Pencere

(Deniz kıyısında bir odanın penceresi önünde iki adam oturmaktadır. Görünüşlerinden uzun zamandır birbirlerini görmemiş iki arkadaş oldukları anlaşılır. Biri denizciye benzemektedir. Öbürü,susanı ise, denizciye benzemez. Yavaş yavaş gece inmektedir, Sessiz, menekşe ve kızıllık içinde bir bahar akşamı. Dingin denizin üzerinde gemilerin bordaları, halatları,direkleri ve evler çizgi çizgi yansımaktadır. Başlangıçta sıradan ve biraz yorgun bir ses:)


Burada pencerenin önünde oturuyorum; gelip geçene
bakıyorum ve kendimi görüyorum onların
gözlerinde. Eski çerçevesi içinde
sessiz bir fotoğraf olarak düşünüyorum kendimi,
evin dışına,batıya bakan duvara asılı, kendim ve
…..pencerem.

Bazan kendim de bakıyorum
bu sevdalı, yorgun gözlü fotoğrafa, ağzını
bir gölgenin gizlediği; batan güneşe ya da aya
…..bakan
çerçevenin camındaki düzgün parıltı tümüyle örtüyor
…..yüzümü
ve soluk, gümüş ya da pembe renkli dörtgen ışığın
…..gerisinde
iyice kayboluyorum gözden ve serbestçe bakıyorum
…..herkese,
kimse beni görmeden. Özgürlük içinde; insan ne
…..söyleyebilir?
Kımıldayamıyorum; arkamda
nemli ya da kızgın duvar; göğsümde
soğuk pencere camı; gözlerimin incecik damarları
dal dal oluyor camın içinde. Böylece, duvarla
camın arasında sıkışmış, elimi oynatmaktan
…..korkuyorum,
avucumu kaşlarıma götüremiyorum, güneş amansız
…..görkemiyle parladığı zaman; görsem de,
…..istemesem de,
durmak zorunda kalıyorum kıpırdamadan. Bir şeye
dokunmaya çalışsam, dirseğim
camı kırabilir ve bir delik
açabilir yanımda yağmur ve bakışların geçebileceği.
Sonra, konuşmaya çalışsam, pencerenin camını
…..buğulandırıyor
sesimin sıcaklığı (şimdi olduğu gibi)
ve göremiyorum sözünü etmek istediğim şeyleri.

Sonra sessizlik, hareketsizlik. İkiyüzlülük bile
…..diyebilirsin,
çünkü, belki de bilirsin, kaç çarmıha gerilmiş çığlık,
kaç diz çöküş gizlidir
o dikey saydam görkemin gerisinde.
Hele akşam olurken, şu bahar günlerinde, ve liman
uzakta bir yangınken, yaldızlı ve kızıl,
gemi direklerinin karanlık ormanında, balıkları
duyarsın, suların basıncında, küçük üçgen ağızlarıyla
derin bir soluk almak için suyun yüzüne çıkan.
…..Dikkat ettin mi?
Böyle zamanlarda suyun yoğun aydınlığı kırılır
küçük balıkların binlerce ağzıyla. Kimse dayanmaz
hiç ara vermeksizin o sınırsız tekinsiz manzaraya
…..bakmaya bunca suyun ağırlığı altında,
bu masalsı denizin ormanlarında, bu soluk kesici
…..saydamlıkta.

Bence bir bakıma fotoğraflar da dayanamaz çerçeve
…..camlarının ardında,
nasıl poz verilmiş olursa olsun, ne kadar güzel olursa
…..olsun duruşları,
hayatlarının durdurulmuş bir anında,gururlu bir
…..saflık içinde,
eşsiz güzellikte bir el fotoğrafçının stüdyosundaki
zarif masanın ya da dizlerinin üzerinde dururken
yakalarında (tabii) solmayan bir çiçek,
ne kendini beğenmişliklerini ele verecek kadar yaygın,
ne de yazgılarına boyun eğmemişçesine büsbütün tutuk
belli belirsiz bir zafer gülümseyişi dudaklarında.

Oysa zaman tümüyle pusuya yatmıştır onlar için,
…..onların bu güzel anlarının önünde ve
…..ötesinde.
Ve onlar tümüyle isterler bu zamanları,taşıllaşmış
saygınlıklarını, önceden tasarlanmış olup olmaması
…..fark etmeyen
görkemli duruşlarını titirecek olsalar bile,
bu canlı öyküleri mum gibi eriyecek olsa bile
…..bakışlarının alevinde,
ışığın saydamlığında beliren gençlikleri yalanlanacak
…..olsa bile.

Ne var ki, onların isteğinden daha büyük ya da eşit
…..olarak
görünür korku; sonra gülümseyişleri de
denizin dibinde, iki kaya arasında uzanmış duran
gümüşten bir balık gibidir – ya da havada,
kendi uçuşuna asılı, kanatları kımıltısız
kül rengi bir kuş gibi. Fotoğraflar da
öyle kapalı kalır, bütün pişmanlıkları,
…..düşmanlıklarıyla,
çerçevelerinin, isteklerinin ve korkularının dışına
…..çıkamadan,
bakarak usandırıcı göğe ve uçsuz bucaksız denize.

Bu yüzden daracık bir yer seçeriz korunmak için
kendi sınırsızlığımızdan. Belki de bu yüzden
burada oturuyorum ben, bu pencere önünde,
…..bakmak için
gemicilerin rıhtımda, kaldırım taşlarında kalan
ayak izlerinin bir peri masalındaki sıra sıra,
dikdörtgen aylar gibi yavaş yavaş silinişine.

Ne bir şey anladığım var artık, ne de anlamaya
…..çalıştığım.
Saçlarını yıkamış bir kadın bitişik balkonunun
…..korkuluğuna yaslanmış
yavaşça mırıldandığı bir şarkıyla saçlarını kurutmak
….için.
Bir denizci bacaklarını açmış şaşkın gözlerle bakıyor
koca ikindi gölgesinin önünde, sanki yabancı bir
…..limanda,
gemisinin pruvasında dimdik durmuş,
suları tanımıyor, nereye demir atacağını bilmiyor.
Daha sonra, hava yavaş yavaş kararırken ve batan
…..güneşin
sessiz, menekşeli titreşimleri solarken duvarlarda ve
…..çitlerde,
sokak lambaları bile yanmadan önce, apansız bir
…..sıcaklık
yayılır ya – işte o anda, yüzlerin kimin yüzü olduğu
görülmese de kestirebilir; gölgenin
terleyen koltukaltlarına sokulduğunu görürsün;
bir ağacın yapraklarını serinletir hızla geçen bir
…..giysinin hışırtısı;
delikanlıların beyaz gömlekleri uzak mavi bir renge
bürünür ve bir duman tüter üzerlerinden,
her şey yalıtılmış, büyülenmiş,belirsizleşmiştir;
belki de bu yüzden birden bütün ışıklar yanar,
açıkça hükmettikleri ne varsa uzaklaştırmak için.

Evlerin içinde, rüzgara kapalı anlaşılmaz bir denizdeki
sarkık bayrakları andırır çarşaflar, hani herkes
gemiyi terk etmiştir, kimseler kalmamıştır bayrakların
…..selamlayacağı,
bu yüzden öyle sarkık dururlar akşam saatlerinde,
güneşten kızmış, unutulmuş,kayıtsız,
geçit törenleri, çalgılar, danslar ve şölenlerle kutlanan
bir bayram gününde kesilmiş koca koca hayvanların
yüzülmüş derileri gibi.
Tören bitmiş, sokaklar boşalmıştır.Yaya
…..kaldırımlarında
yağlı kağıtlar, çiğnenmiş rozetler, ekmek kabukları,
…..kemikler kalmıştır –
oysa daha kimse dönmemiştir evine,sanki herkes
…..pişmanmış,
herkes gereksiz bir izni kullanıyormuş gibidir.

Odalar hala karanlık ve çekicilikten uzak,sokaktaki
ve gemilerdeki renk renk ışıklar, dağınık birkaç yıldız
ya da bağırıp çağıran, şarkı söyleyen sarhoş askerlerle
…..dolu
bir kamyonun birden beliren farlarıyla aydınlanırlar
ve farların ışığı, sessizce, gizlice evin içine mıhlar
…..pencerenin gölgesini,
korkunç görünüşlü iki denizcinin
ıssız bir kıyıya taşıdıkları koca bir sandık gibi.

Sonra garip şeyler gelir aklınıza – size de olmaz mı bu?
Sonra her birimiz, yüzleri örtülü,
ikisi de kinci, birbiriyle anlaşamayan
ve sandığı taşımaya kıyının biraz ötesinde
toprağı tırnaklarıyla kazıp gömmeye
ancak o anda karar vermiş iki kişiyizdir.

Bütün gizlemelerine karşın, onlar gibi siz de
…..bilirsiniz ki
sandığın içinde parçalanmış bir ceset yatmaktadır,
genç, sevilmiş birinin cesedi; onlardan birinindir
…..bu ceset,
kendileri öldürmüş, kendileri gömmüştür
birbirini tanımayan iki yabancı gibi.
…………………………………Bu güzel biçimli,
bildiğimiz dört köşeli sandık
kapalı bir kapıya benziyor,
sözünü ettiğimiz o çerçeveli fotoğraflara,
baharda dışardaki sevimli kalabalığı seyrettiğimiz
…..pencereye benziyor.

Ben sık sık rastlamışımdır bu cesede,bu insana,
özellikle ay ışığında dolaşırken –
biraz solgun,ama her zaman genç – rıhtımda
ya da boyalı kadınları, aç köpekleri, paslı tenekeleri,
traşı uzamış denizcileri, çürümüş meyveleri, küfürleri,
sıkılmış limon kabukları, yeşil çinko leğenleri,
tuvalet tasları, mumları, gaz lambalarıyla
o pis genelevlerin olduğu yukarı sokakta.

Gerçekten,bir kere bir kadınla pazarlık ederken
…..gördüm onu,
ama parayı almıyordu kadın,fazla bulduğu için.
…..”Hayır,hayır,”
diyordu durmadan boğuk bir sesle ve boyalı tırnaklı eli
biraz da titriyordu. Kendisini hırsızlıkla,
…..saldırganlıkla,
maymuncuklarla, falcıların sözünü ettikleri
ve gerçek hayatta da eksik olmayan demirkapılarla ilgili
bir olaya karıştıracaklarından korkuyordu.
Bunların ne gereği vardı ona?
Ücret belliydi, daha az alamazdı,ama fazlasını da
…..istemiyordu.
Anlaşılmaz bir insan, iri ve boş gözleri
iki yanar kor gibiydi soluk yüzünde.
Bu gözler yakabilirdi kadını.
Saçlarındaki tokaları bile eritebilir,
erimiş teller saçlarının arasından gözlerine akabilirdi.
Her zaman hüzünlü bir görünüşü vardı onun –
…..belki de
tüketemediği gücündendi bu hüzün – baharın o geniş
melankolisi gibi güzel bir hüzün. Bildiğimiz kadar,
hiç parçalanmamıştı daha önce. Bir kapıyı açar gibi
o koca sandığı usulca açıp sapsağlam çıkardı ay ışığına,
ve iyice belirirdi ellerindeki damarlar,
kırmızı,kıpkırmızı – garip bir görünüş ayışığında,
soluk Hıristiyan derisinin altında.

Biliyor musunuz,bazan ancak parçalanmakta
sapsağlam kalabileceğimize inanıyorum – bunun
…..bilincindeysek elbet.
Hem nasıl bilincinde olmayız, bizi parçalayan ve
…..yeniden
yadsıdığımız şeylerle bir araya getiren de kendi bilgimiz
…..olduğuna göre.

Bayağı sevimli bir yer, şu sözünü ettiğim üst sokak –
dünyanın en olmadık dükkanlarıyla:eskiciler,
…..kömürcüler, bakkallar,
eski taşbasması resimleri, bir tuzağı andıran koca
…..koltuklarıyla berberler,
aynalardan kesilmiş koyunlarla sığırların kanlı alayı
…..yansıyan kasap dükkanları;
balık kokularıyla meyva kokularının birbirine karıştığı
…..manavlar ve balıkçılar –
kapı önlerinde kuşkulu, suskun bir gürültü,
marangoz dükkanının önüne dayalı sac levhaların
ya da rendelenmiş büyük sarı tahtaların yansıttığı
donuk bir parıltı. Sokağa gelişi güzel yığdıkları
yağmurlukları, kümes hayvanlarını,mandalları,
…..şişeleri,
tarakları, boş büsküvi kutularını, kokulu sabunları,
açık artırmaya getirip sonra bir kenara attıkları
batık gemilerden sökülmüş kamara parçalarını,
çeşitli ülkelerden alınmış gümrüksüz allı pullu ipek
…..kumaşları,
japon çay takımlarını,masa örtülerini, içlerinde
görülmemiş bir gül ve geceleyin bir ölünün
…..parmaklarından çalınmış
sarı siyah iki kıymetli taşa benzeyen donuk gözleriyle
sokaktan gelip geçenlere bakan yaldızlı kuşlarıyla
yarım kalmış bir kiliseyi andıran garip oyuk kafesleri
…..satıyorlar.

Yalınayak çocuklar sokağın ortasında zar atıyorlar,
basık tavanlı, açık pencereli odalarda denizcilerle
…..yatıyor kadınlar,
güneşte yanmış satıcılar yan yana duvarın dibinde
…..işiyorlar;
zaman zaman, kana bulanmış bıçaklar gibi parlıyor
…..sepette balıklar,
ve bazan,yolunu şaşırmış bir arı, havada vızıldayarak
bir çocuğun parçalanmış oyuncağının zembereği gibi
sarı halkalar çiziyor hızla uçarken.

Yavaşça bir toz bulutu yükseliyor alacakaranlıkta
…..yüzlerin arasında,
kiraz renki gizi gibi solukların,terin,çıkarların ve
…..cinayetlerin,
üstünkörü bastırılmış tükenmez bir açlığın çok
…..derindeki gizi,
sonsuz bir gidiş geliş, sonsuz bir pazarlık, sonsuz bir
…..harcama
ticareti,hırsları, açıkgözleri ve elbette hayatı
…..desteklemek için,
o kertede ki, bazan genç bir kız görürsün,temiz,
…..çiçekli giysilerle
kurum içindeki sokakta, fıstıkçının küçük arabasıyla
…..çuvalların yanında durmuş,
tepeden tırnağa denizin aydınlığında
bembeyaz dişleriyle vapurun düdüğüne gülümsüyor.

Çürümüş limon kabukları küçük güneşler gibi parlıyor
…..çevresinde;
alçak bir pencerenin hafifçe yana çekilmiş kıvrık kreton
…..perdesi,
çok sevdiğimiz bir kitabın bir gün yeniden okumak için
…..büktüğünüz sayfası gibi.

Demek ki aşağılanma yok hayatın sürüp gittiği,
köpeklerin çekingen hareketlerle çöpleri kokladığı
ve genç kızları başlarında taşıdıkları bir testi sessiz
…..suyu
düşürmemek için gür saçlarının döküldüğü çizgisiz
…..alınlarını
dimdik tutabildikleri yerde. Pek çok genç kız gördüm
öyle yürüyen, evet, hem de o sokakta
ve esmer tenli, göğüsleri kıllı, kalın dudaklı
…..delikanlılar,
(dertli insanların olduğu gibi) her zaman kızgın,
istedikleri kadar bayağılaşamadıkları için
durmadan seslerini yükselterek küfreden. Dikkat
…..edersen,
sende görebilirsin. Sesleri, gece saatlerinde
dizlerinde kıvrılıp miskin miskin mırıldanan
geminin kara kedisini okşayan iri avuçlar gibidir,
ve ne o eller görünür, ne de kedi,görünen sadece
kedinin fosforlu gözleridir, çiçekli bir adaya yanaşan
bir geminin kıyıyı tarayan iki yan projektörü gibi.

O sokakta biraz daha yukarı, Aya Vasili tepesine doğru
…..yürürsen,
aşağıda tümüyle uzanan limanı görürsün,
mazot ve yağ lekelerinin parladığını
uçsuz bucaksız denizin kıyısındaki karanlık sularda,
ışıyan, kusursuz diyebileceğin o lekeleri,
köpek leşleri, çürümüş patatesler, saman çöpleri, çam
…..kozalakları ve kayıklar arasında
kayıtsız bir dinginliğin aydınlık adacıkları gibi yüzen.

İşte çekinmeden bakabilirsin bu pencereden
ya da sokağa çıkabilirsin. Sessiz bir kutsama havası
…..vardır
insanların davranışlarında. Menekşe renkli bir gölge
…..kalır
çalışmaktan yorulmuş bir kadının sol omuzunda,
öbür yanına dönüp yalnız uykusuna dalan. Bitişikteki
avluya asılmış, açık saçık düşlerin izlerini taşıyan
kalın donları, parktaki kanepelerin altına atılmış
buruşuk naylonların ya da kadınların korselerinden
…..kopup
küçük sedefli çiçekler gibi otların üzerine düşmüş
düğmeleri görürsün; artık ne kokuları, ne tozları,
…..ne tohumları
artık verebilecekleri hiçbir şeyleri kalmadığı için
biraz üzgün duran o çiçekleri.

Bir ara ben de düşündüm sokağa çıkıp
bu pencereyle o koca sandığı satmayı,
sırf onların bakımından kurtulmak için.
şu alışveriş işine ben de karışayım,
yabancı bir dilde konuşan sesimi duyabileyim diye.
Ama hemen anladım satacak bir şeyim olmadığını.
…..Başka bir nedeni vardı bunun:
camları olmasa bile gene de bu pencereden bakıp
…..duracağımın
yeni bir kanıtını arıyordum.

Hiç başarılı olmamışımdır iş konusunda. Sonra
ne para edecek bir şeyim var, ne de para verebileceğim
bir şey. Bu eski fotoğrafların bile bir değeri yok
başkaları için, çerçeveleri som altın olsa bile.
Ama benim için gerekli şeyler onlar.

Hem ölmüş de değildir bu fotoğraflar – hayır. Akşam
…..indiğinde
ve kahvenin dışındaki sandalyeler sıcaklıklarını
…..yitirmeden
ve herkes (ben bile) bir başkasına sığınmaya çalışırken,
fotoğraflar da alçak, ahşap bir merdivenden iner gibi,
çerçevelerinden iner, mutfağa girer, lambayı yakar,
sofrayı kurarlar (tabağa çarpan bir çatalın
tanıdık sesini duyarsınız), üç – beş kitabımı,
hatta (eski yeni) düşüncelerimi görüntülerle
…..karşılaştırıp
çekingen tartışmalar, bazan da çok eski,
yaşanmış kanıtlarla düzene sokarlar.

İşte bu yüzden kendimi borçlu hisseder, ayrılamam bu
…..pencereden,
Ne görmemi engeller bu pencere, ne de var olmamı –
…..tam tersine.

“Duvarla cam arasında sıkışma” konusunda
…..söylediklerime gelince,
bir ilkbahar abartmasıydı o, her yerden fışkıran
gür yeşilliklerin bir abartması. Oysa işe yarayan
dört köşe bir dinginlik, bir saydamlıktır bu pencere.

Duvarlar bulutlandığı zaman akşam saatlerinde,
…..pencere
parlar durur, sanki kendiliğinden; korur ve yayar
batan güneşin son yansımasını,
gölgelenen sokağa yansıtır bu parıltıyı,
yüzlerini aydınlatır gelip geçenlerin, onları
en içten anlarında suçüstü yakalamış gibi, bisiklet
…..tekerleklerini.
bir kadının gerdanında sallanan altın zinciri
ya da limanda demirli bir geminin
tanıdık olmayan adını aydınlatır.

Kışın,dizlerini çarpar bu camlara rüzgar
ve öfkeyle uzaklaştığını görürüm geniş sırtını dönerek.
Bazan da buradan, bu akşam olduğu gibi,bahar
…..akşamlarında,
bir gemiden öbürüne seslenen denizcilerin
…..konuşmalarını duyarım,
sanki yıldızların arasındaki ilişkileri açıklıyorlardır
…..bana;
gemilerin yanlarındaki o anlaşılmaz sayıları
…..açıklıyorlardır.
Birden, denize fırlatılan bir demirin sesini duyarım
yalnızca bana sunulan bir şeymiş gibi,
bana bunu gösterme yetkisi veren bir şeymiş gibi.

Öyleyse yakınacak neyim olabilir bu pencereyle ilgili?
İstersen yarıya kadar açar, dışarı hiç bakmadan
ve görünmeden izliyebilirsin sokaktaki gerçek
…..sahneleri,
o büyük uzaklığın yumuşak aydınlığıyla
boşlukta daha derin, daha sürekli;
bütün bunlar gözünün önünde, sadece birkaç adım
…..ötede yaşanıyor olsa bile.
Sonra da,istersen, pencereyi iyice açıp kendini
…..seyredebilirsin camda,
çok uzak,tılsımlı bir aynaya bakar gibi, ve tarayabilirsin
…..seyrelen saçlarını,
ya da gülümseyişini düzeltebilirsin. Her şey daha açık,
daha sessiz, daha durgun, bu yüzden de
vazgeçilmez ve zaman dışı görünür bu camlarda.
……………………………Balıkçı aynasıyla
hiç bakmışlığın var mı denize? Üstteki çırpıntının
…..altında
eşsiz bir görünüşü vardır derinliklerin,o kımıltısızlığı,
saydam düzeni, hem dingin hem de her an kırılabilir
dilsiz kutsallığı içinde – konuştuğumuz gibi.Ama
soluğun kesilir nedense uzun süre böyle kalırsan;
bu yüzden başını kaldırırsın havaya,
ya da pencereyi açarsın (bu kez,artık bile bile),
…..ya da kapıdan dışarı çıkarsın.

Ve artık hayatını ve gözlerini eğecek hiçbir şey
…..kalmamıştır,
ve artık övünçle gösterip türküsünü söyleyemeyeceğin
…..hiçbir şey kalmamıştır,
ve artık yüzünü güneşe çeviremeyeceğin hiçbir şey
…..kalmamıştır.

(Pencereyi kapayıp sokağa çıktılar. Gemilerin ışıkları yanmıştı. İki arkadaş iskelenin ucuna gittiler. Durup denize baktılar ve sığ sularda bir balığın aralıklı sıçrayışını duydular. Sonra sessizce kangal gibi kıvrılmış ıslak halatların üzerine oturdular, birer cigara yakarak kibritin alevinde birbirlerine baktılar. Garip, nerdeyse yersiz bir mutluluk içindeydiler baharda deniz kokusuna, kızarmış balık, kıvırcık salata ve sirke kokusu karıştığı zaman hayatın o açıklanması güç mutluluğu içinde. Biraz sonra yandaki meyhaneye gideceklerdi. Karınları acıkmıştı bile. Gramofondan gelen ses bu açlığı daha da artırıyordu. Liman nöbetçileri uygun adım yanlarından geçtiler, yazlık üniformaları akşam karanlığında bembeyaz görünüyordu. İki arkadaş halatların üzerinden kalktılar, gidecekleri yere doğru yürüdüler.)

Pire, Nisan 1959

Yannis Ritsos

Aşkla Terketmek

Daldı gözlerim mektubuna, baktım durdum. Yüreğim darlanıyor. Bir yandan bu, seni bir daha göremeyeceğimin acısından galiba. Satırları okudukça sevgi dolu cümlelerinin beni sessizce bıraktığını anladım.
Sen sevgiyle, incitmemeyi düşünerek terk ederdin biliyordum, ama senin bilmediğin bir şey var; tam da gidecekken bu kadar sevgi canımı acıtıyor. Keşke diyorum keşke vurup kapıyı çıksa, dokunmasa, bu kadar aşkla bakmasa, beni aşkla incitmese…

Ama bu sendin işte, ya da seni sen yapan buydu. Aşkla terketmek..

İhtiyar Aşık

Yıllardan beridir ağaran teller,
Bu akşam parıldar şakaklarında.
“Bu gece ömrümün en son demi, der,
Büsbütün ağarsın varsın yarın da…”

Çırpınır göğsünün içinde kalbi,
Bir yaşlı ağaca sinen kuş gibi.
Nedir bu esrarlı halin sebebi?
Neden parlıyor gözler?…Bir oda:

Yaslanmış, altından ipek bir sedir,
Bir kız ki ay ondan beyaz değildir.
Öptükçe ağaran bir gül denilir.
İhtiyar bülbülün dudaklarında…

Ahmet Kutsi Tecer

Bir Ses

İhtiyarlıyorduk, o bir dolu yaprak bense pınar,
O az güneş bense derinlik,
O ölüm bense yaşama bilgeliği.

İstiyordum ki zaman alaycı olmayan gülüşüyle
Fauna yüzünü göstere karanlıkta,
Karanlığı taşıyan rüzgâr ese

Ve kuytu pınarda sarmaşığın içtiği
Derin suyu bulandırmak ola ölüm.
Seviyordum, ayaktaydım ölümsüz düşte.

Yves Bonnefoy
Çeviri: Oktay Rifat

Şiir

Ve zamanıydı… Gelmişti şiir
beni yoklamaya. Bilmiyorum, bilmiyorum nereden
geldi, zemheriden mi yoksa bir nehirden mi.
Bilmiyorum nasıl ya da ne zaman,
sesler değildi, sözcükler değildi,
sessizlik de değildi,
fakat beni çağırıyordu bir cadde,
gecenin dalları,
ansızın başkaları,
şiddetli yangınların arasından
ya da belirsiz yüzümle oradan
dönerken yalnız,
dokunmuştu bana.

Ne söyleyeceğimi bilemedim, ağzım
bilmez
isimleri,
gözlerim kör,
ve kımıldadı bir şeyler ruhumda,
ateş ya da unutulmuş kanatlar,
ve kendimce yorumlayarak
anlamını
o ateşin,
yazdım ilk güçsüz dizeyi,
güçsüz, içeriksiz, saf,
saçma sapan,
hiçbir şey bilmeyen birinin
hikmeti gibi,
ve birden gördüm göklerin
kımıldayıp açıldığını,
gezegenlerin,
titreyen bitkilerin,
delip geçti gölgeler,
okların, ateşin ve çiçeklerin
gizemleriyle,
kıvrımlı gece, evren.

Ve ben sonsuzca küçük varlık,
koca yıldızlı boşlukla
sarhoşum,
benzeriyim,
görüntüsüyüm gizemin,
uçurumun bir parçasıyım,
yıldızlarla tekerlendim,
rüzgârda uçtu yüreğim.

Pablo Neruda

Doğum Günü

Hayata dair ne varsa…
Aklımda…
Olmasa diyorum bazen,
aynaya baktığımda
kendimi, kendime
benzetemiyorum bazen.
Hayat tercihler mi?
Yoksa hatalar, deneyimler bazen
nerde yanlış yaptım,
hangi çatalda
sağa veya sola gitmem gerekiyordu,
ben düz devam etmeye çalıştım.
Hayat da, ölüm de korkaklara göre…
Cesurlara göre…
Ama ben mutlu olmayı diledim,
ulaşılmazı, herkes gibi
oysa bir paralık çikolata kadar yakındı
ulaşamadım.
Biliyorum
elimi uzatıp alacak kadar
cesur değilim, ya
galiba vazgeçecek kadar
korkak ta.

Hayatıma dair ne varsa,
aklımda…

Aydın Güleç

İthaf

Dedikas

Sabah geldi, tekmeleri ürküttü
Sakin uykumu, beni halim saran,
Uyanırken, sessiz kulübemde
Giderken dağbaşı taze ruhumla;
Şenlendim, her attığım adımla
Yeni çiçeğe, dolu damlalarla salkan;
Yeni gün yükselirken meftun,
Ve herşey serinlendi, beni sevindirmek için.

Ve ben tırmanırken, çayırlar çınarından belirdi
Bir sis çizgi, çizgi yukarı.
Savuldu ve değindi, etrafımı çevirdi,
Ve büyüdü bedenimi kanatlarcasına serdi:
Güzel endamımı daha tadınamadan,
Çevre kapandı üzerime solgun vualla;
Hemen dökünmüş gördüm bulutlarla,
Kendimi kendimle kapanmış buldum seherle.

Aniden güneş delercesine aydınlandı,
Sis arasında berraklık görüle yazdı.
Burada sakin düşekaldı;
Bölündü yükselirken orman ve tepelerle.
Nasılda ümitlendim, ona selam verebilmeye!
Donuk tandan sonra iki kat daha güzel sandım.
Havalı mücadele hala bitmemişti,
Bir parıltı sardı ve gözlerim kamaştı.

Sonra, onları aç dercesine,
İçimden soğukkanlı yeni bir dürtü geldi,
Acele nazarlarla zorladım kendimi kabule,
Çünkü herşey yanıyor ve yakıyordu.
Baktım ki bulutlarla getiriliyor
İlahi bir hatun, gözlerimin önüne,
Öyle bir endam ki ömrümde görmedim;
Bana baktı ve beklercesine öylece dolaştı.

Tanımıyormusun beni? dedi tek bir ağızla,
Benden aktı sevgi ve vefa topraklara:
Anımsarmısın beni, kimi yaralarda
Hayatın pak merhemini döktüm?
Tabi bilirsin beni, ben, ebedi bağ,
Kalbin emel verir bana açıp kapanırken.
Sen değilmiydin kor yürek çırpıntılarıyla
Delikanlıyken bana özümsenirken?

Evet! diye haykırdım, mesut çökerken
Yere doğru, çok uzun sezdim seni:
Huzur verdin bana, genç uzuvlarımdan
Hırs içimde molasız eşelenirken;
Bana, enfes kuş tüyleriyle
Sıcak günde alnıma su serptin;
Bana alemin en iyi ihsanlarını verdin,
Ve her saadeti senden gelen, sadece isterim!

Sana isim vermiyorum, gerçi çok bahsedilir senden
Hatta fazlaca, ve herbiri kendinin bilir seni,
Her göz sana nişanlanmış zanneder,
Her birine ışıldaman olur hicran.
Ah, dalalete düşmüşken, çok yoldaşım vardın,
Şimdi seni tanımışken, sanki yapayalnızım:
Ben ferahımı sadece kendimle paylaşmalıyım,
Senin zarif parıltılarını örtüp kapatmalıyım.

Gülümsedi ve dedi ki: Bak, ne zekisin,
Ne muhtaçsınız, biraz açığa çıkmaya!
Güçbela ağır itham hayallerden emin,
Ancak çocuksu arzulara hakim,
Zannedersin yine insan üstüsün
İhmal edersin erkeğin görevini icra etmeye!
Başkalarından sen ne kadar farklısın?
Tanı kendini, dünyayla huzurda yaşa!

Af et beni, dedim, niyetim iyimserdi!
Gözlerimi beyhude mi açık tutmalıyım?
Memnun bir istek yaşıyor kanımda,
Senin nimetlerinin değerini biliyorum.
Ötekilere içimde asil kor büyüyor,
Ülküyü artık gömemem, istemiyorumda!
Neden bu yolu o kadar özlemle aradım,
Biraderlere onu göstermeyeceksem eğer?

Ve ben söylenirken, bana baktı yüce mahluk
Bir nazarla, insaflı ve merhametli hoşgörüyle;
Kendimi gözlerinde okuyabiliyordum,
Hatamı ve kusurumu, ve doğrularımı.
Hafifce güldü, o anda iyileşmiştim,
Yeni hoşnutluklara ruhum vardı:
Şimdi sağlam güvenlerle
Ona yaklaşabildim, yanına bakınabildim.

Aniden elini uzattı çizgilerin içine
Külfetsiz bulutlara ve kokulara rasgele;
Ve kapınca onu, o tutturdu kendini,
Çektirdi kendini, ve sis mis kalmadı.
Gözüm yine ovada gezinebilirdin,
Semaya bakındım, aydın ve celildi.
Onu sadece en temiz tülü tutar gördüm,
Onu saran ve binbir kıvrımlarla bürüyen.

Ben seni tanırım, tanırım zayıf taraflarını,
Ben bilirim, ne gibi iyilikler içinde neşreder!
-Dedi, sürekli böyle konuşur duyarım onu-
Kabul eyle burada, sana çoktandır ayırdığımı!
Mesut olana, hiçbir şeyden efkar dokunamaz,
Eğer bu hediyeyi alırsa sessiz gönülle:
Sabah muştusuyla örülmüş ve güneş berraklığı,
Şiirlerin perdesi, hakikatlerin ellerinden müjde.

Ve seni ve arkadaşlarını bunaltırsa
Öğleyin olunca, at onu havaya!
Birazdan akşam esintisinin serinliği hışıldar,
Etrafınızı buke-baharat kokuları sarar.
Endişe ağrıları, toprak duygular, susar,
Bulutlar yatağına dönüşür türbeler
Sakinleşir herbir yaşam dalgası,
Gün şefkatli olur, gece pırıldar.

Haydi gelin, dostlar, yollarınızda eğer
Hayatın yükü ezercesine bastırıyorsa,
Hattınızda bir tazecik yeni uğur varsa
Çiçeklerle bezenmiş, altın meyvelerle süslenmiş,
Beraber yarınki güne yürüyoruz!
Böyle yaşıyoruz, böyle mutlu olunuyoruz.
Ve sonra, torunlar bize yas ederlerken,
Onların neşeşine aşkımız ulaşsın erken.

Johann Wolfgang von Goethe

Uyanık Uykuda

Düşteyim işte. Çıkageldi bir güz yeli
hafiften. Bir buğu gibiydi gök.
Ey kendini saklayan geçmiş, ince bir tül ardında;
Güz geldi ve yıldızlarını üstüme dök.

Artık büyüdüm. Ey sonsuz çocukluk!
Atlar, atlıkarıncalar ve yolculuk.

Tuhaf değil mi, bu leylekler nereye göçer
gök yolunda? Yazdan kalan kanat sesleri
gibi duyuluyor. Her şey bir bir ve örtük,
ince, bilinmez bir yüz sanki.

Bir kuru ağaç olarak kalayım mı?
Öyleyse ey güz, dök yapraklarımı!

Gövdemi kemirecek kurtlar toprakta
gözlüyor yolumu. Beklesinler bakalım.
Ayaklarım sağlam basıyor daha, yolum var
günlere. Üşüsem, ısıtıyor kanım.

Ben bir leyleğim, uykuda uyanık/ güz geldi artık
Göçüyorum yarı uyur, yarı uyanık…

Ali Püsküllüoğlu

Baba

Yalnızlığımdır hep bıçakların kestiği
Akşam çayında galetalarla yenen
Koyu atlar götürür terkisinde
Ne kadar kaçkın varsa evden
Uykumdur sokaklarda sürünür
Ya da düşer bir kadının elinden

Yorgunluğumdur daha çok aşk
Gelip gider o şehrin gemilerinden
Esmerdir akşamlarda babam
Çok esmer güler resimlerden
O kadar yakın bilmediğim
Ölüme çok uzak günlerinden

Ellerimdir dalgınlığında hep
Hep bardaklarda, sular dururken
Sürahilerde – akşam vakitleri
Akşam çayına gelmiyen
Bir baba, aydınlıksız odalarda
Çok esmer güler resimlerinden…

Ali Püsküllüoğlu

Aşktır Geride Kalan

İnkâr etmem aşkı

Ağzı bir elma tadı ağzımda 
Sevdiği oyuncaklar 
En güzeli mızıka 
Derken geçer gider birdenbire 
Güzelim yaz 
Eylülle hüzün 
Türkülerde yağmur 
Uykusuz geceler ki 
Çoktaaan unutulmuştur 
Severdi her şeyi 
Yollar uzun yürüse 
Küçük çakıl taşları, birkaç sümüklüböcek 
Bir serçe

Ali Püsküllüoğlu