Ben Başkasının Sokağı Olsaydım

Ben başkasının sokağı olsaydım
eski bir şehire giderdim önce
annelerin çocuklarla bir büyüdüğü
o sokakta kendime kardeş arardım

İyi yürekli Kemâl Sokağı’ndan bir gün
mutlaka geçmesini dilerdim her çocuğun
ve döner dururdum Halil Sokağı’ndaki
o lunaparkta kardeşlik en masum oyun

Ali Sokağı’nı yurdum gibi severdim
inceliğinden geçilmez de Dilek Sokağı
Nazan Sokağı’nın güzelliğinden nasıl geçerdim
ikisi de ömrümün en kibar semtleri

Ben başkasının sokağı olsaydım
içimden kardeşlerim gibi geçin isterdim

Haydar Ergülen

Ben Başkasının Adası Olsaydım

Ben başkasının adası olsaydım
çok sevmek de kederlidir ve insan gölgesinden bile
uzağa düşer, ölüm zaten bir kara ada, derdim,
bir kız gözyaşlarına küser, ben tutar ayrılığa küserdim.

Herkes başkasının adası ölümle ayrılık arasında
iki denizden sürgün gibi kimsesizler mezarlığında
gizlice buluşan gözyaşlarına bakar akar ağlardım
kimin acısına sızsam, gözlerimden önce maviyle uyanırdım

Bir ada; iki gözyaşı arasındaki mavi harfleridir,
akşamla kâğıttan kayığı batmış çocukluğun,
kimi dipte kelimeler ve acısı yüzüne vurmuş
bir ada, mavi yerine bir kızın gözlerinde unutulmuş

Ben başkasının adası olsaydım
gözlerimi rüyadan saklardım, desinler ki: acı uyumuş…

Haydar Ergülen

Ben Başkasının Evi Olsaydım

Ben başkasının evi olsaydım
sahibim, o yalıçapkını, birine tutulurdu
evinde ziyaret etme kadını, derdim;
evin hem bedeni vardır hem ruhu

Alışkındım daldan dala konmasına da, onu
hiç bağışlamazdım, aldattığı için kadından
başka evi olmayan bir koca-çocuğu;
kadının kocası evdir, bahçeyse dostu

Ben de bir evim, ruhumun penceresi
gözlerimi yalnız bırakın, derdim, nasıl
yalnız bıraktıysanız o evi birlikte;
bakalım açılır mı ikinizden bir bahçe

Ben başkasının evi olsaydım
taşınırdım sizden daha yalnız bir semte

Haydar Ergülen

Ben Başkasının Zalimi Olsaydım

Ben başkasının zalimi olsaydım
Barmeni öldürdükten sonra içkiye susardım
Ağzıma damlasını koymadığım o haram
Beni kana kana ağlatırdı ilk kez şaşardım

Allah’ı iliklerine kadar duyan herkesi kıskanırdım
Ve melek olup göğe çıkarken kutsal harflerin
Yüze yazılı olduğunu anlardım: meğer insan
Senin yeryüzündeki suretinmiş Allah’ım!

Saymadım kaçıncı leşim bu soğuk vücut
Benim kitabımda yazmıyor vahdet-i vücud
Bilsem taş olurdum yeminle yeminle çarpılırdım
Arafat’ta şeytandan önce kaderimi taşlardım

Ben başkasının zalimi olsaydım
Cezamı çekerdim de günahımla yanardım.

Haydar Ergülen

Hiç bir şey olmamış gibi

Evim barkım yandıysa da
Bahçemdeki kiraz ağacı
Hiç bir şey olmamış gibi
Savurmakta çiçeklerini

Hokuşi

Aşk ile viran iden gönlini ma’mûr istemez

Aşk ile viran iden gönlini ma’mûr istemez
Hâtırın mahzûn iden bir lahza mesrur istemez

Hâk-sâr olup hevâ ile gubâr olan gönül
Hâk-i râh-ı yârdan bir dem özin dûr istemez

Hoş gören âkil fena tavrını şöhret gözlemez
Künc-i uzlet isteyen kendüyi meşhur istemez

La’l-i nâba meyi kılmaz bağrını pür-hûn iden
Dâmenin pür-eşk iden lü’lü-yi menşur istemez

Aşk nakdi bir hazînedür ana yokdur zeval
Mâlik olan ‘Avniyâ bir gence gencûr istemez

Avnî (Fatih Sultan Mehmed )

Solmayan

Dünyanın en hızlı/çarpıntılı akan iki nehrinden biri Çoruh

Desem, doğrudur; ikincisi kalbim, desem: ‘şair sözü’ olur!

kuzey rüzgarlarına bindim, yeşil saçlarına ormanın gür saçlarına.
bir geyik adımı söyledi; öyle karanlıktı ki gözleri sonsuz inandım ona.

birdenbire açılıp birdenbire kapanan gökyüzü ve kalbim
küçük, ıslak bir gece.

ezberledim kuşların tamamını ıssızlıkta ve unutmadım:
turnalar! (siyah kuğuya gözyaşı dökmüştüm oysa)
(siyah bir kuğuya dönüşünce akşam.)

bahçe sustu, balkon ve odalar gecikmiş bir mektup gibi
yağdı kar. “tolstoy’un istasyon”undaydım
o istasyonda kaldım sonra. Hep! –

anladım, çocukluk gökyüzüdür, kaybolmuyor.
anladım, şiir çocukluk gibidir
solmuyor zamanla.

Leylâ Şahin

Başka Yerler Başka Düşler

Biz dağdan iner gibi yavaşça
atını bağlayıp avludaki asmaya
odaya sessizce giren bir düştü babam.

Ben denize bakardım yarı uyanık
annemi çocukluğunda iskelede bırakıp
uzaklaşan gemiye.

Başka yerlerde, başka düşler canlanırdı,
ağaran ufukta sabahın ilk karaltıları,
sesler duyulurdu uzaktan karşı yamaçta.

Yapayalnız yürür gibi uçsuz bucaksız ovada
nasıl bir araya geldiklerini düşünürdüm
apayrı insanların, susarak yaşadıklarını yıllarca.

Gün, uzayan gün. Bitmeyen yol. Yakıcı güneş.
Bir baş dönmesi yalnızca yaprak kımıldamayan bozkırda,
bir rüzgâr özlemi, bir toprak kokusu
yağmurdan sonra tükenen soluğumda.

Gecenin karanlığı inmeden
sulara, uzak sulara.

Cevat Çapan

Taneler

nar’dan dökülen taneler sanıyorduk
kendimizi, kim bilir kimin için
düpedüz oyalanıyorduk hüzün ve kederle
dilini ısırıyordu ağaç bizi görünce
hayatın yalanını yüzüne vurmamak için
sustuk. sabrımız sınadı dilimizi. meğer
içimiz bir deniz gibi gidip gelirmiş
acının yüreğine

adını bilmediğimiz taneler sessizce
birer çocuk gibi düş evimizden çıkıp gidermiş
dip odalarda sevişen kelebekler
hangimiz aşk burada yoktur dese de
inanmaz bize. bunun için ağaçlar kuşsuz
sokaklar uykusuz birer çocuktur bu yüzden

gelip bizi bulan hüznün durağı yoktur
ona çıkılan her yolculuk insanın içinde başlayıp
içinde son bulur
bu kupkuru yağmur, ıslatır insanı bazen…

bazen de insan nar’ın ta kendisi olur
ve arar bulur yalnızlığını kalabalık bir yerde

M. Sadık Kırımlı


Şiir Gibi Cevap

Eski sevgiliyi unutmanın en iyi yolu ne?

Niye unutalım ki?
O da güzel bir hatıra.
Niçin unutulsun?
İnsan unutmak için sevmez ki.
Unutmamak için sever.