Bir Soyguncunun Yüzü

Artık yüzün
Yaşlı bir adamın yaşlanmaya başlamış yüzü,
Uzun süredir yolcuların inmediği
Bir hanı andırıyor gözlerin.

Kanlı, akıtan bir sevgiyle örtmüştük yeraltını,
Durgun bir sevgiyle açacağız gökyüzünü,
Senin yüzün
Durgun bir sevginin yıktığı gökyüzü.

Bir boğa getirdim sana,
Soluyan bir boğa değil bu,
Soluk alan bir boğa getirdim sana,
Şiirin, güvenin, aşkların,
Sahi, aşkların boğasını,
Çekimser, bekleyen boğasını,
Bu çeşit sıfatların boğasını getirdim.
Aynı boğa, kolunun altında geçen
Tek başına yaşadığın süreyi
Bir bıçağın ucuyla Olympos arasında.
Hades’ten kaçırdım onu, bak,
Biraz yaralanmış, biraz zincire vurulmuş,
Senin zincire vurulmuş yüzün
Durgun bir sevginin yıktığı gökyüzü.

Elinin perdeleri iniktir bu akşam,
İki martı kuşunun yerleştirdiği
Senin sigarayı ürkekçe tutan,
Gittikçe titremeye alışan,
Üstünde dövmeler belirmeye başlayan
Ellerine, iki kuşun yerleştirdiği
Akla gelen her çeşit perdeler
İniktir, solmaktadır bu akşam.

Boğanı geri getirdim sana.
Hades’ten, içimin evinden kaçırdım,
Göğsümün kurumuş mürekkebinden.
Senin için kaçırdım, yalnız senin için,
Senin sahici gözlerin için,
Senin sahici yumruğun için,
Senin için kaçırdım boğayı, sana.

Akşamdır, iniktir elinin perdeleri,
Bileğin, bir sigaranın düşmeyen külü,
Tırnakların, devlerin çiğnediği birer itki,
Ucuzlamış uzun bir cekete benziyor parmakların.

Herakles’i bile titretir güçlü parmakların,
İstesen dünyanın bütün tüfekleri,
Yayları, hançerleri bir büyük testi olur,
Güneşi doyuran bir büyük kaynak.
İstesen mitologya yeniden yazılır,
Tunç bir dağa oyulur terli omuzların.
Senin terli omuzların ilerde ara sıra
Bazı şeyleri kopararak içinden
Usulca durgun sevgini hatırlayacak.

Gören bir soyguncu diye adlandırır seni,
Oysa sen, yaşamanın iyiliksever soyguncusu,
Toprağın, duyguların, çıkışların haydutu,
Ürkekliğin, içtenliğin yol keseni,
Yalansızlığın, açıklığın korsanı,
Sevincin, sevincin, hüzünlerin eşkiyası,
Bir bardak birada ağlamanın haramisi.
Gören de bir harami diye adlandırır seni,
Yıllar sonra sert çizgilerini anar.

Akşamdır, iniktir elinin perdeleri.
Çocukların koşuştuğu bir avludur kalbin;
Dilsiz, ama ağlamasını bilen çocukların
Gökten geçen leyleklere bakması kadar
Sessizdir kalbin.

İşte, sana bırakıyorum boğayı,
Hades beni bekliyor, dönmeliyim;
Sen de beklenir birisin, unutma,
Kendinin bekleyicisi, kendinin tuhaf bekçisi,
Çık güneşe, yeni bir ateş kur
Herkesin, ama yalnız ikimizin boğasıyla.

Ülkü Tamer


Eskisi Gibi Değilim Artık Ben

Eskisi gibi değilim artık ben
Artık olamam hiçbir zaman da
Yazım,o güzelim baharım da
Uçup gitti işte pencereden

Aşk,yalnız sendin sultanım benim
Tanrılar içinde senin kölendim
Dünyaya gelebilseydim bir daha
Daha bir dört dönerdim etrafında

Clement Marot
Çeviri: İlhan Berk

Aşk ki Sevgili Kızım

Aşk ki sevgili kızım, aynaya benzer en çok,
Bakmaya bayılırlar güzel ve şık bayanlar
Baktıkça düş kurarlar, mutlu olurlar.
Aynadaki görüntüleri büyüler onları,
Kötülükten, günahtan arınır yürekleri
Ruhları saydam beyaz bir sayfaya can atar.

Sakın inmeye kalkma yoksa ayağın kayar,
Tutunacak dal yoksa uçurum bekler seni
Direnemezsen kapılır kaybolursun girdapta,
Aşk ki güzeldir kızım, saf ama ölümlüdür
Senin gibi küçük yaşta akıntıya kapılanlar
Kendi yansımalarını görür, yunar, boğulur.

Victor Hugo

Adaletsiz Eros’a

İkimizi de aşka düşür.
Sana tanrısın derim Eros!
Sen tut beni yak, onu gözet;
İşte bu tanrılığa sığmaz.

Rufinus

Mezar

“İhtiyarlıyoruz!” demez miydim sana?
“Yüz göz buruşur, sevişenler ayrılır!”
Demez miydim? Al işte geldi o günler!
İşte ağardı saçlarımız, kocadık.
Nerde ağzının o eski güzelliği!
Hani türlü diller döken aşıkların?
Bir mezar gibisin sen artık, bakmadan
Geçip gidiyoruz kibirlim, önünden.

Rufinus

Mezar Taşları

Sevmeliyiz mezartaşlarını biz,
Çünkü yalnız onlar bizi yâd eder.
Şüphesiz onlardır en saf ve temiz,
Ardımızdan varsa duyanlar keder.

Her sevginin artık çözüldüğü gün,
Alınlarda matem, yüzlerde hüzün,
Bizi yalnız onlar tanır gündüzün,
Geceleyin onlar kalır beraber..

Bütün derdimizi alıp bağrına,
Bizden yalnız onlar kalır yarına,
Ay ışığı düşse omuzlarına

Ahmet Kutsi Tecer

Ah

Beni koydukları zaman toprağa,
Başında bembeyaz sarık, bir hoca,
Yabancılar gider gitmez uzağa,
Yaslansın çömelip orda ağaca.

Her mezar başında artan hevesle,
Ruhuma bir “Yasin” okusun, sesle,
Bu son benzeyişim olsun herkesle,
Bütün arzum budur olup olacağı.

Dinlendirmek için orda başımı,
Ne adımı yazsın ne de yaşımı,
Bir koyan olursa eğer taşımı,
Üzerine bir “Ah” çekin Arapça.

Ahmet Kutsi Tecer

شعر اچون «كوز یاشی« دیرلر

بڭا صرسوكیلی قارء ، سڭا بن سویلیه یم؛
نە هویتدە شو قارشیڭده طوران اشعارم
برییغین سوزكه، صمیمیتی آنجق هنری؛
نه تصنع بیلیرم، چونكه، نه صنعتكارم
شعر اچون «كوز یاشی« دیرلر ؛ اونی بیلمم، یالڭز
عجزمڭ كریه سیدر بنجە بوتون آثارم
اغلارم، اغلاده مام؛ حس ایدرم، سویلیه مم؛
دیلی یوك كلبمڭ ، اوندن نه قدر بیزارم
اوقو، شاید سڭا بر حسلی یورك لازمسه؛
اوقو، زیرا اونی یازدم ایكی سوز یازدمسه

محمد عاكف 

Bana sor sevgili kaari,sana ben söyleyeyim,
Ne hüviyette şu karşında duran eş’arım

Bir yığın söz ki,samimiyeti ancak hüneri;
Ne tasannu bilirim,çünkü ne sanatkârım

Şiir için ‘gözyaşı’derler; onu bilmem, yalnız
Aczimin giryesidir bence bütün âsarım

Ağlarım ağlatamam hissederim söyleyemem
Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizârım

Oku ,şayed sana hisli bir yürek lâzımsa;
Oku ,zira onu yazdım ,iki söz yazdımsa

Ayrılıklardan

Böyle sessiz ayrılıklarda,
her şey önceden belli olur.
en güzel zamanında, aşkın ve hayatın
insan deli olur…

O, kadırga taraflarında bir evden çıkmıştır.
masum bir yalanla -halama diye-
gözleri pabuçlarında, mahcup
ellerine yapışmış gibidir
harçlığından arttırıp aldığı
sevimli hediye…

ah, insan nasıl çıldırmaz nasıl
bir çaresizlik,
bir umutsuzluk sarmış her yanı.
aranızdan insanlar geçer.
bulutlar geçer.
O, kırmızı mürekkep gibi dudaklarıyla, zoruna
utanarak gülümsemeye çalışır.

bu gülüş en aldatmazıdır vaatlerin.
yıllarca sonra bir uzak gurbette bile;
zulmüne dayanılmazken yalnız saatlerin,
bir yeşil yaprak üstünde gözlere,
görünür, uzaklaşır…

Turgut Uyar

Her şeyi bırakır, başımı alıp giderim!

Birden aklına çarpıcı bir fikir geldi: “Her şeyi bırakır, başımı alıp giderim!” diye düşündü. Ama hemen anladı hiçbir yere gidemeyeceğini. Hiçbir yerde hiç kimsenin ihtiyacı yoktu ona. Hayal ettiği hayatı da hiçbir yerde bulamayacağını anlamıştı.

Cengiz Aytmatov / Beyaz Gemi