Çoban Çeşmesi

Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi.
Ey suyun sesinden anlayan bağlar,
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi?

Gönlünü Şirin’in aşkı sarınca,
Yol almış hayatın ufuklarınca;
O hızla dağları Ferhad yarınca,
Başlamış akmağa çoban çeşmesi

O zaman başından aşkındı derdi,
Mermeri oyardı, taşı delerdi.
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi,
Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi!

Vefasıs Aslı’ya yol gösteren bu,
Kerem’in sazına cevap veren bu
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu…
Sızmazdı toprağa çoban çeşmesi

Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda;
Ateşten kızaran bir gül arar da,
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi.

Ne şair yaş döker, ne âşık ağlar,
Tarihe karıştı eski sevdalar:
Beyhude seslenir, beyhude çağlar
Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi

Faruk Nafiz Çamlıbel

bu günler kesinlikle ‘kara bir dönem’ olarak hatırlanacak

Gülen Cemaati ‘legal görünümlü illegal yapı’ mı?

CUMHURİYET tarihinin en uzun Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında özel olarak Fethullah Gülen Cemaati’nin, genel olarak İslami cemaatlerin durumlarının ele alınıp alınmadığı yolunda rivayet muhtelif. İster konuşulmuş ister konuşulmamış olsun, MGK bildirisinde “legal görünümlü illegal yapılarla mücadele” denirken, ilk olarak Gülen Cemaati’nin kastedildiğini düşünmemiz için çok neden var.

Gülen Cemaati sahiden “legal görünümlü illegal bir yapı” mıdır? Bu çok önemli bir soru. Kendi bakışımı şöyle özetleyebilirim:

* Cemaat’in “sivil” ve “sivil olmayan” iki ayrı kanadı bulunuyor.

* Bu iki kanat birçok durumda birbirlerinden tamamen farklı pozisyonlar alabiliyor.

* İki kanat arasındaki koordinasyonu hareketin merkezi, daha doğrusu Fethullah Gülen’in kendisi sağlıyor.

* 17 Aralık sürecinden itibaren kanatlar arasındaki ayrımlar büyük ölçüde kalktı.

* Cemaat’in hükümete karşı saldırılarını yoğunlaştırdığı ilk aşamada “sivil olmayan kanat”ın yaklaşımları egemen oldu.

* Erdoğan’ın peş peşe elde ettiği seçim başarılarının ardından Cemaat savunmaya geçince “sivil kanat” daha fazla öne çıkar oldu.

Bu tespitlerden hareketle Gülen Cemaati’ni “legal görünümlü illegal bir yapı” olarak tanımlamak mümkün, ama o kadar da kolay değil. Çünkü Cemaat’i, sadece devlet içinde ayrı hiyerarşiye sahip bir örgütlenmeye gitmiş yapı olarak tarif edip arkasındaki ciddi toplumsal desteği yok saymak, vahim hatalara kapı aralamak anlamına gelecektir.

NEREDEN NEREYE?

Sorunu Gülen Cemaati’nden ayrı genel olarak İslami cemaatler bağlamında ele aldığımızda ilginç ve ürkütücü bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Malum, cumhuriyetin ilanıyla birlikte İslami cemaatler yasaklandı ve varlıklarını yeraltında sürdürmek zorunda kaldılar. Özellikle çok partili hayata geçildikten sonra cemaatlerin üzerindeki baskıların hafiflediğini, faaliyetlerini daha aleni yapmaya başladıklarını görüyoruz. Sonuçta İslami cemaatlerin her biri “yasadışı” kaldı ama varlıkları “meşru” oldu. Bu durumu, şimdiki terminolojiye uyarlarsak “illegal görünümlü legal yapı” haline geldiler.

Şimdi ülke çapındaki İslami cemaatlerden ciddi bir şekilde beslenen, hiç tereddütsüz “İslami” sıfatını uygun görebileceğimiz bir siyasi iktidar döneminde bu formül tersine çevriliyor ve en azından bir (belki daha fazla) cemaat “legal görünümlü illegal yapı” olarak tanımlanıyor.

KARA BİR DÖNEM

Gülen Cemaati’nin hiç de sütten çıkmış ak kaşık olmadığını bilen biriyim. Ancak ne kadar haklı temellere dayanırsa dayansın, İslami bir yapılanmanın yine İslami bir iktidar tarafından devlete yönelik önde gelen tehditlerden biri olarak gösterilmesinin orta ve uzun vadede çok ciddi sonuçlara yol açacağı, bu süreçten genel olarak İslami camianın zararla çıkacağı da muhakkaktır.

Gelinmekte olan bu noktayı şubat ayı başındaki bir yazımda “İslami hareketin kendi büyüsünü kendi elleriyle bozması” olarak nitelemiştim. O yazımın son paragrafını bugün tekrarlamakta bir sakınca yok:

“Yıllar sonra bugünkü argümanların, ayrıntıların çoğu unutulacak, esas olarak İslami iddialı iki yapının birbirine karşı amansız bir savaş yürüttüğü, birbirini alabildiğine yıprattığı hatırlanacak. Kimsenin kazanacağını sanmıyorum, velev ki taraflardan biri galip çıksın, bu durum onun haklılığının kanıtı olarak da görülemeyecek. Ama muhafazakâr camianın gelecek kuşakları için bu günler kesinlikle ‘kara bir dönem’ olarak hatırlanacak.”

Ruşen Çakır

Münzevi

Bir sonbahar akşamı… Sahillerdeyim
Gamlı bir heykel gibi kayalarda ben
Dağınık saçlarımdan pervasız esen
Rüzgârların elinde bir kırık neyim.

Engin bana yâd eder yetimliğimi,
Gözyaşlarıyla düşer dalgalar kuma
Issız bir yoldayım ki hasta ruhuma
Herkes yabancı: Kimden sorayım kimi?

Gökler esmer ve derin, sular dalgalı
Sahilden uzaklaştı son yolcular da;
Enginleri dinliyor yalnız kenarda
Sararmış bahçesiyle virân bir yalı.

Dumanlarla örtülen bir deniz gibi
Canlanıyor en hazin dalgalar bende
Bekliyoruz yuvanı şimdi bahçende
Ben kimsesiz, ağaçlar kimsesiz gibi.

Faruk Nafiz Çamlıbel

Tedbîrini terk eyle, takdir Hudâ’nındır

Tedbîrini terk eyle, takdir Hudâ’nındır
Sen yoksun o benlikler hep vehm‐ü gümânındır
Birden bire bul aşkı bu tuhfe bulanındır
Devrân olalı devrân erbâb‐ı safânındır
Âşıkta keder neyler gam halk‐ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz Pir‐i Mugân’ındır

Meyhâneyi seyrettim uşşâka matâf olmuş
Teklîf ü tekellüften sükkânı muâf olmuş
Bir neş’e gelip meclis bîhavf u hilâf olmuş
Gam sohbeti yâd olmaz, meşrepleri sâf olmuş
Âşıkta keder neyler gam halk‐ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz Pir‐i Mugân’ındır

Ey dil sen o dildâre lâyık mı değilsin ya
Dâvâyı muhabbette sâdık mı değilsin ya
Özrü nedir Azrâ’nın Vâmık mı değilsin ya
Bu gâm ne gezer sende âşık mı değilsin ya
Âşıkta keder neyler gam halk‐ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz Pir‐i Mugân’ındır


Mahzun idi bir gün dil meyhâne‐i mânâ’da
İnkâra döşenmiştim efkâr düşüp yâda
Bir pir gelip nâgâh pend etti alel‐âda
Al destine bir bâde derd u gamı ver bâda
Âşıkta keder neyler gam halk‐ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz Pir‐i Mugân’ındır

Bir bâde çek, efzûn kap mecliste zeber‐dest ol
Atma ayağın taşra meyhânede pâ‐best ol
Alçağa akar sular, pay‐i hümâ düş mest ol
Pür çûş olayım dersen Gâlib gibi ser‐mest ol
Aşıkta keder neyler gam halk‐ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz Pir‐i Mugân’ındır

Şeyh Gâlib

Son Aşık

Hasretinle geçiyorken bu gençlik çağım
Ey sevdiğim, ben ümitsiz değilim gene
Ak düşünce saçların kumral rengine
Kollarında son aşıkın ben olacağım.

Ey başında şimdi sevda rüzgarları esen
Böyle her gün yollarımdan geçsen de süzgün
Sen benimsin büsbütün terk olunduğun gün
O mukadder günü, bilmem, düşündün mü sen?

Ben bir beyaz saçlı aşık, sen bir ihtiyar
O gün bana yaklaşırken ey ilahi yar
Esirgeme gözlerimden bir son buseni.

Kirpiğinden yavaş yavaş bir damla aksın
Çünkü, ruhum, sen de o gün anlayacaksın
Ki hiç kimse benim kadar sevmemiş seni.

Faruk Nafiz Çamlıbel

Âb-ı hayât-ı lâ’lüne ser-çeşme-i cân teşnedür

Âb-ı hayât-ı lâ’lüne ser-çeşme-i cân teşnedür
Sun cür’a-i câm-ı lebün kim âb-ı hayvan teşnedür

Can la’lin eyler ârzu yâr içmek ister kanumı
Yâ Rab ne vadîdür bu kim can teşne cânân teşnedür

Âb-ı zülâl-i vasluna muhtâc tenhâ dil degül
Hâk üzre kalmış huşk-leb deryâ-yı umman teşnedür

Bezm-i gamında cân ü dil yandı yakıldı sâkıyâ
Depret elün sür ayagı meclisde yârân teşnedür

Cânâ zülâl-i vaslunı agyâr umar uşşak umar
Âb-ı sehâb-ı rahmete kâfir müselman teşnedür

Giryân o Leylî-veş nola sahrâya salsa Bâkî’yi
Mecnûn’un âb-ı çeşmine hâk-i beyâbân teşnedür

Bâkî

Her Şey Ne Kadar Yakın Ve Nasıl Uzak Şimdi

bilmem nasıl geçti elime
çocukluğumun anı defteri
uzun kumral bir saç teli
uzanıp eski yıllardan
merhaba deyiverdi

sanki buldum yeniden o günleri
beyaz yakamı, kardeşlerimi
omuzlarından çağlayan gibi inen
gür ve kumral saçlarıyla
yirmi sekizinde annemi

ne güzeldi ve ben onu nasıl gizli severdim
çalmak mıydı onu biraz kardeşlerimden
akşam üstleri uzatıp başını pencereden
adımı seslendiğinde yanıt vermeyişim
ve unuttuğunda söylemeyi
ellerimi yıkamadan oturuşum sofraya
nedensiz hırçınlığım
ağlamalarım sonra kimseye göstermeden

ah o benim Bandırma’lı çocukluğum
hiç anlamadan geçiveren yıllar

arada bir değişen ve hep birbirine benzeyen
o hiç suyu akmayan basık tavanlı
kira evlerinin gecelerinde
kısıp usulca gaz lambasını
uzun yol şoförü babamı beklerdi

bitmeyen bir yokuşu tırmanan yorgun
ve ağır tekerlekleri gibi kocaman bir kamyonun
bezgin miydi yüreği bekleyişlerden
o uzun gecelerin karanlığında
neler duyardı o yaban kasabanın
iplik iplik ördüğü yalnızlığında
ve neleri paylaşırdı babamla
geleneklerden
ve bizden başka

ne çok çiçek olurdu saksılarda
anlatırdı bazen köyünün uçsuz kırlarını
kırlangıçlarını, dere boyunu
ikinci savaş yıllarının
bıçak gibi kesiverdiği çocukluğunu
ama anlatmadı hâlâ
nasıl verdi toprağa
yiğit bir oğulu

hiç kendisinin olmadı hayatı
ve hiç yakınmadı yazgısından
asla bir şey istemedi kendisi için
kocasından ve tanrısından

şimdi ne kadar uzak kumrallığı
bilmiyorum saçları mı daha ak
yazgısıymış gibi taşıdığı yazması mı

o gülen gözlü çağlayan saçlı kadın
çıkıp gelse ötesinden yılların
suları dört yana saçılmış bir sebil gibi kırgın
ve çökmüş bu kadını
acaba tanır mı?

Ayten Mutlu

Başkası Gibi

bu gece bırak beni
kırılmış dal gibiyim
suskun güz birikimi

yorgunum
savrulmuş harman yeri
bitti
yitirdim bir şeyleri

yitirdim evet
içimde parıldayan o ateş söndü
kirlendi ellerimin inci gergefi

aşklardı
yalnızlığın kendine varan sesi
aldanışlar
boşuna yatağını arayan nehir
sürükleyen dünleri

hiçbir şey avutamaz beni bu gece
yürüdüm o çizgiyi
ve bitti

kapat geceyi artık
bir şeyler ört üstüme ve git
yarın yine gülümserim
başkası gibi

Ayten Mutlu

Ve Gittikçe Irayan

buğulu bir camdan bakar gibisin 
gözlerinde bu dalgın, bu yorgun bulut 
yüreğimde güz kıyamet fırtınalar koparan 
bu dargın bulut 
yaban bir yağmur sonrası sesin 
dallarına çekilmiş durgun bir çınar 
gibi sakin 
suskunluğu telâşsız sözlere sarıyorsun 
yüreğim örselenmiş kırık kanatlarıyla 
düşerken avucuna 
anlamıyorsun 
böyle mi biter aşklar 
gün batımına uçan göçmen bir kuşun 
yitivermesi gibi 
bir rüyanın ansızın bitivermesi gibi 
nasıl unutursun? 
nasıl unutursun beni sevdin 
harlı ateşler yaktın karanlığıma 
aşkların haraç mezat satıldığı dünyada 
yıldızları birer birer indirdin saçlarıma 
seni sevdim 
kocaman bir dağ gibi genişledi yüreğim 
ne çok şeyimiz vardı anlatacak 
kimsenin bilmediği ne çok şeyimiz 
ne çoktuk, ikimizdik, ne çoktuk 
ne güzeldik, hiç olmadığımız kadar 
sen alır gelirdin kendini 
beni getirirdin yüreğindeki 
öyle anlardı, aşardık insanın yazgısını 
nasıl unutursun? 
giderdin 
masamda söylenmemiş şiirleri bırakıp 
sen gelinceye kadar 
nasıl da yalnızlıktı yastığımda unuttuğun 
ve artık hep yokluğun… 
bir rüzgârdı, kapandı pencereler 
son sesleri bunlar ezgimizin 
duyuyor musun? 
gidiyorum 
kal, demiyorsun 
şimdi bozkırlarda usul usul ağlayan 
kahır yüklü ağır bir tren gibiyim 
kimsesiz bir aşkın ayak izinden 
uzak yıldızlara doğru yol alan 
ve gittikçe ırayan 
ve gittikçe ırayan
 
Ayten Mutlu

Islak Yaprak

-Doğan Ergül için-

-I-

şaşırmayı hâlâ unutmamışım
işte yine ağzımda o acı su
ne zaman öğreneceğim tanrım
her zamansız gidişin
bir yaprağın kalbine olduğunu

yaşamaktan yaralı bir tümce nasıl
şaşırırsa ölümüne sözcüklerinin
öyle şaştım ebedi sandığım sevinçlerin
bitivermesine orta yerinde

gözyaşı kadehi de kırılabilirmiş
acıyınca içinde biriken hayat
unutkan zamanın sırça teninde
bir çıt! sesiyle kırılan bir kalp
şaşarak anlarmış kanadığını şarap
lekeleri dağılırken geceye 

-II-

yorgundun, yanıltmak içindi yorgunluğu
sessizce gülümserdin baktığın yere
dağılırken yüzünden siyah bir ışık
o siyah ışığın kırdığı rüzgâr
dindi işte, kederi yazmak için
gözlerinde taşıdığın şiire

susma, o eski yalana sarın ve söyle
sonsuzca açan gülüne aşkın
yağmurda izlerini arayan çöle
anlat
her zamansız gidişin
zamansız bir dönüşün ülkesi olduğunu

çekil şimdi biriktiğin gözyaşı damlasına
hiç bitmeyecek bir yoldan gelen
yağmurun çıplak bir ağaçta unuttuğu

o ıslak yaprağın içinde uyu

Ayten Mutlu