Seni sevene sende sevgini açıkla, çünkü sevene sevgi izhârı, aradaki sevginin derinleşmesi ve devamına sebeb olur.
Şub 23
Tâhirü’l-Mevlevî’nin Koşmaları
1
Muhabbet tarîki ne dik yokuşmuş
Bu şeydâ tabiat orada koşmuş
Bir zaman sanırdım o koşma hoşmuş
Fakat şimdi artık canımı sıktı
Ne müşkil belâ bu, sevilme, sev de
Olmasın vefa hiç kühende, nevde
Gönül dedikleri şu viran evde
Ne kadar vefasız oturdu çıktı!
Her kimi sevdimse oldu cefacı
Birini görmedim olsun vefacı
Her biri sanırsın birer kiracı
Sîneme girip de içinden yıktı
Aşkın ateşine tutuştum yandım
Bin türlü acıklı renge boyandım
Takatim tükendi artık usandım
Sevgiden yaralı yüreğim bıktı
Bakışı ne kadar olsa da süzgün
O süzgün bakışdan içerim üzgün
İnledim, ahengi olmadı düzgün
Sevdâdan ruhumun sazı kırıktı
2
Ezel meclisinde “belâ” dedimdi
Dolular içerken aşkın tasıyla
O neşve huruşa gelmiş de şimdi
Taşıyor gözümden hicran yasıyla
Ufkumu kaplayan o yas dumanı
Gösterdi karanlık bana her yanı
Matemli bir renge boyadı cânı
Sıvadı kalbimi keder pasıyla
Üzüldüm sararmış bir yaprak gibi
Ezildim çiğnenmiş bir toprak gibi
Coşkunum köpürmüş bir ırmak gibi
Ruhumun dinmeyen ağlamasıyla
Artıyor içimde aşkın ateşi
Oluyor bir sitem yangını eşi
Ömrüm baharının batmış güneşi
Kurumuş hayatım kış havasıyla
Saçıyor felek hep üstüme yalım
Satıyor felâket karşımda çalım
Dökülmüş yaprağım, kırılmış dalım
Sevdanın sürekli fırtınasıyla
Bitirdi sabrımı candaki coşma
Halime acı da artık savuşma
Belki tesir eder sana bu koşma
Bir âşık okursa bağlamasıyla
3
Seyrine daldığın şu coşkun dere
Gözümden çağlayan hicran yaşıdır
Dikkat et bastığın, ezdiğin yere
Yüzümden ibaret pınar başıdır
Süzülüp geçerken o gamlı dere
Sıçrar da bir damla durduğun yere
Gelirse o şayet sana bir bere
Ağlayan ruhumun sitem taşıdır
Cevrinle kanayan yüreğim dağlı
İradem zülfünün teline bağlı
Gönlümü doğrayan, kılıcı zağlı
Sevdanın kesilmez bir savaşıdır
Felek de benimle olmuş kavgacı
Serpiyor üstüme belâdan saçı
Ölüm dedikleri olsa da acı
Duyduğum acının en yavaşıdır
Alnımın yazısı bezdirdi beni
Kalbinden yaralı gezdirdi beni
Ayaklar altında ezdirdi beni
Belki toprağımı başta taşıdır
4
Göğsüme saplanıp zehir bırakan
Ayrılık yayından fırlayan okmuş
Kalbime işleyip ruhumu yakan
Cevrinin açtığı derin oyukmuş
Hecrinle çağladım ırmağa döndüm
Ezildim yolunda toprağa döndüm
Çiğnendim devrilmiş bayrağa döndüm
Bu kadar mezellet doğrusu çokmuş
Hayatın çilesi dolduysa doldu
Çekdiğim belâlar çekilmez oldu
Emel bahçesinin gülleri soldu
Ettiğin sitemler ne de soğukmuş
Yürekte sevgiden istek kesilmiş
O hissin terkini can sağlık bilmiş
Zulmüne bu yine teşne değilmiş
İçerim o zevke epeyce tokmuş
Sabrımı tüketti artık bu sevdâ
Uyanmış gönülde var şöyle hülya:
Aşkın benim için korkulu rüya,
Yahut ki masalmış: Bir varmış, yokmuş!
5
Mazmunu şi’rimin yetim sesidir
Duyanı ağlatır her sözüm benim
Dinle; bir yaralı iniltisidir
Akisler verince iç yüzüm benim
Gönülden kurulmuş bir ağa düştüm
Tutuldum, çözülmüş bir bağa düştüm
Aşkın çıkmazında toprağa düştüm
Ne kaldı iradem, ne özüm benim
Eylerim her yana ye’s ile nazar
Görünür feza bir karanlık mezar
Şu mihnet gecesi uzar mı uzar
Kıyamet günü mü gündüzüm benim?
Vefa dedikleri manasız lugat
Vehimden, ademden ibaret evet!
Aradı elli yıl cihanı fakat
Görmedi vefayı hiç gözüm benim
Horladın vefasız! Boynu büküldü
Terk ettin, gözünün yaşı döküldü
İnledi, inledi nihayet öldü
Gönül ismindeki öksüzüm benim
Ey Tâhir! Gönül de çıktı aradan
Arasın kendini bana aradan
Metanet verirse eger Yaratan
Kalmadı dünyada pürüzüm benim
6
Ayrılık deruna gerçi öd saldı
Çok şükür müddeti hayli azaldı
İftirak ateşi sabrımı aldı
Kavuşmaya lâkin iki gün kaldı
İki gün kırk sekiz saatken heman
İndimde ne bitmez, tükenmez zaman
Az daha tahammül gönül! Şu hicran
Bitecek, gidecek vakti daraldı!
Dilerim bu müddet çabucak dolsun
Göz görsün yüzünü, can onu bulsun
Ey saba! Evvelce hizmetin olsun
Zülfünden bir şemme, gönül bunaldı
Şu kısa müddeti dürüp de büksem
Karşına geçip de diz üstü çöksem
Çektiğim dertleri hep saysam döksem
Anlamış olurdun hecrin ne maldı
Şub 23
Muallim Nâci’nin Diliyle Hâfız-ı Şirâzi ve Kelim-i Kâşani’nin Darbımesel ve Hikmet İçeren Bazı Beyitlerinin Çevirisi
Âdâbı dîvânelerden öğrenirler.
Âferin sana! Yüz bu kadara daha şâyestesin!
Ağ sudan çıkmayınca balığın kendi hâlinden haberi olmaz.
Âh bu yoldan! Her türlü hatar bundadır!
Ahâlîsi a‘mâlardan ibâret olan şehre hod-nümâlık ümîdiyle ne gidiyorsun?
Ahibbâ burada, a‘dâya ne hâcet!
Âkıl mezbûhun harekâtına itiraz eder mi?
Akıl, nefsin ıslâhından dâimâ âcizdir; nâsıh, dîvâne ile başa çıkamaz.
Aklını başına topla! Nakdini nigehbân aşırmasın!
Alçak, zî-iktidâr olunca, zebûn-küş olur.
Ale’l-ıtlâk fi‘l-i kabîh irtikâbında bulunmamaklığımız muvâfık-ı hikmettir.
Alışıldıktan sonra kafes de yuva olabilir.
Âlimin işi câhile merhamettir, basîrin yüreği a‘mâya acır.
Allah bizi zühd-i riyâkârâneden müstağnî etmiştir.
Allah için söyleyin! Bu oyun kime edilebilir?
Altın gerdanlığı hep eşeklerin boynunda görüyorum!
Âriyet aldığı şeyi ihtiyârıyla terk eden, müsterîh olur.
Artık tembellik elverir, bugünden sonra iş göreceğim.
Artık uykudan baş kaldır; sabah açıldı.
Âşinânın cevri bîgânenin riâyetinden evlâdır.
Ateşe atılacak hırka çok!
Âteşin kızdırdığı demir, kor rengini alır.
Avâmın sözüne ne itibâr!
Ayıbıma göz dikmeyen var ise iğnedir!
Âzâdelik ihsan minnettarlığından ictinâbdır.
Azîzim! İstihsân-ı kabâyıh bürhân-ı cehâlettir.
Azîzim! Pek serkeşâne gidiyorsun, korkarım gidemez olursun!
Babam cenneti iki buğdaya satmış. Ben bir arpaya satmazsam nâ-halef olmuş olurum.
Bahtıma mı güleyim, yârin vefâdarlığına mı? Kendime mi ağlayayım, gönlümün esâretine mi?
Bak, cihanda bir ehl-i dil göremiyorum!
Başımıza ne kadar fitne üşüntü imiş! Meded Allâh!
Başka bir âlem, husûsiyle yeniden âdem icad etmeli!
Beğenmiyorsan hükm-i İlâhîyi değiştir!
Belki hakkında hayırlısı budur.
Ben âkılım diyorum, öyle iş yapar mıyım?
Ben artık bîgânelerden şikâyet etmeyeceğim, zira bana ne etti ise o âşinâ etti!
Ben bu iki eli iki âlemden çekmişimdir.
Ben ki bed-nâm-ı âlemim, niçin salâh fikrinde bulunayım?
Ben ki koparılmış gül bile koklamak fikrinde bulunamam, başkasının saydına göz diker miyim?
Ben o hâtem-i Süleymânîyi hiçe almam, zira bazen dev eline geçiyor!
Ben öyle söz söylemedim, söyledi diyen bühtan etmiş.
Benim gibi bir âdemin kadr-i hizmetini felek böyle bildi?
Bezm-i zevkte nevhageri kim ne yapsın?
Bîçâre biz ki nezdinde toprak kadar kadrimiz yok!
Bir ârif sözü işittiğin vakit “hatâdır!” deme.
Bir gün gelecek ki ismimiz anılmayacak!
Bir kere fâş olan sırrı bir daha saklamak mümkün olmaz.
Bir peygamberin dîninde bunca mezhep bulunmak nedendir? Bu muammâyı yetmiş iki milletten hiç kimse halledememiştir.
Bir sır ki medâr-ı teşekkül-i mahâfil olur, nasıl mektûm kalır?
Bir tâziyâne ile iki saz çalar âdem gördün mü?
Bir yerde ki göz yoktur, güzellikle çirkin müsâvîdir.
Birâder! Kavgaya ne hâcet! Yapmayacağım!
Birkaç câhilin hatırı için hikmeti hükümsüz bırakma!
Biz cihânın ibtidâsından bî-haberiz, bu köhne kitâbın evvel ve âhiri düşmüştür.
Bizi böyle bırakma, ya salıver, ya bağla!
Bizim ekinimizin üzerinden asker geçti.
Bizim kalemimizin de lisânı, beyânı var!
Bizim seninle sözümüz yok, uğurlar olsun!
Bizim zannettiğimiz yanlış imiş!
Boş şişeyi niçin koltuğumda tutup durayım?
Böyle bir günde sultân-ı cihân gulâmımdır.
Böyle bir memlekette oturmak güçtür.
Bu dar yoldan sebük-bâr olarak geçmek evlâdır.
Bu kâr-hânede nice başlar desti toprağı olmuştur!
Bu kulak çok Şâh ü Gedâ hikâyesi dinlemiştir!
Bu riyâkârların memleketinde bir Nigîse bulunamaz ki puthâneye çıkar yolu olmasın.
Bu şehirde bizim gibi olmayan kimdir?
Bu vahşet-hânede bana bir me’men nasib olmadı, her nereye gitsem mum gibi başım hatarda bulunuyor.
Bu yolda acele ile giden düşer!
Bundan sonra tezvîre kulak vereceklerden değilim.
Bunu fermân-rân kader yapıyor, ben ne yapayım?
Bülbül kafeste gülşen şevkiyle öter.
Bütün âlemin nasihati kulağıma rüzgâr gibi geliyor!
Bütün cihan bir nefesi gam ile geçirmeye değmez.
Bütün kulûb-ı münevvere bir tesbîhin dâneleridir, bizim gönlümüzde olan şey birbirimizden mestûr değildir.
Cehl-i mürekkeb bir derecede taammüm etmiştir ki sinekler kendilerini hümâ kıyas ediyorlar.
Cennet Benî Âdemin hakkıdır, gönlünü hoş tut, çünkü pederden mevrûs olan bu bağ evlâda mevkûftur.
Ciddi yolcu inişten, yokuştan sakınmaz.
Çan kervandan dil-gîr olsa da elinden ne gelir?
Çerçöp deryâya vâsıl olsa da yeşeremez.
Çerçöpe bile ateş düşse merhametten yüreğim yanar.
Çirkinin âyîneye mukabil olmaması evlâdır.
Çocuğa göre, elde helva bulunmak hâtem bulunmaktan a‘lâdır.
Çocuk çok yüz bulunca çok yüzsüz olur.
Denî, ekâbire mukârenetle kesb-i şeref edemez; gevher ile ihtilâtından dolayı iplik kıymet-dâr olmaz.
Derdi var, nasıl derman aramasın.
Devlet zahmetsiz ele geçmeli, yoksa mesâiye mukâbil verilecek cennet bir şey değildir!
Din hususunda meşgûl-i cidâl olan milel-i muhtelifenin bu hâlini mazur tut. Onların böyle hayâlât ile uğraşıp durmaları hakikati görmediklerindendir.
Dîvâne ile düşüp kalkan, dîvâne olur.
Dîvâne vîrânesinden arlanmaz.
Duâmın tesiri görülmese beis yok, ona şermsâr-ı icâbet olmamak fazileti kâfîdir.
Dünyâda güzellerden pek çok cefâ gördüğüm cihetle havf-ı cefâ-yı hûrdan dolayı gönlümde cennet arzûsu yoktur.
Dünyanın hâli her zaman bir olmaz, gam yeme!
Edebi olmayan sohbete lâyık değildir.
Efendi çıkacak diye ne vakte kadar oturacaksın?
Efendimiz! Zâlimi himâye etmek lâyık değildir.
Eğer kâtı‘-ı tarîk sen olursan yüz kervan vurulabilir.
Eğer sende aşk yok ise pek iyi, mazursun!
Erbâb-ı âdete pey-rev olan dâll olur; sana yol gösterecek Hızır, bu kervandan geri kalmandır.
Erbâb-ı nazarı böyle mi izzetliyorsun?
Eski dosta bakınız, dostuna ne yaptı!
Etıbbâdan dert saklanmaz.
Etıbbânın ağniyâsına çâre bulunmaz, yoksa her derde derman bulunur.
Etvâr-ı acîbe gençlik zamanının lâzımıdır.
Evet! İttifak ile cihanı zaptetmek mümkündür.
Evimde ne var ki kapısına kilit asayım?
Evvel nasıl idiysek yine öyleyiz, yine de öyle olacağız.
Ey âkıl! Semeresi nedâmet olacak hiçbir işte bulunma!
Ey ârifibillâh! Keyfine bak. Cennet bizim nasîbimizdir, zira en ziyâde ihsâna müstahak olan günahkârlardır.
Ey bintü’l-ineb! Çok güzel gelinsin, fakat bazen sezâvâr-ı tatlîk olursun!
Ey kadeh, gözün aydın; şarap ortaya kondu.
Ey müdmin-i hamr! Bâb-ı rahmet-i Hak’tan me’yûs olma!
Ey padişah! Bir mef‘ûlün men erâd’ın senin devrinde fa‘‘âlü mâ yürîd olmasını revâ görme!
Ey tecrübekâr! Alçaktan sebât umma!
Ey zarar-dîde! Mütebassır ol, ticâret vakti geldi!
Eyvah! Gizli sır âşikâr olacak!
Fânî dünyadan ne ümid ediyorsun?
Feleğin atâyâsı alışverişten başka bir şey değildir, bir lokma ekmek verinceye kadar âdemin dişini alır.
Fesübhânallah! Kim telef ediyor! Kim kazanmış idi!
Garîbin bîçâre gönlü vatandan ayrılmaz.
Gece yatağımda dahi kesb-i kemâlden hâlî kalmam, dîbâdaki sûret bana sükût dersi verir.
Gevheri alan ipliğini geri vermez.
Gölgeden korkacak bir dimâğa mâlik olduğumuz halde, güneşi teshîr etmek sevdâsında bulunuyoruz!
Gönlünü bir de vatan bendiyle bağlama, âsumânın hâricine çıkamamak esareti kâfîdir.
Gönül yalnızlıktan pek muztaribdir. İlâhî! Bir arkadaş!…
Gönül! Gayretin var ise derd-i ihtiyâcdan dolayı tâlib-i mevt olma ki -talebin bu türlüsü- dilencilikten başka bir şey değildir.
Gönül! Hümâ-yı saâdet zîr-i felekte değildir, arzû-mend-i zıll-i hümâ isen hârice çık!
Gönül! İşin şimdi yoluna girmezse ne zaman girecek?
Gözünü yumarsan kûşe-i hâne ile sahrâ bir olur.
Gül kokusunu ucuzlat, gülistan uzakta değil.
Gülün yakası yırtıldı, râyihasını nasıl saklayabilir?
Gündüzüm muzlim ise güneşin kusûrundandır.
Güneşin zerre addolunduğu bir yerde kendini büyük görmek muvâfık-ı edeb değildir.
Güneşte kalmayan gölgenin zevkini bilmez.
Güzelce düşün! Dikensiz gül var mıdır?
Güzellik devri çabuk geçer, nasihat dinle!
Hadi oradan! Bu mânâsız vaaz benim zihnime girmiyor.
Halkı sayd etmek için çok dâne lâzımdır, tesbihini sad dâne yapmış ise hak yedindedir.
Halkın dünya için yekdiğerle edegeldikleri münâzaât bî-esastır, mektep çocuklarının birbirleriyle ettikleri kavgalara benzer.
Hâne sâhibi üst başta oturmaktan zevk almaz.
Harâret-i hummâya yelpaze tesir etmez.
Hastasız tabîbe benzer.
Hastayı her gören “karîben şifa bulursunuz” der.
Hayat bir deryâdır, timsahı hâdisâttır. Cisim, sefînedir, memât, sâhile vusûldür.
Hayâtın râhatı ibtidâsıyla intihâsındadır; mahall-i âsâyiş ya vâlide kucağıdır, yahut mezardır.
Hayır işte istihâreye hâcet yoktur.
Hayvan gibi heriflerden ihsan ümidinde bulunmayın!
Her gördüğün âdem şehr-i vücûdunda reistir.
Her kötü, iyilerden müstefîd olamaz; zehir yed-i Îsâ ile verilse de içeni öldürür.
Her neresi çeşme başı ise kervan konağıdır.
Her sözün zamanı, her nüktenin mekânı var.
Her türlü hevese tebeiyyet gençlik zamanına yakışır.
Her yer dârü’l-aşktır, mescidle kilisenin farkı yok!
Her yerde şiirime nâ-be-mahal ta‘rîz vâkı oluyor, bu sineğin öyle konup durması sözümün halâvetindendir.
Herhangi kıble olursa olsun hod-perestlikten hevândır.
Herkes ektiğini biçer.
Herkesin alnı yazısını kalem-i takdîr yazmış ise bir kâtibin yazısında bu kadar tefâvüt nedir?
Herkesin anlayışına göre bir zannı var.
Herkesin fikri himmetine göre olur.
Herkesin itibârı benî-nev‘ine olan nef‘ine göredir; bahçede her ağacın kadri verdiği meyve ile mütenâsib olur.
Hırka gül gibi âlûde-i şarâb! Böyle Müslümanlık mı olur?
Hırsız çaldığını saklamağa çalışır, halbuki birtakım utanmazlar -şâirlerin âsârından- çaldıkları meânîyi bâzâr-ı iştihâra çıkarmak isterler!
Hırsız dâimâ gâfilin arkasına düşer.
Hiçbir ser yoktur ki onda bir sırr-ı İlâhî bulunmasın.
Hümâya söyle: Tûtînin çaylaktan aşağı tutulduğu diyâra sâye-endâz-ı şeref olmasın!
Hünerli şâgirdin, üstâdına nâzı geçer.
Hüsn-i sûrîyi hiçe alma, dünya hasm-ı cân olduğu halde beşûştur.
İlâhî! Kimsenin velînimeti inâyetsiz olmasın!
İnkılâbdan hâlî kalmayan iki yüzlü feleğin, bizim bî-kararlığımızı bir kararda bırakışına taaccüb ederim.
İnsana bu zulmü nerede ederler?
İsmet olmayan hânede hayır olmaz.
İş görmeden niçin ihsan ümidinde bulunuyorsun?
İş müşkildir, aman bir hatâ.
İşim mâh-ı îd gibi gönülden def‘-i gam etmektir. Şehr-i Muharrem gibi halkın derdini tâzelemem.
İşin sonu neye varacağını kimse bilmez.
İşte bu ot bitmedi! Bağın günâhı nedir?
İyâdetten ölen hastaya devâ ne yapsın.
Kadehin üstünü ört, hırka-pûş geldi!
Kafes, mahbus kuşun gözüne karanlık görünür, her tarafı pencere olmuş, ne faydası var?
Kalb-i ârifin muztarib olması şâyân-ı teessüftür.
Kalp akçenin sarfı için gece gündüze tercih olunur.
Kan yutuyor, Şiraz şarabı tahayyül ediyor!
Karanlık oda için bir mum yüz levhadan evlâdır.
Kardeş kardeşe böyle mi muâmele eder?
Kasabın evinde her gün kurban bayramı vardır.
Kavî olduğun zaman zayıf olanların imdâdına yetiş!
Kendi derdini düşün! Âlemin derdiyle uğraşmak ne oluyor?
Kendine müteallık olan gaybı bilmek, gaybı bilmekten evlâdır.
Kesilmiş dal bahâra iltifat etmez.
Keşke gözümüz yüzünü hiç görmeyeydi!
Kısa kesilemez, bu kıssa uzundur.
Kışın kimse yelpaze satmaz.
Kıymetten düşmek istemezsen kimseyi kıymetten düşürmeye kalkışma.
Kimden şikâyet edeyim? Gammâzım evdendir!
Kimin yolunda belâ tuzağı yok?
Kimseyi incitme de ne istersen yap! Bizim şerîatımızda bundan başka günah yoktur!
Korkarım, bu nükteyi ber-vech-i tahkîk anlayamazsın!
Kötü musâhibden uzak bulun, uzak!
Kudret olmayınca memât hayâta tercih olunur, maktûü’r-re’s olmak maktûü’l-cenâh olmaktan yüz kat daha hayırlıdır.
Kulak kaşımak için bir parmak kâfîdir.
Lâf ile büyüklerin yerine geçilemez olamaz, büyüklük esbâbını hakkıyla tehyie ettinse o başka!
Lisân-ı sâkitim, ifâde-i hâli akan gözyaşıma bıraktı. Henüz tekellüme başlamayan çocuk gibi, beyânım ağlayışımdan ibârettir.
Ma‘bûdu para olan adamın mushafı sikke yazısıdır.
Mâdemki gül devşirmek istiyorsun, bâğbân ile âşinâlık peydâ etmelisin.
Mâdemki hedef neresi olduğunu bilmiyorsun, niçin ok atıyorsun?
Mâdemki kadehin doludur, hem iç hem içir.
Mahsûlsüzler meşakkatten vârestedirler; rüzgâr mîve-dâr ağacı kırar.
Mahşerde yine bizden ne isteyecekler? Mâ-meleki yağma edilen, hediye götüremez.
Manastırın da, Ka‘be’nin de taşındaki kıvılcım bir türlüdür.
Mâşâallâh ne güzel takvâ seccâdesi! Bir kadeh şarap bile etmiyor!
Matlûbun dumansız mum ise bu evde yoktur.
Mâye-dâr olan, hod-nümâ olmaz; bâğbânın başına gül taktığı görülmemiştir.
Mazmun çalan yârândan başka söz müşterisi göremiyorum!
Medreseden, tekyeden kalbim karardı!
Medresenin, Keşf ve Keşşâf’tan söz etmenin sırası değil!
Menzil-i maksûda doğru -sehven olsun- bir adım atmadım, gûyâ bir rehber, beni âvârelik yoluna sevk eder dururdu.
Merhametsiz bahte bak, bu bâbda ne yaptı!
Mevtten başka kimse beni i‘mâr kaydında değildir.
Meydâna kimse çıkmıyor, atlılara ne oldu?
Mezbûh biziz, halbuki o çarpınıyor, bu işitilmiş şey midir?
Mihr ü vefâ ikliminin âb ü havâsı pek fenâdır, gönül! Bu iklimde bulunduğun müddetçe hasta olman zarûrîdir.
Mihrab ve minberde böyle cilve edip duran vâizler halvete çekilince başka işle meşgul olurlar!
Muhabbet istilâ edince şecâat bir işe yaramaz, sazlığı ateş ihâta edince arslan kaçar.
Muhâl sözüne inanmazsam mazurum.
Muharreme tesâdüf eden nevruz gibi!
Mukabilinde sûret olmadıkça âyîne aksi görünmez.
Musa’yı bırakmış da buzağının arkası sıra gidiyor!
Mushafın mıstarı olmamakla mânâsı muavvec olmaz.
Mustafavî çerağdan Ebû Lehebî kıvılcım ayrılmaz!
Müdârâ etmemekten ne fayda görüyorsun!
Mührün yüzü nâm için dâimâ kara olur.
Nâ-cins ile musâhabet rûha azâb-ı elîmdir.
Nahîf isem de, değil isem de arslana şikâr olurum!
Nâsıh-ı müşfik sana her ne derse kabul et.
Nasıl sabretmeli? Tâkat kalmadı!
Nasihat sana -kabiliyetin var ise- fâide-bahş olur.
Ne güzel merâtib-i rü’yeviyye! Uyanıklıktan bin kat a‘lâ!
Ne iş gördün ki mükâfâten iki âlem istiyorsun?
Ne yapayım? Zamanın oyunu beni iğfâl eyledi!
Nerede belâdan sakınmayacak bir arslan yürekli?
Nükte çok, fakat anlayan nerede?
O âsitânı canı âstîninde olan öpebilir!
O kadar nâz etme! Bu bahçede senin gibi pek çok çiçek açıldı!
Onun müstenid gönlünde benim yerim yok idi, benden ona nasıl toz konduğuna taaccüb ederim.
Ortada mümeyyiz olmayınca imtiyâzın ne faydası olur?
Ön kapısı yok ise kilide de ihtiyâcı yoktur.
Padişaha de ki: Herkesin rızkı maksûmdur.
Pederleriyle iftihâr eden ahmaklardan değiliz.
Pervâne yandı ise çerâğ-ı meclisin günâhı yoktur.
Peşini bırakıp da veresiyeyi ihtiyâr eden ârif değildir.
Saâdet-i ezeliyye kesb ile bulunamaz; karga kemik yemekle hümâ olamaz.
Sabâhımızı gördün, karanlık gecelerimizi sorma!
Sadef, içinde inci bulunmadığı vakit açık bulunur.
Sâkî sarhoş olunca kadeh sür‘atle devredemez.
Sâkînin infiâl-i şedîdine uğrayan mahmûrun hâli ne olur?
Samimi dostlardan ayrılmak müşkildir.
Sâmirî kimdir ki yed-i beyzâya galebe etsin!
Sarhoşluğumdan hiçbir gönül şişesi kırılmadı, ben bu dil-şikenlere neden giriftâr oldum?
Sarhoşluk sarık dağınıklığı ile olmaz.
Sayyâdın elinden dâm gidince dâneyi ne yapsın.
Seni mazur tutarım, çünkü onu görmemişsin.
Senin gibi bir kuşa acınır, kafes esiri bulunuyorsun!
Senin mesrûr olmanı istemeyen gönül mağmûm olsun!
Sermâyesiz adam dükkân endişesinde bulunmaz.
Sevdiğimin murâdı husûle gelsin diye kendi murâdımın terkini ihtiyâr ettim.
Sırrın hârice çıkması münâsib değildir, yoksa mahfil-i urefânın almadığı haber yoktur.
Soluğunu zaptedemeyen, dalgıçlık edemez.
Söz dinler kulak nerede? İbret alır göz hani?
Sözümde hiciv bulunmaması aczimden değildir; âb-ı hayâta zehir karıştırmak elimden gelmiyor.
Sözünü zâyi etme, çünkü ben sarhoşum.
Sudan ayrılan balığın ateşten pervâsı olmaz.
Sûfîler! Beni mazur tutun, mezhebim budur.
Susalım, hasta uykuda.
Susamışın hatırından suyun çıkması muhâldir.
Susuzlukla berâber sudan kat‘-ı nazar etmek nasıl mümkün olur?
Süprüntü, selin önünü alamaz.
Şehrimizin dilencisine bak, reîs-i meclis olmuş!
Şeytan çıkınca melek girer.
Şikâyet için ecnebî nezdine gidersem âdem değilim!
Şimdi seni gördüm, firâkınla neler gördüğümü niçin söyleyeyim?
Şükret! Allah etmesin! Hal bundan daha da beter olabilir.
Tâlib-i mâl-i Kârûn olan müflis gibi!
Tâli-i nâ-müsâid bakalım kısmetimizi daha nerelere atacak!
Tâlii nâzenînlerden istifâdeye müsâid olanın işi yolunda!
Taşı düşünce yüzük kıymetten düşer.
Tok göze göre başak ile harman birdir.
Tövbe etmemizi emredenler acabâ niçin tövbe etmiyorlar!
Türbede yakılan mum kabri tenvîr edemez.
Ümidim eli kısa ise istiğrâba mahal yoktur, çünkü bâtıl dâvâlarda dilim uzun değildir.
Vâız! İşine git! Bu ne bitmez safsatadır!
Vâızın ferdâya ait olan va‘dine itimad mı ederim?
Vâkıan mülk-i adem, mülk-i vücûd gibi dar değildir. Ama orada kim evvel yer kaparsa o daha âsûde olur.
Vaktiyle özünde cevâhir dizili olan ipliği şimdi ne yapayım?
Var ile, yok ile gönlünü incitme; âsûde-hâtır ol. Her kemâlin sonu zevâldir.
Vatanından uzak düşen, perişan olursa baîd değildir.
Vefâ ne yaptı ki hâtırında yer bulamıyor!
Vîrâne kalbi âbâd edecek zaman geldi.
Ya Rab! Şahs-ı denî hiçbir vakitte mu’teber olmasın!
Yağmaya, sonradan yetişenin hissesi az olur.
Yanmayan mumun pervânesi olmaz.
Yâr bizimle bugün dost ise yarın düşmandır.
Yazık! Bunca çanların velvelesinden haberin yok!
Yazık, dâima dânemden av tevahhuş ediyor!
Yelpâzenin elinde rüzgârdan başka bir şey yoktur.
Yerinde bir şey bırakacak surette olma, insan nâmdan başka yâdigâr bırakmamalıdır.
Yol üzerinde bulunmadıkça dilencinin keyfi gelmez.
Yoldaki tozu bastır ki görebilesin!
Yükümüzü cehenneme indirmeyelim? Metâımız yaş odundan ibârettir.
Zâhirlerini saf gördüğüm âdemlerin bâtınları âyînenin arkası gibi idi.
Zahmet çekmeyen râhata eremez.
Zamâne -hayâtımda- karanlık gecemden şem‘i gasb etti de -vefâtımda- getirdi, mezârımın üzerinde yaktı.
Zamânenin makbûlü olmadığımızdan dolayı emniyet içindeyiz; bizi ref‘ etmedi ki yere vurabilsin.
Zamanımızdaki zâhidler hak ve bâtıl mi‘yârıdırlar, bunlar her neyi inkâr ederlerse ben onu ikrâr ederim.
Zamanın evzâını iki defa görmeğe tahammül olunamaz, onun için dünyadan her kim gitmiş ise bir daha yüzünü çevirip bakmamıştır.
Zamanın tahavvülâtından sâye-i cehâlete sığın, maîşet-i câhilden başka bir şey hâli üzere kalmadı.
Zavallı, bu dânenin dâm olduğunu anlayamamış.
Zevk-ı hâzırdan istifâdeye çalış. Bak! Âdem bile -kısmeti kalmayınca- cenneti terk ediverdi!
Zuafâya -mümkün olduğu kadar- kem gözle bakma, ipliğin muâveneti gül demetini perişanlıktan kurtarabilir.
Züğürde acı!
Sâib-i Tebrîzî’nin Bazı Darbımeselleri ve Onlarla İlgili Örnek Beyitleri, haz. Mehmet Atalay – Orhan Başaran, Erzurum 1998.
Şub 23
Ağlıyor karşımda solgun sonbahar
Olması kâbil mi gönlüm neşve-dâr
Ağlıyor karşımda solgun sonbahar
Hüzne müstağrak bihâr ü kûhsâr
Ağlıyor karşımda solgun sonbahar!
Dökmede dallar bütün evrâkını
Kaplamış sisler cihân âfâkını
İnletip âhı semânın tâkını
Ağlıyor karşımda solgun sonbahar!
Ey sirişk-i hasret artık sen dökül
Geçti mânendi şebâbet devr-i mül
Sanki ömrüm, gördüğüm pejmürde gül
Ağlıyor karşımda solgun sonbahar!
Şub 23
Olmayacak Temennî
Karanlık basmışken toprağa suya
Ufuklar dalmışken sisten uykuya
Çekilip yalınız ben bir kuytuya
Gönlümün âhını uyutabilsem!
Acısa hem bana, hem de kendine
Düşmese bu kadar aşkın derdine
Kandırıp kalbimi aklın pendine
Bir az müddet olsun avutabilsem
Rûhumu kanatan gonca bir güldü
Oradan kan değil, ömür döküldü
Kırıp çiğnediği kadeh gönüldü
O gönül kıranı unutabilsem!
Cevriyle yıpradı, bitti mihen de
Kalmadı tahammül canda, bedende
Diyorum zâlimi sevmeyim ben de
Şu sözü -ne olur?- bir tutabilsem!
Şub 23
Sânihâtü’l Acem
SÂNİHÂTÜ’L-ACEM
Birinci Bölüm
Hâfız-ı Şîrâzî
نـهان كی مانَد آن رازی كز و سازند محفلها
1- Mahfiller oluşturan bir sır nasıl gizli kalır?
خود آيد آنكه ياد نيايد ز نامِ ما
2- Bir gün gelecek ki adımız anılmayacak!
در عيشِ نقد كوش كه چون آبخور نماند آدم بـهشت روضهء دار السّلام را
3- İçinde bulunduğun andan faydalanmaya çalış. Bak! Adem bile -kısmeti kalmayınca- cenneti terk ediverdi!
دردا كه رازِ پنهان خواهد شد آشكارا
4- Eyvah! Gizli sır aşikâr olacak!
گر تو نمی پسندی تغيير كن قضا را
5- Beğenmiyorsan İlâhî hükmü değiştir!
تو ازين چه سود داری كه نمی كنی مدارا
6- Müdara etmemekten ne fayda görüyorsun!
بختِ بد تا بكجا می برد آبشخورِ ما
7- Talihsizlik bakalım kısmetimizi daha nerelere atacak!
كاشكی هرگز نديدی ديدهء ماروت را
8- Keşke gözümüz yüzünü hiç görmeyeydi!
گناهِ باغ چه باشد چو اين گياه نرُست
9- İşte bu ot bitmedi! Bağın günahı nedir?
فكرِ هركس بقدرِ همّتِ اوست
10- Herkesin fikri himmetine göre olur.
بسا سرا كه درين كارخانه خاکِ سبوست
11- Bu dünyada nice başlar testi toprağı olmuştur!
زاهدان معذور داريد كه اينم مذهبست
12- Sûfiler! Beni mazur tutun, mezhebim budur.
نا اميد از درِ رحمت مشو ای باده پرست
13- Ey devamlı içen sarhoş! Allah’ın rahmet kapısından ümidini kesme!
ترکِ كامِ خود گرفتم تا بر آيد كامِ دوست
14- Sevdiğimin muradı gerçekleşsin diye kendi muradımdan vazgeçmeyi yeğledim.
سلطانِ جهانم بچنين روز غلامست
15- Böyle bir günde cihanın sultanı benim kölemdir.
آنكس كه چو ما نيست درين شهر كدامست
16- Bu şehirde bizim gibi olmayan kimdir?
با پادشه بگو كه روزی مقدرست
17- Padişaha de ki herkesin rızkı taksim edilmiştir.
برو بكارِ خود ای واعظ اين چه فريادست
18- Vaiz! Git işine! Bu ne bitmez safsata!
نصيحتِ همه عالم بگوشِ من بادست
19- Bütün alemin nasihati kulağıma rüzgâr gibi geliyor!
به هست و نيست مرنجان ضمير و خوشدل باش كه نيستيست سرانجامِ هر كمال كه هست
20- Var ile, yok ile gönlünü incitme; gönlünü hoş tut. Her kemalin sonu zevaldir.
بس خاطر عجب لازمِ ايّامِ شبابست
21- Çılgınca davranışlar gençlik zamanına yakışır.
چه وقتِ مدرسه و بحثِ كشف و كشّافست
22- Medresenin, Keşf ve Keşşâf’tan söz etmenin sırası değil!
احباب حاضرند به اَعدا چه حاجتست
23- Dostlar burada, düşmanlara ne hacet!
چراغِ مصطفوی با شرارِ بولـهبيست
24- Nebevî meşaleden Ebû Lehebî kıvılcım ayrılmaz!
كس را وقوف نيست كه انجامِ كار چيست
25- İşin sonunun neye varacağını kimse bilmez.
غمخوارِ خويش باش غمِ روزگار چيست
26- Kendi derdini düşün! Alemin derdiyle uğraşmak ne oluyor?
زهی مراتبِ خوابی كه بِه ز بيداريست
27- Ne güzel rüyalar! Uyanıklıktan bin kat güzel!
هركسی آن دروَد عاقبتِ كار كه كِشت
28- Herkes ektiğini biçer.
همه جا خانهء عشقست چه مسجد چه كنشت
29- Her yer aşk evidir, mescitle kilisenin farkı yok!
نه عارفست كه نسيه خريد و نقد بـهشت
30- Peşini bırakıp da veresiyeyi seçen ârif değildir.
نكته ها هست بسی محرمِ اسرار كجاست
31- Nükte çok, fakat anlayan nerede?
فكرِ معقول بفرما گلِ بيخار كجاست
32- Güzelce düşün! Dikensiz gül var mıdır?
ترسم اين نكته بتحقيق ندانی دانست
33- Korkarım, bu nükteyi gereği gibi anlayamazsın!
آری باتّفاق جهان می توان گرفت
34- Evet! İttifakla cihanı zaptetmek mümkündür.
خرّم آن كز نازنينان بخت بر خوردار داشت
35- Talihi güzellerden istifadeye müsait olana ne mutlu!
چون صبر توان كرد كه مقدور نماندست
36- Nasıl sabretmeli? Takat kalmadı!
چو مفلسی كه طلبكارِ گنجِ قارونست
37- Karun’un malına talip olan müflis gibi!
در كارِ خير حاجتِ استخاره نيست
38- Hayırlı işte istihareye gerek yoktur.
جایِ غم باد هر آن دل كه نخواهد شادت
39- Senin mutlu istemeyen gönül mutsuz olsun!
ناز كم كن درين باغ بسی چون تو شكفت
40- O kadar naz yapma! Bu bahçede senin gibi pek çok çiçek açıldı!
ما با تو نداريم سخن خير و سلامت
41- Bizim seninle bir işimiz yok, uğurlar olsun!
يا رب مباد كس را مخدوم بی عنايت
42- İlahî! Kimsenin velinimeti inayetsiz olmasın!
جانا روا نباشد خونريز را حمايت
43- Efendimiz! Zalimi himaye etmek uygun değildir.
جور از حبيب خوشتر كز مدّعی رعايت
44- Dostun cefası yabancının himayesinden evlâdır.
كوته نتوان كرد كه اين قصّه درازست
45- Kısa kesilemez, bu hikâye uzundur.
دولت آنست كه بی خونِ دل آيد به كنار ورنه با سعی و عمل باغِ جنان اين همه نيست
46- Nimet, zahmetsiz ele geçmeli. Yoksa mesai karşılığı verilecek cennet bir şey değildir!
مباش در پیِ آزار و هر چه خواهی كن كه در شريعتِ ما غير ازين گناهی نيست
47- Kimseyi incitme de ne istersen yap! Bizim şeriatımızda bundan başka günah yoktur!
در رهگذزِ كيست كه دامی ز بلا نيست
48- Kimin yolunda bela tuzağı yok ki?
در هيچ سَری نيست كه سرّی ز خدا نيست
49- Hiçbir baş yoktur ki onda ilâhî bir sır bulunmasın.
آه ازين راه كه در وی خطری نيست كه نيست
50- Ah bu yoldan! Her türlü tehlike bundadır!
چو بشنوی سخنِ اهلِ دل مگو كه خطاست
51- Bir arif sözü işittiğin zaman “hatadır!” deme.
تبارك الله ازين فتنه ها كه بر سرِ ماست
52- Başımıza ne kadar fitne üşüşmüş! Medet Allahım!
من اين نگفته ام آنكس كه گفت بـهتان گفت
53- Ben öyle bir söz söylemedim, söyledi diyen iftira etmiş.
مصلحت نيست كه از پرده برون افتد راز ورنه در مجلسِ رندان خبری نيست كه نيست
54- Sırrın ifşa olması münasip değildir, zira ariflerin mahfilinde, olmayan bir haber yoktur.
طالعِ بی شفقت بين كه درين كار چه كرد
55- Merhametsiz talihe bak ki başımıza neler getirdi!
يارِ ديرينه ببينيد كه با يار چه كرد
56- Eski dosta bakınız, dostuna ne yaptı!
بطالتم بس، از امروز كار خواهم كرد
57- Artık tembellik yeter, bugünden sonra çalışacağım.
ما را خدا ز زهدِ ريا بی نياز كرد
58- Allah bizi riyakarca zühtten müstağnî etmiştir.
غبارِ ره بنشان تا نظر توانی كرد
59- Yoldaki tozu bastır ki görebilesin!
خدا را با كه اين بازی توان كرد
60- Allah için söyleyin! Bu oyun kime yapılabilir?
توبه فرمايان چرا خود توبه كمتر می كنند
61- Tövbe etmemizi emredenler acaba kendileri niçin tövbe etmiyorlar!
در كجا اين ظلم بر انسان كنند
62- İnsana bu kadar zulüm reva mıdır?
نصيبِ ما ست بـهشت ای خدا شناس برو كه مستحقِّ كرامت گناهكارانند
63- Ey Allah dostu! Keyfine bak. Cennet bizim nasibimiz, zira en çok ihsana müstahak olan günahkarlardır.
نفیِ حكمت مكن ازبـهرِ دلِ عامی چند
64- Birkaç cahilin hatırı için hikmeti hükümsüz bırakma!
چشمِ انعام مداريد ز انعامی چند
65- Hayvan gibi heriflerden ihsan ümidinde bulunmayın!
زهی سجّادهء تقوی كه يک ساغر نمی ارزد
66- Maşallah ne güzel takva seccadesi! Bir kadeh şarap bile etmiyor!
برو كآين وعظِ بی معنی مرا در سر نمی گيرد
67- Hadi oradan! Bu manasız vaaz benim zihnime girmiyor.
هركس بر حسبِ فهم گمانی دارد
68- Herkesin anlayışına göre bir zannı var.
هر سخن وقتی و هر نكته مكانی دارد
69- Her sözün zamanı, her nüktenin yeri var.
كلکِ ما نيز زبانی و بيانی دارد
70- Bizim kalemimizin de dili ve konuşması var!
موسی بـهشت و از پیِ گوساله می رود
71- Musa’yı bırakmış da buzağının arkası sıra gidiyor!
ديو چو بيرون رود فرشته در آيد
72- Şeytan çıkınca melek girer.
چند نشينی كه خواجه كی به در آيد
73- Efendi çıkacak diye ne zamana kadar oturacaksın?
ويران سرایِ دل را گاهِ عمارت آمد
74- Virane gönlü abat edecek zaman geldi.
هان ای زيان كشيده گاهِ تجارت آمد
75- Ey zarara uğramış! Gözünü aç, ticaret vakti geldi!
كجاست شير دلی كز بلا نپرهيزد
76- Nerede beladan sakınmayacak bir aslan yürekli?
بر همانيم كه بوديم و همان خواهد بود
77- Önce nasıl idiysek yine öyleyiz, öyle de kalacağız.
اين بسا خرقه كه شايستهء آتش باشد
78- Ateşe atılacak hırka çok!
حيف باشد دلِ دانا كه مشوّش باشد
79- Arifin kalbinin muzdarip olması üzüntü vericidir.
دلا بِه شود كارت اگر اكنون نخواهد شد
80- Ey gönül! İşin şimdi yoluna girmezse daha ne zaman girecek?
همای گو مفكن سايهء شرف هرگز بر آن ديار كه طوطی كم از زغن باشد
81- Hüma kuşuna de ki papağanın çaylaktan aşağı tutulduğu bir yere şerefli gölgeni salma!
يا رب مباد آن كه گدا معتبر شود
82- Ya Rab! Alçak hiçbir zaman muteber olmasın!
رو شكر كن مباد كه از بد بتر شود
83- Şükret! Allah göstermesin! Vaziyet bundan daha da beter olabilir.
همچو گل بر خرقه رنگِ مَی مسلمانی بوَد
84- Hırka, gül gibi şaraba bulanmış! Böyle Müslümanlık mı olur?
بد پسندی جانِ من برهانِ نادانی بوَد
85- Azizim! Kusurları hoş görmek cehaletin göstergesidir.
ببخشا بر كسی كش زر نباشد
86- Züğürde acı!
براحتی نرسيد آنكه زحمتی نكشيد
87- Zahmet çekmeyen rahata eremez.
اين گوش بس حكايتِ شاه و گدا شنيد
88- Bu kulak çok Şâh ü Gedâ hikâyesi dinlemiştir!
نبوَد خير در آن خانه كه عصمت نبوَد
89- Haya olmayan hanede hayır olmaz.
هر كرا نيست ادب لايقِ صحبت نبوَد
90- Edebi olmayan sohbete layık değildir.
كس بميدان در نمی آيد سواران را چه شد
91- Meydana kimse çıkmıyor, atlılara ne oldu?
گر راهزن تو باشی صد كاروان توان زد
92- Eğer yol kesici sen olursan yüz kervan vurulabilir.
شايد كه چو وا بينی خيرِ تو درين باشد
93- Belki hakkında hayırlısı budur.
سرِ پياله بپوشان كه خرقه پوش آمد
94- Kadehin üstünü ört, sofu geldi!
گدایِ شهر نگه كن كه ميرِ مجلس شد
95- Şehrimizin dilencisine bak, meclise reis olmuş!
كسی آن آستان بوسد كه جان در آستين دارد
96- O eşiği canı ancak eteğinde olan öpebilir!
سامری كيست كه دست از يدِ بيضا ببرَد
97- Samirî kimdir ki yed-i beyzaya galebe etsin!
درد دارد چه كند كز پیِ درمان نرود
98- Derdi var, nasıl derman aramasın?
الله الله كه تلف كرد و كه اندوخته بود
99- Fesüphanallah! Kim telef ediyor! Oysa kim kazanmıştı!
بـهوش باش كه نقدِ تو پاسبان نبرَد
100- Aklını başına topla! Paranı bekçi aşırmasın!
من از بيگانگان ديگر ننالم كه با من هرچه كرد آن آشنا كرد
101- Ben artık yabancıdan şikâyet etmeyeceğim, zira bana ne yaptıysa o dost yaptı!
چه كنم بازیِ ايّام مرا غافل كرد
102- Ne yapayım? Zamanın oyunu beni gafil avladı!
من آن نگينِ سليمان بـهيچ نستانم كه گاه گاه در و دستِ اهرمن باشد
103- Benim için Süleyman’ın mührünün hiç önemi yok. Zira o, bazen şeytanın eline geçiyor!
غريب را دل سر گشته با وطن باشد
104- Garibin biçare gönlü vatandan ayrılmaz.
جنگِ هفتاد و دو ملّت همه را عذر بنه چون نديدند حقيقت درِ افسانه زدند
105- Din hususunda cedelleşen yetmiş iki milletin bu hâlini mazur gör. Onların böyle hayallerle uğraşıp durmaları, hakikati görmediklerindendir.
واعظان كآين جلوه در محراب و منبر می كنند چون بخلوت می روند آن كارِ ديگر می كنند
106- Mihrap ve minberde böyle cilve edip duran vaizler yalnız kaldıklarında başka işlerle meşgul olurlar!
دمی با غم بسر بردن جهان يكسر نمی ارزد
107- Bütün cihan bir anı kederle geçirmeye değmez.
بيفتد آنكه درين راه با شتاب رود
108- Bu yolda acele ile giden düşer!
در محفلی كه خورشيد اندر شمارِ ذرّست خود را بزرگ ديدن شرطِ ادب نيست
109- Güneşin zerre addolunduğu bir yerde kendini büyük görmek edebe uygun değildir.
شاها روا مدار كه مَفْعُولٌ مَنْ اَرَاد گردد بروزگار تو فَعَّالُ مَا يُرِيد
110- Ey padişah! Bir mef‘ûlün men erâd’ın senin devrinde fa‘âlün li mâ yürîd olmasını reva görme!
برادر با برادر كی چنين كرد
111- Kardeş kardeşe böyle mi muamele eder?
دائما يكسان نباشد حالِ دوران غم مخور
112- Dünyanın hai her zaman bir olmaz, gam yeme!
هر آنچه ناصحِ مشفق بگويدت بپذير
113- Müşfik nasihatçı sana her ne derse kabul et.
حريفِ راه نينديشد از نشيب و فراز
114- Ciddi yolcu inişten, yokuştan sakınmaz.
بی چاره ما كه پيشِ تو از خاک كمتريم
115- Zavallı biz! Senin nezdinde toprak kadar değerimiz yok!
سخن بخاک ميفكن چرا كه من مستم
116- Sözünü zayi etme, çünkü ben sarhoşum.
كار فرمای قدر می كند اين من چه كنم
117- Bunu hükümferma kader yapıyor, ben ne yapayım?
گر لاغرم و گرنه، شكارِ غضنفرم
118- Nahif olsam da olmasam da aslana av olurum!
من لافِ عقل می زنم اين كار كی كنم
119- Ben akıllıyım diyorum, öyle iş yapar mıyım?
من نه آنم كه دگر گوش بتزوير كنم
120- Bundan sonra dedikoduya kulak vereceklerden değilim.
ببين كه اهلِ دلی در جهان نمی بينم
121- Bak, cihanda bir gönül ehli göremiyorum!
روح را صحبتِ ناجنس عذابيست اليم
122- Alçaklarla dost olmak ruha şiddetli bir azaptır.
پدرم روضهء رضوان بدو گندم بفروخت نا خلف باشم اگر من بجُوِی نفروشم
123- Babam cenneti iki buğdaya satmış. Ben bir arpaya satmazsam zürriyetsiz olmuş olurum.
من كه بد نامِ جهانم چه صلاح انديشم
124- Alemde adı kötüye çıkmış olan ben, niçin doğru olmayı düşüneyim?
ناكسم گر بشكايت بر بيگانه روم
125- Şikâyet için ecnebî nezdine gidersem adam değilim!
كار صعبست مبادا كه خطايی بكنيم
126- İş zor, sakın bir hata yapmayalım!
خودِ غلط بود آنچه ما پنداشتيم
127- Bizim zannettiğimiz yanlış imiş!
محتاجِ جنگ نيست برادر نمی كنم
128- Ey kardeş! Kavgaya ne hacet! Yapmayacağım!
معذورم ار محالِ تو باور نمی كنم
129- Senin muhal sözüne inanmaz isem mazurum.
كارِ بد مصلحت آنست كه مطلق نكنيم
130- Kesinlikle kötü işler yapmamamız, hikmete uygundur.
وعدهء فردایِ واعظ را كجا باور كنم
131- Vaizin yarına ait olan vadine itimat mı ederim?
شكايت از كه كنم خانگيست غمّازم
132- Kimden şikâyet edeyim? Beni gammazlayan içeriden!
طوقِ زرّين همه در گردنِ خر می بينم
133- Altın gerdanlığı hep eşeklerin boynunda görüyorum!
چون ساغرت پُرست بنوشان و نوش كن
134- Mademki kadehin dolu, hem iç, hem içir.
نتوان نـهفتن درد از طبيبان
135- Doktordan dert saklanmaz.
اعتبارِ سخنِ عام چه خواهد بودن
136- Avamın sözüne itibar mı edilir?
از دوستان جانی مشكل بود بريدن
137- Samimi dostlardan ayrılmak zordur.
گوشِ سخن شنو كجا ديدهء اعتبار كو
138- Söz dinler kulak nerede? İbret alır göz hani?
دورِ خوبی گذرانست نصيحت بشنو
139- Güzellik devri çabuk geçer, nasihat dinle!
معذور دارمت كه تو او را نديده ای
140- Seni mazur görürüm, çünkü onu görmemişsin.
دلم ز مدرسه و خانقاه گشت سياه
141- Medreseden, tekkeden kalbim karardı!
در ياب ضعيفان را در وقتِ توانايی
142- Güçlü olduğun zaman zayıfların imdadına yetiş!
آنجا كه بصر نيست چه خوبی و چه زشتی
143- Gözün olmadığı yerde güzellikle çirkinlik eşittir.
كار نا كرده چه اميدِ عطا می داری
144- İş görmeden niçin ihsan ümidinde bulunuyorsun?
رندی و هوسناكی در عهدِ شباب اولی
145- Her türlü arzuya uymak gençlik zamanına yakışır.
هر قبله ای باشد بـهتر ز خود پرستی
146- Hangi kıble olursa olsun kendine tapmaktan daha iyidir.
تكيه بر جایِ بزرگان نتوان زد بگزاف مگر اسبابِ بزرگی همه آماده كنی
147- Laf ile büyüklerin yerine geçilemez, büyüklüğün gereğini hakkıyla yaptıysan, o başka!
آفرين بر تو كه شايستهء صد چندينی
148- Aferin sana! Bunun yüz misline lâyıksın!
آن بِه كزين گريوه سبكبار بگذری
149- Bu dar yoldan yükü hafif olarak geçmek daha iyidir.
چنين شناخت فلک قدرِ خدمتِ چو منی
150- Benim gibi bir adamın hizmetinin değerini felek böyle bildi?
اينچنين عزّت صاحب نظران می داری
151- İlim ehline böyle mi değer veriyorsun?
چه توقّع ز جهانِ گذران می داری
152- Fani dünyadan ne umuyorsun?
عروسِ بس خوشی ای دخترِ رز ولی گه گه سزاوارِ طلاقی
153- Ey üzümün kızı! Çok güzel gelinsin, fakat bazen boşanmaya lâyık görülüyorsun!
ای جهانديده ثباتِ قدم از سِفله مجوی
154- Ey tecrübeli kişi! Alçaktan sebat umma!
ز هم صحبتِ بد جدايی جدايی
155- Kötü arkadaştan uzak bulun, uzak!
عملت چيست كه مزدش دو جهان می خواهی
156- Ne yaptın ki mükâfat olarak iki âlemi istiyorsun?
دل ز تنهايی بجان آمد خدايا همدمی
157- Gönül yalnızlıktan pek mustariptir. Ey Allahım! Ne olur, bir dost!
عالمی ديگر ببايد ساخت و ز نو آدمی
158- Başka bir âlem, özellikle yeniden âdem icat etmeli!
مشكل بوَد نشستن در اينچنين دياری
159- Böyle bir memlekette oturmak zordur.
اگر تو عشق نداری برو كه معذوری
160- Eğer sende aşk yoksa pekâlâ, mazursun!
وه كه بس بی خبر از غلغلِ چندين جرسی
161- Yazık! Bunca çanların velvelesinden haberin yok!
حيف باشد چو تو مرغی كه اسيرِ قفسی
162- Senin gibi bir kuşa acınır, kafeste esir düşmüşsün!
وعظت آنگاه كند سود كه قابل باشی
163- Öğüt, sana -öğüt alabilecek kişilikte biri isen- faydalı olur.
تند می روی جانا ترسمت فرو مانی
164- Azizim! Pek serkeşçe gidiyorsun, korkarım gidemez olursun!
عاقلا مكن كاری كآورَد پشيمانی
165- Ey akıllı kişi! Sonu pişmanlık olacak hiçbir işi yapma!
İkinci Bölüm
Kelîm-i Kâşânî
چرا بيهوده گيرم در بغل مينایِ خالی را
1- Boş şişeyi niçin koltuğumda tutup durayım?
ز آتش هيچ پروا نيست دور از آب، ماهی را
2- Sudan ayrı düşen balığın ateşten korkusu olmaz.
گريبان پاره شد گل را، كجا پنهان كند بو را
3- Gülün yakası yırtıldı, kokusunu nasıl saklasın!
تا توانی نا توانان را بچشمِ كم مبين ياریِ يک رشته، جمعيّت دهد گلدسته را
4- Zayıflara -mümkün olduğu kadar- kötü gözle bakma, iplik sayesinde gül demeti perişanlıktan kurtulabilir.
بُرده را پنهان كند دزد و دليران می برند بر سرِ بازارِ شهرت معنیِ دزديده را
5- Hırsız çaldığını saklamaya çalışır; halbuki birtakım utanmazlar -şairlerin eserlerinden- çaldıkları manaları şöhret pazarına çıkarmak isterler!
خوشه و خرمن به پيشِ چشمِ استغنا يكيست
6- Gözü tok olana göre başak ile harman birdir.
شب هم از كسبِ كمال آسوده در بستر نَيم می دهد درسِ خموشی صورتِ ديبا مرا
7- Gece yatağımda dahi olgunlaşma çabasından uzak kalmam, ipeğin sureti bana sessizlik dersi verir.
ذوقی از بالا نشستن نيست صاحب خانه را
8- Ev sahibi üst başta oturmaktan zevk almaz.
عيدِ قربان است دائم خانهء قصّاب را
9- Kasabın evinde her gün kurban bayramı vardır.
ياد می گيرند از ديوانـه ها آداب را
10- Edep, divanelerden öğrenilir.
خاموش نشينم كه بيمار بخوابست
11- Susalım, hasta uykuda!
پس از الفت قفس هم آشيانست
12- Alışıldıktan sonra kafes de yuva olabilir.
خانهء تاريک را شمعی بِه از صد صورتست
13- Karanlık oda için bir mum, yüz levhadan makbuldür.
خویِ ديوانه گرفت آنكه بديوانه نشست
14- Divane ile düşüp kalkan, divane olur.
سفله چون دستش قوی گردد زبونكُش می شود
15- Alçak güçlenince, zayıflara zulmeder.
بویِ گل را قيمت ارزان كن گلستان دور نيست
16- Gül kokusunu ucuzlat, gülistan uzakta değil.
از وطن آواره گر باشد پريشان دور نيست
17- Vatanından uzak düşen perişan olursa şaşılmaz.
اكنون چه كنم رشته كه وقتی گهری داشت
18- Vaktiyle özünde cevahir dizili olan ipliği şimdi ne yapayım?
آزادگی ز منّتِ احسان رميدنست
19- Hür olmak, başkasının iyiliğine minnettar kalmaktan sakınmaktır.
گامی به غلط هم سویِ مقصود نرفتم گويی رهِ آوارگيم راهبری داشت
20- Asıl maksada doğru -yanlışlıkla da olsa- bir adım atmadım, sanki bir rehber, beni avarelik yoluna sevk eder dururdu.
زمانه، از شبِ تارم چراغ باز گرفت پس از وفاتِ من آورد و بر مزارم سوخت
21- Zamane, -hayatımda- karanlık gecemden mumu gasp etti de -vefatımda- getirdi, mezarımın üzerinde yaktı.
ز دردِ فقر، دلا غيرتی اگر داری مخواه مرگ، كه خواهش بجز گدايی نيست
22- Gönül! Gayretin varsa ihtiyaçların verdiği acıdan dolayı ölüme talip olma; çünkü bu tür bir istek, dilencilikten başka bir şey değildir.
كام بخشيهایِ گردون نيست جز داد و ستد تا لبِ نانی عطا فرمود دندان را گرفت
23- Feleğin bağışları alışverişten başka bir şey değildir, bir lokma ekmek verinceye kadar insanın dişini alır.
پر دلی كاری نسازد گاهِ استيلایِ عشق شير بگْريزد دمی كآتش نيستان را گرفت
24- Muhabbet istilâ edince şecaat bir işe yaramaz, sazlığı ateş alınca aslan kaçar.
زبان بسته به اشکِ روان گذاشت سخن چو طفلِ بسته زبان گريه ام بيانِ منست
25- Konuşmayan dilim, hâlini ifade etmeyi akan gözyaşıma bıraktı. Henüz konuşmaya başlamayan çocuk gibi, konuşmam, ağlayışımdan ibarettir.
گفت و گویِ اهلِ عالم بر سرِ دنيا بـهم جمله بی اصلست جنگِ طفل هایِ مكتبست
26- İnsanların dünya için birbirleriyle yaptıkları kavgalar anlamsızdır; bunlar, okul çocuklarının birbirleriyle yaptıkları kavgalara benzer.
اثر اگر نبوَد با دعایِ من سهلست همين بسست كه شرمندهء اجابت نيست
27- Dualarım kabul edilmezse bunda beis yoktur; onların kabul edilmemesinden dolayı utanmamak bana yeter.
دخلِ بی جا همه جا در سخنم می آيد اين مگس لازمِ شيرينیِ گفتارِ منست
28- Her yerde şiirime yersiz tarizlerde bulunuluyor; bu sineğin öyle konup durması, şiirimin halâvetindendir.
ما بسمل و او می طپد اين را كه شنيدست؟
29- Boğazlanan biziz, halbuki o çarpınıyor; bu olur şey midir?
بحريست زندگی كه نـهنگش حوادثست تن كشتيست و مرگ به ساحل رسيدنست
30- Hayat bir denizdir, timsahı hadiselerdir. Beden, gemidir; ölüm, sahile varmaktır.
گر كوته است دستِ اميدم عجب مدار در دعویِ گزاف زبانم دراز نيست
31- Ümidimin eli kısa ise bunda garipsenecek bir durum yoktur; çünkü batıl davalarda dilim uzun değildir.
بر اصولِ رقصِ بسمل كی كند عاقل گرفت
32- Akıllı kişi, boğazlananın hareketlerine itiraz eder mi?
صدف گشاده كف است آن زمان كه گوهر نيست
33- Sedef, içinde inci bulunmadığı zaman açıktır.
خوش آنكه عاريّتی را به اختيار گذاشت
34- Borç aldığı şeyi isteyerek terk eden, müsterih olur.
ز انقلابِ سپهرِ دو رو عجب دارم كه بی قراریِ ما را بيک قرار گذاشت
35- Değişmekten uzak kalmayan iki yüzlü feleğin, bizim kararsızlığımızı bir kararda bırakışına şaşarım.
چنان ممير كه چيزی بمانَد از تو بجا بغيرِ نام نبايد بيادگار گذاشت
36- Geride bir şey bırakacak şekilde ölme. İnsan isimden başka yadigar bırakmamalıdır.
دانهء بسيار در كارست بـهرِ صيدِ خلق حق بدستِ زاهد ار آن سبحه را صد دانه ساخت
37- Halkı avlamak için çok tane lâzım; tespihini yüz tane yapmış ise hak yedindedir.
گر مرادت شمعِ بی دودست، در اين خانه نيست
38- İstediğin dumansız mum ise, bu evde bulunmaz.
كشورِ مهر و وفا بسيار بد آب و هواست تا درين ملكی دلا لازم بوَد بيماريَت
39- Ey gönül! Sevgi ve vefa ikliminin suyu ve havası pek fenadır. Bu iklimde bulunduğun sürece hasta olman kaçınılmazdır.
جز مرگ كسی در پیِ آبادیِ من نيست
40- Ölümden başka hiçbir şey beni mamur edemez.
گر ببندی ديده كنجِ خانه و صحرا يكيست
41- Gözünü yumarsan evin bir köşesi ile çöl bir olur.
هيچ غوّاصی نكرد آنكس كه پاسِ دم نداشت
42- Nefesini tutamayan kişi dalgıçlık yapamaz.
گمراه آنكه پيروِ اربابِ عادتست خضرِ رهِ تو ماندن ازين كاروان پسست
43- Adet erbabına uyan kişi yoldan çıkar; sana yol gösterecek Hızır, bu kervandan geri kalmandır.
بند دگر بپایِ دلت از وطن منه بيرون نرفتن از قفسِ آسمان بسست
44- Gönlünü bir de vatan bağıyla bağlama; gökyüzünün dışına çıkamamak esareti kâfidir.
چون كشورِ وجود عدم گرچه تنگ نيست آسوده تر كسيست كه جا پيشتر گرفت
45- Gerçekte yokluk ülkesi, varlık ülkesi gibi dar değildir. Ama orada kim önce yer kaparsa o daha rahat olur.
خوبیِ ظاهر مخر بـهيچ كه دنيا دشمنِ جان آمد و گشاده جبينست
46- Dış güzelliği ciddiye alma; dünya can düşmanı olduğu halde insanın yüzüne güler.
بسكه در دنيا جفا از خوب رويان ديده ام آرزویِ جنّتم در دل ز بيمِ حور نيست
47- Dünyada güzellerden pek çok cefa gördüm. Hurilerin cefasından korktuğum için gönlümde cennet arzusu yoktur.
سربسر دلـهایِ آگه دانهء يک سبحه اند آنچه ما را در دلست از يكدگر مستور نيست
48- Bütün aydın gönüller bir tespihin taneleri gibidir; bizim gönlümüzde olan şey birbirimizden gizli değildir.
بـهشت حقِّ بنی آدمست دل خوش دار كه مانده از پدر اين باغ وقفِ اولادست
49- Cennet insanoğlunun hakkıdır, gönlünü hoş tut. Çünkü babadan miras kalan bu bağ, çocuklarına vakfedilmiştir.
گر بار به دوزخ نگشاييم چه سازيم ما را متاعی بجز از هيزمِ تر نيست
50- Yükümüzü cehenneme indirmeyelim? Metaımız yaş odundan ibarettir.
يار اگر امروز با ما دوست فردا دشمنست
51- Sevgili, bugün bizimle dost ise, yarın düşmandır.
روزم اگر سياهست تقصيرِ آفتابست
52- Gündüzüm karanlık ise bu, güneşin kusurundandır.
وفا چه كرد كه در خاطرِ تو جا نگرفت
53- Vefa ne yaptı ki senin gönlünde yer bulamıyor!
هر جا كه سرچشمه بوَد قافله گاهست
54- Her neresi çeşme başı ise kervan konağı orasıdır.
تا گدا بر سرِ ره نيست دلش خرّم نيست
55- Yol üzerinde bulunmadıkça dilencinin keyfi gelmez.
ز انقلابِ زمان در پناهِ جهل گريز كه آنچه مانده بيک حال، عيشِ نادانست
56- Zamanın değişimlerinden, bilgisizliğin gölgesine sığın, cahilin maişetinden başka bir şey aynı kalmadı.
جز باد بدستِ باد زن نيست
57- Yelpazenin elinde rüzgardan başka bir şey yoktur.
ما ز آغاز و ز انجامِ جهان بی خبريم اوّل و آخرِ اين كهنه كتاب افتادست
58- Biz cihanın başlangıcından habersiziz; bu köhne kitabın başı ve sonu düşmüştür.
دزد دائم در پیِ خوابيده است
59- Hırsız daima gafilin arkasına düşer.
اينقدر فرق ميانِ خطِ يک كاتب چيست سر نوشتِ همه گر از قلمِ تقديرست
60- Mademki herkesin alın yazısını kader kalemi yazmış, öyle ise bir kâtibin yazısında bu kadar farklılık nedendir?
شمعِ محفل را گناهی نيست گر پروانه سوخت
61- Pervane yandı ise mecliste yanan mumun günahı yoktur.
آنكه بر عيبم ندوزد چشمِ بد بين سوزنست
62- Ayıbıma göz dikmeyen biri varsa, iğnedir!
وضعِ زمانه قابلِ ديدنِ دوباره نيست رو پس نكرده، هر كه ازين خاكدان گذشت
63- Zamanın belâlarını iki kez görmeye dayanılmaz, onun için dünyadan her kim gitmiş ise bir daha yüzünü çevirip geriye bakmamıştır.
تير از چه افكنی چو ندانی نشان كجاست
64- Mademki hedefin neresi olduğunu bilmiyorsun, niçin ok atıyorsun?
شاخِ بُريده را نظری بر بـهار نيست
65- Kesilmiş dal bahara iltifat etmez.
در سنگِ دَير و كعبه بجز يک شرار نيست
66- Manastırın da Kâbe’nin de taşındaki kıvılcım aynıdır.
اينچنين مگْذار ما را، يا رها كن يا ببند
67- Bizi böyle bırakma; ya salıver, ya da bağla!
پنهان نمی توان كرد رازی كه بر مَلا شد
68- Bir kere faş olan sırrı bir daha saklamak mümkün olmaz.
بنادان كارِ دانا مهربانيست دلِ بينا به نابينا بسوزد
69- Alimin işi cahile merhamet etmektir; gözü gören kişinin yüreği âmâya acır.
بی مايه غمِ دكان ندارد
70- Sermayesiz kişinin dükkân kaygısı yoktur.
در حشر دگر ز ما چه خواهند غارت زده ارمغان ندارد
71- Mahşerde yine bizden ne isteyecekler? Sahip olduğu şeyler yağma edilen kişi, hediye götüremez.
مانندِ طبيبيست كه بيمار ندارد
72- Hastasız doktora benzer.
ديوانه ز ويرانهء خود عار ندارد
73- Divane viranesinden utanmaz.
در گرمیِ تب مروّحه تأثير ندارد
74- Hummanın verdiği hararete yelpaze etki etmez.
ز آن ابلهان نه ايم كه فخر از پدر كنند
75- Atalarıyla övünen ahmaklardan değiliz.
سعادتِ ازلی را بكسب نتوان يافت كه زاغ از خورشِ استخوان، هما نشود
76- Ezelî mutluluk çalışmakla elde edilemez; karga da kemik yemekle hüma olamaz.
كس مروّحه در فصلِ زمستان نفروشد
77- Kışın kimse yelpaze satmaz.
رشته را پس ندهد آنكه گهر می گيرد
78- Cevheri alan ipliğini geri vermez.
تا دام بر نيايد ماهی خبر ندارد
79- Ağ sudan çıkmayınca balığın, kendi hâlinden haberi olmaz.
از قفل بی نيازست، گر خانه در ندارد
80- Evin kapısı yok ise kilide de ihtiyacı yoktur.
در قفس بلبل صفير از شوقِ گلشن می كشد
81- Bülbül kafeste gül bahçesi şevkiyle öter.
آنكس كه مايه دار بوَد خود نمای نيست هرگز كسی گلی به سرِ باغبان نديد
82- Asaleti kendinden olan gösterişe ihtiyacı yoktur; bahçıvanın, başına gül taktığı görülmemiştir.
همچو نوروزی كه واقع در محرّم می شود
83- Muharreme rastlayan nevruz gibi!
هر بد از پرتوِ نيكان نبَرد بـهره كه زهر می كُشد كه همه از دستِ مسيحا باشد
84- Her kötü, iyilerden müstefit olamaz; zehir İsa’nın eliyle de verilse içeni öldürür.
پياله! چشمِ تو روشن كه باده پيدا شد
85- Ey kadeh! Gözün aydın olsun; nihayet şarap ortaya kondu.
چو ساقی سرگران افتاد ساغر دير می گردد
86- Sâki sarhoş olunca kadeh süratle devredemez.
شمعِ تربت سببِ روشنیِ گور نبود
87- Türbede yakılan mum kabri aydınlatmaz.
عكس در آيينه بی صورت دمی مسكن نكرد
88- Karşısında suret olmadıkça aynanın aksi görünmez.
در كشورِ اين زهد فروشان نتوان يافت يک صومعه كآن راه به بتخانه ندارد
89- Bu riyakârların memleketinde bir Nigîse* bulunamaz ki puthaneye varan yolu olmasın.
شمعی كه بيفروخته پروانه ندارد
90- Yanmayan mumun pervanesi olmaz.
هميشه عقل در اصلاحِ نفس عاجز بوَد كه پند گوی بديوانه بر نمی آيد
91- Akıl, nefsin ıslahından daima acizdir; öğüt veren kişi, divane ile başa çıkamaz.
پيوسته رو سياه نگين بـهرِ نام بود
92- Mührün üzeri, nam için daima kara olur.
مسكين خبر نداشت كه اين دانه دام بوَد
93- Zavallı, bu danenin tuzak olduğunu anlayamamış.
بشكند قيمتِ خاتم چو نگين بر خيزد
94- Taşı düşünce yüzük kıymetten düşer.
تشنه را آب محالست كه از ياد رود
95- Susamışın hatırından suyun çıkması muhaldir.
نازِ شاگردِ هنرمند به استاد رود
96- Hünerli öğrencinin, üstadına nazı geçer.
چه كند دانه چو دام از كفِ صيّاد رود
97- Avcının elinden tuzak gidince daneyi ne yapsın.
كم نصيبست آنكه در آخر به يغما می رسد
98- Yağmaya sonradan yetişenin hissesi az olur.
خس نخواهد سبز گرديد ار به دريا می رسد
99- Çerçöp denize ulaşsa da yeşeremez.
مقبولِ روزگار نگشتيم و ايمنيم ما را كه بر نداشته چون بر زمين زند
100- Zamanenin makbulü olmadığımızdan dolayı emniyet içindeyiz; bizi yükseltmedi ki yere de vursun.
چون توان با تشنگی قطعِ نظر از آب كرد
101- Susuz iken sudan yüz çevirmek nasıl mümkün olur?
خاشاک سيل را نتواند عنان گرفت
102- Süprüntü, selin önünü alamaz.
مستی به پريشانیِ دستار نباشد
103- Sarhoşluk sarık dağınıklığı ile olmaz.
علاج نازِ طبيبان نمی توان كردن و گرنه، هر مرضِ مُهلكی دوا دارد
104- Her derde derman bulunur, ama zengin tabibin nazına derman bulunmaz.
قفس به ديدهء مرغِ اسير تاريكست چه شد كه بام و درِ او تمام روزن شد
105- Kafes, mahpus kuşun gözüne karanlık görünür; her tarafı pencere olmuş, ne faydası var?
سری ز خواب بر آور كه صبح روشن شد
106- Artık uykudan uyan; sabah oldu.
مريض را چو عيادت كُشد دوا چه كند
107- Hasta ziyaretinden ölen hastaya, şifa ne yapsın.
رنگِ اخگر دارد آن آهن كز آتش تاب ديد
108- Ateşin kızdırdığı demir, kor rengini alır.
هركه بيند خسته را گويد شفايی می رسد
109- Hastayı her gören “yakında şifa bulursunuz” der.
می خورد خون و خيالِ مَیِ شيراز كند
110- Kan yutuyor, Şiraz şarabı hayal ediyor!
درين وحشت سرايم گوشهء امنی نشد روزی كه همچون شمع هر جا می روم سر در خطر باشد
111- Bu vahşethanede bana bir sığınacak yer nasip olmadı, nereye gitsem mum gibi başım belâda.
زشت، آن بِه كه به آيينه برابر نشود
112- Çirkinin, aynanın karşısında durmaması daha iyidir.
سفله از قربِ بزرگان نكند كسبِ شرف رشته پر قيمت از آميزشِ گوهر نشود
113- Adi kişi, büyüklere yakın olmakla şeref kazanamaz; cevher ile karıştığından dolayı iplik değerli olmaz.
طفل چون رو بيش يابد، بيش بد خو می شود
114- Çocuk çok yüz bulunca çok yüzsüz olur.
بی حاصلان ز محنتِ ايّام فارغند دوران شكستِ نخلِ گران بار می دهد
115- Ürünü olmayanlar meşakkatten azadedir; rüzgar meyveli ağacı kırar.
به كِشتِ ما گذارِ لشكر افتاد
116- Bizim ekinimizin üzerinden asker geçti.
ز سايه ذوق نكرد آنكه آفتاب نخورد
117- Güneşte kalmayan, gölgenin zevkini bilmez.
چه می آيد دستش گر جرس از كاروان رنجد
118- Çan kervandan rahatsız olsa da elinden ne gelir?
چه باشد حالِ مخموری كز و ساقی بجان رنجد
119- Sâkînin şiddetli tepkisine uğrayan sarhoşun hâli nice olur?
در دلِ خود رایِ او هرگز مرا خود جا نبود حيرتی دارم كه چون آنجا نشست از من غبار
120- Onun kendini beğenmiş gönlünde zaten benim yerim yoktu; benden ona nasıl toz konduğuna şaşarım.
هيچ كس ديدی بيک مضراب بنْوازد دو ساز؟
121- Bir mızrapla iki saz çalan kişi gördün mü?
گر مميّز در ميان نبْوَد چه سود از امتياز
122- Ortada mümeyyiz olmayınca imtiyazın ne faydası olur?
هميشه می رمد از دانه ام شكار افسوس
123- Yazık! Av, daima danemden ürküp kaçıyor!
صبحِ ما را ديدی از شبهایِ تارِ ما مپرس
124- Sabahımızı gördün, karanlık gecelerimizi sorma!
در بزمِ طرب نوحه گری را چه كند كس
125- Zevk meclisinde ağlayanı kim ne yapsın?
چيست در خانه كه من قفل زنم بر درِ خويش
126- Evimde ne var ki kapısına kilit asayım?
خنده بر بخت زنم يا به وفاداریِ دوست گريه بر خويش كنم يا به گرفتاریِ دل
127- Bahtıma mı güleyim, sevgilinin vefasına mı? Kendime mi ağlayayım, gönlümün esaretine mi?
ترا ديدم، چرا گويم كه از هجران چها ديدم
128- Şimdi seni gördüm ya! Senden ayrı iken neler gördüğümü niçin söyleyeyim?
گر به خَس آتش فتد از مهر می سوزد دلم
129- Çerçöpe bile ateş düşse merhametten yüreğim yanar.
من اين دو دست را ز دو دنيا كشيده ام
130- Ben bu iki eli, her iki âlemden çekmişimdir.
بر صيدِ ديگری نظرم كی فتد كه من در سر نگنجدم كه گلِ چيده بو كنم
131- Koparılmış gülü bile koklamayı düşünmeyen ben, başkasının avına göz diker miyim?
زاهدانِ عهدِ ما معيارِ حق و باطلند هرچه را منكر شوند اين قوم باور می كنم
132- Zamane zahitleri, hak ve batılın ölçüsüdürler; bunlar her neyi inkâr ederse ben onu ikrar ederim.
شيشهء هيچ دل از مستیِ من خود نشكست من به اين دلشكنان از چه گرفتار شدم
133- Benim sarhoşluğumdan hiçbir gönül şişesi kırılmadı, ben bu gönül incitenlere neden tutuldum?
باطنش همچو پشتِ آينه بود ظاهرِ هر كه صاف تر ديدم
134- Dışarıdan, saf gördüğüm insanların içi, aynanın arkası gibi idi.
گر هجو نيست در سخنِ من ز عجز نيست حيف آيدم كه زهر در آبِ بقا كنم
135- Sözümde hiciv bulunmaması aczimden dolayı değildir; âb-ı hayata zehir karıştırmak elimden gelmiyor.
همچو ماهِ عيد كارم غم ز خاطر بردنست تازه سازِ داغِ مردم چون محرّم نيستم
136- İşim, bayram ayı gibi gönülden gamı def etmektir. Muharrem ayı gibi halkın derdini tazelemem.
به اين دماغ كه از سايه اجتناب كنيم بر آن سريم كه تسخيرِ آفتاب كنيم
137- Gölgeden korkacak bir yapıda olduğumuz halde, güneşi büyülemek sevdasında bulunuyoruz!
غيرِ يارانی كه مضمون می برند كس نمی بينم خريدار سخن
138- Mazmun çalan dostlardan başka söz müşterisi göremiyorum!
قدرت چو نيست، مردن از زندگيست خوشتر صد بار سر بُريده، بـهتر كه پر بُريده
139- Kudret olmayınca ölüm hayata tercih edilir; başı kesilmiş olmak, kanadı koparılmış olmaktan yüz kat daha hayırlıdır.
چو گلچينی همان؛ كآشنایِ باغبان باشی
140- Mademki gül devşirmek istiyorsun, bahçıvan ile dostluk kurmalısın.
بِه است از عيب دانی گر تو خود را عيب دان باشی
141- Kendi ayıbını bilmen, (başkasının) ayıbını bilmekten (araştırmaktan) daha iyidir.
رواجِ جهلِ مركّب رسيده است بجايی كه كرده هر مگسی خويش را خيالِ همايی
142- Katmerli cahillik o kadar yaygınlaşmış ki sinekler, kendilerini hüma ile kıyaslıyor.
كسی را قدر مشكن گر نخواهی كم بـها گردی
143- Kıymetten düşmek istemiyorsan kimseyi kıymetten düşürmeye kalkışma.
چه رَوی به شهرِ كوران به اميدِ خود نمايی
144- Ahalisi âmâlardan oluşan şehre, kendini göstermek için neden gidiyorsun?
دلا همایِ سعادت نه زيرِ اين سقف است برون رو ار هوسِ سايهء هما داری
145- Ey gönül! Mutluluk hüması göklerde değildir, hümanın gölgesini arzu ediyorsan dışarı çık!
خاريدنِ گوش را يک انگشت بسست
146- Kulak kaşımak için bir parmak kâfîdir.
در نظرها، اعتبارِ كس بقدرِ نفعِ اوست عزّتِ هر نخل در بستان بمقدارِ برست
147- Herkesin itibarı hemcinsine olan faydasına göredir; bahçede her ağacın değeri, verdiği meyve ile mütenasip olur.
زر كه قلب افتاده بـهرِ خرجِ آن، شب بـهتر است
148- Kalp akçeyi harcamak için gece, gündüze tercih edilir.
هر كرا بينی بشهرِ هستیِ خود سَرورست
149- Her gördüğün insan, kendi varlık şehrinde reistir.
كج نگردد معنیِ مصحف اگر بی مسطر ست
150- Mushafın mıstarı olmamakla, manası eğri olmaz.
زندگانی راحتش در ابتدا و انتهاست يا لـحد جایِ فراغت يا كنارِ مادرست
151- Hayatın rahatı başlangıcıyla sonundadır; huzur bulunacak yer, ya ana kucağıdır, yahut mezardır.
خطِّ سكّه مصحف است آنرا كه معبودش زرست
152- Mabudu para olan adamın mushafı sikke yazısıdır.
طفل را در دست حلوا بـهتر از انگشتر ست
153- Çocuğa göre, elinde helva bulunması, yüzük bulunmasından daha iyidir.
كس ز هفتاد و دو ملّت اين معمّا حل نكرد كآين همه مذهب چرا در دينِ يک پيغمبر ست
154- Bir peygamberin dininde bunca mezhebin bulunması nedendir? Bu muammayı yetmiş iki milletten hiç kimse halledememiştir.
Hâfız-ı Şîrâzî
Prof. Dr. Mehmet Atalay
Kaynak: http://farsedebiyati.blogspot.com.tr/
Şub 23
Berceste Mısralar
A‘mâya şerh-i hâsiyyet-i tûtiyâ abes
Belîğ
Sabrî
Lâ-edrî
Lâ-edrî
Sâbit
Râşid
Lâ-edrî
Kabûlî
Sürûrî
Kerîmî
Sabrî
Seyyid Vehbî
Lâ-edrî
Âgâh
Fuzûlî
Lâ-edrî
Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz
Lâ-edrî
Ahbâba değil düşmenine eyle mürüvvet
Lâ-edrî
Ak akçe kara gün için denir meseldir bu
Figânî
Akçe yok borçlulara söz verdim
Veleh
Âkıbet erbâb-ı derdin merg erer imdâdına
Şeyhülislâm Mekkî
Âkıl düşer mi düştüğü zindâna bir dahi
İkbâl
Âkıl isen aşk ile dîvâne ol
Şerîf Paşa-zâde
Âkıl ne şâd olur bu dehrde ne gam çeker
Lâ-edrî
Âkıl olan fırsatı fevt eylemez
Lâ-edrî
Âkıl oldur ki ede düşmenini kendiye dost
İzzet Mollâ
Âkılsan eyle fikrini zikr-i Hudâ’ya sarf
Fıtnat
Akılsız dost düşmenden beterdir
Lâ-edrî
Akîk-i sâf-gevher âb-ı rûyun nâm içün saklar
Râşid
Aklınız ermediği yer vardır
Lâ-edrî
Akreb etmez akrabânın ettiğin
Lâ-edrî
Aldın cevâb-ı ye’si belâlar mübâreki
Lâ-edrî
Âlemde bir çerâğ uyandır ki sönmesin
Şeyhülislâm Yahyâ
Âlemde nîk ü bed kişi hep ektiğin biçer
Lâ-edrî
Âlemin râhatını iste ki râhat bulasın
Haşmet
Alır mısın akîdeyi miski bahâsına
Emrî
Âlimin âlemi yok âlem-i demden gayrı
Câvîd
Allâh ne verir ki kul götürmez
Şeyh Gâlib
Allâh’ı seversen beni söyletme gamım var
Sultân Veled
Amân ey lutfı çok perverdigârım iş sana kaldı
Pertev
Anladım nûş etmeden kim şerbet-i eyyâm tel
Vehbî
Ara zengini ararsan fukarâ şeklinde
Münîb
Arak-âşâma Sakız bâde-keşâna Erdek
Lâ-edrî
Ârif olana besdir işâret
Lâ-edrî
Ârife bir gül yeterse bana yârim gül yeter
Basîrî
Arkası üzre yatıp ehl-i kubûr etti huzûr
İşretî
Artık çekemem yayını ol kaşı kemânın
Râzî
Artık dayandı tîğ-i elem ustuhvânıma
Fezâyî
Arûs-ı vuslata tâlib olan nişân verir
Râşid
Âsumânî bir belâdır âdeme baht-ı siyâh
Ganî
Âşıkın bir bilinmedik nesi var
Lâ-edrî
Âşık-ülfet dil-berin tahsîli tedbîr istemez
Râşid
Âşinâ râz-ı nihânın âşinâdan saklamaz
Fuzûlî
Âşinâya âşinâ bîgâneye bîgâneyiz
Lâ-edrî
Aşk âteşine kim ki yana nârı nûr olur
Çelebî-zâde Âsım
Aşk bir yüktür ki ham olmuş onun altında Kâf
Fuzûlî
Aşkı kûdek-meşrebân bâzîçe-i tıflân sanır
Seyyid Vehbî
Aşkın safâsı yok değil ammâ belâsı çok
Şeyhülislâm Yahyâ
Atarlar taşı elbette dıraht-ı mîve-dâr üzre
Lâ-edrî
Âteş kenârı kış gününün lâle-zârıdır
Vâsıf-ı Enderûnî
Avâtıf-ı küremâya bahâne lâzımdır
Seyyid Vehbî
Ayağı yer mi basar rahş-ı murâda binenin
Lâ-edrî
Ayağı yer mi basar zülfüne ber-dâr olanın
Necâtî
Ayağından bu bezmin el çekip dûr olmamız yeğdir
Rüşdî
Ayı gör sonra eyle bayramı
Fasîh Dede
Azîz olmazdı Yûsuf çekmese dâmen Züleyhâ’dan
Râgıb Paşa
Ba‘zı âdem köpeğe oş kediye pis diyemez
Lâ-edrî
Ba‘zı âdem tavrı hicve şâiri mecbûr eder
Recâî-zâde Şefîk
Ba‘zı nâ-pâkin adı Tâhir olur
Vehbî
Bâğ-bân bir gül için bin hâre hıdmet-kâr olur
Lâ-edrî
Bâğ-ı dehrin değmedik biz bir yeşil yaprağına
Veysî
Bahr-ı emel sefînesine nâ-hudâ abes
Fıtnat
Baht olmayınca hüsn-i tabîat neyi müfîd
Râgıb Paşa
Bahti vârûn olanın sa‘yi de meşkûr olmaz
Fehîm-i Atîk
Bakalım âyîne-i devrân ne sûret gösterir
Bâkî
Bakılmaz hâtır-ı ahbâba hîç dil-ber husûsunda
Râgıb Paşa
Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş
Bâkî
Bakmaz esîr-i neş’e meyin dürd ü sâfına
Râşid
Bal tutan parmağın yalar derler
Gazâlî
Balık baştan kokar derler fesâdın başı ma‘lûmdur
Lâ-edrî
Bana bu tîr yine kendi terkeşimdendir
Nâbî
Bana mîrâs-ı pederdir bu züğürtlük bu züğürtlük
Şefîk
Bana yâr olsa yârim âlem ağyâr olsa havf etmem
İzzet Mollâ
Bâr olma sakın kimseye mümkin ise yâr ol
Lâ-edrî
Başa çıkmaz cihân ile gavgâ
İzzet Mollâ
Başını tavlaya bend eyleme mânende-i har
İzzet Mollâ
Behişt oldur mezâkın anda âdem eyleye icrâ
Râgıb Paşa
Ben ârifem hemîşe sözüm ârifânedir
Lâ-edrî
Ben âşıkam hemîşe sözüm âşıkânedir
Fuzûlî
Ben her gece bîdâr-ı elem baht gunûde
Nedîm
Ben perîşânlıkta buldum rağbeti kâkül gibi
Lâ-edrî
Bende ol Hazret-i Mevlâ’ya ki âzâd olasın
İzzet Mollâ
Beni aşk içre Ferhâd eyleyen Şîrîn-zebânındır
Sultân Murâd-ı Sâlis
Beni yahşi mi anlarsın yamanım
Lâ-edrî
Benim işim hele lutf-ı Hudâ’ya kalmıştır
Lâ-edrî
Benim sensin efendim söyle sultânım senin kimdir
Şâkir
Benim, ol başını ortaya koyup yâr diyen
Dîvânî
Berây-ı kârdır da‘vâ-yı ihlâs ettiği halkın
Râşid
Besdir bize müşâhede-i rûy-ı dil-rübâ
Şeyh-zâde Es‘ad
Besdir bu cihâna bir cihân-dâr
Şeyh Gâlib
Beyim ammâ ki sen de pek paşamsın
Vâsıf-ı Enderûnî
Bî-çâre katır müfte satıldı semeriyle
Lâ-edrî
Bîgâne-i merâm kalır âşinâ-yı hırs
Râşid
Bil kadrini vakt-i hoş-güzârın
Lâ-edrî
Bilelim kadrini cennet gibidir İstanbul
Vehbî
Bilemem eyleyecek girye midir hande midir
Nâbî
Bilinir kadr-i abâ mevsim-i bârân olsun
Fâzıl Bey
Bilinir zîver-i efser olacak cevher-i sâf
İzzet Mollâ
Bilinmezmiş safâ-yı vasl-ı yâr ile geçen demler
Fâizî
Bilirler şâirin bir mısra‘-ı ber-cesteden kadrin
Lâ-edrî
Bilmezlik ile ettiğimiz hep hevâ imiş
Lâ-edrî
Bîmâr hâlini yine bîmâr olan bilir
Bâkî
Bîmâr olmaktır iyi bîmâra tîmâr etmeden
Lâ-edrî
Bin ma‘rifet zemânede bir âferînedir
Nâbî
Bir an kaldı mülket-i hüsnün zevâline
İzzet Mollâ
Bir bâde var cihânda anın da humârı var
Lâ-edrî
Bir binâ tâ ki harâb olmaya ma‘mûr olmaz
Fehîm-i Atîk
Bir bunda beni bir dahi mahşerde görürsün
Âşık Ömer
Bir çiçek ile beyim yaz gelmez!
Lâ-edrî
Bir dil-beri görmek ne fenâdır pederiyle
Sâbit
Bir efendi bulmadım devletlü sultânım gibi
Nedîm
Bir gazâ ettin ki hoşnûd eyledin peygamberi
Nef‘î
Bir gonce vardı koklanacak hârı olmasa
İzzet Mollâ
Bir gül açılmadı kendi emelim bâğında
Lâ-edrî
Bir gün aranır elde hemân bir hüner olsun
İzzet Mollâ
Bir gün bulur elbet arayan derdine dermân
İzzet Mollâ
Bir gün olur ki nahl-i ümîdim semer verir
Dürrî
Bir güzel çehrede ân olsa ben anı severim
Nef‘î
Bir kadeh mey kişinin cümle hicâbın götürür
İshâk
Bir neşve kim talebdedir olmaz husûlde
Râgıb Paşa
Bir pâre açıl ey gül-i ra‘nâ niçe bir bû
Lâ-edrî
Bir silke gir ki düşmeyesin intizâmdan
Zihnî
Bir şem‘ kande belirse cem‘ olur pervâneler
Lâ-edrî
Bir şem‘ ki Allâh yaka bir dahi sönmez
Lâ-edrî
Bir vakit biz dahi hem-meclis-i cânâne idik
Nâbî
Bir zerreyim ki lutf umarım âfitâbdan
Lâ-edrî
Bî-renc gelen devletin hîç kadri bilinmez
Lâ-edrî
Biri birisine muhtâcdır a‘lâ ile ednâ
Nâbî
Biri gidip bini gelir oldu belâların
Şeyhülislâm Yahyâ
Biz arz-ı müşkilât edelim sen cevâb ver
Riyâzî
Bize nasîhat eden yâdigârı gördün mü
Sırrî
Bî-zebân söyleşelim var ise bir hâl ehli
Belîğî
Bizi eşek yerine koydu Semerci-zâde
Lâ-edrî
Bizim cem‘iyyetin encâmı perîşânlıktır
Âtıf
Bizim imâm yine bir fesâd kaynatmış
Sâbit
Bizimle dost olamazsan adâvet eyleme bârî
Yahyâ
Böyle eyyâm-ı gamın böyle olur nev-rûzu
Hâletî
Böyle kalırsa tamâm oldu işi gerdûnun
Âlî
Böyle kalmaz koy gönül alsın savursun rûzigâr
Lâ-edrî
Bu bezmin bâde-nûşı mest olur ammâ harâb olmaz
Şeyhülislâm Bahâî
Bu bir özge reviştir âkıl ol dîvâne sansınlar
Şinâsî el-Mevlevî
Bu dünyâdır gehî mâtem gehî sûr
Bâkî
Bu hevânın ötesi yelli yelellâya çıkar
Sâbit
Bu kâr-hânede bilmem neyim benim nem var
Nâbî
Bu lu‘betinde taşlarla döğünme oynayıp satranc
İzzet Mollâ
Bu meclis meclis-i işrâkiyândır güft-gû olmaz
Lâ-edrî
Bu mecliste bizim de deste bir câm almamız vardır
Çelebî-zâde Âsım
Bu mesel meşhûrdur dağlar dayanmaz himmete
Lâ-edrî
Bu mesel meşhûrdur kim dest ber-bâlâ-yı dest
Belîğ
Bu mesel meşhûrdur varın veren âr etmemiş
Kânî
Bu meseldir herkesin gönlünde bir arslan yatur
Ulvî
Bu mudur şart-ı ahd-i yek-rengî
Lâ-edrî
Bu zahm-ı sîne tîr-i emel ber-güzârıdır
Lem‘î
Bugün şâdım ki yâr ağlar benim’çün
Şeyh Mustafâ
Buhârî’den gelir dinler hadîsi tâlib-i ma‘nâ
Lâ-edrî
Bulmaz yemezdir ekseri erbâb-ı iffetin
Âtıf
Bulunmaz bu çemende hârsız gül dâğsız lâle
Sâbir
Bulunmaz dünyede mahrem sakın fâş etme esrârı
Hazret-i Mevlânâ
Bûy-ı fenâ dimâğıma Attâr’dan gelir
Sultân Veled
Bülbül ağlar gül güler âlem temâşâdır gider
Lâ-edrî
Bülbül figâna başladı evvel bahârdır
Şemsî Paşa
Bütün halk-ı cihân câsûs-ı ayb-ı yek-dîgerdir hep
Râşid
Bütün Şîrâzlı Hâfız değildir
İzzet Mollâ
Câme-âlûdeliği ziynetidir bakkâlın
Sâbit
Câmi‘-i köhne-i bî-vakfa cemâat gelmez
Nâbî
Cân gitmeyicek vuslat-ı cânân ele girmez
Lâ-edrî
Cân ü dilden severim ben seni Allâh bilir
Lâ-edrî
Cân-ı alîle nâz-ı etıbbâ da bir maraz
Sâbit
Cayır cayır beni Otlukemîni-zâde yakar
Şeyh Sadrî
Cebr sarf i‘tizâlden yeğdir
İzzet Mollâ
Cedel-kârâna hâmûşî kadar rengîn cevâb olmaz
Râşid
Cefâ-yı âleme sabret safâ murâdın ise
Nâbî
Cennet altında ya üstünde demişler Şâm’ın
Lâ-edrî
Cennet dediğin bizlere mîrâs-ı pederdir
Lâ-edrî
Cihânda devlet eder aybın âdemin mestûr
Râşid
Cihânda görmedik ber-vefk-i dil bir kâm-yâb olmuş
Râgıb Paşa
Cihânda mûcib-i rif‘at efendi himmetidir
Lâ-edrî
Cihânda serv-i dâmen-çîdeliktir eyleyen âzâd
İzzet Mollâ
Cihânda şimdi geçer mûsîkî yerine sükût
Belîğ
Cihânın var mı cây-ı râhati mey-hâneden başka
İzzet Mollâ
Cümle esbâb-ı hüsn tâm vefâdan gayrı
Âtıf
Cümle mansıbda bizi eyledi masraf müflis
Yüsrî
Cümlenin maksûdu bir ammâ rivâyet muhtelif
Sultân Süleymân
Çâre yok böyle imiş hükm-i kazâ
Lâ-edrî
Çarh-ı gaddârın elinden dâd bir feryâd iki
Hayr
Çâr-sû-yı âlemin bir onmadık dellâlıyız
Tulûî
Çekemez biri birin hvâce hakîm
Şefîk
Çeker sonunda gam elbette neş’e-yâb-ı ferih
Râşid
Çekmez humâr-ı gussayı mest-i müdâm olan
Haşmet
Çerâğ etti beni ammâ velîkin yaktı yandırdı
Fethî
Çeşm-i a‘mâya göre leyl ü nehâr ikisi bir
Aynî
Çeşm-i insâf kadar kâmile mîzân olmaz
Tâlib-i Burûsevî
Çıkar ol cübbe vü destârı biraz hiffet bul
Bâkî
Çilesizdir o kaşı yay ile olmaz ülfet
Şeyh Abdî
Çok muzar var menâfii biledir
Tâliî
Çok müselmânı soğuklar eyledi âteş-perest
Lâ-edrî
Çoktan el çektik gülünden hâr-zâr-ı âlemin
Seyyid Vehbî
Çoktur burun ucunda nedâmet akıntısı
Sâbit
Çün kâdî dedin kaziyye ma‘lûm
Lâ-edrî
Da‘vi-i Mansûr ederdi her kişi dâr olmasa
Râgıb Paşa
Dahl eden dînimizi bari müselmân olsa
Lâ-edrî
Damlaya damlaya elbet göl olur
Lâ-edrî
Dâne ümmîdi ile dâma giriftâr olduk
Râşid
Defter-i dîvâna sığmaz söz çıkar dîvâneden
Lâ-edrî
Değil kürsîye vâiz arşa çıksan âdem olmazsın
Sâbit
Değil mi ayn-ı hatâ kıl nigâh hod-bînî
Şeyh-zâde Es‘ad
Dehr içinde hangi gün gördün ki akşam olmaya
Cinânî
Dehre bir piç çıka geldi babası nâ-ma‘lûm
Lâ-edrî
Deliden uslu haber nâle-i zencîr verir
Râgıb Paşa
Dem-i şubâttaki nev-bahâra aldanma
Sâmî
Demişler ibret alsın görmeyen şâhı otağından
Seyyid Vehbî
Derd ehli bilir hâlini ehl-i derdin
İzzet Mollâ
Derd-i derûna sabr ile etmekteyiz devâ
Seyyid Vehbî
Derd-i humâra ister isen çâre bâde iç
Lâ-edrî
Derd-i mahabbet ehl-i dilin yâr-ı gârıdır
Bâkî
Derdimiz ömrümüzden efzûndur
İzzet Mollâ
Derdini söylemeyen hastaya tımâr olmaz
Sâbit
Der-gâh-ı bî-niyâza takarrub baîddir
Sâbit
Devâ âdet olunca sûd-bahş olmaz mücerrebdir
Çelebî-zâde Âsım
Devlet istersen kanâat râhat istersen ölüm
Lâ-edrî
Dîbâçeden olur şerefi nüshanın ayân
Seyyid Vehbî
Dil harîm-i vuslata bir bâbdır ammâ harâb
Fehîm
Dil-bere verdiğimiz dil bedel-i vuslattır
Mücîb
Dil-beri sevmek dilersen akrabâsıyla görüş
Lâ-edrî
Dilersen öldür efendim dilersen et âzâd
Fedâyî
Dil-i vîrânımı yapsan da yıkılsam gitsem
Sâbit
Direng savışır bir dahi bâzâr ele girmez
Lâ-edrî
Dîvâne gönlüm eyleyecek bir yer isterim
Bâkî
Dîvân-ı hüsne çıktı verip arz-ı hâl hat
Sâbit
Dokunma arıya kovana gider
Vak‘a-nüvîs Es‘ad
Donakaldık yazı kış kış ederek geldi şitâ
Şefîk
Duht-ı rez Kâfiye’dir Câmî ile bezme bu şeb
Şefîk
Durur durur deve der hayretinde ehl-i sefer
Sâbit
Duyuldu âleme âhir fısıltı hammâmı
Sürûrî
Dün mektebe geldi bugün üstâd olayım der
Rûhi-i Bağdâdî
Dünyâ ana değmez ki cefâsın çeke âdem
Rûhi-i Bağdâdî
Dünyâ için olmaz dil-i dânâda keder
Râgıb Paşa
Dünyâda derdi gayret-i akrân çeken bilir
Fennî
Dürûğ-ı maslahat-âmîzdir şimdi sadâkatlar
Râşid
Düşen bilmez bu çâh-ı ser-nigûna
İzzet Mollâ
Düşmen-i âgâha tedbîr-i şebîhûn istemez
Sâmî
Düşmen-i nefs ile sulh olma sakın
İzzet Mollâ
Düşmenim de dûr-ı derd-i iftirâk-ı yâr ola
Şeyh-zâde Es‘ad
Düşmenindir görüştüğün ahbâb
Vehbî
Düştükçe safâ eyleyelim sizde ve bizde
Lâ-edrî
Eder ber-geşte sâmân âdemi lu‘b-ı kumâr âhir
Lâ-edrî
Eder insânı giriftâr-ı elem kayd-ı meâş
Râşid
Eder püf-kerde şem‘-i şu‘le-dârı rûzigâr âhir
Lâ-edrî
Eder savt-ı ceres râh-ı hatarda da‘vet-i reh-zen
Râşid
Efendiye olur râci‘ şikâyet ked-hudâsından
Çelebî-zâde Âsım
Eğer maksûd eserse mısra‘-ı ber-ceste kâfîdir
Râgıb Paşa
Ehl-i aşkın kadrini bilmez zemâne dil-beri
Şeyhülislâm Yahyâ
Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil
Nef‘î
Ehl-i dünyâ bekâda nâdim olur
Sâmî
Ehl-i edeble görüş sen de olursun edîb
Vehbî
Ehl-i feyzin eseri kalmasa da nâmı kalır
Râgıb Paşa
Ehl-i günâh lâyık-ı renc ü azâb olur
Mîr Ârif
Ehl-i hünerin kadrini bilmek de hünerdir
Lâ-edrî
Ehl-i kerem mürüvvet eder yer garîbine
Hâletî
El açma kısmetin elbet gelir ayağına
İzzet Mollâ
El eder dâd ü sited biz pür-telâş-ı bî-nisâb
Nesîb
El îd-i ekber eyledi ben mâtem eyledim
Belîğ
Elbette eden bulur belâsın
Nâbî
Elbette öldürende değil suç, ölendedir
Kabûlî
Elde isti‘dâd olunca kâr kendin gösterir
Çelebî-zâde Âsım
Elimizden ne gelir hayr-duâdan gayrı
Fuzûlî
Elinde kimsenin bir pulu yok nerrâddan gayrı
Seyyid Vehbî
Elinle ettiğin hayrı dilinle eyledin zâyi‘
Kefevî Hüseyin Efendi
Enderûn-ı sîneden çıksın çerâğım olsun âh
Rızâ
Ensesinden biliriz hattı gelen mahbûbu
Kınalı-zâde Alî Efendi
Er isen eyleme nâ-mahreme esrârını fâş
Şefîk
Erbâb-ı ayşın ekseri hâne-harâb olur
Hâtifî
Erdiğine erer ermediğine taş atar
Hüseynî
Erenler hâzıra kıldı duâyı
Lâ-edrî
Eşek altun külâh ile gezerse adıdır merkeb
Lâ-edrî
Etme mâ-lâ-yelzemi hîç iltizâm
İzzet Mollâ
Etmez dıraht-ı huşk-nümâdan semer zuhûr
Sâmî
Etmez kerîm olanlar bâb-ı recâyı mesdûd
Lâ-edrî
Evinin hâline bak devlete ta‘rîz eyle
İzzet Mollâ
Evvel kişiye cân gerek andan cihân gerek
Lâ-edrî
Ey âşık-ı mihnet-zede buldukça bunarsın
Şâmî
Ey bana Mecnûn diyen âkıl olaydı kâşkî
Lâ-edrî
Ey gül nazîrin olmaz idi hârın olmasa
Riyâzî
Ey Necâtî sever imiş yıkılan yıkılanı
Necâtî
Ey oğul ümmü habâsettir mey
Vehbî
Ey Rabb-ı çâre-sâz inâyet zamânıdır
Şeyhülislâm Mekkî
Ey sehî-serv-i kerem bâğ-ı cihân durdukça dur
Râzî
Ey şâm-ı hicr hîç seherin yok mudur senin
Çelebî-zâde Âsım
Ezhârı taksîm ettiler gül düştü hârın pâyına
Sâbit
Fâiden yok zararın çok ne bu halka kederin
Lâ-edrî
Fasl-ı sermânın yaparsan sohbet-i helvâsı var
Lâ-edrî
Felek hemân beni mi buldun imtihân edecek
Lâ-edrî
Felekler nerdübânın olsa çıkma evc-i ikbâle
İzzet Mollâ
Felekten gâfil olma hasm-ı erbâb-ı hünerdir ha
İzzet Mollâ
Felekten taşra bir yer varsa vardır anda âsâyiş
İzzet Mollâ
Fenerin yaktı gece İstanbul
Zekî
Fermân-ı şâha cân iledir inkıyâdımız
Lâ-edrî
Feryâd-ı andelîbe sebeb nev-bahârdır
Şeyhülislâm Bahâî
Feyz-i Mevlâ’ya göre nâkıs u kâmil birdir
İzzet Alî Paşa
Fırsatı fevt eyleme el vermiş iken rûzigâr
Lâ-edrî
Fikr etse hâl-i âlemi âdem garîbser
Şeyh Gâlib
Fikr-i âşık olur muhâl-endîş
Sâbit
Fikr-i encâm ser-âgâz-ı umûr etmelidir
Râşid
Fülk-i devlette dahi mümkin ise olma reîs
Vehbî
Fülk-i murâd hep pupa gitmez biraz mola
Belîğ
Galat evlâdır olunca meşhûr
Lâ-edrî
Gam çekme sakın rızk için er-rızku alallâh
Nazmî
Gam zamânında görünmez hîç yârân-ı safâ
Edîbî
Gamdan ölmem korkarım gayret helâk eyler beni
Hvâce Neş’et
Garaz bir bâliş-i râhat bulunmaktır ser altında
Hasan Çelebi
Garaz bir neş’e tahsîl eylemektir bezm-i âlemde
Şeyhülislâm Yahyâ
Garazın cevr ü cefâ ise yeter sultânım
Küfri-i Bahâî
Geçmiş zamân olur ki hayâli cihân değer
Lâ-edrî
Geçti bahârımız bu sene nâfile dirîğ
Fennî
Gedâlar pâdişeh-meşreb gerek şehler gedâ-meşreb
Husrev
Geldi zamân-ı lutf u kerem kıl inâyetin
Bâkî
Gelmek irâdet gitmek icâzet
Lâ-edrî
Gelmez hayâl-i vuslat ile hvâb bir yere
Fasîh Dede
Gerek ağlat gerek güldür efendimsin efendimsin
Münîf
Geri kalanlara bir şey bırakmamış eslâf
Vehbî
Gevher âgûş-ı sadeften dûr olur kıymetlenir
Hâmi-i Âmidî
Giremez kimse efendiyle kulun arasına
Lâ-edrî
Gitti âteş gibi ol meh dona kaldı hamâm
Lâ-edrî
Gitti tûbâ bir yana serv-i dil-ârâ bir yana
Lâ-edrî
Gizli düşmen gibidir bil ki müdâhin ahbâb
Vehbî
Göbeğin kendi keser tıfl-ı yetîm
Fâzıl Bey
Gönül Allâh evidir ana münâfık giremez
Lâ-edrî
Gönül esbâba etmez ilticâ Allâh’tan bulsun
Münîf
Gönüldendir şikâyet kimseden feryâdımız yoktur
Nev‘î
Gönüldür haste-hâtırlar şikeste bir zamandır bu
Lâ-edrî
Gördün zemâne uymadı sen uy zemâneye
İzzî
Gören cemâlini müştâk u görmeyen müştâk
Hâletî
Görmedim baştan ayağa fitne sultânım gibi
Nevres
Görmedim bir rakîbsiz dil-ber
Çelebî-zâde Âsım
Görsem tahammül eyleyemem bârî görmesem
Vâsıf-ı Enderûnî
Güft-gû hakkımıza meclis-i ahbâbdadır
Haşmet
Gül kime nâz ederdi eğer bülbül olmasa
Lâ-edrî
Gül-i tasvîr-i bahâr olsa da handân olmaz
Râşid
Gül-i ter sonra gelir gül-şene evvel has u hâr
Lâ-edrî
Gülsitândan murâd bir güldür
İzzet Mollâ
Gülü ta‘rîfe ne hâcet, ne çiçektir biliriz
Lâ-edrî
Gün doğmadan meşîme-i şebden neler doğar
Tatar Zahmî
Gün yüzün görmeyeli gündüzümüz şâm oldu
İshâk
Hâin evden olunca müşkildir
Sâbit
Hâk ol ki Hudâ mertebeni eyleye âlî
Rûhi-i Bağdâdî
Hak teâlâ gördüğünden kimseyi dûr etmesin
Lâ-edrî
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı
Şeyh Mısrî
Hakk’a hak bâtıla bâtıl görünür ârifler
İzzet Mollâ
Hâl-i Mecnûn’u ko lâ yüs’elü ammâ yef‘al
Lâ-edrî
Hâl-i mecrûhu ne bilsin düşmeyenler dâmdan
Sâbit
Hâlime dost değil düşmen-i gaddâr ağlar
Seyyid Vehbî
Hâlini bilmez sığârın hîç kibâr
Şefîk
Halk esîr-i şöhret oldu eylemez im‘ân-ı zât
Râşid
Halka gönül bağlayan sonra peşîmân olur
Sultân Veled
Halkı hicvetme sakın kendini hicv eylersin
İzzet Mollâ
Halkı râhatsız eden kimsede râhat mı kalır
Nâbî
Halkın safâ-yı vakti geçen demlerindedir
Kâmi-yi Edirnevî
Hamyâzesin o kaşı kemânın çeken bilir
Lâ-edrî
Hâne ta‘mîri ile kendimi vîrân ettim
Seyyid Vehbî
Hânenin lâzım olan sâhibidir
Lâ-edrî
Hangi birin söyleyim bin türlü derdim var benim
Sâatî
Harâb oldu gönül yâ Rab evindir anı ta‘mîr et
İzzet Mollâ
Harâb oldu o âbâd gördüğün gönlüm
Hayâlî
Hased bir ma‘nevî ta‘rîzdir eltâf-ı Mevlâ’ya
İzzet Mollâ
Hasmı iskât ederim ben de er oğlu er isem
Lâ-edrî
Hâtır-ı dost için zahmet-i düşmen çekerim
Râgıb Paşa
Hayli müşkildir kişi terk eylemek mu‘tâdını
Lâ-edrî
Hayret-ender-hayrete Neş’et Süleymân koymuş ad
Neş’et
Hazân erişti bahârın yerinde yeller eser
Hasan Çelebi
Hazer et sûret-i haktan görünen bâtıldan
Lâ-edrî
Hazm etmedik safâmızı, bulduk belâmızı
Lâ-edrî
Hazz eylemez erbâb-ı kesel seyr ü seferden
Râşid
Hedefden tîrin istirdâdı temrensizliğindendir
Lâ-edrî
Helvâsı koktu haste-i renc-i mahabbetin
Sâbit
Hemân ayn-ı Muhammed’le Alî’dir Şems ü Mevlânâ
Râmiz Bey
Hemân kazâya rızâdır bu bâbda çâre
Nef‘î
Hem-cinsidir biri birinin kıymetin bilen
İzzet Bey
Hem-dem bulunur yâr-ı vefâ-dâr ele girmez
Lâ-edrî
Hep çekticeğim kendi cezâ-yı amelimdir
Lâ-edrî
Hep çektiğim cihânda tabîat belâsıdır
Fâzıl
Her Alî Haydar değil her seyfe denmez zülfikâr
İzzet Mollâ
Her derde bir devâ var anı bulmadır hüner
Şeyh-zâde Es‘ad
Her kande olsa kanlıyı elbette kan tutar
Fuzûlî
Her kişi çektiğin bilir şâhım
Sinnî
Her metâın bir revâcı var bu bender-gâhda
Râgıb Paşa
Her nesnenin çekirdeği çıktı zemânede
Muhîtî
Her neş’enin elbette humârın çeker insân
Ârif
Her renge boyan da renk verme
Şeyh Gâlib
Her vakte bir bahâne bulur bî-namâz olan
Lâ-edrî
Her zamân bir türlü hicrân gösterir devrân bana
Lâ-edrî
Her zamân dest-i dile dâmen-i fırsat girmez
Lâ-edrî
Herkesin alış verîşi başkadır
Recâî-zâde Şefîk
Herkesin bir derdi vardır âsiyâbînin de âb
Lâ-edrî
Herkesin hâlini Allâh bilir
Lâ-edrî
Herkesin rif‘ati bir yüzden olur sûret-yâb
Nâbî
Herkesin uygun olur zâtına elbette sıfât
Belîğ
Hesâb-ı ömr elbet cân-güdâz-ı ehl-i dünyâdır
Râşid
Hevâ-yı nefsine uyma bizim imâm gibi
Sâbit
Hevâ-yı saltanat düşmez gedâya
Lâ-edrî
Hırsız âhir kâle-i cismin asar dükkânına
İzzet Mollâ
Hîç bu dünyâda aceb biz de huzûr ettik mi
Seyyid Vehbî
Hîç yoktan hele darlık yeğdir
Lâ-edrî
Hikmet-i Hâlık’ı bilmez mahlûk
Vehbî
Hilâf-ı cins ile ülfet belâ değil de nedir
Râşid
Hilâf-ı meşrebimdir derd-i ser vermek ahibbâya
Lâ-edrî
Hîle ile iş gören mihnet ile cân verir
Neylî
Himmet-i merdân ile âsân olur her müşkil iş
Bâkî
Himye lâzımdır ne rütbe olsa da rüşvet lezîz
Seyyid Vehbî
Hudâ eksikliğin göstermesin ol mâh-ı tâbânın
Sâî
Hudâ Kâdir’dir eyler seng-i hârâdan güher peydâ
Atîk-ı Hüdâyî
Husûl-i kâma tevakkuf gerek zamânına dek
Lâ-edrî
Hüner oldur sana zehr olana sen tiryâk ol
Sâbit
Hüsni gazâ eylemeğe hatt-ı hümâyûn geldi
Seyyid Vehbî
Hüsn-i hatm oldu beyim mushaf-ı ruhsârında
Râgıb
Hüsn-i hulk âdeme ser-mâye-i âsâyiş olur
Lâ-edrî
Hüsn-i tedbîr ile mey bir dahi engûr olmaz
Fehîm-i Atîk
Hüsnün ne kadarsa o kadar nâz eyle
Lâ-edrî
Hvân-ı atiyyeden bana mâ-fiş nevâl-i îd
Sâbit
Hvân-ı visâle kalmadı evvelki iştihâ
Lâ-edrî
İcrâ-yı sünnet etmeyerek terk olundu farz
Belîğ
İhtiyâr elde değil neyleyeyim sultânım
Lâ-edrî
İhtiyât et dostunu düşmen bilip
İzzet Mollâ
İkrârımıza ser veririz ahde kavîyiz
Şeyh Gâlib
İlm ü irfân sâhibin eyler azîz
Vehbî
İlm-i ihfâ ketm-i esrâr etmedir
İzzet Mollâ
İltifât âyînedir sûret-i isti‘dâda
Nâbî
İmâm Kuds’e gidelden şaşırdı kıblesini
Şefîk
İnanırsan kitâbdır her berg
İzzet Mollâ
İnsâfı bırakmamaktır insâf
İzzet Mollâ
İnsân odur ki âyîne-veş kalbi sâf ola
Bâkî
İntikâm alma da kâm almaktır
Vehbî
İntizâr üzre olur sâim olan akşâma
Belîğ-i Burûsevî
İstemez doğru giden menzil-i maksûda delîl
İzzet Mollâ
İstikâmettir menâr-ı câmii hak-gû eden
İzzet Mollâ
İşârâtı bedeldir güft-ü-gûya merdüm-i lâlin
Sâmî
İşte meydân işte er merdim diyen gelsin beru
Celîlî
İşte meydân-ı suhan gitmeyelim Şîrâz’a
Lâ-edrî
İtin ayağını taştan mı esirger âdem
Sürûrî
İzzet-i mihmân için tezyîn eder beytin kerîm
Lâ-edrî
İzzetin kadrini idrâke sebeb zillettir
Nâbî
Ka‘r-ı çâhı meh-i Ken‘ân rasad-ı câh bilir
Nevres
Kâbil-i şâkird olan üstâd olur
Lâ-edrî
Kâbil-i şâkird olan üstâd olur üstâddan
Lâ-edrî
Kâbiliyyettir husûl-ı matlabın ser-mâyesi
Çelebî-zâde Âsım
Kaçmadan el mi değer kovmaya
Fâzıl Bey
Kâfirin hem zindesi hem mürdesi murdâr olur
Sâbit
Kâlâ-yı hüner şimdi harîdârını buldu
Lâ-edrî
Kâle hırsızlık ola vay başına dellâlin
Sâbit
Kalınsa aç Ramazânda oruç yenir bî-şek
Şefîk
Kalmadı görmediğim âlemde
Vehbî
Kalmadı kimse bana yâr Hudâ’dan gayrı
Fuzûlî
Kalmaz sabâya ettiği bu rûzigârdır
Ahmed Paşa
Kâmil hatâ eder ki anı câhil eylemez
Şeyh Gâlib
Kanâat eylemektir çâre aza
Lâ-edrî
Kanâat kenz-i lâ-yefnâ ile tefsîr olunmuştur
Râşid
Kande varsa âşık-ı bî-çâre cânânın arar
Nahîfî
Kânını terk etmese bulmaz cevâhir kıymetin
İzzet Mollâ
Kâr-ı evvelde kişi âkıbet-endîş gerek
Lâ-edrî
Kâr-ı takdîre nedir çâre rızâdan gayrı
Râşid
Karînin Hâtem-i Tayy olsa arz-ı ihtiyâc etme
Lâ-edrî
Karz mikrâz-ı mahabbet idügin kat‘î bil
Vehbî
Kâşâne-i vücûdda bir emcümen cihân
Bahrî
Kays âkıl idi dîvâneye Mecnûn dediler
Râşid
Kazâya kimseler râzî değildir râzıyız derler
İzzet Mollâ
Kec-tîr rahne-âver-i şast-ı kemân olur
Râşid
Kelâmından olur ma‘lûm kişinin kendi mikdârı
Hazret-i Mevlânâ
Kelle sağ olsun cihânda bir külâh eksik değil
Lâ-edrî
Kem söz ile kalp akçe yine sâhibinindir
Lâ-edrî
Kemâl-i cehl ile da‘vâ-yı irfân eylemek olmaz
Fuzûlî
Kem-mâyeden eyler ne kim eylerse zuhûr
Râgıb Paşa
Kenâr-ı cûy-ı firâvânda hafr-ı çâh abes
Sâmî
Kenârın dil-beri nâzik de olsa nâzenîn olmaz
Nâbî
Kendi aybın bilmedir ancak hüner
İzzet Mollâ
Kerem güvâh-ı nesebdir kibâr-zâdeliğe
Seyyid Vehbî
Kerem-kâr olmadıksa çok kerîm-i kâm-rân gördük
Seyyid Vehbî
Keremsizden kerem ummak hatâdır
Lâ-edrî
Kesb-i maârif eyleye gör kâr vaktidir
Vâsık
Keştîye bâr-ı girânı bâis-i temkîn olur
Râgıb Paşa
Kırıldı kendi Gevrek-zâde gülmekten hoş-âb yerken
Lutfî
Kıssadan hisse alır âkıllar
Lâ-edrî
Kim bakar rûy-ı Züleyhâ’ya dururken Yûsuf
Vehbî
Kim halâs olmuş cihânda olmadan cândan halâs
İzzet Mollâ
Kim i‘timâd eder müflisin tekeffülüne
Seyyid Vehbî
Kim ki hıdmet-kâr alır ma‘nîde hıdmet-kâr olur
İzzet Mollâ
Kimi der ki öldür öldür kimi der ki kıyma kıyma
Lâ-edrî
Kimi söyletsen olur bülbül-i gül-zâr-ı hulûs
Haşmet
Kimse aç kalmaz cihânda bilse ni‘met kadrini
İzzet Mollâ
Kimse hâil olamaz iki gönül bir olıcak
Kabûlî
Kimse ibâdet etmez idi cennet olmasa
Nâbî
Kimse kâm almış değil yâ kâm-ı âlem kimdedir
İzzet Mollâ
Kimseden havf eylemez Allâh’tan havf eyleyen
İzzet Mollâ
Kimsenin yok medhali ben kendim ettim kendime
Lâ-edrî
Kîmyâ destindeki sîm ü zeri hıfz etmedir
İzzet Mollâ
Kîmyâ fazl ü hünerdir var ise dünyâda
Vehbî
Kişi hem-cinsten âzürde olmak âdet olmuştur
Râşid
Kişi noksânını bilmek kadar irfân olmaz
Tâlib-i Burûsevî
Kişi yaktığı çerâğ üstüne pervâne gerek
Veysî
Kizbi izhârda çok medhali vardır kasemin
Râşid
Ko ne derlerse desinler tuta gör yâr eteğin
Lâ-edrî
Kul günâh eylemese afva mukârin olamaz
Haşmet
Kul olam kime senin gibi efendim var iken
Basîrî
Kul olma der-gehinde Mısr’a sultân olmadan yeğdir
Sânî
Kuldan hatâ efendiden elbet atâ gerek
Mîr Ârif
Kuş gibi âdemi pâ-beste eder dâm-ı tama‘
Râşid
Kutb anladığım merkez-i gaflette imiş vâh
Lâ-edrî
Kutb-ı âlemsin efendim lutf edip himmet buyur
Lâ-edrî
Kuvvet-i tâlie bak istemez isti‘dâdı
İzzet Alî Paşa
Küçüksu şimdi letâfette bir içim sudur
Lâ-edrî
Kürkü içten giyer eyyâm-ı şitâda ahbâb
Hazîne-dâr İzzet
Küstüm sana ben nâfile yalvarma barışmam
Vâsıf-ı Enderûnî
Küşâd-ı gonce-i dil kaldı bir bahâra dahi
Zamîrî
Küttâba kalem şâire güftâr verilmiş
Râkım
La‘net şarâba, sâkîye, pîr-i muğâna da
Sâbit
Lâlin hemîşe rağbeti merd-i hamûşadır
Râşid
Lenger-endâz-ı ikâmet minderinden bellidir
Lâ-edrî
Lutf-ı suhan nezâket-i tab‘a nümûnedir
Sâmî
Ma‘bed-i Leylî’de zincîr-i cünûn tesbîhtir
Vecdî
Mâ-beyn mahsûlü derler böyle vakte tâkye kap
Lâ-edrî
Mâ-cerâmız bizim ey dil dahi çok su götürür
Lâ-edrî
Mâ-cerâyı ana ben şimdi demem sonra duyar
Lâ-edrî
Mahabbet bir belâ şeydir giriftâr olmayan bilmez
Hilmî
Mahabbet öyle bir sırdır ki bin setr et nihân olmaz
İzzet Mollâ
Mâh-ı tâbânsın Hudâ eksikliğin göstermesin
Cemâlî
Mâil-i âl-i Resûl’üm severim sâdâtı
Lâ-edrî
Makâm-ı râsta vermez halel kec-bîni-i ney-zen
Nâbî
Maksûd hâk-i pâye hemân bir vesîledir
Lâ-edrî
Maksûd hâk-i pâyine bir intisâbdır
İsmetî
Maksûdunu sa‘y eyle tarîkinde bulunca
Emînâ
Mâlını ihrâk bi’n-nâr etmedir keyf-i duhân
İzzet Mollâ
Mânend-i âsiyâ dönerim kısmet ardına
Lâ-edrî
Mansıb elin kazâsı benim gayreti senin
Lâ-edrî
Maraz-ı aşka ilâc eyleyemez Eflâtûn
Lâ-edrî
Mâr-ı sermâ-dîdeye Tanrı güneş göstermesin
Şehrî
Maslahat olmasına bir âhûcük lâzım imiş
Şefîk
Matlûba nâil olmak istersen eyle ilhâh
Aynî
Meâl-i mihr ü mahabbet visâl-i yâre çıkar
Mîr Ârif
Meclis-i âleme dil-germ gelen serd gider
Lâ-edrî
Meclisinde söyletirsen söz de var söyler de var
Lâ-edrî
Mecnûn-ı melâmet-zede en a‘kalımızdır
Rûhi-yi Bağdâdî
Mecnûnluğum fart-ı zekânın eseridir
Zîver
Meded Allâh meded et bana imdâd meded
İzzet Bey
Mekr-i düşmenden sakın olma emîn
Lâ-edrî
Melhûzu kimin oldu zuhûrâta muvâfık
Haşmet
Merd isen sen de karış gavgâya
Lâ-edrî
Merd olan girmez Bedî‘ ü Kâsım’ın gavgâsına
İzzet Mollâ
Merd-i meydân-ı hüner ma‘lûm olur rûz-ı mesâf
Râgıb Paşa
Merdûd ise de şeytân Allâh kapısındandır
İzzet Mollâ
Meseldir dînsizin elbet gelir hakkından îmânsız
Lâ-edrî
Mesleki rind olana kûşe-i mey-hâne gerek
İshâk
Mestim ammâ şarâb-ı aşk ile mest
Çelebî-zâde Âsım
Meşhûr meseldir âşıkı çok nâz usandırır
Fennî
Meşrebimdir gelene git diyemem gidene gel
Lâ-edrî
Metâ‘-ı himmete endâze olmaz
Gazâlî
Metâ‘-ı ma‘rifet geldi revâcın bulduğu demler
Bâkî
Metâ‘-ı râzımı dellâle verdim ben lisânımla
Lâ-edrî
Mevcûda ne hâcet istihâre
Şeyh Gâlib
Mevkûftur müsâade-i rûzigâra kâr
Lâ-edrî
Mey içip mahbûb sevmekten ibârettir cihân
İzzet Mollâ
Mey içmek mûris-i gamdır safâ-yı hâtır olmazsa
Belîğ-i Burûsevî
Meydân-ı fazlı kapladı sâhib-imâmeler
Râşid
Mey-hâne bir kapanmayacak âsitânedir
Hâkim Vak‘a-nüvîs
Mihmân-ı Hudâ’dır gurebâ hvân-ı cihâna
İzzet Mollâ
Mîve-i bâğ-ı emel gâh olur gâh olmaz
Hâletî
Mîvesi tâze nihâlin olmaz
Lâ-edrî
Miyân-ı râst-gûyân-ı mahabbette yemîn olmaz
Tâlib-i Burûsevî
Mîzâna ur görüştüğün ahbâbı dâimâ
Nevres
Muhibb-i sâdıkı yeğdir kişinin akrabâsından
Lâ-edrî
Muhkem oldu şâirin beyti gibi kâşânemiz
Şefîk
Mukadderât-ı İlâhî gelir zuhûr eyler
Lâ-edrî
Mü’minlerin ya illeti olur ya kılleti
Seyyid Vehbî
Mübtelâsı çok olur dil-ber-i şehr-âşûbun
Lâ-edrî
Müdârâdır medâr-ı gerdiş-i çarh
İzzet Mollâ
Müddet-i devr-i felek bir demdir âdem bir nefes
Bâkî
Müflis olandan akça taleb eylemek abes
Aynî
Mükâfât iktizâsınca cezâ cins-i ameldendir
Râgıb Paşa
Mülk-i cezâda gâlib olur za‘f kuvvete
Nesîb
Müselmânsın nedir ağzında bu küfre yakın elfâz
Sâbit
Müşterî yok nice bir bekleyelim bâzârı
Fuzûlî
N’ola murâdına ermezse merdüm-i hod-râ
Vak‘a-nüvîs Es‘ad
Nâ-dân komaz ki merdüm-i dânâ huzûr ede
Bâkî
Nahl-ı emelde bâr-ı merâm olmadan çürür
Haşmet
Nâ-hudâ Nûh olursa binilir keştîye
İzzet Mollâ
Nâ-hudâdır kurtaran gird-âbdan keştîsini
Râşid
Nâil-i sûd olamaz fikr-i ziyân etse kişi
Lâ-edrî
Nâil-i sûd olamaz olmasa sâil küstâh
Râşid
Nakd-i ömrüm masraf-ı eyyâm-ı hicrân oldu hep
Âtıf
Nakş ü nigâr hâneyi ma‘mûr gösterir
Mîr Ârif
Nâ-merde değil merde Hudâ etmeye muhtâc
Lâ-edrî
Nâ-mübârek kademi Nîl ü Fırât’ı kurutur
Âgâh
Nasîhat ana kâr etmez hemân Allâh’tan bulsun
Fennî
Ne arar var ne sorar hâl-i dil-i nâlânı
Lâ-edrî
Ne arasan bulunur derde devâdan gayrı
Râgıb Paşa
Ne çekersem çekerim sahte vakârı çekemem
Lâ-edrî
Ne ederse kişiye gayret-i akrân eyler
Lâ-edrî
Ne kadar bilmez ise halk hüner-mendi tanır
Gâlib
Ne kârı başa çıkardım ne belli bî-kârım
Sultân Dîvânî
Ne kendi eyledi râhat ne halka verdi huzûr
Lâ-edrî
Ne koz kırdık gidip Fındıklı’ya ol beste-lebsiz biz
Şâkir
Ne rütbe mün‘im olsa âdem eyler armağândan haz
Râşid
Ne sen kimseden incin ne senden kimse incinsin
Lâ-edrî
Ne yer içerdin aceb olmasa kebâb ü şarâb
Tâlib-i Burûsevî
Ne zahm-horde-i mâr ol ne ara tiryâkı
Sâbit
Ne’yleyim yaptığını ba‘de harâbi’l-Basra
Lâ-edrî
Nefs ü hevâ dedikleri kollukla beklenir
Lâ-edrî
Nevâl-i ârzû meydâna geldi iştihâ gitti
Lâ-edrî
Neyden biliriz sûz-ı mahabbet neye derler
Râgıb Paşa
Nîk ü bed çâre nedir böyle zuhûr eylemişiz
Râmî Paşa
Nîm sun peymâneyi sâkî tamâm ettin beni
Nedîm
Niyetim çok hele çıksın ramazân
Şâmî
Noksâna nazar eyleyen ahbâb değildir
Haşmet
Nûr-ı aynım seni gözden geçirir ehl-i nazar
Fâzıl Bey
Nûr-ı tevbe ile olur zulmet-i isyân rûşen
Lâ-edrî
Odaya gel behey âfet sana derdim dökeyim
Lâ-edrî
Okutur gidene rahmet gelen elbet derler
Şefîk
Ol Yûsufuz ki ismetimizdir günâhımız
Âtıf
Olamaz bir hânede mihmân mihmân üstüne
Râsıh
Olan şeb zinde-dâr eyler sabâh-ı haşrde ârâm
Çelebî-zâde Âsım
Olayım kayddan âzâde diyen kayda düşer
Râgıb Paşa
Olma bir nokta için ehl-i şikem cîm gibi
Lâ-edrî
Olma zen gibi mukîm-i hâne
Lâ-edrî
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi
Sultân Süleymân
Olmayınca hasta kadrin bilmez âdem sıhhatin
Fıtnat Hanım
Olmaz bir âsmân iki hurşîde cilve-gâh
Ünsî
Olmaz cihânda kimse azîz olmadan zelîl
Nâbî
Olmaz eltâf-ı İlâhiyyeye isyân mâni‘
Râşid
Olmaz şarâb-ı sâgar-ı şâdî humârsız
Lâ-edrî
Olur bir gün müsâid rûzigâr ammâ zamân ister
Rüşdî
Olur idbârı ba‘zın ba‘zının ikbâline bâis
Lâ-edrî
Olur ikbâli ba‘zın ba‘zının idbârına bâis
Belîğ
Olur zinâ yokuşunda çocuk mahalle piçi
Sürûrî
Öküz damı gibi yaktı Tosun Paşa donanmayı
Lâ-edrî
Ölümden gayriye hep çâre vardır
Lâ-edrî
Ölümü görmeyicek sıtmaya kâil olmaz
Sürûrî
Ömrüm içre kimseye bâr olmadım olmam yine
Pertev Vak‘a-nüvîs
Ömrüm tükendi firkat-i cânân tükenmedi
Sâkıb
Öyle Mecnûn olacak hüsnüne Leylâ yoktur
Râşid
Pâdişâhlar mülkünü elbette vîrân istemez
Lâ-edrî
Pâdişâhsın ettiğin kânûn olur
Bâkî
Pâdişeh kande ise bendeleri anda olur
Lâ-edrî
Pâkî-i dâmenin bâisi kûtehliğidir
Râgıb Paşa
Peder hakkın sayar âlemde bir evlâd mı kaldı
Kânî
Pek incelendi rişte-i ülfet zemânede
İzzet Mollâ
Per yakar pervâneyi toprakla sîmîn şem‘-dan
İzzet Mollâ
Perîşân olduğum halkı perîşân ettiğimdendir
Fuzûlî
Perîşân-hâtırın hâlin perîşân olmayan bilmez
Sehâbî
Perîşânlık nizâm-ı hâl kaydından zuhûr eyler
Çelebî-zâde Âsım
Pîrâne-hevâ asâsız olmaz
Lâ-edrî
Pîr-i muğânda ister idim himmet istesem
Tıflî
Pîrlikte âteş-i fakrın olur te’sîri saht
Çelebî-zâde Âsım
Râz-ı pinhânını ihvânına da eyleme fâş
Vehbî
Reh-zeni hâr olanın dâmeni ber-çîde gerek
Nedîm
Rızk tahsîline elbette hayâ mâni‘dir
Râşid
Ricânın da ucunda rüşvet ister olmağa nâfiz
Lâ-edrî
Rind-i mahmûrun olur çâresi encâmda câm
Çelebî-zâde Âsım
Rûşen görünür her kişiye kendi mahalli
Lâ-edrî
Rûz-ı rûşen rûy-ı yâri gördüğün gündür senin
Vak‘a-nüvîs Es‘ad
Rûzigârın önüne düşmeyen âdem yorulur
Lâ-edrî
Sa‘y-i temâmla kişi âlemde kâm alır
Lâ-edrî
Sabrı güç çâresi güç derde giriftâr oldum
Hvâce Neş’et
Sadâkat arz ederken merd-i ebleh töhmetin söyler
Lâ-edrî
Safâ geçerken ânı kâr sanmak oldu cünûn
Şeyh-zâde Es‘ad
Safâ-yı hâtır ancak bâdede sâgarda kalmıştır
Râmî Paşa
Safâ-yı hâtırı yâ Rab bana kefâf eyle
Şeyh-zâde Es‘ad
Safâ-yı neş’etini isteyen ehl-i dili bulsun
Vak‘a-nüvîs Es‘ad
Sâfî şarâb kendini sâgarda gösterir
Gavsî Dede
Sağ gözü eylemeye sol göze Allâh muhtaç
Vehbî
Sahbâ halâl-zâdedir ammâ harâmdır
İzzet Mollâ
Sâile akçe yerine verilir şimdi selâm
Recâî-zâde Müşfik
Sakal başı dağıtır gîsuvân-ı dil-bere tûğ
Sâbit
Sakın keyfiyyetin ser-mest-i devlet dinlemez açma
Lâ-edrî
Sakın zındîk ile ehl-i taassubdan karîb olma
Şeyh-zâde Es‘ad
Sâl-i nev geldi gamı sâl-i atîkın kaldı
Şefîk
Saltanat adl ile olur pây-dâr
Lâ-edrî
Saltanat dedikleri ancak cihân gavgâsıdır
Sultân Süleymân
Sana âkıl deyü vasf eylemedim Mecnûn’u
Lâ-edrî
Sana şeftali gerek bana cânım kaysı
Lâ-edrî
Sârîdir efendisine gavgâ-yı tevâbi‘
Lâ-edrî
Savâb böyle mahalde hatâ değil de nedir
Râşid
Savulun bîçâreler çün kaldı dîvân erteye
Lâ-edrî
Sayısız mâlı olanlar da kalır sıfrü’l-yed
Vehbî
Sebeb-i rif‘at olur ilm ü edeb
Vehbî
Sebû-yı hâtırım kırdın sen artık desti kırmazsın
Lâ-edrî
Sefer sen eyledin ammâ beni garîb ettin
Lâ-edrî
Sehâda sikkeyi mermerde kazdı bir Hâtem
Seyyid Vehbî
Senden ednâya bakıp da şükr et
Lâ-edrî
Sengde muzmer olan âteşe âb etmez eser
Râşid
Seng-i ta‘n-ı cühelâ hep ulemâya dokunur
Vahîd
Seni şimden geru ey gözleri âhû yâhû
Rüşdî
Seni zemm eyleyeni medh ile kıl şermende
Rûhi-yi Bağdâdî
Senin ey hvâce cezâ-yı amelindir çeke git
Belîğ
Ser vermek olur sırrı ayân eylemek olmaz
Lâ-edrî
Serd oldu havâlar koyuna gel kuzucağım
Nedîm
Serdi-i bezm-i edeb hande-i bî-câdandır
Sâmî
Ser-mâye-i hasâret imiş kâr sandığım
Çelebî-zâde Âsım
Seyyidü’l-ahkâmdır sulh u salâh
Lâ-edrî
Sezâ-yı bezm-i yâr olmaklığa âdemde baht ister
Nâbî
Sıhhatin kadrini bîmâr bilir
Lâ-edrî
Sınf-ı esnâfda yoktur insâf
Vehbî
Sıra saydıkça gelir şeyhe vukûf-ı adedî
İzzet Mollâ
Sîne-i şeytânda cevher-i îmân galat
Şeyh Gâlib
Sipihre çıkma kolaydır Mesîh olmak güç
İzzet Mollâ
Siyeh-rûz-ı mahabbet nemle kalkar câme-hvâbından
Hulkî
Soğuk geçerse araktır ilâc terleye gör
Sâbit
Sohbet-i ehl-i nifâka bakma gavgâdır garaz
Râşid
Söyleme ol sözü kim eyleyesin sonra hicâb
Lâ-edrî
Söyleyenler maddeyi bilmez bilenler söylemez
Şeyhülislâm Yahyâ
Söz bir Cenâb-ı Hâlık-ı kevn ü mekân bir
Nesîb
Su bulunmazsa zarûrette teyemmüm câiz
Gubârî
Sû-be-sû zevk-i kenâr âlem-i âba mahsûs
Haşmet
Sulh olmaz ise kabza-i şemşîr elimizde
Lâ-edrî
Suyu bardakta demişler gemiyi duvarda
Yetîm
Sûz olunca sözde eyler âb seng-i hâreyi
Tâlib-i Burûsevî
Sûz-ı dil-ber çâresiz âteş bıraktı cânıma
Hulûs Dede
Sükût-ı sûfi-i har mûsîkî yerine geçer
Necîb Suyolcu-zâde
Sükûtum sanma aczimden zebân-dânsızlığımdandır
Nâbî
Sükûtun merd-i dânâ hasmını ilzâm için saklar
Râşid
Süleymân yâd olundukça bile mezkûr olur mûru
Bâkî
Süleymân-câh olursan rûzgâra i‘timâd etme
İzzet Mollâ
Süpürür vakf-ı şerîfi kayyım
Sâbit
Sürûr-ı bî-meâl-i âlemin encâmı mâtemdir
Râşid
Şâhinim bâde-i nahvetle çakır keyf olmuş
Râşid
Şâm-ı firâkın âhiri subh-ı visâldir
Bâkî
Şarâb-ı köhne var ammâ ki eski âlem yok
Seyyid Vehbî
Şeb-tâba kıl nazar o da hâlince yanmada
Naîm Tezkireci-zâde
Şecâat arz ederken merd-i kıbtî sirkatin söyler
Râgıb Paşa
Şem‘in ziyâsı var velî hurşîd ammâ başkadır
İzzet
Şeref-i nesl ile fahr etme eğer âdem isen
Vâlihî
Şeyh uçmaz fukarâsı uçurur
Lâ-edrî
Şeyh-i kâmil mürîdden bilinir
İzzet Mollâ
Şifâsı olmayan bîmâra sıhhattir helâk olmak
Fâmî
Şikâyet çok felekten söylesem ta‘bîr müşkildir
Tâlib-i Burûsevî
Şikâyet-resmdir elbette herkes rûzigârından
Tâlib-i Burûsevî
Şikâyettir cevâbı, her kime dersen “Nedir hâlin?”
Râşid
Şimden geru hemân bize lâzım olan duâ
Sâmî
Şimdi medh ü gazele câize tahsîn oldu
Belîğ
Şimdi sanem misâli perestiş kuruşadır
Lâ-edrî
Şimdi zarâfet oldu sefâhet dedikleri
Âlî
Şu benim harâb gönlüm acabâ olur mu âbâd
Nihâd
Şûh-meşreb gezer elden ele peymâne gibi
İzzet Mollâ
Şükr-i ni‘met o da bir ni‘mettir
İzzet Mollâ
Tâ vakti gelmeyince umûr eylemez zuhûr
Nâbî
Tabîb-i hâzıkı bul da ilâcı sonra ara
İzzet Mollâ
Tahrîse sebebdir mey-i gül-fâma yasaklar
Nâbî
Tahsîl-i kemâlât kem âlâtla olmaz
Lâ-edrî
Takdîr-i Hudâ kuvvet-i bâzû ile dönmez
Lâ-edrî
Tâlii yâr olanın yâri bakar yâresine
İzzet Mollâ
Tama‘ erbâbı nakdin müflis-i nâ-kâm için sakla
Çelebî-zâde Âsım
Tasarruf-ı şeh-i kişver-güşâ sipâh iledir
Râşid
Tâvûs-ı nâle-kârı görüp terk-i zîver et
Sâmî
Tâze şâhın yine kendüye olur meyvesi bâr
Hâtemî
Te’sîri bende zıddına düştü devâların
Nevres
Tecellîsin tecellîsin bilen abdâla aşk olsun
Lâ-edrî
Tecellî-yi füyûzât-ı sabâha hvâb olur mâni‘
Aynî
Tedbîrde noksân eyleyip takdîre bühtân eyleme
Lâ-edrî
Tek şişte bulunsun da ko hınzır eti olsun
Sürûrî
Terk-i râhat et ki râhat andadır
İzzet Mollâ
Teslîmdir muârazanın seyf-i sârimi
İzzet Mollâ
Tıfl-ı endek-sâlenin dil-dâdesi rüsvây olur
Râgıb Paşa
Tîğ ol velîk çıkma mahalsiz niyâmdan
Zihnî
Tîz-reftâr olanın pâyına dâmen dolaşır
Hâtemî
Tûl-ı emelde kaldı gönül zülf-i yâr ile
Lâ-edrî
Tutalım cennet imiş âdem yok
Şehrî
Tüketti şeyh kerâmeti ucuz sanarak
İzzet Mollâ
Uğradık sultânıma dün hâk-i pâye kalmadık
Lâ-edrî
Umûr, vaktine merhûn kelâmına muhtâc
Lâ-edrî
Unutma âşinâlık resmini geh bizi yâd et
Lâ-edrî
Unuturlar seni bî-çâre hemân ölmeyegör
Yahyâ
Usûl-i nağme-i bezm-i zemâne oldu sakîl
Sırrî
Uyduran masrafın îrâdına çekmez zahmet
Hazîne-dâr İzzet
Uykudan sonra görülür rü’yâ
Lâ-edrî
Ümîdi kes ki emelden elem bozuntusudur
Lâ-edrî
Ümîd-i lutf olunan yerde imtinân çekilir
Râşid
Ümîdim zevrakın çektim kenâra her çi bâdâ bâd
Lâ-edrî
Vakt elverirse sohbet teşrîf-i yâre kaldı
Lâ-edrî
Vaktidir ahde vefâ eylemenin sultânım
Haşmet
Var bir gümüş âyînesi endâmına mahsûs
Râşid
Var duâ eyle kafadârın olan Şevvâle
Nâbî
Var kıyâs et vüs‘at-i deryâ-yı rahmet ne’ydügin
Bâkî
Varak-ı mihr ü vefâyı kim okur kim dinler
Lâ-edrî
Vaz‘-ı zemâne sûret-i bî-cânı güldürür
Lâ-edrî
Vefâsı olsa cihânın cihân-dâra olur
İzzet Mollâ
Veled-i pâk olur bâis-i i‘zâz-ı peder
Şeyh Gâlib
Verâ-yı perdede esrâr var zuhûr edecek
Nâilî
Vîrân olacak kasra bu ziynet çoktur
Lâ-edrî
Vücûdun mahv olunca meyden ayrılma habâb-âsâ
Şeyhülislâm Yahyâ
Ya gazeldir ya kasîde armağânı şâirin
Vehbî
Yâ seferdir yâ tahammül anla aşkın çâresi
Nedîm
Yağsa bârân-ı kerem bahr ile sâhil birdir
İzzet Alî Paşa
Yahyâ! Burada hâtır-ı yârâna bakılmaz
Yahyâ
Yangın da ibtidâda şererden zuhûr eder
Nâbî
Yanıp yakılmada herkes birer bahâne ile
Haşmet
Yanlış anlatmış adûlar ben kulın sultânıma
Bâkî
Yapamaz kimse Hudâ yıktığını
Lâ-edrî
Yapılma kaydına düşme harâb oluncaya dek
Şeyh Gâlib
Yâr adın ana, aklın eğer sana yâr ise
Bâkî
Yâre bul merheme Allâh kerîm
İzzet Mollâ
Yârin seven ağyâre müdârâ eyler
İzzet Mollâ
Yârsız kalır cihânda aybsız yâr isteyen
Sultân Süleymân
Yasâğ-ı mey füzûn eyler revâcın berş ü afyonun
Çelebî-zâde Âsım
Yatakta avlayalım ol gazâli taş yatur
Sâbit
Yavuz hırsız meseldir bastırır ev sâhibin derler
Tâlib
Yazık ey gonce-i bâğ-ı letâfet bî-vefâ koptun
Lâ-edrî
Yehûd îmâna gelmez merd-i mülhid tevbe-kâr olmaz
Lâ-edrî
Yeksândır irtikâb ile iffet zemânede
İzzet Mollâ
Yem sükûnuyla bulur mevcin hücûmundan halâs
Râşid
Yeniköy’de şarâb-ı köhne içmek eski âdettir
Lâ-edrî
Yeridir cenneti vasf etse ne rütbe âdem
Râşid
Yıkamaz kimse Hudâ yaptığını
Atâyî
Yıkar bir günde neccâr ettiğin bünyâdı bir yılda
Râşid
Yıldızı düşkün olur pâdişehim ma‘zûlün
Bâkî
Yine hem-cinsi çeker birbirinin gayreti
Nâbî
Yoktur tapacak Hudâ’dır ancak
Lâ-edrî
Yollarda kaldı gözlerimiz intizâr ile
Fezâyî
Yoluna harc ederim nakd-i hayât elde iken
Hvâce Çelebî
Yorulmaktır cihân-ı köhneyi ta‘mîre uğraşmak
İzzet Mollâ
Yudu sahbâdan elin sâkîmiz
Lâ-edrî
Yük değildir kendine sırtında hammâlın semer
Sürûrî
Yüz verip baştan çıkarma perçemin
Lâ-edrî
Zâd-ı râhın düşünen yolda meşakkat çekmez
İzzet Mollâ
Zarar vermez imâma ardını mihrâba döndürmek
İzzet Mollâ
Zarardır etse zahm-dâra merhamet cerrâh
Belîğ
Zehr içmek gibidir acı söz âdem olana
Vehbî
Zemâne aşkı şeyhin mürîd-i şûhu bilir
İzzet Mollâ
Zemâne hâcılarında ne ûd var ne edeb
Sâbit
Zemâne her kimi ki yaktı ben harâb oldum
Kavsî
Zemâne zâhidinin iffeti züğürtlüktür
Vak‘a-nüvîs Es‘ad
Zerreler âfitâba râci‘dir
Şeyh Gâlib
Zevk anındır ki perîşânlığı cem‘iyyettir
Şeyh Gâlib
Zihniyâ ben küllü mezheb yezheb oldum olmadı
Zihnî
Zuhûru dâimâ gencînenin vîrânedendir hep
Râşid
Züğürtleyince çıfıt eski defterin yoklar
Lâ-edrî
Züleyhâ-yı cihândan dâmenin tahlîs erliktir
İzzet Mollâ
Şub 23
Usandım
Fevkımda duran çarh-ı müzeyyenden usandım
Tahtımda olan hâk-i mülevvenden usandım
Dünyâ denilen gamlı nişîmenden usandım
Beytü’l-hazen adım, o meskenden usandım
Ezmekte ser-i şûrişimi kubbe-i nüh-tâk
Altında onun taşmada kalbimdeki eşvâk
Bir lâle gibi sıkmada vicdânımı âfâk
Boynumdaki bu halka-i âhenden usandım
Döndüyse hazân yaprağına bendeki çehre
Yok minneti hâverdeki pür-şa‘şaa mihre
Ey nâle! Yeter çarpınışın tâk-ı sipihre
Ben öyle sağır ma‘kes-i şîvenden usandım
Yanmakla fezâ sâhasını etmek inâre
Gûyâ bu imiş gönlüm için hükm-i sitâre
Ey âh-ı tehassür! Feleğe saçma şerâre
Tâbınla olan leyle-i rûşenden usandım
Kavs-i kaderin attığı ok sath-ı zemîne
Ancak geliyor, saplanıyor kalb-i hazîne
Ey tîr-i kazâdan açılan şerha-i sîne!
Dil-hânedeki perdeli revzenden usandım
Bî-tâbi-i hicrân ile ben öyle harâbım
Deryâ-yı fenâ mevcesine nakş ber-âbım
Ey mev‘id-i dîdâr! Benim olma ser-âbım
Doydum yalana, şîve-i pür-fenden usandım
Gülzâr ediyor kan gibi çeşmimde teressüm
Her jâlesi bir eşk ile hem-reng-i tecessüm
Ey gonce-dehen! İster isen etme tebessüm
Gözyaşlarımın açtığı gülşenden usandım
Sîr oldu gönül feyz-i dil-ârâ-yı felakdan
Zevk almamada dîde temâşâ-yı şafakdan
Âlâm-ı firâkın ile bıktım yaşamaktan
Hattâ, inan ey neşve-i cân! Senden usandım
Ma‘şûka-i rûh oldu bana tayf-ı memâtın
Artık beni şâd eyleyecek ân-ı vefâtım
Tâhir! Gömerek tûde-i âlâma hayâtım
Âlem beni boğmakta, o medfenden usandım
Şub 23
Garîbseme
Yâd eyledikçe vaslını cânım garîbsedim
Hecrin ile tükendi tüvânım garîbsedim
Geçdikçe âh ayrı zamânım garîbsedim
Sıktı beni muhît ü mekânım garîbsedim
Vaslın imiş meğerse beni ömre aldatan
Hoş gösteren cihânı, dile neşveler katan
Şimdi durur yabancı bana sevdiğim vatan
Sensiz vatanda rûh-ı revânım! Garîbsedim
Doğmuş iken vücûdum onun sadr-ı pâkine
Gurbet gibi esefle bakar dîde, hâkine
Karşımdaki minâreciğin kalb-i çâkine
Aks etti de acıklı figânım garîbsedîm
Olmuş gözümde lâne-i mâtem bütün büyût
Bâb-ı tarabda perde olan nesc-i ankebût
Gûş ettiğim o zemzemeler nerde? Hep sükût
Sarmış cihânı hüzn-i nihânım, garîbsedim
Gurbet elinde şâm-ı garîbân hazîn olur
Lâkin vatanda olması hayret-karîn olur
Yurdum bana firâkın ile âteşîn olur
Yanmaktadır o nâra cenânım, garîbsedim
Bir sakf-ı gam görünmededir âsümân bana
Beytü’l-hazen meâli demektir cihân bana
Gönlüm gibi fezâda iyan imtihân bana
Artık yetiş ki neşve-resânım! Garîbsedim
Ersin hitâma gayri şu leyl-i mükedderim
Doğsun benim de ufkuma mihr-i münevverim
Tâhir! Rebî’-i makdem-i dildârı beklerim
Bitsin yeter şu ân-ı hazânım, garîbsedim
Şub 23
Ayrılık İniltisi
Ayrılık ne kadar acı bir şeymiş
Ateşten gömlekmiş, can onu giymiş
Derdin ki: Hakîkat acıklı neymiş
Gönlümün âhını sevdiğim! Bilsen
Zikrinden ibâret bütün gün sözüm
Yolunu bekliyor hasretle gözüm
Ağlarım, inlerim sanki öksüzüm
Gelsen de gözümün yaşın silsen
Ayrılık günleri oldukça aşkın
Savleti artıyor gönlümde aşkın
Kalbimin olmada kederi taşkın
Vaktidir görünsen, neşvem kesilsen
Kırıldı rûhumun kolu, kanadı
Hayâtın kalmadı bence bir tadı
Ölümden beter bu yaşamak adı
Gel artık vefâsız! Düşmen değilsen
Tâhirü’l-Mevlevî









