildiğini işler,
Kiminde oturur kiminde kışlar.

Hırsız gelince ıssız olsa hane,
Girip çıkar, gelir çok kolayına.

Sen nerdeydin evini hırsız aldı?
Yer içer oturur, ev onun oldu.

Sen dışarda hırsız içerde ne hoş,
İşin ucu, gösterir yakında baş!

Bu hâlin ne senin, zulmet içinde?
Daha ne uyursun gafletiçinde?

Öfkeyle geçirdin aziz ömrü sen,
Daim zulmettesin bu huy yüzünden.

Öfken gitmez de kalırsa iyi bil,
Canı o damardan alır Azrail.

Kurtarmaz elini yüzünü yuman,
Hak’tan korkmazsan boştur, aşr okuman.

Değil öğüdüm, kusur bulmak için,
Sana bütün nasihatim, hak için.

Riyayla örünce dış duvarını,
Hırsızlar aldı, içteki şarını.

Dışında sarık, tespih ve seccade,
İçinde zünnâr bağlı, can belinde.

Bezedin dış yüzünü, için harap,
Hiç kimse beğenmez, nedir sebep?

Böyle giderse hâlin nasıl olur?
Hiç iyi bir işin yok, lafın boldur.

İşe yaramaz bu dış ibadetin,
Arı olmaz ise gizli sıfatın.

Senin bâtın evini hırsız aldı,
Şu zâhir amelin dışarda kaldı.

Senin için şudur hepsinden evla,
Kulluğun gizli olmalıdır dostla.

Şu hâlde bu iş nasıl başa yeter?
Sultan buyruğunu tutmadın meğer.

Ölümdür, şahlar önünde utanman,
Zerre suçun olsa orda kırk batman.

Hele beri gelin, tanış olalım,
Nere tenhaysa orayı bulalım.

Ey uslu kişi, sen bir haber ver,
Nerde bizim için gizlenesi yer?

Ben yeri göğü gezdim bulamadım,
Ne var hilalsem, bedir olamadım.

Usandım ben bu hesaptan sayıştan,
Gerekse hesapla sen yeni baştan.

Bu gafletle nasıl olur bu dirlik?
Ya bu amel ile olur mu birlik?

Ömrün geçti bir amel eylemedin,
Bir sözü edep ile söylemedin.

Söz bir başka gerek sultan katında,
Çabuk olmak lazımdır hizmetinde.

Ne dem, bir sipahi çekse işten el,
Olur, sultanının kulluğunda kul.

Ne nasihat vereyim gayrı bundan,
Kulum demesin kulluğu unutan.

Eğer kul olursan sermaye yeter,
Ne saadet, yedi kat gökten üter.

Tamam olsa işin yer gök senindir,
Her neyi dilersen dilek senindir.

Bu âlem cismine, can sen olasın,
Sensiz olmaya bir yer, sen dolasın.

Günleri geçirip yapmadın bir iş,
Vehim ve şüpheyle geçti yaz ve kış.

Bu nasıl devran, onda rahle kurdun?
Aşr ayeti okurdun, yolda durdun.

Bunca yıldır ilim ve amel için,
Bu kapıdasın bu mu birikimin?

Acep sana yol niye yok içeri?
Kimse demedi mi sana;“Gel beri?”

Sözlerim kendimedir nükte değil,
Bilin can birdir, ikilikte değil.

Vah ona ki geri kala bu yoldan,
Çalış ki kurtulasın sen bu hâlden.

Gaflettir bizi bu hâlde koyan,
Nasıl gafil olur bu hâli duyan?

Evi süpürmedim, kim gelir bize?
Süpürgeci yok, kim gelip de düze?

Bunca ihmal edilmiş bu haneye,
Kim çağıra dostu: “Bize gel!” diye.

Niçin geçmez acep yol bu aradan,
Öfke aldı yolu, bil her yöreden.

Çok zamandan beri öfke yol almış,
Kimse izlememiş gizlide kalmış.

Akıl casuslara söyler divanda:
“Gidip bulun dirlik düzen ne yanda?”

Dedi Casus dirlik hâlini ona:
“Öfkeden dağılmıştır dört bir yana!”

Casus o dem Akıl katına vardı,
Olan biten her şeyi haber verdi.

Hiç haber kalmadı Akl’a ulaştı,
Öfke’yi tutma işi başa düştü.

Akıl düşünüp tartıp verdi haber,
Buyurdu çavuşa toplandı asker.

Bunca dem, söylenen belli divanda,
Öfkeden yüz şikâyet gelir günde.

Sabır nerde? Öfke gelince birden,
Dirlikle düzenlik bozulmuş hemen.

Buyurur: “Sabır hemen tutsun onu,
Şehri harap etti onun ziyanı!”

Çıkageldi huzura Sabır, o dem,
Tut öfke katlinde İbrahim Edhem.

Görülmez oldu Öfke, izi yoktur,
İzden geçtik, izinin tozu yoktur.

Bu kez gördüm, düzenlikle dirlik hoş,
İçip aşk şarabın, olmuşlar sarhoş.

Sabır, dünyada kimin olsa yâri
Her lahza zevk ü safa olur kârı.

Sana can feda, ey sabır iyesi!
Sabırdır benim canımın gıdası.

Sen ne zaman bu sabr ile olursan,
Seninle hoş safa bulur o mekân.

Yunus işin sabırla kolay olur,
Sabreden kişi özge bir mülk bulur.

SABIR DESTANI

Dinle, söyleyeyim sabır hâlini,
Cümle âlem sabra verdi malını.

Tüm bozguncuları mat eder sabır,
O sebepten mutluluk ihsanıdır.

Sabrın her yerde iyiliktir işi,
Dayim azad eder yâd ve bilişi.

Sabırlının devleti dayim kalır,
Sabredenin nasibi fazla olur.

Duydun Yûsuf’u kuyu içinde vay,
Sabırla beklerdi kuyuda o ay.

O kuyu ne kadar derindir bilmez,
Çağırsa sesi dıştan işitilmez.

Çağırdı, ses gitmeyince dışarı,
Vazgeçti bu işten bağırmaz gayrı.

Yukarı bakar, kuyu ağzı uzak,
Aşağıdaki yeri taş ve toprak.

Dedi: “Ya Rab, bir suç işledim ki ben,
Başıma bu iş geldi durup dururken.

Kabrim buysa nereye varırım ben?
Sabretmezsem nasıl başarırım ben?”

Böyle der, gözü yukarı bakardı,
Gözyaşı durmaz sel gibi akardı.

O anda aklını başına derdi,
Başka yeri bırakıp sabra girdi.

Ulu sabırla yüce devlet buldu,
Cümle hâli, sabırla güzel oldu.

Bu hâldeyken kuyuya kova indi,
Görüp onu Yûsuf, o dem sevindi.

Tutundu kovaya çektiler onu,
Dedi: “Geldi işte devlet nişanı!”

Çektiler onu kuyudan dışarı,
Müjdeler ona ki başara sabrı.

Gör ki sabırla Yûsuf neye erdi,
Sabır acısıyla helvaya erdi.

Sabır neyse sabırlı bilir yine,
Bakmaz sabırsız onun dediğine.

Sabır sahibi olan Arşa çıkar,
Zira sabr içinde türlü hüner var.

Sana güzel sabır gerekir her hâl,
Ağuyu sabır ile yaparlar bal.

Sabır gerek sana her hâl içinde,
Kalır sabırsız, çene çal içinde.

Her kimde ki var ise sabır hâli,
Sabır üzre olur cümle ameli.

Her şeyi bırak, sabır evine gir,
Sabır evinde cümle erenler bir.

Nebi ve veli yolu, sabra uğrar,
Sen de varmak istersen sabırla var.

Sabır gözet sabır, aziz olursun,
Sabır gözetirsen mânâ bulursun.

Sabırsız kişilerin dirliği ham,
Sabırla iyiye gider serencam.

Nasihat istersen sabırdan işit,
Onayım der isen sabrı meslek et.

Sabır ne işin var ise bitirir,
Seni ulu saadete götürür.

Emanettir sana bırakma sabrı,
Sabırla bulursun Miraç ve Tûr’u.

Sabırla vardı o miraca varan,
Diri iken ölür sabrı başaran.

Yunus eğer sadık isen gir sabra,
Yiğit ona derler ki sabra gire.

Sabredende kalmaz öfkeden eser,
Kötü huydan kurtulur sabreden er.

Sabır gözetsin devlet dileyenler,
“Bil ki Hak, sabredenlerle beraber”

Sabırla hâlin güzel olur gayet,
Gelir sabredene Hak’dan inayet

Yol çok emindir diye gafil olma,
Harami çoktur düşersin pusuya.

HASET VE CİMRİLİK DESTANI

Eğer dinlersen diyeyim nasihat,
Sakın hasetle cimrilikten gayet.

Evvelden beri bu iki serasker,
Yürüyüp her yerde bildiğin işler

Yol keser sakın, cimrilikle hased,
Kurtarsın seni bunlardan o Ahad.

Hasetçi hasta geçirir her anı,
Teni sağlamdır dertle inler canı.

Kendi ziyanından kendisi kaçar,
Şer tohumunu çorak yere saçar.

Yaptığı her iş kendisine ziyan,
Var mıdır kendisine böyle kıyan?

Hep şeker yese bile tadı yoktur,
Tatlı dirlik içinde adı yoktur.

Hasetçinin eli ermez bir işe,
Kime kuyu kazarsa kendi düşe!

Diyeyim de bil cimri hâlini sen,
Yediği şeyi sakınır kendinden.

Kendi kazancını kendine vermez,
Elleri bağlıdır yemeğe ermez.

Nedir bu durumun ey yararsız can?
Yoktur bir gayretin ey kararsız can!

Bir bak ne hâldedir, canın ve cismin,
Nasıl birisin sen ya nedir ismin?

Bu ne kavrayış bu ne kısa nazar?
Olmadın bir dem kendi kendine yâr.

Âkil olman imkânsız, cimrisin sen,
Sanma alkış alırsın bir kimseden.

Dünyayı sevme, arta kalır senden,
Gelip sonunda düşman, alır senden.

Süleyman gibi malik olamazsın,
Şu bir gerçektir, burda kalamazsın.

Tutalım sendin mülkün Süleyman’ı,
Bu mülk temelsizdir Süleyman hani?

Cimri olmak seni Hak’tan ayırdı,
Gayretin himmetin nereye vardı?

Kişi hasetlikten ne fayda görür?
Layık olduğun şeyi Allah verir.

Ne neye gerek, bilen odur yeğrek,
O kâdirdir verir, kime ne gerek?

Sen kendi nasibine nazar eyle,
Ona göre hazırlan hazer eyle.

Zekâtsız sürü ve sadakasız mal,
Verilmesin kimseye böyle bir hâl.

Bana inanmazsan sen kendin izle,
Benim dediğimi kendinde gözle.

Dememe gerek yok işte amelin,
Nişanı odur ki bağlanmış elin.

Suçsuz bir kişinin bağlanmaz eli,
Dolaşmaz ayağına öz fiili.

Suçunu bilmiyorsan bildireyim,
Hırsızı tutup eline vereyim.

Hırsıza yoldaş olan verir başı,
Çok düşürür seni hasetlik işi.

Kim ederse yoldaşına hıyanet,
Bulsun vardığı her mekânda lanet.

Bilirsen gerçek yoldaşın olanı,
Doğruya varıp kurtarırsın canı.

Doğruluk ehline cimrilik ermez,
Haset eden kibrinden bunu görmez.

Hasetçinin her yerde belli pazarı,
Hiç bir dem gitmez onun gönül darı

O sebepten hayatı gam içinde
Bin kez helak olur bir dem içinde

Yıl on iki ay onun şadlığı yok,
Yese de yemese de kaygıyla tok.

Ne derse desin havsalası dardır,
Ne kadar dar dense bin daha vardır.

Hasetçi huzur bulamaz bu yüzden,
O şimdi nerededir? Çok yaşa sen!

Yoktur hasetlikten hasede bir kâr,
Gönül dışına düştü neye yarar?

Hasetçiyle cimri sayışta değil,
Bunlar reddedilmiştir işte değil.

Bunların birliğe ikrarı yoktur,
Her ne olursa olsun arı yoktur.

Padişah heybetinden korkusu yok,
Kimse beğenir bir huyu husu yok.

Nereye varsa halk ürker sözünden,
Hiç bir kimse yarar görmez özünden

İyi bilin onu, âdem değildir,
Ezeldendir haber, bu dem değildir.

Cimri bir kişinin nazarı olmaz,
Haris emeli çoktur arı olmaz.

Cimrinin gözlerinde ibret olmaz,
Hiç kimseye bunlardan himmet olmaz.

Sultan ganîdir, cimri bunu görmez,
Biter diye elin bir şeye sürmez.

Nimet tükenmez durdukça cihan,
Bir tane bile eksilmez hiç bir an.

Nice yıldan beri o nimeti yer,
İkilikten geçip de demedi bir!

Her gün yeni sofra indirir yere,
Yeni giysi verir yeni erlere.

Yeni sabah, yeni akşam, yeni hâl,
Yeni devran, yeni dem, yeni visal.

Yeni dirlik, yeni nasip, yeni gün,
Yen tertip, yeni iş, yeni düğün.

Yeni kadeh, yeni mey, yeni meşrep,
Yeni aşk, yeni meclis, yeni şarap.

Gör ne kadar cömerttir âlem şahı,
Rahm eder işitip bendeki ahı.

Cimri olan erin haşri Karun’la,
Onun gibi o da tapınır mala.

Diyeyim dinle Karun’un hâlini,
Verdi imanı vermedi malını.

Karun’un malı için buyruk indi,
Zekâtı vermeyince dini döndü.

“Veremem!” deyince yer yuttu onu,
Topuğundan dizine geldi canı.

Feryat edip dedi: “Bırak vereyim,
Boynumdaki vebali gidereyim!”

Yer, işitip Karun’dan bu cevabı,
Gerçek sandı bunu, kesti azabı.

Yer bıraktı, zekâtı hazır etti,
Kıyamadı vermeye canı gitti.

Dedi ki: “Gidince benden bunca mal,
Kalmaz yeryüzünde yürüyecek hâl.

Bu mallar eksilince ölürüm ben,
Nasıl dayanayım gözüm görürken!”

Zekâtı vermeyince döndü bahtı,
Bu söz üzerine yer, tekrar yuttu.

Tutup yuttu onu beline değin,
Verir şimdi ona kendi dileğin.

Gördü Karun, evren değil sureti,
Dayanamaz bu işe azap katı!

Bağrır: “Bir kez daha bırakın beni,
Böyle olurmuş göremedim sonu!”

Şart eyledi ki zekâtı verecek,
Kararsızlık halini giderecek.

Bırakınca yer, tekrar bozdu ahdi,
Vay o zata ki, o darbeyi yedi.

Pişman olunca yer bir daha tuttu,
Boğazına kadar Karun’u yuttu.

Gel bak Karun’a nasıl feryat eder,
Kalbin katılığından imdat eder.

Gömüldü yere boğazına dek,
Malı veremedi, canı verecek.

Katılık eyleyip işi uzattı,
Mal, gözünün önünde yere battı.

Malın ardından kendisi de batar,
Yer her gün onu, boyu kadar yutar.

Kıyamete dek yutacak onu yer,
Bak şimdi ona, kıyamet ne eder!

Ateşten zincir yaparlar malını,
Cümle âlem görür onun hâlini.

Bu ateşli zincir boynuna düşer,
Kul, köle, avam, has hep ona koşar.

Mahşer halkı diye, görüp bu hâlde:
“Şu boynu zincirli kalmış vebalde!”

Zekâtı vermeyenin hâli budur,
Boynuna zincir olur malı budur.

Çaresi yok, cimri görünce onu,
Geçip boynuna dar olur cihanı.

Zenginlikten cimriye ne fayda var
Yüz bin mal ile yoksul gibi yaşar.

Kişinin zenginliği malla değil,
Çok zengine yoksul diye gül ha gül!

Cimrinin gönlünü yıldırım vurdu,
Onun dört yanını karanlık sardı.

Hak’tan mühür vuruldu himmetine
Kim gelip dinlenir onun katına?

Bin nasihat versen kar etmez ona,
Dilini tutmaz, küfreder boyuna.

Kendi dahi âciz kendi özünden,
Kimse şad olamaz onun yüzünden

Kendinin kendiyle yoktur hesabı,
Meğer yok âhiretten açık bâbı.

Kimseye demez yol nereye gider,
O, “belâ” deminde “lâ!” demiş meğer.

Belâ nedir lâ nedir onu bilmez,
Bunlara yaraşır hiçbir iş kılmaz.

Cimri her nerde olsa Karun’ladır,
Şüphe yok ki sonu mutlak beladır.

Kim ki Hak yolundan dışarı çıkar,
Tutup kendi boynuna zincir takar.

Cümle cimrilerin işi bu olur,
O azap ile cehennemde kalır.

Kimin cimrilikle biline hâli,
Yok, ateşten kurtulmaya mecali.

Özünü bilmeye kimin kadri yok,
Gözleri kördür onun nazarı yok.

Olsa cimri ilim, hüner sahibi,
Sakınır onu bir nazar sahibi.

Ta cimrilikten kurtulsun da o kul,
Açılsın ona Hak’tan yana bir yol.

Gelip Akl önüne yüz yere koydu,
İşlemişti ona cimrilik odu.

Söz aldı ki, anlatsın durumunu,
Akıl kulak tutup dinledi onu.

“Gamım çoktur kaygı çekerim dâyim,
İsterim cimrilikten kurtulayım.

Ömür geçti, yazık ki geç uyandım,
Bu dünya bana baki kalır sandım.

Dilerim ki edesin bana feryat,
Bu zulüm görmüşe edesin imdat!”

Dinle şimdi akıl ona ne söyler:
“Hasetten el yıkar bize gelen er.”

Akıl bir kişidir Allah’a bakar,
Uyarsan akla uy cimriliği yakar.

Onun huzurunda dilekler makbul,
Makbul olur kim olursa ona kul.

Akıl der;“Beri gel, gözlerini aç,
Cömertlik nerde ise o yana kaç.

“Dünya leştir, talibi de köpekler!”:
Hadis, Hz. Muhammed’in sözü.

Götürsün cömertlik tutup elini,
Göresin yordamınca Hak yolunu.”

Söz bitince Cömertlik geldi hemen,
İyilik, attı peçeyi yüzünden.

O dem bütün malını yağmalattı,
Bu dünya leşini ardına attı.

Gördüler ki o leş dışarı düştü,
Cimriler it gibi ona üşüştü.

Çekiştirip onu it gibi yerler,
“Dünya leştir, talibi de köpekler!”

Cömert kişilerin dünyası terktir,
Lakin Allah’a imanları berktir.

Sevemez dünyayı er oğlu erler,
Baki hayat neyse onu dilerler.

Baki âlem göründü gözlerine,
Oturdu aşkın nuru yüzlerine.

Bu yüzden gözleri Hakk’a açıldı,
Hazineden ona rahmet saçıldı.

Nesi var nesi yok terk etti yola,
Yola böyle çıkanlar yâri bula.

Bin türlü amel bir terke eremez,
Terki olmayanlar yâri göremez.

Cümle evliya enbiya terk buyurur,
Helal, o ki Hakk’a can terki vurur.

İtibar arayana terk muhaldir,
Bilemezsin ortada bu ne hâldir?

Pek yüce yerdedir dostu görenler,
Nereye meyletsin gönül verenler.

Meyletmez hiçbir şeye gönül eri,
Yâr, terk ve tecritle sever bunları.

Ev bark bekleyerek kim görür onu,
Tam terk etmeyince fani cihanı.

Bu sözle geçti âlemden cömert er
Zira yolun ulusu böyle söyler.

Yüz bin süvariyi bir cömert üttü,
Bu meydan ödülünü alıp gitti.

Yüz bin dava kılan ona eremez,
Onun zerresini kimse göremez.

Cömert içindir, sekiz cennet süsü,
Derviş için yedektedir gerisi.

Cömert olan kişi cennete bakmaz,
Gönlü, taç, hulle ve huriye akmaz.

Cennetten vazgeçer onu duyanlar,
Huri ve köşk istemez terke uyanlar.

Onun için tecelli vurur ona,
Zerre kadar meyletmez hiç bir yana.

Neye meyletsin tecelli gören er,
Bakacak ondan daha güzel ne var?

Netsin iki cihanı dosta giden?
Akçe aşktır orda, ey pazar eden!

Sermaye hiç değildir aşk katında,
Varlık hükümsüzdür dost hazretinde.

Cömertlik edersen aşkı alırsın,
Terkin tam olunca aşkta kalırsın.

Cömertlik bedelini aşk bağışlar,
Vardır aşk içinde acayip işler.

Gerekmez aşkta ne sermaye ne mal,
Bir gönülde iki dilek ne muhal!

Boş yere değil senin bu dediğin,
Sen bilirsin ancak ne istediğin.

Kendi kendinle tanış gör nerdesin,
Kendi bahtına kendin bahanesin.

Seni senden daha iyi kim bile,
Geçirdin ömrünü bu hayat ile.

Nasıl yaşar isen öyle ölürsün,
Bugünkü günündür yarınki günün.

Hakk’ı duyanlara bugün yarın yok,
İşi bugün bitir uzatma artık.

Her kimin hesabı yarına kaldı,
Farz eyle ki balığı taşa saldı.

Sana ne fayda sağlar yarınki iş,
Burda olup bitti tüm alışveriş.

Şu kişi hâlini yarına koydu,
Eliyle öz başına koydu odu.

Senin padişahın burada hazır,
Söyle bir, yarınla ne işin vardır?

Gözün görür iken gel Hak yoluna,
Bırakma nefsini kendiliğine.

Niye saklarsın kendini zor vakte,
Niçin yanıp durasın kıyamete.

Bütün çiğ işlerini burda pişir,
Yol uzaktır yükünü burda devşir.

Burda bitmeyen iş orda da bitmez,
Sağır mı kulağın niçin işitmez?

Her kim ki hesabını burda verdi,
Şüphesiz bil ki o Hakk’ına erdi.

Cömertler burda duydular bu hâli,
O yüzden sabit oldu Hak visali.

Yunus cömertliğe girdin ise berk,
Söyle şimdi bu yolda neyledin terk?

Aklın başındaysa gönüllere git,
İsyankâr damarlarını teskin et.

Eren öğüdünü bırakma elden,
O kurtarır seni türlü fiilden.

Öğüt tutup bırakma eteğini,
Taç et başına ayak toprağını.

Zannetme ki olur her yerde birlik,
Mutluluktur sana iyi bir dirlik.

Seç de bu dünyada iyi bir yoldaş,
Şu nefsinin çınarı çekmesin baş.

İFTİRA VE GIYBET DESTANI

Gel şimdi edeyim bir kaç nasihat,
Bu cüzî akıldan sana iyi baht.

Dünya aklına yer, bu ilin dışı,
Cüzî akıl bakar böyle bakışı.

Dostun yüzünden gözünü ayırmaz,
Ondan ayrı bir an bile dem vurmaz.

Dost iline doğru düzen verdi ki,
Dosta kavuşup eylesin dirliği.

Zira dost onunladır her nefeste,
Can kuşu dostsuz durmaz bu kafeste.

Nasihat alırsan sen bu haberden,
Haricîler sürülmelidir şardan.

Şehir içre bin eren el bir etti,
Haricîyi sürüp eli bir etti.

Düşman yenilip şehir ele geçti,
Bize hizmet edenler göğe uçtu.

Değme gün işlenirse kinle gıybet
Âkıbet olur sonları melâmet.

Bu yüzden gıybet iyi kadem değil,
Gıybet eden kimse de adam değil.

Çünkü küfre girer gıybet sahibi,
Gıybete verir her neyse nasibi.

Her kimin ki ağzında gıybet ola,
Sorgu sualsiz her yerde mat ola.

Kişinin hayzıdır ağızda gıybet,
Ki gıybet söyleyen bulmaya rahmet.

Aklın varsa gıybeti bırak ey yâr,
Gıybetten geçenin haznesi dolar.

Şah hazinesinde çoktur mücevher,
Uykudan uyan sözüme kulak ver.

Şu ki o kapıya hacete vardı,
Neyise maksadı onu başardı.

Cimrilik ve gıybetle gider taat,
Etmeli bu ikiliden feragat.

Fani cihandan hep kaçınmalısın,
Hakk’a zıt işlerden arınmalısın.

Gizlidir içerde yüz türlü ahlak,
Kimseye gösterme, yıkamaya bak.

Gerekir pasını kalbin yuyasın,
Layığı neyise onu koyasın

Sakın katran kabına koyma balı,
Ki nazik yerdedir dostun visali.

Tutup tüm damarlarına cila vur,
Ve her birisine bir kulluk buyur.

Nice hâlden hâle düşmen gerekir,
Geçer pek çok rüzgâr aşman gerekir.

Define bulamazsın eşmeyince,
Ya kalp nasıl arınır pişmeyince?

Bedduadan kaç öğüdümü işit,
Öğüt tutar isen defineye git.

Gel, defineyi sana buldurayım,
Sana buldurmayanı bildireyim.

Uzat ki Hayy u Kayyum işine kol,
Hazne kapıcısı versin sana yol.

İnci mücevher alasın hazneden,
Senin ola cümle ocak ve maden.

Var mı defineyi zahmetsiz bulan?
Emeli bırak ileri varırsan.

Arzuyla kim şeker yiye ya da bal,
Pahasını vermeyince ermez el.

Biri bağlar yükü ucuz şekerden,
Haber alsa idik sana o erden

Şeker için değil sözümün ucu,
Ne yediysem bilir mana bilici.

Olur mana sözü şekerden uzak,
Bulayım der isen şekeri bırak

Şeker sevme ki o Mısırda biter
Kim neyi severse orda yeter

Neyi seversen çok gözlersin onu
Görünmedi sana şeker cihanı

Bizim elin dağı taşı hep şeker
Dokuz bin kişi her dem onu över

Dünya şekeriyle benzerliği yok
Sebildir herkese orda şeker çok

Göreyim dersen bırak bu cihanı
Öğüdüm tutanın dinlenir canı

Sana göstermeyen gıybet ile kin
Düşmanını dost sanırsın ey miskin

Git dostun haberini şimdi dinle
Ona layık taze bir dirlik eyle

Kin ve gıybet seni uzak düşürür
Tutup haset ateşiyle pişirir

Doğan cümle günün geceye benzer
Ya bu geçen yeni günün neye benzer

Gözsüzler yer içer dünyayı görmez
Doğar Ay ve Güneş o Ay’ı görmez

O yüzden gözlerinde perde vardır
Karanlıkta o hâl içinde kalır.

Kulağı işitir şeklini görmez,
Ona dirlik tadı sırrını vermez.

Onu göstermeyen kin ile gıybet,
Eğer terk etmezsen eder seni mat.

Gözün görmez dersem bana kızasın,
O damardan beni bizzat üzesin.

İçinde çok göz hırsızı var senin,
Yer içer oturur seninle her gün.

Gözün ölü gibi bakar yok nuru,
Özünü görmeyen ne görür gayrı.

Özünü bilmek sana farz oldu gel,
Amel eyle seninle gider amel.

Bıraktın aklı sen seni unuttun,
Kin ve gıybet nedir onu unuttun.

Ne vakte dek görmezsin aç gözünü,
Ateş içine attın sen özünü.

Kişi olunca kendisine düşman,
Ona dost olmak şüpheli o zaman.

Gözü görmez kişi sevgiden uzak,
Dost nerde sen nerde, aç gözünü bak!

Yârini görmezsen o sevgi değil,
Kabul etmezse göz neylesin gönül.

Her sevgi tadını önce göz alır,
O yüzden hasreti gönülde kalır.

Gözü görmez kişinin sevgisi yok,
Şu gözlü kişilerse sevgiyle tok.

Gözdür kıymet biçen her bir nesneye,
Kıymetsiz nesneye kim para saya?

Gözü yok kişi neye kıymet biçer,
Suyu bitmiş kuyudan kim su içer?

Gönül tutuksa göz kördür mutlaka,
Canı armağan etmek gerek Hakk’a.

Kişinin gözü her neye ki bakar,
Gönül iradesiz o yana akar.

Gözü yok kişinin sevmek nesidir,
Gönlü kul eyleyen göz fitnesidir.

Suret gözü değil bu göz dediğim,
Bilirim ben neden ne istediğim

Göz odur kim daim o canı göre,
Vazifedir kula Sultan’ı göre.

Bu baş gözü değil o can gözüdür,
Kimin canı varsa cananı görür.

O yüzden yoksundur can yemişinden,
Gözü alamayan dünya işinden.

Ulu dirlik gerekir şimdi cana,
Ne dünya âhiret de dâhil buna.

Canı yok kişinin uykusu kanmaz,
Ki canlı parmağın uykuya banmaz.

Gözün açılmadı meğer canın yok,
Bütün damarların uyku ile tok.

Üç yüz altmış damarı uyku aldı,
Kervan gitti, yükün yabanda kaldı.

Ömür geçip gitti, uyandığın yok,
Kin ve gıybet suyuna kandığın yok.

Hâlâ bozulmadı o kin damarı,
Elinde gıybetin harcandı varı.

Dilersen gıybeti ben bildireyim,
Şikâyet perdesini kaldırayım.

Gördüğünü demek gıybettir mutlak,
Ki perdelilere sabit değil Hak.

Görmediğini demek büyük bühtan,
Kur’an-ı Kerîm’dir böyle buyuran.

Fariza her kişiye kendi sözü,
Bakar kendi yoluna kendi gözü.

Ne vakit göz gönül içinden baka,
Bir zalim de erişir bilin Hakk’a.

Hak sözünden daha güzel söz yoktur,
Hakk’ı duyan kişiler Hak’la toktur.

Bırak başka sözü, sen seni izle,
Kendi suçun ile kendini gözle.

Kimse kınanamaz suçu yüzünden,
Sorulmaz başkasının suçu senden.

Benim suçum için sana günah yok,
Senin suçun için bana günah yok.

Eli söyleyen kendini unutur,
Deme başkasına yavuz huyludur.

Söze yol verilmez söylenirse boş,
Söz Hakk’ın sözüyle olur helal hoş.

Ne kadar söylersen sen Hakk’ı söyle,
İzin verilmez başkasına meyle.

Nice sözün var ise sen sana aç,
Hak ile ol sen kendi gamından geç.

Ne hâcettir sana elin haberi,
Ki farzdır herkese kendi pazarı.

Kendini gözleyen kimseye bakmaz,
Başka iş buyursan o yana bakmaz.

Sözü kes, konuşma gel sen seni güt,
Kınama kimseyi sen işit öğüt.

Kimsenin suçu sana zerre ermez,
Elin yediği sana lezzet vermez.

Sen elin yediğiyle doymayasın,
Hiç kimse için ömrüne kıymayasın.

Nice bir âvarelik sende böyle,
Kendinle iki gün kalsan ne ola?

Bir gün olsun kendine sataşmadın,
Bir günlük olsun dağından aşmadın.

Bir an olsun küfrünü yensen ne var,
Seni şerh edip seni ansan ne var?

Avaresin artık elin günün yok,
Kendi kusurunla bir düzgünün yok.

Eğer görse idin kendi amelin,
Kimseyi anmaya kalmazdı hâlin.

Eğer görseydin hazırlık kılardın,
Hesabını senin kendin alırdın.

Saadet olsa Hak verse basiret,
Görürdün sana ne yapmış bu gıybet.

Nice yıl bir kişi gıybete uymuş,
Sonunu akıbet kendisi duymuş.

Olmuş pişman gönlü dar gamı yeğin,
Neler etmiş ona gıybet ile kin.

Deyip halini derdini yeniler,
Akıl padişahından çare diler.

Cümle derdini hâlini arz kıldı,
Akıl ne dediyse göz yumdu kaldı.

İşi Doğruluğa buyurdu Akıl:
Hemen gel bana acele yârî kıl!

Çağırdı Doğruluk yaranlarını,
Özüne sapmasız varanlarını.

Gör şimdi doğruluğu neler eyler,
Yakar gıybet evin kara yer eyler.

Dürüstler cümleden derinde yüzer,
Özü doğru olanlar Arş’ta gezer.

Mahal mi Arş ile Ferş doğrulara,
Daha ötede perde yok bunlara.

Âşıktır doğruluğa doğru canlar,
Doğruluğu bulur dostu sevenler,

Sadıktır doğrulukta iyi kişi,
Doğruluk iyi eder yavuz işi.

Öğüdü cümle doğruluktan alır,
Dürüstlük dirliği ebedî kalır.

Sana canım feda ey doğru yâran,
Tecelliye erer onu başaran.

Ezel ebed nedir ki doğrulara?
Zâhir bâtın hicap olmaz bunlara.

İki âlem bir oddur bir nazarda,
Dürüste birdir bugün de yarın da.

Doğrular hâlini yarına koymaz,
Bugün yarın demek o hâle uymaz.

Zâhir neyse batın da odur sana,
Endişen neyse yolun da o yana.

Cümleler doğrudur sen doğruysan,
Bulunmaz doğruluk sen eğriysen.

Gitme ayrı yola sen bigânesin,
Senin dirliğine sen bahanesin.

Herkes ayna gibidir bakan da sen,
Senin gözündür seni ihbar eden.

Her neye bakarsan kendi yüzündür,
Kimde ne görürsen kendi özündür.

Eğer bin yıl kaçsan seni terk etmez,
Amelindir senin bir yere gitmez.

Dürüstlük kaftanın o dem giyesin,
Cümle ahaliye doğru diyesin.

Göz doğruluk göstersin bakışına,
Ta ki senden yavuz işler taşına.

Çırayı yakınca karanlık kaçar,
Özün yakıp nur kapısını açar.

Söze tarih yedi yüz yedi idi,
Yunus canı bu yola feda idi.

Çıra yandı doğru delil bulundu,
Ev aydınlık oldu hırsız bilindi.

Çıra dediğim iman nuru mutlak,
İmanlıya yüzünü gösterir Hak.

O hırsız dediğim şeytandır gezer,
Ki her bir an içinde fitne dizer.

Makamını yıkarsan ibadetle,
Muradına ulaşırsın devletle.

Ey gafil bilmedin ömrün geçecek,
Ecel gelip ayıbını serecek.

Geçip giderken şu ömrün ey gafil!
Sorup durursun nereye gider yol?

Bırak bu fikri kendini bil her dem
Söz burada bitsin vallâhu ‘alem.

Risâletü’n-Nushiyye, Samed ve Mâlik olan
Allah’ın yardımıyla Hamdi ve namazı Allah’a
özgü kılarak tamamlandı.

Nasihatler Kitabı, Yunus Emre’nin dervişleri eğitmek amacıyla yazdığı öğretici bir mesnevidir. Edebiyatımızdaki nasihatname türünün özgün örneklerinden biri olan eser, kullandığı yöntem yönünden diğer nasihatnamelerden ayrı bir yerde durur. Yunus Emre, bu eserinde alegorik(sembolik)
bir dil kullanarak ahlakî kavramları kişileştirme yoluna gider. Eserde yer yer başvurulan diyaloglar, ona teatral bir hüviyet de kazandırır. Yunus Emre, bu eserinde erdemli kişiye yahut kâmil(olgun) insana giden yolun nitelikleri üzerinde durur. Ona göre gönül ülkesinin her bir şehrini, nefs ordusunun bir komutanı işgal etmiştir. Nefs ordusunun ele geçirdiği gönül ülkesini, ruh/akıl ordusuyla yenerek ülkeyi huzur ve esenliğe kavuşturmak gerekir. Mutlak zafer için hırs askeri
üstüne kanaat askerini, kibr çerisi üstüne alçakgönüllülük çerisini, öfke ordusu üstüne sabır ordusunu sürmelidir. Cimriliği cömertlikle alt etmeli, gıybet ve iftirayı doğrulukla mağlup etmelidir. Sonuçta iman çırası yanar, ev aydınlanır ve şeytana makam olan gönül, ibadetle ele geçirilerek devlete ulaşılır.

Nasihatler Kitabı
Yunus Emre

Hazırlayan
Doç. Dr. Ziya Avşar

Dost Arayan Şairler

                                                                                   Dostuma

Dost sesler mutluluktur ıtır dolu ve billûr,
Bir gün boşalır içi bir sesin, mâlum olur,
Artık kalbimiz kutup denizinde ve yalnız.

Hüsrev Hatemi

biliyorum aşka kimse yok
aşkın karanlık metali soğuyor yüreğimin derinliklerinde…
aşklarım arkadaşlarım dostlarım
dağılıp gitti herkes
içimi sızlatacak kimse kalmadı içimde…

Murathan Mungan

bir gülü taşıyamadım dostuma şımarır diye

Haydar Ergülen

Dağ kirazı,
Anılarım var
Eski bir dosta rastlamış gibi.

Takahama Kyoshi


Şimdi Akdeniz kıyılarındasın
Bütün bir yıl çiçek açan limon ağaçlarının altında
Bir sandalda dostlarınla geziyorsun

Guillaume Apollinaire

Sonsuzluğu size bırakıyorum , dostlar…
Bir de
şafağın tortusunda uyanıveren
o incecik ot sapını-
merhametinize.

Bojana Apostolova

Dost düşmanlar ile sohbet-i hâs eyleyicek
Bana şem’in özü köynür kadehin içi acır

Necatî

Dostum düşmenler ile yâr sanmışsın beni
Ey dîrigâ yâr iken ağyar sanmışsın beni

Usûlî

Dostlarım ev eşyamdı, bir bir gitti diyorum.
Artık boş odalarda ölümü bekliyorum…

Necip Fazıl Kısakürek

Ayırmadan hatta dostu düşmandan
Çagırırmışız kimi olsa meclisimize

Resul Hamzatov

Tanrının kalbine tırman, çok çalışsın ellerindeki ışık, şiirin ışığına tutun
Şehrin göğünü kucaklasın ellerin, çok olsun yüreği yufka dostların

Engin Turgut

Masaldır, hikayedir on günlük sevgisi feleğin,
İyiliği fırsat bil dostlara ey sevgili.

Hâfız

hayat: çocukluktaki oyunları unutma süreci
kötülük ve iyilik, aşk ve nefret, dost ve düşman
hepsi aynı bu savaşta: aldatanla aldanan

Baki Ayhan T.

İç çekmeler ve bağırışlarla
Titriyor teller
Pencereme dolanma ayışığı
Özlerim bir dostu kucaklama duygusunu
Onunla ağlaşmayı sessizce

Ahmet Erhan

Bana sorular öğreten dost
Bir de sen bulmadıkça doğrular yarımdır diyen…
Kimi gün bir türkü, kimi gün şiirlerle
Kitaplarla daha çok, giderek kitaplarla
Sabırlı, içten, yalın
Örnekler çıkarıp adım adım
Küçücük bir kentin kapalı hayatından
Bana dünyaları gösteren dost…

Şükrü Erbaş

Gece ayaz
Rahat durgunluğunda kavşak.
Önünde yalnızım pencereciğin,
Ne bir konuk, ne bir dost bekliyorum.

Sergey Yesenin

Benzemezler insan dostlarıma
Ağaçlar gölgesini esirgemez
Güneş köpeğimden daha sadık
Dizlerime sıçrar ellerimi ısırır
Karşılık beklemeden
Hele kuşlar
Avcılara bile kin beslemezler

Oktay Rıfat Horozcu

Fırtınalı bir günün sonunda
bir dal istedi kadın, tutunmak için
dostane
Bir mum yaktı adamın biri, elini uzattı
beyaz bir gül geldi karşılığında

Böylece bir muhabbet başladı gözlerde
aylarca devam etti bu dostluk
sessizce

Nurcan Uğurlu

Hıncım bile zarifleşti zamanla
Duygusu belirsiz huylar edindim
Tükettim eski dostlarımı bir bir
Yenileri habersizce aldı yerlerini

Mahmut Temizyürek

insan soyu
iletkenliğiyle ünlüdür öteki türler arasında
iki insan
başka hiçbir yaratıkta olmayan
geçirgen bağın başlatıcısıdır
anneler ve babalar
oğullar, kızlar, hısımlar
komşular, hemşehriler, yurttaşlar
hangileri arasından seçilirse seçilsin
iki insan bir araya gelince
o geçirgen bağa bir ilmek atar
bazen fiyonk olur arada
bazen her şey düğümlenir
yine de sonuna kadar
bu bağın götürdüğü
yere kadar gitmez
insanlar
dostluğa, kandaşlığa, aşka evet
evet ama nereye kadar?

İsmet Özel

herşeyi bırakıp sadece seninle konuşmak var…sadece
bir şehir dinler gibi..
o şehrin bir tepesinde..
rüzgarı dinlemek var…
nefesini hisseder gibi..
seninle dost olmak var…
ey güzel kadın
hem kavgasın, hem huzur,
hem dertsin hem çare…
hem tatlı hem huysuz
kah acı kah tatlı..
sevdiğim insanlar şehirler gibidir..
senin gibi..
İstanbul gibi…

Hakan Gülhan

– bir çay içimi dostluğuna gelmiştim
“bir vardı/ bir gitmiş” dedi ardımdan-

Neriman Calap

Seni seviyorum, verdiğin acıyla da,
Yine de mecbursan beni yıkmaya
Bir dostun bağrından kopar gibi
Çekeceğim senden kendimi.

Lou Andreas Salome

Anlıyorum sizi dostlar, her şeyi anlıyorum.
Benim olmayan sözcükler girdi araya,
Anlıyorum sizi dostlar!

Pablo Neruda

Ve yakındır aşkımızın dağılıp gitmesi
Eserken yaban yeller üstümüzden –
Ama nedendir, sevgilim, ey sevgili dostum
Ah! nedendir bana eziyet vermen?

İsmail Aksoy

ölü bir dostun son bakışına mı benziyorsun, acı gibi değil, değil matem gibi
dönüp dönüp seni buluyorum sanki hep senden korktum hep sevdim seni

Faris Kuseyri

İki gözüm ona iyi bak
Dünyaya küskün gitti biraz
Zemheride çiçek açmış
Acılı, suskun bir topraktır o
Seslenmezsen
Merhaba demez
Hastadır, koluna gir
Yürüyemez
Ayakları tutuk
Bağışla İlhan
Öyle ya
Senin de kaburgaların kırık

Metin Demirtaş

Ben yaşama da, ölüme de inandım;
Tamamlarlar sanırdım eksiklerimi.
Çarşıları hep birlikte gezerdik;
Biri dostumsa, sevgilimdi öteki.
İkisinin adını yanyana andım.

Bir soluk alayım izin verin de.

Metin Altıok

Dostlar ırmak gibidir
Kiminin suyu az, kiminin çok
Kiminde elleriniz ıslanır yalnızca
Kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya

Can Yücel

Dostum yaşlandı ve kendine yetmiyor artık
Geçenler hep aynı yağmurla
güneş aynı ve sabah bir çöl
Yorulmaya değmiyor. Ve mehtapta dışarı çıkmak
bekleyenin yoksa değmiyor.

Cesare Pavese

nedir dostluk?
ikinci bir güneş.

Adonis

Gel, bizden iyi olanlara acıyalım.
Gel, dostum, hatırlayalım:
Zenginlerin uşakları var, dostları yok;
Bizim dostlarımız var, uşaklarımız yok.

Ezra Pound

oysa ne iki ırmak
karışırmış birbirine dünyada
ne de göz yaşları aşkta
dostum, demiştim dostum
otuzumda bir gün
öğrendim ki bu gün
aşktan farkı yokmuş
dostluğun
öyle deme, öyle deme
ayrı ayrı düşüyor yaşlar
iki gözden bile

Cevdet Karal

Kalmadı başka korkum
Düşünmeden eline bıraktım kendimi
Bütün dostlarım söylüyor
Bu sefer mutlaka tutuldum

Necati Cumali

Kıyıdan el salladık beyaz bir gemiye
gemi gülümsedi. Ne top atışı, ne bir bayrak, ne isim
anladık bir dosta veda ettiğimizi…

Zerrin Taşpınar

Bir çölde biten dal gibi ıssızsa da rûhum,
Dost âleminin ettiği kem söz neme yetmez?
Vardır anacak bir gün olup ismimi elbet,
Bir servinin altında dolan göz neme yetmez?
Dağlar neme yetmez, bağlar neme yetmez?
Bir kuş ki benim derdime ağlar, neme yetmez?

Şükûfe Nihal Başar

Beni çağırmakta yabancı dostlar;
Bu doslar ne güzel , dilsiz ve adsız.
Eski evde , şimdi bir başka ev var:
Avlusu karanlık, suları tadsız.
Her akşam , aynı yer, aynı saatta,
Güneşten eşyama düşen bir çubuk;
Yangın varmış gibi , yukarı katta,
Arkamdan gel diyor, sessiz ve çabuk !

Necip Fazıl Kısakürek

İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Dünyayı telâşsız, rahat
seyredebiliyorum artık.
Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği,
elimi sıkarken sapladığı bıçak.

Nazım Hikmet

Bıraktım eşi dostu
Eski bahçelere gittim gizli gizli
Seni anmak için tek başıma

Salvatore Quasimodo

Kimdi kimdi kalan
Giden mi suçludur herzaman?
Ne zaman başlar ayrılıklar
Dostluklar biter ne zaman

Murathan Mungan

dokunsam yok kimse
dokunsam yalnızlık çıkacak duvarlardan
ne Selim ne Ömer
çıkıp gelmez hiçbiri uzaklardan

dostluklar elimde kaldı
baştan çıkaran bir ırmağa atıldı hülyalarım
sesi gelir belki Vahdet abi’nin az sonra telefondan
bırakırım bu şiiri yarım
uçarım

Sıtkı Caney

Gün akşam olur elinde kitaplar
ve bir demet çiçekle çıkıp gelirdin
bir kez bile unutmadın “merhaba” demeyi
ve en yanık türküleri nasıl da söylerdin
bir dostun vurulduğu gün
Hâlâ koynumda resmin

Ahmet Telli

Kırdım mı incittim mi birilerini?
Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler.
Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda?
Yeniden düşünmeliyim
Dostluklarımı, ilişkilerimi
Dağınık yatağım, mutsuz yatağım
Çoğalttım mı eksiklerimi?
Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı
Yitirdim mi yoksa masumiyetimi?
Borçlarımı ödedim mi?
Doğru seçtim mi soruların fiillerini?
Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış,
giysilerim ütülü, odam düzenli mi?
Ödünç aldığım kitapları geri verdim mi?
Geri verdim mi aldıklarımı:
Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları
Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi?

Murathan Mungan

hele iyi bir haber almışsam o gün dostluk üstüne

Nazım Hikmet

hoşçakalın ağız tadları
sıcak çorbam çayım sigaram
havalandırma sıram banyo sıram kelepçe sıram
kalemimi ve saatimi ve kavgamı bıraktığı sevgili dostlar
hoşçakalın

Ersin Ergün

Yaşıyan her fani
Yaşıyan ruh özler,
Her sıkıldıkça arar,
Dar hayatında ya dost ufku, ya canan ufku.

Yahya Kemal Beyatlı

dostlarım,
beni söylediklerimden sorumlu tutun

Şükran Belen

Uzun sokakların ucunda evleri
İlk denemelerden geri dönülmüştür
İtildikçe içe, durduğu bilinen
Bazı dostları yitirmeye gidilir

Gülten Akın

İstanbul’da olsam İstanbul’da olsam
Çocuklu bir dostum var kalkar onun evine giderdim
Daha olmazsa Metin’i bulurdum.

Can Yücel

hayatın bu sarhoş denizinde
umut gemim karaya oturdu.

ah! Dostlar yetişin feryadıma
ölüm yetişecek feryadıma bu gece yoksa

Ali Şeriati

Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim
Ne bir ortak sevinciniz kaldı sizi çoğaltacak
Ne bir içten dostunuz var acınızı alacak

Şükrü Erbaş

Her kim dostı severise dostdan yana gitmek gerek
İşi güci dost olıcak cümle işden olur âzât

Yunus Emre

Elini ver, ey güzel ve zarif varlık,
Ben dostunum ve cezalandırmak için gelmedim.
Cesur ol! Ben vahşi değilim,
Rahatça kucağımda uyumalısın.

Matthias Claudius

Hayat güzeldir, kızım, sen de göreceksin;
nasıl da, her şeye rağmen,
dostların olduğunu, aşık olduğunu.

José Agustín Goytisolo

her şeyi boşladım senin uğruna
dostlarımdan ayrıldım çocukluğumu unuttum

Louis Aragon

‘Dostun evi nerede?’ diye sordu, günün battığı yerde süvari
Gökyüzü biraz duraksadı.

Sohrab Sepehri

dostluğun yüreğimde çok kez sebep oldu acıya
düşmanım ol n’olursun -dostluk adına

William Blake

İki düşman ordu
Birlikte ağlardı ölülerinin ardından
Dostça mertçe yas tutulurdu öldürülenler için

Gassan Satar

Yaş ilerliyor… Artık geçti bizden;
Kişi ev bark edinmeli vakitken.
Gün gelince biz değil miyiz ölen?
Cenazemiz yerde kalmasın dostlar!

Cahit Sıtkı Tarancı

abdullah, ah dostum, sevdiğim, çalı yüzlüm abdullah
kaç kurşun sıktı üstüme
yeterince içmiştik. vuramadı
vurdu, ben anlamadım belki de
belki de yavaş yavaş devam ediyorum ölmeye.

Altay Öktem

Bir zamanlar bizimle eyleşen
Dostları hatırlatır bir bir,
Ki ayrılığın kara büyüsüyle büyüyen
Hasretleri artık insafsızca derindir.

Emily Dickinson

Ey, değerbilir dostlarım,
n’olur hor görmeyin beni,
yelkensiz teknelere döndüm
içime çöken acısıyla aşkın.

Arivara Narihira

kalbimi kalbine bağladığım dostum
ah herkes mi susuyor
kalbi kalbimize benzeyen dostlar

Arkadaş Zekai Özger

İşte buradayız şimdi, dostum, gitme benden,
hemen gitme, hayır hiç gitme …

Erik Stinus

Dostlarla doluydu dünyam
Yaşantım aydınlıkken henüz
Şimdi, sis çöktüğünden
Oldular hepsi görünmez.

Hermann Hesse

Yalnızlığa dayanırım da, birbaşınalığa asla..
Yaşlanmak hoş değil duvarlara baka baka..
Bir dost göz arayışıyla.
Saat tıkırtısıyla…..

Elif Şebnem Akal

sabahın seherinde puslu bir dağ başında
bir dostun mezarı hazırlanırken!

Hıdır Toraman

yürürken bir ayağı aksıyor
hep kıyısından gidiyor yolun
belli yakıştıramıyor kendini kente
uzun uzun bakıyorum ardından bir dostu uğurlar gibi
ağlamak geliyor içimden
nasıl da uzağız birbirimize

Murathan Mungan

Saçma bir kadın, anlaşılmaz
Ama iyidir saçmalamak dostlarını satmaktan
İyidir adanmak, yalandan
Bir çocuk romanı olarak anlaşılmıştım artık.

Didem Madak

Bir güzel düş gibi bir hayal gibi
sen de git can kuşum, de var sen de git
dost mezarı içim bulunmaz dibi
düşersem aklına el aç niyaz et
belki bir su yürür…içim çöl gibi…

Mustafa İslamoğlu

Fırtınaya tutulur, bir liman bulamazsan,
Demir at sineme dostum! koylarım senindir.

Kanadın kırılır da, maviye uçamazsan,
Ne güne duruyor al! kanatlarım senindir.

Çaresiz çilelere, bir umut bulamazsan,
Kendime etmediğim, dualarım senindir.

Ey dost,
Yanım senindir
Yarım senindir,
Canım senindir…!

Mehmet Orhan Durdu

Kendime en çok on yedi yaşımda benziyormuşum
buldum o çocuğu Gençlik Parkı’nın önünde
yıllar seni eskitememiş dostum, ifaden aynı
yarısı tebessüm yarısı korku dolu o çehre
suçlarımla göz göze gelmemek içinmiş meğer
o resimden bugüne gözlerimi kaçırarak bakışım
hâlâ suç gibi duruyor o bakış gözlerimde

Haydar Ergülen

Tutulmuş dağ yolları oklar ve tuzaklar
Biri dostluk adına bağışlar çirkinliğimizi
Düz yollara düşeriz yeniden oksuz ve tavşansız
Yılgın savaşçılarız, sevgiler ürküttü bizi

Gülten Akın

Çok şeyler gördüm geçirdim: yağmurlar, gökkuşakları
Ufuklar kararırdı geçerken adım
Ve dostlar bana ihanetten nasıl da zevk alırdı
Ben bile bıkmış usanmıştım kendimden
Ama tüm bunlara karşın sen hep sen kaldın.

Andrey Voznesenski

eskiden önemsediğim ne varsa
şiirim, dostlarım hatta gururum
hepsi iskambil kağıtları gibi
yıkılıyor
ve belki de ben ilk kez aşık oluyorum.

Lale Müldür

Ve düşlerimde dost sesler bana bakıp fısıldıyor şimdi:
“İşte bakın, burada yatıyor hüznüyle birlikte ölen adam.”

Halil Cibran

beni bırak git sakın sen yalnız kalma
dost kalalım mı düşman olalım mı bırak dokunma
sen böyle konuştukça
ruhuma
görüşmek üzer…

Zeynep Elif Arkan

Dostlarım, anmayın artık adımı!
Siliniz gönülden eski yadımı!
Kırınız, sonuncu itimadımı:
Ölünce bir daha beni aldatın!

Orhan Seyfi Orhon

Karac’oğlan der ki, ölüp ölünce
Ben de güzel sevdim kendi halimce
Varıp gurbet ile vâsıl olunca
Dostlardan haberim al melil melil

Karacaoğlan

Sala verile kasdımıza
Gider olduk dostumuza
Namaz için üstümüze
Duranlara selam olsun

Yunus Emre

Agâhî karıştır kanı yaş ile
Dost bulunmaz hayal ile düş ile
Yetilmez menzile bu gidiş ile
Hemen aşk atına binip sürmeli

Âgâhî

Paltomun bir cebine kahramanlığı, bir cebine korkaklığı koydum
Bir yanına dostlarımı, bir yanına düşmanlarımı…

Ahmet Erhan

hiçbiri değil dostlar hiçbiri değil
çiçeğe durur gibi uyanışım
akpak sevdamdan
ve böyle bir gün say say bitmez güzelliği

Akgün Akova

ah nasıl ayrılır aşk ve dostluk birbirinden
can canı sever ötesi yok bunun çocuk
ölümü ve ölümün ölümsüzlüğünü
sevgiyi ve sevginin ölümsüzlüğünü
ah elbette aşktır dostluğu mayalayan
ama kim anlatabilir bu parmak çocuğa
bir dostla bir sevgili arasındaki ayrımı

Arkadaş Z. Özger

Çünkü kalbi seninle uzlaşmayan
Nice ayrı dünyaların insanlarını
Sevecenlikle anladın yıllardır
Hepsine de dost elini uzattın
“Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.”

Cansever Eyüboğlu

Bekle dost kapısın sadık dost isen
Gönüller tamir et ehli dil isen
Sevda Sahrasında Mecnun değilsen
Ne Leyla’yı çağır ne çölü incit

Aşık Hüdai

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

Cahit Sıtkı Tarancı

beni güzel hatırla
çünkü sevdim seni ben
herşeyini….
sana sırdaş oldum
dost oldum koynumda ağladın
yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini
beni üzdün kınamadım
alışıktım vefasızlığa
el oldun aldırmadım…

Okan Savcı

Sonra sonra açılan boşluklardan
Sevdiğiniz, dost olduğunuz, bel bağladığınız
Birinin kayıp gittiğini hatırlarsanız,
Sessizce… ah, yaralandım diyebilirsiniz,
Bütün ölenleri bağışlıyorum.

Ceyhun Atuf Kansu

Beni bilse bilse çiçekler bilir dostlarım,
Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim,
Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.

Ceyhun Atuf Kansu

Dudaklarımda dostlardan şiirler,
Şimdi haykırarak da okusam kimse duymaz;
Şehir acınacak halde,
Boşalmış bütün caddeler.

Şükran Kurdakul

Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi
Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine deydi
Sevda duvarını aştım, sendeki bu tılsım neydi?
Başka bir gezegende de olsan dönüşüm hep sana
Kesin bir gün belirtemem, n`olur takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Bahaeddin Karakoç

dağınıklığını toparlarken odamın,
elimde kaldı bir kitabın içinden düşen fotoğrafın
göz göze geldik bir an,
gözlerinde “seni seviyorum” bakışın
kara çalılar ardına saklanan sinsi bir isyan kaşıdı yüreğimi
fotoğraflarda kalacak kadar yabancı değildik o zaman
her şeyden önce dostumdun,
ıslak hüznümü bile varlığınla gülümsetebildiğim
şimdi gözlerinde yeniden kulaç atmak istiyorum desem,
mavilerinde yüzemeyecek kadar bitkinim artık

Pelin Onay

İşte iki adım daha atıyorum
Artık söylenecek hiçbir sözüm kalmadıdilimde
İçimde kar yüklü geçit vermez anılar
Ve her şiir biraz ölüm
Bir bir çekilip gidince dostlar.

Her şiir biraz yalanla başlar
Varlığın ve yokluğun ikiz yalnızlığında….

Tuğrul Tanyol

Yaklaşmaktasın ve / çok yakınıma taşıdığın / güller
Sana canı gönülden âşık oldum meleğim
Kollarına gümüş bilezikler düşündüm
Dostlar buldukça onlara
Kalın kaşlarını övdüm
Güzeldin
Gövden gerilmiş devinmekteydi
Bir tabloda gibi her bakmaya değişen
Karanlık anlamlardan arınan yüzünle

Cahit Zarifoğlu

Seyyah oldum şu alemi gezerim
Bir dost bulamadım gün akşam oldu
Kendi efkarımla okur yazarım
Bir dost bulamadım gün akşam oldu

Kul Himmet

Evim fakir, dostlarım beni terketti,
Hastayım, ziyafetlere gidemiyorum.

Po Chu

koltuğunun yerini değiştirdim dün
yüzün beliriyordu camda
dudaklarından geçen güvercin
tozunu alıyordu sözcüklerin
sen ağzını açmıyordun ama

hadi çevir telefonu
bari dostluğunla oyala

Enver Ercan

Bir dostun sıcaklığına
Öylesine
Yaslamak istiyorum ki başımı
Ya omzunu uzat sevgilim
Ya da telleri kopuk
Bir kemanı

Sunay Akın

Dostlar da muhabbeti kestiler,luzumda yok
Zaten senden ziyade sohbetim sözüm de yok
Sen dönmeden kimseye bakacak yüzüm de yok
Aynalarda kendimi göresim sende kalmış

Cemal Safi

Söküklerden yeryüzü dolarken ağzımıza
İnsansak,
Çok uzağız eski iyi dostlarımıza

Osman Konuk

Oyun yapıp oynarlar seni
Geceleri aralarında.
Şarkı yapıp söylerler dostlarına,
Roman gibi okurlar boş zamanlarında.
Masal yapıp anlatırlar çocuklarına.

Özdemir Asaf

Dostlarım!
Hakiki şiir sizsiniz.

Nizar Kabbani

umut kesilmiyorsa dostlarım
kesip
barikatlar kurarak kangrenli gövdemizden
şurda güneşe ne kaldı

İlhami Çiçek

Ve sonra ölümü bekleniyor insanoğlunun.
Ya o? Ya o?
İnsanlardan dostluk bekliyor, sevgilisinden sadakat,
Çocuklarından saygı ve bir parça huzur bekliyor,
Saadet bekliyor yaşamaktan.

Ümit Yaşar Oğuzcan

Ağla sevgili yıldızım
Yeryüzündeki dostun da
Ağlıyor bak burada

Mevlana İdris Zengin

Ben işte miraç gecelerinde
Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım,
Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım,
Uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin
Bir şiir aradım.

Didem Madak


Bu zamanda az dostun oldun, daha iyi.
Herkesle uzaktan hoş beş edip geçmeli.
Can gözünü açınca görüyor ki insan
En büyük düşmanıymış en çok güvendiği.

Ömer Hayyam

Kader şimşeklerini çakarken,
Ne tatlıdır, bir dosta sığınmak!

Thomas Thaarup

Ve hepimiz
Her şeyi inkar edebiliriz
Tanıdık dost kokusu haricinde

Nizar Kabbani

Geldim yolun sonuna,
Uğurlar olsun bana!
A dostlar, o dostlar, kalsın siz de sağlıcakla!

Shakespeare

Ah, biz
Hazırlamak isterken dostluk yolunu
Dost olamadık kendimiz

Bertolt Brecht

Gel dosta gidelim gönül

Yunus Emre

Yanıbaşımda ölüp gitti dostlarım ben bakakaldım
Gözyaşlarının da bir yerlere gömüldüğü görülmüş müdür?

Ahmet Erhan

ağlayacağım
başka çarem yok
dostlarımın beni birer ikişer terk etmesi var
ağlayacağım

ağladığımı sonbahar ağaçlarına anlatacağım

Bünyamin Durali

Artık ayrıyız dostlar
bulutlarda birbirini yitiren
yaban kazları gibi.

Matsuo Başo

Yeniden başlamalı, yeniden
Dostum, görüyorsun ya işte
Bozuldu birkere umudun ordusu.

Edip Cansever

Sevgili dost, yoksa sezmiyor musun
Tüm dünyada tek bir şeyin var olduğunu:
Yüreğin yüreğe
Dilsiz bir selamla söylediğidir bu..

Vladimir Solovyev

tibet’e git
deveye bin
incili oku
ayakkabılarını maviye boya
sakal bırak
kağıttan bir kanoyla dolaş dünyayı
the saturday evening post’a abone ol
çiğnerken sadece sol tarafını kullan ağzının
tek bacaklı bi kadınla evlen
ve düz bir usturayla traş ol
ve kadının koluna adını kazı
benzinle fırçala dişlerini
bütün gün uyu ve gece ağaçlara tırman
keşiş ol
viski ile bira iç
kafanı suyun altında tut
ve keman çal
pembe mum ışığında göbek at
köpeğini öldür
belediye başkanlığına aday ol
bir varilin içinde yaşa
baltayla kafanı yar
yağmurda lale ek
AMA ŞİİR YAZMA!

Charles Bukowski

Ne mutlu o güne ki, uçacağım o dosta,
Ve kanat çırpacağım varmak için yanına…

Mevlânâ Celâleddîn

Bir gece habersiz bize gel
Merdivenler gıcırdamasın
Öyle yorgunum ki hiç sorma
Sen halimden anlarsın
Sabahlara kadar oturup konuşalım
Kimse duymasın
Mavi bir gökyüzümüz olsun kanatlarımız
Dokunarak uçalım.

İnsanlardan buz gibi soğudum,
İşte yalnız sen varsın
Öyle halsizim ki hiç sorma
Anlarsın.

Cahit Külebi

Bir varmış, bir yokmuş aramızdaki dostluk.
Kızına kıl kadar olsun göz koysaydım,
Derdim, buydu korktuğu.
Odama uğramaz oldu, semtimden geçmez;
Oysa bir ben vardım içli dışlı olduğu.

Behçet Necatigil

söylenmesi gerekeni
söylemeye değmiyor,
kulaklar kalbe uzaksa

konuşalım diyorum, gel
kendi aramızda,
kız kulesini alarak arkamıza

Ebubekir Eroğlu

Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın…
‘Nereden çıktın bu vakitte’ dememeli, bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında; gözünün dilini bilmeli; dinlemeli sormadan, söylemeden anlamalı…

Can Dündar

ve şarjım öyle azdı ki… gelemedim, dedim. olsun, dedi, martta… demişti ki jarş bitti. birden soğuklar başladı sanmayın! avucuma bir avuç ateş bıraktı dostum. bende onu kalbime, üşüyen yerlerime yasladım.

Zeki Bulduk

Dost bî-pervâ felek bî-rahm ü devran bî-sükûn
Derd çoh hem-derd yoh düşmen kavî tâli’ zebûn

Fuzûlî

Dostları olmalı insanın,
Aynen gemilerin limanları gibi
Zaman zaman uğradığın
Yükünü boşalttığın
Dalgalar dininceye kadar beklediğin koynunda

Oğuzkan Bölükbaşı

neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı
karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak.

İsmet Özel

Sevgili Dost,

Öldükten sonra hatırlayacak mısın beni? Neler hatırlatacak ve nasıl hatırlayacaksın? Bir yıl sonra aklına gelecek miyim? Ya beş yıl sonra?

A. Ali Ural

Kalbindeki cama bir taş değer, dosttandır
‘kırılınca anlaşılır kalbin camdan olduğu’
kalbin bahçesinde bir gül solar, dosttandır
dostun varsa taşı güle sayarlar, akşamı güne
dostum varsa sözümü şiire sayarlar, beni şaire
dostum var, öyleyse
ölebilirim bile!

Haydar Ergülen

Ya biz, binde bir karşımıza çıkan dostluk,
arkadaşlık, sevgililik fırsatlarını ne yapıyoruz?
Akşamüstünün bir saatinde,
yorgun gövdemizi yaslayıp mırıl mırıl konuşabileceğimiz,
omzumuza dolanan bir kolun,
başımızı yaslayabileceğimiz bir omzun,
belimizi kavrayan bir elin,
uzun yollara dayanıklı aşkların sahibi karşımıza çıktığında
tanıyabiliyor muyuz onu, değerini biliyor,
biricikliğini, benzersizliğini anlayabiliyor muyuz?

Murathan Mungan

Ben giderim adım kalır,
Dostlar beni hatırlasın.

Aşık Veysel

Ateşli bir ruhla doğdum ben,
Severim birlikte olmayı dostlarla;

Lermontov

”Kim gelmiş kim!” diye sevinç gösterileri yapar,
boynuna sarılırım…
Sonbahar, her seferinde gözlerimin içine bakıp;
” Hiç değişmemişsin” der ve omzuma dokunur.
Ben sonbaharın gözlerinin içine bakamam;dokunur…

Ali Ural

Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.
Olur ya…
Kalp durur…
Akıl unutur…
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur…

Mevlânâ Celâleddîn

Kitaptan mana onda dost kazanmaktır.
Nedeni açıktır, kitaba yazmaktadır.
Felsefenin bağrında psikoloji aramaktadır.
Ne büyük kayıptır ki geç kalmıştır.
Ne de olsa uçan kuştan hesap almamıştır.

Dosta düşman diyemeyiz.
Geçen günü geri getiremeyiz.
Bilsek dahi belki düşünemeyiz.
Ufuk’la gün batımına erişemeyiz.

Dostum, gelen gün için geçen günü düşünmez.
İkibinden başka cıgara içmez
O paket bitmiş dahi olsa zulasından geçilmez.
Dost için hiçbir şeye önem vermez.

Adem Utku Çakıl

Dostun yüzünden gözünü ayırmaz,
Ondan ayrı bir an bile dem vurmaz.

Dost iline doğru düzen verdi ki,
Dosta kavuşup eylesin dirliği.

Zira dost onunladır her nefeste,
Can kuşu dostsuz durmaz bu kafeste.

Yunus Emre

Kabul et, uzaklardaki sevgilim,
Kalbimin vedasını,
Dul kalmış eş gibi,
Bir mahpusluk öncesi,
Dostuna suskunca sarılan,
İyi dost gibi.

Aleksandr Sergeyeviç Puşkin

Onlara veda etmeme yardım edecek misin, Nikko?»
Nikko hafifçe öksürerek bağızını temizledi. «Bunu nasıl yapabilirim efendim?»
«Kiraz ağaçları arasında benimle yürüyerek. Sessizliğe dayanamadığını anlarda seninle konuşmama izin vererek.”

Şibumi / Travenian

Sonu belirsiz bir kavgaya atılıyoruz Olric. Yanımda senden başka kimse yok elle tutulabilen. Öyle bir savaşa giriyorum ki Olric, bizi İsa bile kurtaramaz.

Oğuz Atay

“Yıllar sonra tekrar görüşen iki insanın heyecanını hayal ediyorum. Bir zamanlar sık sık görüşmüşlerdir ve bu yüzden de, aynı yaşanmışlıklarla, aynı anılarla bağlı olduklarını düşünürler. Aynı anılar mı? Yanlış anlamalar burada başlar: Anıları aynı değildir. İkisi de geçmişten iki ya da üç durum hatırlamaktadır, ama herkesinki kendinedir; anları birbirine benzemez, birbiriyle örtüşmez; hatta nicel olarak bile birbirleriyle kıyaslanamazlar; biri öteki hakkında, onun kendisi hakkında hatırladığından çok daha fazla şey hatırlar.”

Milan Kundera / Bilmemek

Kuşkusuz en ufak engeller dahi en ateşli gayreti soğutmaya, dostluk bağına senin kadar sıkı bağlanmayan insanların belleklerindeki anıları silmeye yeterlidir.

İbn-i Hazm

Derviş-i Nureddin olmağa istidad-ı ezeli gerek
Cümleden fariğ olup Dost ile halvete giresi gerek
Kapusunda kıtmir olmayı cümleden yeğ bilesi gerek
Erenler bir kere evladım demeğe can veresi gerek

Nureddin Cerrahi

Gönlüm dahî canım dahî el bir etti şu ikisi,
Yüz bin Yunus’tan ferâgat, dost yüzünden gözün ırmaz.

Yunus Emre

Ey güzeller güzeli
Ben huysuzum
Töresizim
Tut ipimi
Eşiğine kelp yerine bağla beni
Velvele gününde dost meclisinin.

Şükrü Karaca

Ama seni bilirim dostum,
O yüzlerin arkasında gizlenen filigranlı hışırtıyı hemen duyarsın

Ülkü Tamer

– Artık senin baban yok! Benim Çora’m yok! Bağışla, bağışla beni Çora diye bozladı Tanabay. Birileri gelip onları ayırdı. Sonra Tanabay kalabalığın arasına girdi. Herkesi yakından görüyordu şimdi ve o sırada, onu, Bibican’ı da gördü. Bibican Tanabay’a gözlerini dikti. Gözyaşları iri iri damlalar halinde akıyordu. Tanabay, öncekinden de büyük hıçkırıklarla sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Şimdiki ağlayışı, ömür boyu yitirdiği her şey içindi: Artık hiç göremeyeceği Çora için, işlediği suçlar için, karşısında duran Bibican için, kader ikisini ayırdığı için, o müthiş fırtınalı gece için, Bibican’ın yarsız ve yalnız kalması, birmutlu ve aydınlık gün görmeden yaşlanıp gitmesi içindi… Karalara bürünmüş Gülsarı için, çektiği bunca sıkıntı için ve eziyetler için, dile getiremeyip içine attığı her şey için ağlıyordu. Neler neler içinde o gözyaşları…

Cengiz Aytmatov / Elveda Gülsarı

Toprağa dosttu ölüme hazır
Taşırdı soyunu gövdesi gibi
Bir destan büyüttü namustan aşktan
Midenin harama düşmanlığından

Mehmet Akif İnan

Hâtır-ı dost için zahmet-i düşmen çekerim

Râgıb Paşa

Gönül yalnızlıktan pek mustariptir.
Ey Allahım! Ne olur, bir dost!

Hâfız-ı Şîrâzî

Omi’de bir dostla
oturdum da, isteksiz
elveda dedim
giden bahara

Matsuo Başo

Ölümüme en çabuk dostlarım alışacaklar
— Yaşayıp gidiyorduk yahu
Ne vardı acele edecek!
Diyecekler

Erdem Beyazit

Başıma bir belâ geldiginde, dostlarımın ihaneti
Kimseye acımayan zamandan şiddetliydi.

İmam-ı Şafiî

Kim kazanmazsa bu dünyâda bir ekmek parası:
Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!

Mehmet Akif Ersoy

Selem ağaçlarını mı, ordaki dostları mı andın ki birden
Gözbebeğin kanlandı, gözyaşın aktı kırmızı kırmızı..

İmam Bûsîrî (Kaab bin Zubeyr)

Bir Yaprak dökümüdür dört yandan.
Bir dostun, seninle ağlamış gülmüş,
Bir sabah gazeteyi açarsın ki:
Ölmüş!”

Ziya Osman Saba

kaçıp uzak koyakların yaprak kokularını bulsam da hep aynı yerdeyim
ölü bir dostun son bakışına mı benziyorsun, acı gibi değil, değil matem gibi
dönüp dönüp seni buluyorum sanki hep senden korktum hep sevdim seni

Faris Kuseyri

Ne zaman bir dosta gitsem
Evde yoklar.

Metin Altıok

Dudaklarımda dostlardan şiirler,
Şimdi haykırarak da okusam kimse duymaz
Şehir acınacak halde,
Boşalmış bütün caddeler.

Ş. Kurdakul

dost ateşinde kalmış askerleriz bu günlerde

Furkan Çalışkan

Özlerim bir dostu kucaklama duygusunu
Onunla ağlaşmayı sessizce
Özlerim bir çiçeği öperken
Toprağı öpüyormuşçasına sevinmeyi

Ahmet Erhan

dağlardan inen soğuk sulardım
dost yanında kaldım, sıcağında demlendim

bir nefeslik sigaraysa gülüşlerimiz,
içine çek, söndüğünde yakmaya geldim

Pelin Onay

Sönmüş sanılan ışık, bir anda parlar
Dostun sesi, tekrar sevinç ısmarlar
Bir buzlu soğuk sisli bulut, nur kesilir
Kuşlar ötüşür yerde erirken karlar

Hüsrev Hatemi

Gittiler,
Göçüp gittiler birer birer
Ahbap, dost, yâran!
Mugaylan ağacıyım sanki, gölgesiz…

Mustafa Ceylan

Dostum benim, yokuşlu yolum, düzgün ovam,
günün hangi saatte battığını görememiştik seninle,
tepelerin arasındaydık çünkü,
üstümüze keder çiseliyordu çünkü,
saçak altlarına sığınıyordu çocuklar,
her evin eşiğinde sessizlik vardı.

Ülkü Tamer

Şimdi kar yağsa, üşüyorum desem,
eldivenim atkım olur musun?

Enis Batur

Aşklar, dostluklar, bir arada olmalar
Hangi birine yetiş, geçtim, öderim.
Eşler, çocuklar, ölmüşlerin yakınları
Sonradan katılanlar, kaçtım, öderim.

Behçet Necatigil

seni, öyle haksız, öyle mızıkçılıkla
oyundan çıkarılmış bir çocuk
gibi gördükten sonra, dostum,

Cahit Koytak

“Dostça gülümsedi. Bu gülümseme sanki bana değil de çocukluğuma gitmiş gibiydi.”

Romain Gary

Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da

Yürümeyi yeniden öğrenen felçli bir çocuk gibi
Sokağa çıkmalıyım şimdi ve çoktandır
İhmal ettiğim dostlara yeni bir adres bırakmalıyım

Ahmet Telli

Artık söylenecek hiçbir sözüm kalmadı dilimde
İçimde kar yüklü geçit vermez anılar
Ve her şiir biraz ölüm
Bir bir çekilip gidince dostlar.

Tuğrul Tanyol

Ne zamandır ertelediğim her acı,
Çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir ezgi,

-bu şiir –

Sendelerken yaşamım ve bilinmez yönlerim,
Dost kalmak zorunda bana ve
sizlere!

Nilgün Marmara

Hoşçakal, dostum, el sıkışmadan, suskunlukla
Sakın üzülme, nedir bu gözlerindeki hüzün?
Şu yaşamda yeni bir şey değil ki ölüm,
Ama pek öyle yeni sayılmaz yaşamak da.

Sergey Yesenin

mesela dost için ölüme yatıp orda
teslimiyet doğuran bir uykuya dalmaktır

Alper Gencer

-her zaman paylaşılan duygular vardır
yeri gelince ölümler de paylaşılır
bölüşmek bir ölümü dostluğu ve şiiri
benzemez beyaz evlerden mavi sulara
aynı pencereden iki yabancı gibi bakmaya-

Haydar Ergülen

Bir gün dünyaya edince veda
Peşimden istemem gözyaşı ,susun
Ağlayıp sızlamak yerine dostlar
Herkes bildiğince şiir okusun

Captain Hook

Bir gün öldüğümde
Ardımdan ağlayacak karım ve kızım
Topu topu birkaç dostum üzülecek
Yahu diyecekler haberiniz var mı Kadir ölmüş
Başsağlığı dilemeye gelecekler kızıma ve karıma

Bütün bunları merak etmiyorum
Ha bir gün önce olmuş ha bir gün sonra
Anacığım duyacak mı mezarında
İşte onu söyleyin bana

A. Kadir Paksoy

Zülfün esîri Bâkî-i bîçâre dostum
Bir mübtelâ-yı bend-i kemend-i belâ imiş

Mahmud Abdülbâki

Boşuna mescitleri dolaşma sofu dostum
Aradığın aydınlık meyhanede kalmıştır

Esrâr Dede

I

Bir hastalıktan sonra,
Mektup yazdım eşe dosta
-İadeli taahhütlü-
Ve yıldırım telgraf çektim yare
-Cevaplı-
Neler olmuş Rabbim, neler.
Ben tüberkülozdan yatarken, hastanede
Dostlar unutmuş adımı,
Yar kocaya gitmiş…

III

Ve dünyamız Rabbim
Bir hastalıktan sonra
Eskisi gibi değil.

Rüştü Onur

Bir ağacı uyur görürseler, uyandırmasınlar,
Güneyde kalmış böyle güzel ağaçlar vardır,
Duldasında bir an dinlendiğimiz o ağaçlardır,
– Herşeyi o ağaçlar bilir dostum, o ağaçlar bilir! –
Biz yaprak misali olduk artık, bize birşey sormasınlar.

Arif  Damar

Neresi yurdum?
Güneş belki de.
O hep duran. Çocukluğumu tanıyan eski dostum kaplumbağa.

Bejan Matur

Nasıl paylaşıyorlar güneşi dostça
portakal ağacında portakallar?

Pablo Neruda

Şimdi gemiler geçer uzaklardan
Gönlüm güvertede sereserpedir.
Işıklı geceler, saz sesleri, peynir ekmek
Ne biletim ne param ne dostum var
Pır pır eder yüreğim bakındıkça…
-Uyan Turgut um, garibim, uyan
Bura Terme’dir.

Turgut Uyar

duralım, haberler vahim, kan sızıyor ajanslardan
kim sorar gecenin şairine isyanın var mıdır
yalnızca türküleri sevilen ülkelerin şairiyim ben
dostlarım gece sohbetine çağrılmış gönlüm muratsız
dağlarında binlerce çiçeği budanan

ve sualsiz ölümleri olan bir dünyanın şairiyim ben
nasıl mıyım, dağlarımı düşündükçe? Diken üstünde

Tuğrul Keskin

Sen vâr iken ey dost banâ yâar gerekmez
Cevrin çekeyim gayri vefâdâr gerekmez

Mihrî Hatûn

fotoğraflarda kalacak kadar yabancı değildik o zaman
her şeyden önce dostumdun,
ıslak hüznümü bile varlığınla gülümsetebildiğim

Pelin Onay

Aşıklarla beraber otur kalk! 

Arkadaş olarak her zaman aşık olan kişiyi seç; 
aşık olmayanla bir an bile dost olma! 
Mevlana

ah, gökte yüzen bulutlar ve seyyah bir serserinin hayalleri! 

ah, günbatımı ve eski bir dostun özlemi! 

Li Po

Elini o kadar sıkı tutuyordum ki onun da elimi tuttuğunu sanıyordum. Bir dost o elini hiç tutmadı dediğinde gevsetince tutmadığını farkettim 23 Kasım 2011

La Edri

Ağladım her yerde hep ah eyledim, 
Gördüğüm her kul için dostum dedim. 

Herkesin zannında dost oldum ama, 
Kimse talip olmadı esrarıma.

Mevlana

Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su

Fuzuli

Dost bî-pervâ felek bî-rahm ü devran bî-sükûn
Derd çoh hem-derd yoh düşmen kavî tâli’ zebûn

Fuzuli

Dost ümidiyle ortalığa düşmeye gör
Hangi kapıyı çalsan kimseler yok
Hangi omuza dokunsam yabancı çıkar

Cahit Sıtkı

Sev beni dost. Bırakma beni. İzle beni.
İzle, beni dost, bu bunaltı dalgasında.

Pablo Neruda

Kader şimşeklerini çakarken,
Ne tatlıdır, bir dosta sığınmak!..

Thomas Thaarup

Gider isen bu il sana yurt olsun
Münafıklar aramıza kurt olsun
Ben ölürsem yüreğine dert olsun
Geçti dost kervanı eğleme beni 


Pir Sultan Abdal

Can dostum Hiç’i unut, Hep’İn saatini kur,
Gamın kederin değil, sevincin izini sür!

Ahmet Necdet

Sokakların ellerinden öperim
Bana yaşamasını öğretmişlerdi
Dost olsun düşman olsun
İnsanlara iyi günler dilerim

Söyle sarı saçlı daktiloya
Ben yokum artık
Vefasız dostlara hatırlat
Kimseye kalmaz o dünya

Nasıl unuturum güzeldi yaşamak
Fakat hakkı varmış Oktay`ın
“Hatıralar da dal istiyor”
“Kuşlar gibi konacak”

Muzaffer Tayyip Uslu

En son ben kaldım,
Gömdüm tüm sevgili dostları.

Leopold Staff

Ve Ahmedin işi ilk rasgidiyor
İlktir dost elinin hançersizliği
Ağlıyor yeşil

Ahmet Arif

Sanma ki derdim güneşten ötürü;
Ne çıkar bahar geldiyse?
Bademler çiçek açtıysa?
Ucunda ölüm yok ya.
Hoş, olsa da korkacak mıyım zaten.
Güneşle gelecek ölümden?
Ben ki her nisan bir yaş daha genç,
Her bahar biraz daha aşığım;
Korkar mıyım?
Ah, dostum derdim başka…

Orhan Veli

uyandım
karşımda seni buldum
dosttan daha dost
güzelden daha başka

Asaf Halet Çelebi

bir dosta dokundum sanki
gülümsedim bir yoksula
seni öyle sevdim

Serdar Ünver

Dost
Bu eli sıkı tut
Çarşıda evimizden uzakta
Bir pazu güreşi varsa kaybolmayalım

Geçecektir daha daha
Günler
Bilmeden kavramak nasıl

Zirvesine göz koyduğum dağlara bak
Koşup takıldığım çitlere bak

Cahit Zarifoğlu

ben senden öğrendim ki oysa inanmak
mesela dost için ölüme yatıp orda
teslimiyet doğuran bir uykuya dalmaktır

Alper Gencer

Ağlama der dosta Aşık Daimi
Bu da gelir bu da geçer sevdiğim.

Cemal Safi

Aşk,dostluk!.. Hepsi dökülür yapraklar!
Çıplak bir ağaç durgun suda aksin.
Yalnızlık dediğin hayatta başlar;
Kabir boyunca devam etmek için.

Cahit Sıtkı Tarancı

Dosttur, ne öfkesi ne durgunluğu sebepsiz.

Cahit Sıtkı Tarancı

Yaşamında iki temel değer bulacaksın:
sevgi ve dostluk. Bazen, bunlardan biri
ötekinden daha değerli gelecek sana;
zaman olacak, öteki öbüründen; kimi zaman da
ikisinden hangisini daha değerli sayman gerektiği
belirsiz hâle gelecek; ama, kimi zaman da,
ikisi birden, eşit bir değersizlik düzeyine inecekler,
gözünde.

Ama, bu sevgin ile şu dostluğun o hâle düştüler diye,
yaşamın temel değerlerinin kendilerini
yadsımayacaksın: o zamanlarda, içindeki buruk acıyla,
onlara olan saygını koruyacaksın– ki, bu da,
işte üçüncü temel değerin
olacak.

Oruç Aruoba

Ben, alaca karanlığında son sabahımın dostlarımı ve seni göreceğim, 

ve yalnız yarı kalmış bir şarkının acısını toprağa götüreceğim…

Nazım Hikmet
Hani büyük korkular başlayınca insanda, 
Sıkılır yüreği, ölecek gibi olur; 
 Ne dost sevgisi, ne yar sevgisi, 
 Ne varsa hepsini bırakıp gitmek ister 
 Nereye, kime, niçin? 
Demeden. 
Mehmed Kemal
güller dikildi, çilekleri seyre dalmışsın, ömrümün kalanı 
o yıkasın beni! dostum yıkasın, kalan yıkasın

Hüseyin Peker

Zahm-ı hicrân şerhi çün mümkün değildir dostum
Sîne-çâkinden haber versin girîbânım sana

Avnî (Fatih Sultan Mehmed )

Kapılarını yıllardır çalmadığım
Eski dost evleri gibi
Eski şiirlerim
Kitaplarda
Bekler beni…
Girip dinlendiğim olur
İçlerinde
Bir kahve içimi
Çıkıp giderim sonra
Buruk bir hüzün
Bırakıp geride…

Ataol Behramoğlu

sevinç kendisine güvenilmeyecek bir dosttur
çünkü yalnız kendi rahatını düşünür

Nizar Kabbani

Ne alnında dolaşan bir dost eli
Ne yardım isteyecek kimsesi vardı,

Cahit Külebi

Kızmıştım bir dostuma,
Açıldım ona, kızgınlığım geçti,

William Blake

istanbul konya’da güzel güzel yaşamak varken, çekip giden dostlarımdır
istanbul acı bir “hoşçakal”dır

Abdullah Harmancı

Yalnız aşkı vardır aşkı olanın
Ve kaybetmek daha güç bulamamaktan
Sen yüzüne sürgün olduğum kadın
Kardeşim olan gözlerini unutamadım
Çocuğum olan alnını sevgilim olan ağzını
Dostum olan ellerini unutamadım

Cemal Süreya

bir masal saçmalığına kurban gitti
kırılmıştım
tüm kırılmışlıklarımı üst üste dizmiş
dipsiz
bir
uçurum kıyısından kendimi bırakmaya
hazırlanıyorken
dur bile demeyen Pollyanna’dan dost olmazdı anladım
içinde besle büyüt yıllarca
kendi infazına göz yumsun
Bugün Pollyanna’ya rest çektim bayım
büyükannemin kılığına bürünse de
açmayacağım hiçbir masal kapımı

Dilek Akın

Çok oruspu tanıdım; çocukları arkadaşımdı, dostumdu, sevgilimdi, bir şeyimdi işte…
Hiçbir oruspu çocukluklarını görmedim!

Dilek Akın

ölümümden bir ay sonra
bir güncük yaşamak
ve
dostu düşmanı
suç üstü yakalamak.

Aziz Nesin

ölümü sevdim, uzun zamandır beklenen
bir dost gibi, gelse vaktinde, kollarında
eski dostlarım, ninelerim, dedelerim…
usulca fısıldasalar kulağıma: zamanı değil daha!

Selahattin Yolgiden

Sustu, sonra ben konuştum: “Dostlarım kaçtı yanımdan
Umutlarım gibi yarın sen de kaçarsın yanımdan.”
Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”

Edgar Allan Poe

ve hepimiz
her şeyi inkar edebiliriz
tanıdık dost kokusu haricinde..
ve hepimiz
her şeyi gizleye biliriz
içimizde adım atan o “kadın” haricinde..

Nizar Kabbani

Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sâdık yârim kara topraktır
Beyhude dolandım, boşa yoruldum
Benim sâdık yârim kara topraktır.

Aşık Veysel

Torino Atı

dışarısı kırbaç sesi, içimde bir torino atı
açım. belki de özlemi açlıktan sayıyorum.
toplan dünya. yaşam toplan.
çaresiz sahiplik toplan.
gitmiyorum, hadi bakalım şimdi de gitmiyorum.
aklım tahta bavulların içinde yolculukta.
ben buradayım akılsızlığın başında
hasta bir ruh gibi koşulamıyorum.
dur, bunu anlatamazsam çok ağlayacağım.
ölüm geliyor bir şeyi anlatamamak zira.
tımarlanmıyorum deli atlar gibi
kalbim duracak. vaktin peşindeyim.
bazen de duruyorum saatler gibi
olmaz zamanlarında.
soğuk. soğuktan donuyorum sen anlamayınca.
duydun mu ne diyorum?
soğuk bir ateş kırmızısında, harlı.
hastayım. at gibi bütün yemleri ve suyu bırakarak
yemekten içmekten kesildi anlatacaklarım,
şimdi biraz hasta kalmak istiyorum.
yalnızlanmak,

hayat, yağmur sıkıntısı ve olacaklar,
gözüm yolları isterse bitiriyor. sonuna geliyorum.
sayfaları çabuk çabuk çevirirken ellerim
bitmesin hiç bitmesin istiyorum

şimdi bilmediğin bir yanındayım. seni bulamıyorum.
aklım karışık. atın hüznünden bulaşıyor kapılara.
yine de açıyorum, ben hep açıyorum
kapının kolunu tutuyorum elin gibi

müzik sesi geliyor resimlerden. galiba deliriyorum.

seagullineskisehir

İnsanın saklanacak küçücük bir köşesinin dahi kalmadığını, gidecek yerinin olmadığını anlatan bir tükeniş hikayesi.

Başrolde rüzgar oynuyor, tüm ihtişamıyla. öyle ki sadece onun çığlıkları dört nala koşuyor, Öyle ki 58 yıldır ses çıkardığı söylenen tahta kuruları bile sözü ona devretmişcesine sessizleşiyor. Rüzgar öfkeli, rüzgar tükenen tüm sesleri üzerinde taşıyor. İnsan susuyor, rüzgar konuşuyor. Rüzgar konuştukça tükeniş de başlıyor.

Arttıkça rüzgarın sesi, daha da sessizleşen insan, Pencerenin önüne geçip sadece onu izleyebiliyor, onu dinleyebiliyor ancak ve daha da hissizleşiyor. Ya tekrar hissedebilmek için ya da artık zaten hissedemediği için elleri ve ağzı yana yana haşlanmış patates yiyor. Rüzgar konuştukça, tükeniş devam ediyor, su tükeniyor. O konuşmaya devam ettikçe, atın gücü de tükeniyor. Atın gücü tükendikçe insan da tükeniyor. İnsan, torino atının kaderini yaşıyor.

Gidemeyen, saklanamayan insandan geriye, bir tek olan biteni öylece izleyen insan kaldığı vakit, ışık da tükeniyor. İnsan artık bakamıyor, izleyemiyor, Artık göremiyor. Artık elleri ve ağzı yanmıyor, yiyemiyor, içemiyor. Ve artık rüzgar da susuyor.

Varoluşun tükenişi sadece altı günde gözünüzün önünden akıp geçiyor. “Rahip, cemaate şöyle buyurur: Tanrı sizinle! Gün geceye döner. Ve gece biter.” cümlesine inat, gece bitmiyor.Her şey tükenirken ve hiçleşirken, gece daha yeni başlıyor.

dools