Yase’de Aralık Ayı

O Ekim, bahçenin yanındaki
Uzamış kuru otların üzerinde söylemiştin,
Özgürlüğü seçtiğinde,
“Bir gün yeniden…belki on yıl sonra…”

Üniversiteyi bitirdikten sonra bir ara
Görmüştüm seni. Gariptin.
Ben de bir şeylere takmıştım kafamı.

Şimdi on yıl, hatta daha çok zaman
Geçti: her zaman biliyordum
nerede olduğunu-
Sana gelebilirdim de
Sevgini yeniden kazanma umuduyla.
Hâlâ evli değilsin.

Gelmedim.
Kendi başıma yapmam gerekiyordu yapacağımı.
Bunu başardım.

Yalnız düşlerde, bu şafaktaki gibi,
Tehlikeli, ürkütücü yoğunluğu
Aklıma geliyor, tenimi sarıyor
Genç aşkımızın.

Başkalarının can attığı,
İmrendiği bir şey vardı bizde;
On dokuz yaşımızla geride bıraktık onu.

Sanki birçok hayat yaşamışım gibi
Çok yaşlı hissediyorum şimdi kendimi.
Belki de hiç bilemeyeceğim artık
Deli olduğum için mi,
Yoksa yazgımın isteğine uyarak mı
bunları yaptığımı.

Gary Snyder

Mutluluk Cesaret İster

Puşkin, Hallac-ı Mansur, Ameriko Vespuçi
Ne diyorduk, mutluluk biraz da cesaret ister
Balığa çıksan sandalsız dönmeyi göze alacaksın
Elmas yontmaya kalksan taşın dağılması da var
Çünkü mutluluk biraz da cesaret ister,
Nice keşşaf saklıyor okyanuslar bağrında

James Dean, Mayakovski, Marilyn Monroe
Evlat, kılıcı zamanında indirmeyi bil
Karşında kara zırhlar, zehirli mızrak
Birden, sırtlan kafesleri de açılabilir
Tam önünde parlayabilir güneş
Ne uygun bir duvar arayacaksın sırtına
Ne akşamın kuytusuna sığınacaksın
Kalbin iyi bir hedef olmalı meydanın ortasında

Ne sheriff korkutacak seni, ne apaçi çığlıkları
Büyük kanyon’u gece yürüyüşüyle aş
Dudaklarını kum fırtınalarından kavruk
Toprağını işgale uğramış bulursan korkma
Yer tutmasın yüreğinde ne yılgın ne telaş
Pusulasız bile kalsan gece okyanuslarında

Bu yüzden mutluluk güneşin düellosunda
Yerinde duramıyor altımda atım
Dilimde saman çöpü toprağı hatırlatan
Kara gözlükler takmadan yangınlar geçtim
Kabzasına bir çentik daha isteyen
Buyursun karşıma çıksın,
Döndüm !

Sevişmeye de hazırım
Büyük düellolara da !

Erol Çankaya

“…sıkıntımı, keder ve hüznümü sadece Allah’a arz ediyorum.”

قَالَ إِنَّمَا أَشْكُو بَثِّي وَحُزْنِي إِلَى اللّهِ وَأَعْلَمُ مِنَ اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ

Kâle innemâ eşkû bessî ve huznî ilallâhi ve a’lemu inallâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).

“Ben” dedi, “sıkıntımı, keder ve hüznümü sadece Allah’a arz ediyorum. Hem sizin bilemediğiniz birçok şeyi Allah tarafından vahiy yolu ile biliyorum.” (Yusuf-86)


Kur’ân hüzünle nazil oldu, onu okurken ağlayınız. Ağlayamıyorsanız, ağlar gibi okuyunuz.

Hz. Muhammed (S.A.V.)
(İbn Mâce, İkametüssalah, 176)

Solarken

karaya çekilmiş, çürümeye terk edilmiş
yaşlı bir gemi iskeleti gibi direniyorum zamana
şimdi kimsenin hatırlamadığı
alelade bir törenle sudan çıkarıldım
üstelik hemen kıyısına oturtuldu gövdem suyun
kederli şarkılar düz onları söyleyeceğim
acıdır insanın yanıbaşındakine özlemi

ölüme alışmak kolay seni öldü bilmeli
dalga sesleri yalan, deniz fenerleri yalan
çıkıp gidesim yok, gökte ağaç izleri
yüzmeye bir uzuv bırakmamış kimseler buna
sanki bir adım daha atsam ağlamayı bırakacağım
uzun denizler aşasım var boğazlardan geçesim var
elimin uzanmadığı dallara konan kuşlara selam ederim
ölüme kavuşmak kolay, seni öldü bilmeli
seni öldü bilmeli, şükredecek haldeyim

Alper Gencer

Askerin Karısı

Mum yanar, çekili perdenin yanında,
Gözüne bir damla uyku girmemiş bu kadının daha;
Üzerine eğilir beşiğin (bir başına),
O biçare biri, O biçare biri.
Yuvayı koruyan eşinin perdesidir
Birkaç paçavradan oluşan.

Komşunun çocuğu bir güzel giyinir,
Düzenli idman yapar ve iyi beslenir.
Nedir fark bunlar arasındaki (Ben hüzünlenirim)
Neyi varsa ötekinin yoksun bırakılmıştır hepten.
Bir askerin çocuğu giyinmiş paçavralar (ve kırgınlık)
Niçin yaşamalı bütün bunlardan sonra?

İki gündür bir lokma koymadı ağzına kadın,
İki çocukla, durup dinlenmedi hiç;
Biri on yaşında, kızı uyuyor,
Ötekisi uyanık ve inliyor acıyla.
Kız ağlıyor anasının sütü için, zayıf düşmüş,
Bu başka bir üzüntüdür, (içini burkar insanın).

Kadın her şeyin farkındadır ama ortam acımasız
Neyi okusa, sıkıntılardır soluğundan girip çıkan;
Beli bükülüyor, sırtındaki bunca yükten,
Bu yuvada solmuştur yaşama umudu;
Yine de çalışır erkek gibi;

O kadın didinir, yine de.

Nima Yusiç

Sensizliğin Adıyım Ben

Hani serceler konar ya bazen hüznün dalına,
Firuzeler hüznü acar.
Reyhan renginde bir suskunluk
Beni çizer çehrende.

Gözlerinde göğsü delik bir zindan
Sigarası elinde, uykusuz kalmıştır zaman.
Sensizliğin yanında, bir ırmak saldırıya uğrar
Tarihin demir attığı dinginliğimin deryasına.

Yalancı bir esnemedir gözlerin.
Ve gözlerinden düşmüştür yüreğime ilkin
Adım; sensizlikse eğer,
Her ‘gün’ kayıptır bana
Adının geçtiği düşlerimde.

Ellerin bir tarihin yenilgisini taşır
Gözlerimde çöken şafağın sensizliğine.

Ölüm tenlerimize dirilen bir sonralık
Yaşamımız yorulmuştur,
Ölüm sıkılmıştır cesetlerde gezinmekten
Sensizlik iklimlerinde begonyalar yerini,
Kalabalık siluetlere,
Manolyalar, sararmış umutlara bırakıyor.

Uyku bir sanrıdır geceye
Ah! Beni bir hürmüz bulsa
Ve yıksa alnımdaki belirsiz şatoları,
Kaldırımlar ayrılığı koşar.
Ah! Beni bir ehrimen kaybetse
Ve örse zamanla hasretimin başını.

Şimdi adım kayıptır.
Bir çığlık atıyorum sensizliğin alfabesine.
Tanımlanma istemim, seni kılıyor yanımda.
Bağımsız bilinmiyor hiçbir özgürlük.
Bir tarih başını coğrafyadan kaldırınca
Aşk senden ayrılmıştır artık,
Sensizlik benden….

Faysal Soysal

Sen Duymazsın Biliyorum Konuşansam Kendime

Ben kendimden emanet biliyorum seni
Yer, gök ve dağlar yüklenmedi.
Ben cahili bir yazgının,
Sarıldım bu iklime
Şimdi her yanım bulut
Her gözüm yağmura sıkılmış bir namlu
Kurulanmıştır.,
Üşüyen gecenin lambaları
Bendeki kirpiklerinin altında.
Ben sana hiç konuşmayacağım.
İnan bildiklerini sana söylemek
Sadece bana anlaşılacak biliyorum.
Ben sana haykırışı suskunluk biliyorum
Henüz iz düşülmemiş dağ yollarına

Bir tarih izliyorken öyle
Kendi tarihimizden uzaklığımız
Nicesinde bulamadığım bu hasret afakında
Enfüsa bir gölgedir bıraktığımız o sözler.
Senin iklimin kaldıkça her yanım
Pencereden senin bulutlardan inişini gördükçe,
Bir ihanetin ellerinden tutmak
Bu yükün altında yük olmak tarih topraklarına
Ve gözlerini kaybeden bir ressamın
Konuşmaya başladığı
Dünyası çizildikçe çehreme işte böyle,
Ölümümden önce olmayacak anlaşılması
Ne resmimin melodisi ne senin konuşulanım.

Ansızın isa yorulmasa çarmıhlarımda,
Musa gözlerimin kıyısında
Asasını kaldırmasa bir an,
İçimdeki ateşine hazırlanmasa ibrahim,
Meryem’in sesini de duyamam
Sana konuştukça.,
Yusuf ama buldurur beni sattığın kuyularıma.
Bağrışım nafile…
Ben kureyş kervanını beklemedeyim.
Senin ikliminden alınıp bedirin susuzluğuna sürüleceğim.
Oralara belki yağmur,
Bulut olur senin benliğim.
O zaman sor beni
Esriyen safranlara,
Açılmamış gökyüzünü yürüyen kapılara,
Göğsü her gün büyümüş bulutlara
Allaşan ve kuduran göklerin gözlerine
Sor ölümüme!
Kaybedeceklerimde neyi taşıdığımı
Ve kimin elleriyle zamanın düne yıkıldığını…

Faysal Soysal

Ey İnsanlar

Ey sahilde uzanmış mutlu ve güleç insanlar
Suda can vermekte olan birisi var
Bildiğiniz bu hırçın ve karanlık deniz üzerinde
Bir kişi var ki sürekliliğin el ve ayaklarını çırpıyor her dem.
Bir zaman ki düşmana galip geldiğinizin hayali ile sarhoş
Kendi yanınızda beyhude zanlarla bir zaman
Yeni bir kudreti ele geçirmek için
Ellerinden bir muhtacın tutmuş beyhude sanrılarla
Bir zaman ki kolları yeni sıvamıştınız (önemli bir iş için)
Nasıl söyleyeyim şimdi size
Bir kişinin suda canını beyhude kurban erittiğini?
Ey huzur içinde geniş sahilde
Ekmekleri sofrada, kadehleri ağızda olan insanlar!
Bir kişi var işte suda sizi çağıran…
Ağır dalgalara vuruyor durmadan yorgun elleriyle
Açılmış ağzı, vahşetten dönmüş gözleri
İşte çok uzak bir yoldan görmüş gölgelerinizi
Ciğerlerinde yutkunup suları ve sürekli artan takatsizliği ile
Bu sulardan dışarıya uzatmaktadır
Bazen başını, bazen ayağını
Ey insanlar!
O, bu uzak yoldan bakmaktadır köhnemiş dünyaya
Çığlık atmaktadır her dem yardım umuduyla
Ey dingin sahilde seyri temaşada olan insanlar!
Dalgalar sessizce sahilin yüzüne vuruyor
Öylece sarhoş, düştüğü yerde dönmektedir,
Öyle bilinçsiz ve kendinden geçmiş, çığlıklarla
Çok uzaktan tekrar işitilmektedir bu çağrı;
Ey insanlar!
Ve rüzgârın sesinde devamlı artan bir can yakıcılık
Ve onun yavaş yavaş sönen sesi
Uzak yakın sular arasından,
Kulaklarda yine aynı nida
Ey insanlar!

Nima Yusiç

Bitmesin Diye Bu Figan

Artık son vermek istiyorum bu başlangıca.
Solsun diye hayatımın feri
Gözlerimi karanlıklara alıştırdım.
Bulamayınca seni aydınlıklarımda
Çocuklara sakladığım güneşlerime zarar gelmesin içindi
Bu dehlizlerde seni arıyor oluşum.
Bulup kaybetmek için kaç gece gaz lambalarında tükendim
Çöl serinliğindeki kulübemde.,
Akrep alev alev beni beklerken
Bağımın bütün ağaçlarını kestim.,
Yıldızları daha iyi izlemek için
Su birikintilerinde yoruldum gözlerimi.
Son kalan yaşlı ağacıma adadım bütün sulaklığımı
Sen gelirsin diye yolları kapatmışım
Gökten gelecek işaretlere.,
Solmayan sadece avucumdaki göz yaşlarımdan baktım
Senin rengini kuruyan.

Posta arabaları kaç aydır boş dönüyor savaşçılara.
Bekleyenime kavuşan yokluğum
Korkunun ellerinde cesareti okşuyor.
Bilmeni isterdim ki
Bir kentten kaçışın bedelini
Karanlıklarda fışkıran beyaz coğrafya
Dumandan kalan tarih olup kendine ödemek;
Gökyüzüne bir daha bakmaya cesaretin kalmaması
Ve bu ıssızlıkta kayboluşa oynamaktan öte değildir.
Ama sen gelip gidersin diye
Bütün oklarımı defterlerimde sakladım.
Seni yolcu ederken tekrar zırhımı giyeceğime and içtim.
Yeter ki sen gel
Ve seni göndereyim ölüm rüyalarımda açan şafağıma.

Gelmiyorsun diye
Son sesini söyleyen ağaç
Kırık gövdesinde yeniden yaprak açtı.
Yıllardır gelenim yok götürmek için.
Sen belki gelmiyorsun diye
Andım, belimi büküp
Gözlerimi bu çorak toprağa ekti.
Şimdi neyi sulasam
Duman çıkıyor dallarından.
Ateş ve yangın eskisi gibi sakalımı ıslatmıyor
Biten bir savaşın başlangıcında.

Faysal Soysal
Kaynak: http://faysalsoysal.com/

Aşka Dair Bir Şey Söyle

Kısa bir misafirhanedir dünya
Günah ve cehennemin arasında
Güneş,
Yeni bir hakaret ve küfür için doğmakta
Ve gün
Üzerimize telafisi mümkün olmayan bir utanç taşımaktadır.
Ah!
Gözyaşlarımın sularında boğulmadan önce
Bir şeyler söyle!
Ağaç,
Ataların günahkâr cehaleti
Rüzgâr,
Sürekli kötülüğü soluyan bir vesvese
Sonbahar mehtabı,
Dünyaya bütün kirini seren küfürdür
Bir şeyler söyle
Boğulmadan önce gözyaşlarımın sularında
Bir şeyler söyle
Bütün kapılar güzel
Açılır azabın ülkesindeki ovalara
Aşk, yapıştıkça tene,
İnsanı bunaltan kirli bir rutubettir
Ve gök
İnsanı toprağa yerleşik kılıp
Kaderine ağlayış akıtan
Bir tavandır
Ah!
Sularında gözyaşlarımın boğulmadan önce bir şeyler söyle!
Ne olursa olsun
Pınarlar
Tabutların arasından çalarlar sularını
Ve saçlarını dağıtan ağıtçılar yalnız gururu kalmıştır dünyanın
Paklığını ve temiz kalan kaldıysa neyin
Satma artık aynalara
Facirlerdir yalnız, gün be gün
ihtiyaç duyan aynalara
Sessiz oturma öyle
Allah aşkına
Önce boğulmadan sularında gözyaşlarımın
Aşka dair

Bir şeyler söyle!
Bir şeyler ! 
Ahmed Şamlu