Ey şiir vadisinde garip kelimeler satan kişi

Ey şi’r-i miyânında satan lafz-ı garibi
Dîvân-ı gazel nüshâ-i kâmûs degüldür

Nâbî

Şâir Nâbî (Yusuf)’den Oğluna Nasihat (Hayriye)

Öğütlerin Yazılış Sebebi :

1 – Ey isteklerimin sevinç artıran çerağı ! Ey Celil olan Allah’ın bağışı oğul!

2 – Bendeki özelliklerin ve şahsî erdemlerin hepsi sende aynıyla mevcut.

3 – Sende methedilecek ahlâk çoktur ve çok şükür, ben de o bakımdan zararda değilim. Edebe dair alâmetler ise sende yaradılıştan mevcut.

4 – Lâkin babanın bu söyledikleri de evlâdına fazladan bir tesirde bulunsun.

5 – Kulaklarına bir küpe olsun diye ve sana akıllıca bir sermaye olması için.

6 – Dilerim ki, bunu, canından da nazik tutasın ve bir an bile yanından ayırmayasın, aklından çıkarmayasın.

7 – Bunun feyzi mahşer gününe dek yürürlükte olsun ve hem seni, hem de başka mü’minleri kuşatsın.

8 – Bu nimetten sen de yiyip istifade edesin “Babamın yadigârıdır” diye anasın.

9 – Böylece ben ölünce ruhumu şad edesin, bir dua ile beni daima hatırlayasın.

10 – İşlediklerinin daima sonunu düşün ve böylece din evin onarılmış olsun.

İslâm’ın Beş Temeli :

Kendini Kelime-i Şehâdet ve Namaza Vakfet :

1 – İslâm yapısının beş temeli hikmet ölçüsüyle yükseldi.

2 – Bu binanın içinde olan kişi rahattır. Dışında olan fenalıkların içinde boğulur.

3 – Bilhassa seher vaktinde hiç yatma, uyanık ol. O vakitte kendini tevbe seccadesine vakfet. ( Böylece, İman ve İnancın asla sarsılmasın.)

4 – O saatte Allah huzurunda el bağlayıp hatalarından dolayı göz yaşı dökmek ne büyük saadettir.

5 – Secde için anlını yere koy da yeryüzünde gerçek saltanat ne imiş bir gör.

6 – Eğer İslâm’ın değerini gerçekten anlayabilseydin, namazı kılmak için bir an bile gecikmezdin.

7 – Gerçi senin yaşındaki çocuk bunu anlayamaz, ama yine de bu sırrı sana açıklayayım. Çalış ve gayret göster ki, git gide bunun hikmetini anlarsın.

8 – Ey parlak ay gibi olan oğul ! Eğer namaz kılacak olursan elif gibi düzgün durmalısın.

9 – Rükûya varınca da dal harfi ortaya çıkar. Bu söz peygamber’simdir bilesin.

10 – Secdeye kapandığında da mim harfinin daire şekli görünür. Anla ki “namaz kılmayan kişi, hiç âdem olur mu?” sözündeki sırlar birgün sana açılır.

Oruç Bir Rahmet sofrasıdır :

1 – Ey babalık bağının seçkin meyvesi ! Ey hayat denizindeki sedefin incisi oğul

2 – Hasta olmadıktan ve vücudun halsiz kalmadığı müddetçe Ramazan orucunu sakın tutmamazlık etme.

3 – Oruç, Allah’ın kullarına bir lutfudur. Orucun mükâfatını bizzat Allah verir.

4 – Oruç bir rahmet sofrasıdır. Oruçlu için ise nurdan bir elbisedir.

5 – Oruç gizli tutulan gizli bir ibadettir. Onun için asla oruca riya giremez.

6 – Oruç, Alllah’ın ezelî kudret ve kuvvetine mensup temiz bir gizliliktir. Oruç melekiyet sıfatına bürünmektir.

7 – Oruç, cennet nimetlerinin yol göstericisidir. Böyle oruçta yeme içmeyi terketmek bir rahmet sebebi olur.

8 – Ta gecenin karanlığı uzadığı bir vakitte güneşin parlak yüzük taşı, senin ağzına mühür vurur, yeme içme kesilir.

9 – Artık kendi nurun parlamaya başlar ve kötü emellerin gece karanlığına gömülür, affedilir.

10 – O ne saadettir ki, dudağın kapalı olduğu için, yeme-içme olmadığı için bütün beyhude işlerden uzaklaşmışsındır.

Kabe Yoluna (Hacca) Git :

1 – Ey can güllüğünün taze yetişmiş gülü ! Ey bilgi ve anlayış dimağını kokularla donatan oğul !

2 – Yola çıkacaksan mutlaka Kâbe yoluna git. Gayesiz boşuna yapılmış bir yolculuk cehennem ateşine götürür.

3 – Hacer-i Esvet, Allah’ın sevgili kullarının, öperek şifa buldukları bir taştır.

4 – Günahlarından minnetsizce yıkanıp temizlenmek için Altın Oluktan Allah’ın rahmeti dökülür.

5 – Zemzem suyu ferahlık verici bir ilaç gibidir. Ondan içen suçlu kullara şifa verir, günahlardan arınmalarını sağlar.

6 – “Lebbeyk” sadâlarını çıkaran nefesler göklere doğru uydular gibi yükselir.

7 – Bu ne ikbal, bu ne saadet ve ne mertebedir ki, Allah’ın evini tavaf edersin.

8 – Arefe günü, yarlığayıcı Allah’ın, insanları hesap için topladığı kıyamet gününden bir örnektir. – Arafat’ın o berraklığı ve tertemizliği, satır satır günahların affı için berat yazmaktadır. – Orada günahtan kararmış defterler yıkanmış, paklanmış ve orada günaha esir olanlar azat olmuştur.

9 – İhramlar içindeki hacıların oluşturdukları gümüş halkanın üstünde Rahmet dağı bir yüzük taşı gibi durur.

10 – Ey oğulcuğum ! Eğer sen Kâbe’nin etrafını tavaf eden bir pergel olursan, bir gün elbet kazanç noktası sana kendini gösterecektir, karşılığını kıyamette Allahü Teâlâ (c.c.)’nın izni ile alırsın.

Malını (Zekatını Ver) Muhtaçlardan Esirgeme :

1 – Ey sedefin kulak süsleyen incisi ! Ey şeref hanedanının hayırlı halefi oğul !

2 – Üzerinde zekâta ait olan bir tanecik bile bırakma. Zekâtını ver ki malın bereketi ve hayrı olsun.

3 – Zekât, fakirlerin hakkıdır. Ondan elini çekme, vermemezlik yapma ki temiz olan malını kirletmeyesin.

4 – Zekâtını verdikçe Allah’ın emri üzerinesin ve Allah senin o malının birine on (yüz, bin ve yüz binler) verir.

5 – Malının zekâtını vermezsen bereketi kalmaz ve o nimet sende fazla durmaz.

6 – Malın telef olması, zekâtı vermemektendir. Ayrıca zekâtı vermemek bazı musibetlere de hedef olur.

7 – Dine uyularak verilen zekât, malın tohumudur ve zekat olarak verilen mal, bu tohum, Allah katında kabul toprağına ekilmiş olur.

8 – Serpilmiş tohum yerden fazlasıyla biter ki, bu da iki âlemde sana yeterlidir.

9 – Fakirliği ve zenginliği yaratan Allah, zekâtı da fakirlere tahsis etmiş.

10 – Her şeye kâdir olan Allah’ın seni zengin yaratırken onu da fakir etmesinin elbette bir hikmeti vardır.

11 – Fakirlerin hakkını asla kesme. Senesi geldikçe ( zamanında) zekâtını ver.

12 – Ayrıca sadaka vererek de zekâtını tamamla. Bir mal için zekât kök, sadaka ise dal budaktır.

13 – Sadakadan elde edilecek sevabın sınırı yoktur. Nitekim bunu kuvvetlendiren birçok da âyetler vardır.

14 – Fakirler zenginlerin aynasıdır. Nitekim her şey zıddı ile vardır. Eğer Allah’ın takdiri, seni onun yerine fakir yaratsaydı, bunu değiştirmeye gücün yeter miydi.

15 – Fakir olmayınca zenginliğin güzelliği ve çekiciliği kalmaz. İşte Allah bunu böyle yaratmış.

16 – Nimetin şükrüne sebep fakirliktir. Devlet ve ikbâlin güzel oluşuna süs yine fakirliktir.

17 – Bu fâni dünyada fakirler olmasa acaba sen zekâtını kime verirdin.?

18 – Fakir, zekâtı almaktan kaçınırsa üzül, alırsa da memnun ol, sevin. Zekât, senin ikbaline ve varlığına bir vesiledir. Bunu da Allah tarafından sana verilmiş bir nimet ve lütuf kabul et.

19 – Allah’ın verdiği nimete şükretmesini bil ki ekmeğin ve suyun ziyadeleşsin.

20 – Fukaraya merhamet nazarıyla bak. Sertlikle konuşma, cömertlik et.

21 – Malını muhtaçlardan esirgeme. Allah’ın sana verdiği nimetten açlara ve yoksullara yedir.

22 – Kapını, fakirlerin boş dönmeyecek bir hale getir ve mümkün olduğu kadar ihsanda bulun.

23 – Acıkmışı doyurmak, her gün nafile oruç tutmaktan hayırlıdır.

24 – Senin elinden bir acın doyması, nice camiyi tamir ettirmekten yeğdir.

25 – Bir susuza su vermen, her yıl Kâbe’yi ziyaret etmenden daha hayırlıdır.

26 – Senin yüzünden ihtiyaç sahiplerinin sevinmesi ne büyük saadet, ne büyük yücelik, ne büyük devlettir. – O geçim malı ne kutludur ki, fakirler onunla ihtiyaçlarını karşılarlar.

27 – Bir fakire yardımı dokunan kişi gerçekten dine layık kişidir ve o kişinin hayrı başkalarına da geçer. – Sakın fukaraya tiksinti ile bakma ve asla ihsanda bulunmaktan kaçınma.

28 – İhsanda bulunarak çocukları sevindir. Gönüllerini alarak kalblerini mamur et. – Hele hele yetimlerin ve kimsesizlerin yaralı gönüllerine merhem olursa.

29 – Eger gidişatını düzelttiysen ve Allah da sana malca nimet ve zenginlik verdiyse nimete nankörlük semtine sakın ayak basma ve hem fiil, hem de söz ile şükrünü eda et.

30 – Gerçi şükür kelimesi herkesçe bilinir, herkes şükreder, ama sen yine de can-u gönülden şükret. – Hem gizli gizli ve çok çok şükret ; hem de aynı şekilde ihtiyaç sahiplerine ihsanda bulun. – Allah’ın kullarını aç, ekmeğe, yiyeceğe ve elbiseye muhtaç görünce ihsan kapısını sakın kapatma ve sana hacetini bildireni sakın geri çevirme.

Îlim, Ahlâk ve Görgü Kuralları :

İlimlerle Kendini Donat :

1 – Ey edeb çimenliğini süsleyen fidan ; ey babasının gönlüne ve gözüne nur bağışlayan oğul !

2 – Gece gündüz şerefli mukaddes, ilimlere çalış ve hayvan gibi cahil kalma da ilim öğrenen ol.

3 – İlim Allah’ın sıfatlarındandır ve dolayısıyla tüm sıfatların en yücesi ilim sıfatıdır. İlim her şeyin üstündedir.

4 – İlim öğrenmeye çalış ve bilgililerin bilgisi ol. Resûlullah-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) ilim öğrenmenin farz olduğunu söyledi.

5 – Yine O ilim sahibi Peygamber (s.a.v.) der ki : “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz !”

6 – Nur diyarının Sultanı ilim hakkında “Rabbi zidnî ilmen” (Rabbim ilmimi artır) isteğine memur oldu.

7 – Öyle bir ilim şehrini arayıp bul ki, kapısı Peygamber (s.a.v.)’in damadı Hz. Ali (r.a) olsun.

8 – İlim ilâhî bir sofradır. İlim Allah (c.c.)’tan insanlara bir bağış, bir bahşiştir.

9 – İlim, büyüklük ve mertebenin güvenliği ve koruyucusu ; İlim, doğruluğun ve talihin kopmayan bağıdır.

10 – İlim, sahili olmayan bir denizdir ki ; onun içinde âlim geçinenler gerçekte câhildirler.

Cehâlet Dünya ve Ahiretini Karartır :

1 –Allah cahillik için “ölüm” ilim için “hayat” tır dedi. Sen de sakın ölü gurubuyla aynı durumda olma.

2 – Cahillik ile (dünya ve) ebedî hayattan mahrum olma ve iyi ile kötüyü ilim vasıtasıyla birbirinden ayır.

3 – Çeşitli ilimlerle kendini donat, zihnini doldur. Belki bir gün ona ihtiyacın olur da kullanman gerekir.

4 – Bir şeyi bilmek, sorulduğu zaman “ben onu bilmiyorum” demekten daha güzel değil mi ?

5 – Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in insanlara telkini “İlim Çin’de de olsa gidip alınız” hadisidir.

6 – Bir şeyi ehlinden öğren ve bunu yaparken utanma. Çünkü her şeyin âlimliği, câhilliğinden daha iyidir.

7 – Bir şeyden habersiz olan câhil nerde ; her şeyi bilen nerde ! Hiç gören ile âmâ bir olur mu?

8 – Cehâlet insana bir belâ zindanıdır ki, içine düşenler ondan kurtuluşun yüzünü görmez. – İlim, varlığın ; câhillik ise yokluğun kaynağıdır. Hiç var ile yok beraber olabilir mi?

9 – İlimle uğraşmak kadar yüce bir iş olmadı. İlimden de hiç kimse elem görmedi. – Yaratıcı olan Allah’ın sıfatlarına sınır olmadığı gibi ilmin şerefine de bir son yoktur.

10 – Sakın ilmin dış kabuğunda kalma. Manânın özüne ulaşmaya bak. – İlmin dış kabuğunda kalmak, kuşun tek kanatla uçmaya kalkması gibidir. Onun için sen de ilmin dışında kalmayıp içine doğru yönel. – Hiç denizin sahilinde inci olur mu? Cevher istiyorsan elbette derinine dalman lâzım.

Misafire İkrâm Et :

1 – Evine gelen misafir kim olursa olsun elinde bulunan şeylerle sofranı donat.

2 – Misafire kıymeti ölçüsünde tazim göster ve misafirliğin şanına yakışır ikramlarda bulun.

3 – Misafir kaba saba bir kişi bile olsa sabır göster ve bir tatlı dil ile hürmet et.

4 – Misafirin gözünü hasret çektiği şeyden perdeleme ve isteğinin imkânı varsa onu ondan esirgeme.

5 – Misafirin arzusunu yerine getirmek elinde değilse, o garibi küstürmeden geri çevirmeye çalış.

6 – Komşularına eğri bakışla bakma ! Mahrum ve düşkünlere iltifatta bulun !

7 – Konu komşuyla iyi geçinerek onların hakkını gözet. Kimse senden incinmesin. !

8 – Tek başına bir lokmaya ağız açma, yediklerinden onları da faydalandır.

9 – Sana ihtiyaçları oldukça onlara yardım et, civarını düşkünlerin sığınacakları bir yer haline getir.

10 – Kötü iş için adımını atma ve bir elin daima hayır ve hasenatta olsun.

Yaptığın Hayrı Başa Kakma :

1 – Fakirlere lütuf ve ihsanda bulunduğunda riyakâr davranmamak da ayrıca teşekküre değer.

2 – Eğer fukaraya ihsanda bulunursan bunu gizli yap ve yardım ettiğini yalnızca Allahü Teâlâ (c.c.) bilsin.

3 – Yaptığın hayrı sakın başa kakarak boşa giderme. Karşındakinin utanmasına meydan verme ve ancak kendin utan.

4 – Nice insanlar yardım istemekten utanırlar. Senin vazifen bu durumda olanları arayıp bulmaktır.

5 – Nice ikbâli ile aşağılık olmuş kişiler vardır ki, bunlar kendi felâketlerinin ayakları altına düşmüşlerdir.

6 – Öyleleri de vardır ki, fakirlik köşesinde ayaklar altında kalmıştır da birşey isteyip dilenemez.

7 – İşte böyle kişiler için sen bir çare ulaştıran ol ki, bu hareket altın tavan yapmaktan daha iyidir.

8 – Eğer yardımında karşındakini incitirsen yahut riya için yaparsan, bunun hayrı ne sana, ne de ona fayda etmez ve kaybolup gider.

9 – Kimsesizlere yardım dağıtmak; zenginleri dâvet etmekten elbette çok daha (hayırlı ve) üstündür.

10 – Oysa o zenginler hem yer içerler ; hem de seni çekiştirirler ve bir noksanın varsa onu anlatırlar.

Dilinde ve Gönlünde Allah Olsun :

1 – Ey varlık ve vücud mecmuasının seçkin nüshası, ey sıfat aynasının süslü ve yakışıklı resmi oğul !

2 – Bu öğüdümü kulağına küpe eyle : “Sakın kimseye fazilet satmaya kalkma”

3 – İnsanı hakikate yaklaştıran, Allah yolunda yüce mertebelere ulaşan kişilerin temiz nefesleri, sözleridir.

4 – Eğer devrinde mürşid-i kâmil yoksa, sana Kur’an bir mürşid olarak yeter.

5 – Ârif ol, sakın ham sofu olma ; gayret göster de yakın sırrına, Allah ilmine erenlerden ol.

6 – Allah seni kendisini bilmen için ve O’na kulluk etmen için yarattı.

7 – Asıl lâzım olan dünya denilen bu evin sahibidir. (Evin sahibi Allah’tır) Cahil ise sahibi yerine evini isterler. – Evin sahibi senin olasıya kadar gece gündüz çalış ve bunun için pervane ol.

8 – Dilindeki ve gönlündeki daima Allah olsun. Uğruna can verdiğin yer, yine Allah’ın yüce dergâhı olsun.

9 – Cennet ümidi ve cehennem korkusu ile çalışma. Ey gerçeği gören kişi ! Cennet ve Cehennemin asıl sahibini isteyip bul.

10 – Âmâ o kişidir ki, hakikat kapıları kapandığı zaman varlıkları hakikatleriyle göremez. – Peygamberin övüncü Hz. Peygamber bile, hakikatler kendisine açılsın diye duada bulunurdu.

Rızkına Kanaat Et :

1 – Kimseye ihtiyacını arz etme de, minnet yükü altında eğrilme.

2 – Sana ayrılmış olan rızık elbette seni bulur. Öyleyse aç gözlülükten ele geçen yalnızca yüzsuyu dökmektir. – Sana takdir olunmamış rızık ele geçmez ; sana ayrılmış olan da asla başkasına gitmez.

3 – Allah, lütfunu herkese karşılık beklemeden verir. kulun mülkiyeti ise arada yalnızca bir vâsıtadır.

4 – Sana rızık olarak verilen şeyin seni bulması için birinden istemeye ihtiyacın olduğunu sanma. Başkasından isteyip de boş yere mihnet ve sıkıntı çekme.

5 – Allah’ın sana bahşedeceğine güven ki rızkın, sana kavuşmak için senin ona olan aşkından daha büyük âşıktır; sen ona yürürken o sana doğru koşar.

6 – Senin rızkın sadece herhangi bir mal dolayısıyla değildir. Rezzâk olan Allah, başka sebeplerle de sana rızık ulaştırır.

7 – Fakirlik seni hiç korkutmasın ki, nimetin sahibi olan Allah, hiç kulunu aç bırakır mı?

8 – Ancak sana ikram eden gerçekten sadık dostun olursa ve külfetsiz karşılıksız ikramda bulunursa kabul et.

9 – Sen de dostuna karşılık ver ve onu ikram ile mükâfatlandır. – Vefa elini vadeye açık tut. Kime bir vaadde bulunursan yerine getir.

10 – Zimmetinde bulunana ve himmete vade vermeyi borç bil. Vadettiğinden geri dönmeyi kişiliğine kusur say.

Söylediğin Az, Manası Çok Olsun :

1 – Dostunu bir latifeye feda etme ki, tuz ekmek hakkını ara yerden kaldırıp atmış olmayasın. Latifenin bile (ki zarif ve nükteli olursa güzeldir) bir tarafı yanar ateş gibidir.

2 – Hele hele dostların kalbine saplanan bir söz okuna, yergi ve alaya latife demek bile olmaz. Kasten yapılmış keskin başlı kırıcı bir latife, dostlarını ağzına kadar dolu bir çekişme içine sürükler.

3 – Zarif kişilerin latife dedikleri şey, yerinde söylenmiş cilveli güzel sözdür. – Söylediğin az, mânâsı çok olsun ve asla kimsenin gönlünü incitme.

4 – Söylediğin söz, gönül bağından yeni koparılmış bir gül olmalı, onu duyan da içindeki mânâ ile bülbül olmalı. – O söz, gül kokusu gibi gönülleri açmalı ve gönüllerden kinleri gidermeli. – Gönüllere vuslat müjdesi gibi olmalı, onu işiten rağbet ile şevke gelmeli. – Böyle olursa latife ne güzel. Eğer böyle olmazsa onu terketmeyi amelin hayırlısı say.

5 – Kimseyi kötüleyip dedikodusunu yapma. Bunu yapmak akıllı kişiler için bir ayıptır.

6 – Dedikoduculuk ve başkasını kötülemenin lüzumu ve lezzeti yok. Üstelik günahı, diğer suçlardan da fazladır. – Bunları yaparsan dostların senden emin olamazlar ve adın anıldıkça senden nefret ederler.

7 – Dedikodu ve başkasını kötülemek, onu yapan kişiyi de kötü andırır. Zaten bu tip kişilerin nasibi de yoktur. – Allah seni bu tür işlerden koruya. Temiz kalbli ve rahat canlı olasın ey oğul !

8 – Kimseye kin ve düşmanlık gütme. İyi geçinmeyi terk etmeyi de âdet edinme. – Öfke, hiddet ve kin gösterme ! Kimseye alnını kırıştırarak bakma ! – Herkesle iyi geçin ! Cimri de olsa herkes ile gönlün hoş olsun.!

9 – Dostlarının haricinde bir kimse de olsa onları incitme ! Hoyrat teklif ile kalblerini kırma. – Kimse senin suratından muzdarip olmasın ! Bütün dünya iyi huyunun esiri olsun.!

10 – Mahkeme salonuna hiç yolun düşmesin. Sakın başını kuru kavgaya bulaştırma ! – İnsanlarla kavga ve çekişme halinde olanın eline rahatsızlık ve sıkıntıdan başka birşey girmez. – Kimse ile inatlaşma ve kimseye ayak direme ki bunlar, düşmanlık ateşini tutuşturur…

Edep İnsanın Süsüdür :

1 – Halka yumuşaklık ve alçakgönüllülükle selâm ver, onlarla buluş ve sakın onlara, ayağa kalkma külfetini yükleme.

2 – Utanma duygusu ve edeb sende mevcut iken elbette bunlar senin saygınlığına sebeptir.

3 – Utanma duygusu iman nurunun süsüdür. Utanmazlık ise dünya ve ahirette ne yaman şeydir.

4 – Edeb insanın süsüdür. Edepsiz ise şeytanın arkasından giden kişidir.

5 – Hz. Allah hâzır ve nâzır, her yerde dâimâ mevcud ve her şeyi görücü iken, sakın ona karşı edebini terketme.

6 – Peygamber sözüne uyup “Basit de olsa her kişinin yüzüne gül”. Peygamber mesleğini kabul ki, Peygamberimiz böyle yapmakla emrolunmuştu.

7 – Böyle yapmazsan (güler yüzlü olmazsan) zaten rahat edemezsin. Âlemin övüncü olan Hz. Peygamber der ki : “ Hikmetin başı yüze gülmektir.”

8 – Sebepsiz yere insanlarla kavga etme ve aşağılıklara (hayasızlıklara) karşı yüze gülme siperini terketme.

9 – Dünya mihnetinden (sıkıntısından) emin olmak için böyle kişilerin yüzüne gülmekten daha sağlam bir kale olamaz.

10 – Rüzgar gibi her yere girip çıkma, güneş gibi de her kapıyı (sebepsiz yere) dolaşma.

Bir Söyle İki Dinle :

1 – Ey oğul ! Başkalarının evine davetsiz olarak gitme. Hatta her dâvet edildiğin yere değil, hürmet ehli olanların evine git.

2 – Vardığın meclis doğru yolda olan insanlarla dolu olmalıdır, fesat ve kötü kumkuması olmamalıdır.

3 – Gerçi davete icabet etmek gerekir, ama dâvet, kötü ve dedikodudan da emin olmalıdır. Öyle kötü meclisler sana bir oyalanma yeri olamaz, oralar senin namusuna leke düşürür.

4 – Mecliste sürekli susup durma; yeri geldikçe dil ol, yeri geldikçe kulak. Sözünü mümkün olduğu kadar kısa tut ki, inci ve mercan gibi değerli olsun.

5 – İnsanlarda bir dil, iki kulak vardır. Öyleyse sen de bir söyle, iki dinle.

6 – Gerçi çok konuşan hafiflik eder, boş konuşur; buna karşılık, dinlemeyi tercih eden ağır başlılık eder.

7 – Sözü ne kısa, ne de uzun söyle. Sözün ne zaman söylenmesi gerektiğini iyi ayarla ve sözünde ne hafif ol, ne ağır.

8 – İrfan ve olgunluk metâını teraziye koyan bilgeler dedi ki ; “Çok söz ancak Kur’an’a yaraşır”.

9 – Söylediğin sözü tekrarlama, bir şeyi iki defa söyleme. Tekrar edilecek söz ya zikir, yahut Allah’tan bağışlanmayı isteme sözü olmalıdır.

10 – Zikir yaparken alenen dudaklarını kıpırdatma. Zikir ve Allahü Teâlâ (c.c.)yı anış gizli gerekir.

Kimsenin Ayıbını Yüzüne Vurma :

1 – Riyakârlık meclisine aşağılık kişiler katılır, ondan elde edilen sonuç da fenâlıkların yağmalanması olur.

2 – Kimseye sertlikle cevap verme, bilakis lütuf ve yücelikle hitap et.

3 – Kimsenin ayıbını yüzüne vurma; bir kişi ayıplı da olsa onun sözünü sonuna kadar dinle.

4 – Asla kimseyi câhillikle suçlayıp da Allah’ın yarattığı bir insanı ayıplandırma.

5 – Aman ha ! Kimseyi ayıbıyla ayıplama ! Böyle bir şeyin sonucu ebedî bir tasa olur.

6 – İlim cevherini sana bağışlayan Allah, sana ilmi ; ona da cehaleti uygun bulmuş. Bu, Allah’ın hikmet rabıtasıdır, kudretin âdilce verdiği kısmetidir. Bu söz dudaklarının bir süsü olsun : “Kimsenin ahını alma, halin yaman olur”..

7 – Cefa ve sitem işini terket. Aman ha ! Kerem et de kötü bir iş olan kalb kırıcılığını yapma.

8 – Cancağızım ! Hele ne yaparsan yap da, tek kalp kırıcı ve keskin dilli olma.

9 – Hatır yıkmak günahların en büyüklerindendir, hatta bütün günahların en kötüsüdür. Bunun yerine kalbleri kazanmaya, hatır yapmaya çalış da Allah’ın Arş’ını harap etme.

10 – Hiç Yüce Allahü Teâlâ (c.c.), mamur birer ev olan kalblerin harap olmalarına razı olur mu?…

Borçtan Çok Sakın :

1 – Ey babasının canı ! Şu sözümü kulağına küpe et : “Borçtan çok sakın. Borç insanı çok perişan eder, eğer kişi Eflâtun kadar akıllı bile olsa, borç onu deliye döndürür”.

2 – Borç kültürlü insanları aptal eyler, hatta kişiyi, kahramanların en kahramanı bile olsa kadın gibi korkak eyler.

3 – Borçlu kişinin vücudu sıhhatli, ama içi hastadır. Borçlu, alacaklısının karşısında da boynu bükük bir köledir.

4 – Borçlunun borç vadesinin gelmesi, ona canını teslim edeceği anın gelişi gibidir. Borcunu veremediği için çarptırıldığı hapis cezası ise ölülerin mezarı sayılır. Hele alacaklısı da şer bir kişiyse, her gün kafasını düşünce ve kederlerle doldurur.

5 – Faiz geliri de sermayeye eklenince bu faiz yükü insanın belini büker. Alacaklısı faizi de dahil, borcun ödenmesini istediğinde “Kanun böyle emrediyor, ödeyeceksin” der ve yalancı şahitleri de yardıma çağırır. Yani borcun faizini ödemekten aslını ödemeye fırsat kalmaz. Ey gözümün nuru ! Bu tür borçtan Allahü Teâlâ (c.c.) seni korusun.

6 – Borçlanmamak için elbiseni ve çulunu satsan daha iyi. Borçsuz olarak aç ve çıplak yatmak,borçlanmaktan iyidir.

7 – Rehinsiz ve kefilsiz sakın kimseye mal verme ki, sonra bu hususta anlaşmazlık çıkar.

8 – Halkta Allah korkusu azalmıştır, onun için baltalama ve inkar hemen hazırdır.

9 – Bazı güçlü kişiler de vardır ki, haklının hakkını vermemekte üstlerine yoktur. Bu kişilerin yaptığı iş inkâr ile inkarlarını ispat için ettikleri yemindir.

10 – Borçlu borcunu inkâr ettikten sonra bu hengâme giderek büyür ve senin hakkını sana vermez de hakimlere rüşvet olarak yedirir.

Er Kişi Yalana Tenezzül Etmez :

1 – Ey cömertliğin son yüksek mertebesinin en güzel süsü, ey varlık okulunda edeb öğrenen oğul ! Yalan ve aslı olmayan şeyi sakın söyleme ki kendi söz sabahında parlaklık olsun.

2 – Er olan kişi, yalana tenezzül etmediği gibi yalanın kötü sonucuna da tahammül etmez.

3 – O kötü kişi ne utanmaz ve arlanmazdır ki, yalan ile ağzını pisletir. Yalanın – ki aslı olmayan bir sözdür – İslâm inancında gideceği bir kapı yoktur.

4 – Bütün işlerin bozukluğunun aslı, yalandır. Akıl sahibi kişiler onu yapmaz.

5 – Ancak gâyesi, düşmanları ortadan kaldırmak olan yalanı söylemek kötü değildir. Yoksa her yalan söz, aykırılıkların özüdür ; zaten böyle söz de boş lakırtıdan başka bir şey değildir.

6 – Yalan söyleyen bu tip kişilerle dostluk kurmaktan sakın ki onunla sohbet etmekten dolayı kişiye Cehennem ateşi isabet eder.

7 – Âlemlerin övüncü, Peygamberler sultanı Hz. Muhammed (s.a.v.) der ki : “Bir ağızdan yalan söz çıktığında, o taraflara kötü bir koku yayılır ve oralara melek inmez. Yalanın söylendiği yer merkezinen 30 mil kadar bir daireye o pis kokudan dolayı melek uğramaz.”

8 – Nice insanlar var ki yalan söyleyip aslı olmayan şeyler anlatarak övünürler. Sonra da yalanını tasdik ettirmek için yemini, sözün doğruluğu hususunda sıkıca bağlanmış bir kemer haline getirirler.

9 – Allah yolunda ilim yapmış uğurlu kişiler, can verirler, ama yine de Allah adı vererek yemin etmezler. Ancak bilgisiz câhiller, ahmaklar ve inatçılar, yemin ederek, sözlerini kuvvetlendirmeye çalışırlar.

10 – Nice dinsiz ve mezhepsizler görmüşüz ki, her sözlerinde üç kere yemin ederler. Çok yemin edenler imanlı kişiler değildir. Hatta üst üste ettikleri yeminler de yalancılıklarının şahididir. – Bundan daha iğrenci, nice hırsız ve kötü kişilerin yalanları ile âdeta veli imiş gibi hareket etmeleridir. – Bunlardan bir çoğu, güya kerametlerinin şöhretine parlaklık vermek için yalan rüyalar uydururlar. Aslı olmadığı halde takva ve doğruluk satanlar iki âlemde kurtuluş yüzü görmezler.

Laf Taşıyan Nasıl Çalışır ? :
1 – Boşboğaz ve aşağılık birçok kişiler vardır ki, söz taşımak için hızlı hızlı solurlar, koşarlar. Ta ki bir an önce başkalarına yetiştirmek için oturamaz ve yeni getirdiği dedikodu haberini yaymadıkça duramaz.

2 – Nefesine iki nefeslik bir zaman bile sahip olup, hiç olmassa o meselenin açılmasını beklemeye de sabredemez. Dağarcığında her ne varsa hemen boşaltıverir. Hemen heybesinin başını aşağı getiriverir.

3 – Ne duyduysa tamı tamına nakleder; hatta birazını da kendi kesesinden (İşkembesinden) uydurur.

4 – Laf taşıyıcı, bir sirke tulumuna benzer ki, söz taşımazsa çatlar gider.

5 – Gammaz, bedava gönüllü olarak kedere bulaşmıştır, başkasında gördüğü bir dert ile ortak olmuştur. Başkalarının sıkıntısından o zevk alır. Kimde bir keder görse kendisi sevinir.

6 – Dili bir kurşun ; haşin ağzı da bir tüfek. Bir nefeste savaş kıvılcımları koparır. Onu ateşlemeye başladığı zaman, birini de bozgunculuk için saklar.

7 – Anlatacaklarını bitirdiği zaman artık duramaz ve hızla oradan da ayrılır. Bu sefer canını başka bir meclise atar, her ne yapıldıysa orada da satar.

8 – Böyle böyle laf taşıyarak akşama kadar bütün şehri baştan sona dolaşır. Onun huyu, âdeti ve işi budur. Gece gündüz biricik düşüncesi budur.

9 – O laf taşıyıcı soysuz, böyle halkın arasına düşmanlık bırakır ve o huyu; evladı ve neslinde de fasılasız devam eder.

1 0 – Böylece iki topluluk sıkıntı ve üzüntülere hedef olur. Artık aralarında sulh bile olsa işin tadı kaçmıştır. Onun yaptığı bozgunculuk dillere düşer ve bu arada kendisi de satılır gider. Onun âhiretteki tek işi inleyiş ve çığlıktır. Çünkü Allah “Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha şiddetlidir” buyurdu.

Gaflet Elinde Oyuncak Olma :

1 – Ey oğulcuk ! Denizin incisinin soyundan gelen oğul ! Şu söyleyeceğim inciler kulağına küpe olsun : Asla oyun ve oynaşa rağbet etme ki gaflet elinde oyuncak olmayasın. Onlarla boş vakit geçirmek yerine, insan gibi şöyle Allah’ın huzurunda işe yarayacak şeylerle meşgul ol.

2 – Kur’an okumak, zikredip salavât getirmek varken vaktini oyuna harcama.

3 – Allah’ın insanlara gerçek bir lütfu olan nefes hazinesi âdi hevesler uğruna harcanırsa yazıklar olsun. İrfanın varsa anla ki, dostların, “Vakit nakittir” diye söyledikleri işte budur.

4 – Ey kaynaşma ve dostluk kitabından ders okuyan ; ey sohbet usullerinden edep öğrenen oğul ! Sakın ha, gaflete düşüp de söz taşıyıcılık yapma ve koğucunun sözüne postacı olma. Kulak kesesine giren sözleri tellallık yaparcasına ona buna satma. Şeytanın bayrağını yükseltici olma ve insanları birbirine düşürme.

5 – O mânâ Sultanı Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “ Lüzumsuz ve malayânî boş söz söylemeyi terketmek dinin güzelliğidir” buyurdu.

Her İşin Düğümünü Sabır Çözer :

1 – Ey ebedî yüceliğe doğru koşan ; ey ümit geliniyle yüz-yüzelik süren oğul ! İşlerinde acele etme, sabret. Sabır kapı üzerinde duran, sıkıntılardan sonraki sevinç anahtarıdır.

2 – Sabır ile düşmanlar dost; yol kesiciler ise yol gösterici olur.

3 – Her işin düğümünü çözen sabırdır. Karanlık gece bile sabreder de sabaha erişir.

4 – Sabûr Allah’ın isimlerinden biridir. Sabır sonsuz hikmetlerden bir hikmettir. Hikmetler söylemede şekerler yiyenler : “Sabır, sıkıntıdan sonra gelen sevincin anahtarıdır” dediler.

5 – Cennet ve Cehenneme hayret edenlerden olma da onların sahibi olan Allah’a karşı inleyici bir âşık ol. Seher vaktinde yatma da uyanık ol; o vakitte kendini af dileme seccadesine ada…

Nâbî

(Şâir Nâbî (Yusuf)’den Oğluna Nasihat (Hayriye)

Hayriye, Şâir Nâbî’nin aruz vezniyle yazdığı manzum bir öğüt kitabıdır. Bir divan edebiyatı şâiri olan Yusuf Nâbî, daha çok bu eseriyle tanınır. Şâir bu eserini oğlu Ebu-l Hayr Mehmed Çelebi adına yazar ve muhatap da oğludur. Kitap kendi dönemi için olduğu kadar günümüz için de şaşmaz ve değişmez dersler, öğütler ve nasihatlerle doludur. Kitabın diğer önemli yönü de, devrinin iç yüzünü ve sosyal hayatını yansıtmasıyla da tarihî bir vesika oluşudur.

Hayriye’nin yazılış dönemi (1700) Osmanlının inişe geçtiği yıllara rastlar. Saraya Valide Sultanlar hâkim olmuştur. Yeni çeri kazan kaldırıp isyan etmektedir. Sık sık padişahlar değişmekte, İç isyanların yaşandığı, sosyal ve ekonomik bozuklukların başgösterdiği ve halkın huzurunun kalmadığı bir dönemde yazılmış bir eserdir.

Günümüz şartları ve gidişatı gözönüne getirilirse, tarihin tekerrür ettiğini göreceğiz. Üç asır önceki Osmanlı ile günümüz Cumhuriyet toplumu aynı dertlerle muztarip ve aynı tedâvi şekillerine muhtaç haldedir. Hayriyeden yapılan bu seçme öğütler dikkatle gözden geçirilirse, herkes kendi derdine derman bulacaktır.

Metin ve tercümesi ile birlikte 1647 beyit, 34 bölüm ve 223 sayfadan meydana gelen Hayriye kitabının daha çok günümüze ışık tutan bölümleri ve beyitlerinden seçmeler yapılmıştır.

Bu arada okuyucuya kolaylık sağlaması için de ara başlıklar çıkararak kısa, ara bölümler halinde verilmiye çalışılmıştır.)

En’am 59: “O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez.”

Güneş’e



aşk sevgilim
ayın yüzüne yazılmış güzel bir şiirdir
aşk ağacın tüm yapraklarına resmedilmiştir
kazınmıştır aşk…
serçelerin kanatlarına, yağmur damlalarına
lakin benim ülkemde sevgilim
bir kadın ne zaman bir erkeği sevse
taşlara tutulur

Nizar Kabbani

Islak mı ıslak
bir dalda kalmak için
çırpınan yaprak

Ahmet Necdet

Döküldü fesleğenin yaprakları:

Sesleri hâlâ kulağımda.

Süreyya Berfe

Nasıl da yaprak gibi..
Düştüm
Göğüslerinin arasına

Keşke sevgilim
Yapraklarım dökülmeden önce
Ulaşsaydı bana
Selâmın
Selâmın

Ebdulrehman Mizûrî

Her yıl bir yaprak daha düşüyor çınardan
Yaşlı bir aslanın boynu bükük dönmesi gibi ormana
Dibine kadar mağlûp, dibine kadar mağrur, dibine kadar munis

Cihan Oğuz

Annemin dargın
Yaprağıydım ben…

Arif Damar

yaprak dökümü
elli bin şiir roman filan okudum yaprak dökümünü anlatır
elli bin film seyrettim yaprakların dökümünü gösterir
elli bin kere gördüm yaprak dökümünü
düşüşlerini ,sürünüşlerini, çürüyüşlerini yaprakların
elli bin kere duydum ölü hışırtılarını kunduramın altında
avucumda ve parmaklarımın ucunda
ama yaprak dökümüne rastlamak yine de burar içimi
hele bulvarlarda yaprak dökümüne
hele kestaneyseler
hele çocuklar geçiyorsa oralardan
hele güneşliyse hava
hele iyi bir haber almışsam o gün dostluk üstüne
hele o gün sancımıyorsa yüreğim
hele sevdiğimin beni sevdiğine inanıyorsam o gün
hele o gün insanlarla ve kendimle aram iyiyse yaprak
dökümüne rastlamak burar içimi
hele bulvarlarda yaprak dökümüne
hele kestaneyseler.

Nazım Hikmet

Esridi dönmekten altın yapraklar
Pembemsi suyunda havuzun,
Ve hafif bir kelebek sürüsü gibi
Uçtular yönünde bir yıldızın.

Sergey Yesenin

Yaz yağmuru sıcak:
Nasıl ki ağır bir damla düştüğünde
sarsılır tüm yaprak.
İşte öyle sarsılır yüreğim
sen düştüğünde içime

Erich Fried

annemde ilk yer sarsıntısı
yaprak kasırgası

Mehmet Müfit

Her şey değişir, söz vermek bunu durduramaz. Kimse bir ağaçtan, bahar bitince çiçeklerini korumasını bekleyemez. Çünkü sonunda çiçekler meyveye dönüşür. Ve sonra, sonra ağaç meyvesini kaybeder. – Ya sonra? – Sonra yapraksız bir bahçe. – Yapraksız bir bahçe mi? – Farsça bir şiir. Yapraksız bir bahçe. Güzel olmadığını söylemeye kim cesaret edebilir?

Abbas Kiarostami

iki gündür dolanıyorum sokakları kurumuş yapraklar gibi.

Burhan Eren

Yaprak kokularında akşamı duyuyorum
Ki beni yokluk denen yere yaklaştıracak.
Yaprak kokularında akşamı duyuyorum
Ki alnımda sulardan şarkılardan bir şafak.

Fazıl Hüsnü Dağlarca

benim için yapraklar topla, yatağını lekele.

İlhan Berk

Orhan Veliden istanbulu dinliyorum
Belgrat ormanında sarı yapraklar
Yeter ki bana yeşil görünsün
Kuruyan o dallar çiçek açsın
Dökülen şiir nağmeleri
Yeniden yüreğimde kalsın
İstanbul bana bir şiir söyle.

Naser Neşo

Sen bambusun,
ben rüzgâr,
sen mırıldanırsın ben yapraklarının arasına karıştıkça,

Alberto Ruy-Sánchez

ben geçerken savurduğun yapraklara dönerim,
sen duru bir yağmur olursun,
ben susamışım, tutkunum
senin yapraklar arasında oynaşan ışığına,
ben bambuyum,
sen rüzgâr.

Alberto Ruy-Sánchez

sessiz oturabilir miyiz seninle?
aramızda yaprakların hışırtısından,
ve ceylanların hayata çıkışından
başka bir ses olmadan.

Kemal Sayar

Savurdum, eledim, seçtim zamanı
Yaprak yaprak, tel tel açtım zamanı
Haftada üç asır geçtim zamanı
Nereye gittimse zamansız vardım.

Abdurrahim Karakoç

Kollarıma düştünüz
Solgun periler gibi;
Ruhumla öpüştünüz,
Bir ümid diler gibi…

Şükûfe Nihal

Peşimde kanıma susamış canavarlar var,
gecenin sabaha yakın olan kısmında
çalı ol
yapraklarının arasına al beni,
dikenlerin batmasın ama.

A. Kadir Bilgin

seni severken
yaz güneşi şehvete boğar bahçeyi
kükürt adetleriyle solar bağ yaprakları

Adnan Özer

Yaprak düştü dalımdan
Kuş uçtu, soğuk vurdu çiçeğimi
Üşüyor, titriyorum
Hisseden, ısıtan nerde? …

Mustafa Ceylan

Senin resmini yaparken
Parlak kırmızıyla laciverti
Birbirine karıştırıyorum.
Söyle bana ey gelincik
Toprakta ne al, ne lacivert,
Ne kırmızı, ne de sarı varken
Sen nasıl boyuyorsun böyle
Çiçeğinin yapraklarını?..

Nakagawa Kazumasa

Hangi iklime sığınsam,
Dökülür yaprakları akasyaların,
Neşter vurulur bahara
Kan kaybeder gelincikler…
Solar papatya kokusuz kalır tenim
Ve soluksuz kalır mevsimler,
Bir tek uçurum çiçekleri düşer payıma.

Dündar Sansur 

Gelincik açılmadan önce, kapalı çanak yaprakları badem kabuğu gibi serttir. Bir gün bu kabuk çatlayıverir. Üç çanak yaprağı toprağa düşer. Bu kabuğu açan şey balta değildir, sadece zar gibi incecik, tortop olmuş yapraklardır. Çiçek açıldıkça neon pembesi yapraklar kırlarda görebileceğiniz en arsız kızıla dönüşür. Sanki çiçeğin çanağını çatlatan güç, bu kırmızının kendini gösterme, görünür olma isteğidir.

John Berger

Bir Yaprak dökümüdür dört yandan.
Bir dostun, seninle ağlamış gülmüş,
Bir sabah gazeteyi açarsın ki:
Ölmüş!”

Ziya Osman Saba

Şu âlem, âyân ettiğin bize,
Ağaç, dal, yaprak, meğer her şey mu’cize!

Ziya Osman Saba

Keder gibi ödünç
kahkaha gibi karanlık
neş’e gibi yapraksız
ve kasaba gibi akşamsız
bu şiir peşimden
bir başkası gibi geldi

Haydar Ergülen 

Bir kilim ser odama, dört köşeli
Üstünde asma yaprakları olsun;
Dost yüzlü gölgeler içinde,
Misafirim olursun.

İlhan Demiraslan

“Yaruk soruyor:
-Yaprak mısın,
Yaprağın gölgesi mi?
(Ağacım diyemiyorum)”

Seyhan Erözçelik 

sen bir yaz güzelisin, yaprakların ekşi, suda yıkanırsan
portakal incinir, tütün utanır, incirler kanar

Turgut Uyar

Dolanıp duruyorum ortalıkta.
Kedim hımbıl, yaprak döküyor çiçeğim,

Metin Altıok 

çiçekler sulasan, kurumuş yaprakları kessen
sözgelimi tırnaklarını yemesen
akşamları erken yatsan iyi olur.

Edip Cansever

hangi ağacın yapraklarını
siyah kadifeyle örttün Ölüm?
hangi Söz’ü bana verdin
de benden geri aldın,
ey Dil?

Hilmi Yavuz 

kanlı bir karanlıktı gördüğüm
ben mi çok geniştim dünya mı çok dardı
nasıl yaprak yaprak açılıyordu
vahşi bir bitki gibi içimde keder
ağaçlar sonbahara azalıyorlardı.

Attila İlhan

Yeşil yaprak, alaca gölge, düşen yıldız
Bir gün en büyüğü karşısında gerçeklerin
Maceramız yarıda kalmalıydı…

Turgut Uyar 

Babamın sözlerini hatırlarım
O güzel köyü Geyve boğazındaki
Gözlerime bir büyük yaprak açılır

Turgut Uyar

Çocukluk güzün dökülen yapraklar gibi

Sezai Karakoç 

“…ve her şey bir kader iledir.”
ey atını uçurumlara süren çocuk
terkisinde taşıdığın rüzgarla
acının ağacından “toy bir yaprak” düşürdün

Arif Ay

yaprakları anlıyorum, yere yaklaşan
gökyüzünün dilini çözdüm
geçtiğim yerdeydi cennet, şimdi
buz tutmuş bir cehennemi yürüyorum
güller vazgeçti, çocuklar bekliyor

Nuri Demirci 

üç gün geçti yüzüme düşen bir yaprak rengi

Onur Caymaz

üstümde üçbin yaprak yüzbin ipekböceği
dinle toprağa batık bir ören söylüyor
– üstümde üçbin yaprak yüzbin ipekböceği

Cemal Süreya 

benim ölmüş olmamı
hiç bir yaprak damarından
hiçbir su özünden atamayacak beni
ortaya benim ölümüm sürülecek
pey akçesi olarak

İsmet Özel

ölümle, yaprakla, şiirle sınanmışım
ey yaşarken kanayan acı
şimşekli gök, tufan, kan fırtınası
uçurum kıyısında hızla büyüyen ot
yapraksız bir ölümün anısı için

Arkadaş Zekai Özger 

bir yaprak kapatıyorum hayatımın nemli taraflarına
ölümden anlayani ciddi bir yaprak
unutulacak diyorum, iyice unutulsun
neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı
karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak.

İsmet Özel

Tekrar loş yalnızlıkların en dibindeyim
Sararmış yaprakların usulca savrulduğu
Köprüler yıkıldı artık kendimleyim
Parmak uçlarımda ölümün soğukluğu…

Attila İlhan 

Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya
Ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya:
Duymaz bu anda taş gibi kalbinde bir sızı;
Fark etmez anne – toprak ölüm maceramızı.

Yahya Kemal Beyatlı

sarılayım diye sana geldim
oysa gördüm yapraksız bir dalsın
umudumun gözünde sen
ölümün gülümsemesisin

Furuğ Ferruhzad 

İnsandır…
Sonunda solacak,
kurumuş bir yaprak gibi rüzgâra ilişerek
geldiği toprağa dönecektir.

Nihat Behram

Sen tutunca ellerimden
Avlunun beyaz taşlarına dökülürdü
Kızıl yaprakları bir çınarın
Ve ben günlerce
O yapraklara gömülüp ölmek isterdim.

Tuğrul Tanyol 

Durdum, hazin hazin, acıdım kendi halime
Aksetti bir dakîka uzaktan hayâlime,
Sakin Emirgân’ın Çınaraltı’nda kahvesi,
Poyraz serinliğindeki yaprakların sesi.

Yahya Kemal Beyatlı

Öyledir benim sevdam
Bir kuş uçuşu uzaklıkta değil
Yanı başındadır her zaman
Burkulur kalır bir ağaç gibi
Dalları uzar yeryüzüne
Yaprakları dosttur gün ışığına

Ahmet Ada 

Bir zamanlar öyleydi
Diyelim duruyordun bir ağacın yanında
Kış oluyordu diyelim, tek yaprak olmuyordu dallarda
Şimdi kimse inanmaz buna ama
Çiçekle donanıyordu ağaç bir anda
Kuşu bile oluyordu hatta

İsmail Uyaroğlu

Güneş mi batarmış bir özel ismi bitirir gibi
Yanmış bir ağacın yaprakları mıymış kımıldayan
Ne kalmış bir önceden ya da bir sonradan
Kim koparmış dalından bu yabani incirleri
Ya kimmiş kıyıya çeken hayalet gemileri
Ne yazılmış nereye bu garip kargaşadan.

Edip Cansever 

Belki de yenilenmeli ağaçlar.
Boyalar devşirilmeli
mevsimin yapraklarından,
haşarı erguvandan.

Enis Batur

Yapraklarım yok artık kuşlarım yok
Büsbütün viran oldu dağlarım
Ezberimdeki türküler de savrulup gitti
Ömrümün karşılığı kalmadı sesimde
Sesimde yalnız ormanların gümbürtüsü

Ahmet Telli 

kurumuş ağaç kabukları yaşadım diyor
birden başlıyor ıslak sabahlarıyla günlerimiz
dudaklarımız söğüt yaprakları kadar memnun

Ömer Faruk Toprak

Ah, güney deyince bir yaprak kopar içimden,

Arif Damar 

Bir ağacı uyur görürseler, uyandırmasınlar,
Güneyde kalmış böyle güzel ağaçlar vardır,
Duldasında bir an dinlendiğimiz o ağaçlardır,
– Herşeyi o ağaçlar bilir dostum, o ağaçlar bilir! –
Biz yaprak misali olduk artık, bize birşey sormasınlar.

Arif Damar

İndirin perdeleri, indirin perdeleri…
Sonbahar ağaçlarda ağlarken yaprak yaprak.
Hışıldayan bu altın yağmuruna dalarak,
Dinleyin içerimde serinleyen kederi.

Ziya Osman Saba 

rüzgarları kışkırtan yapraklar gbi
yapraklar gibi dökülüyorsa
ve gülüyorsa yine de kuşlar
gülüyorsa sevdiğim
nedendir hep bir kırgınlığı dolaşmak
nedendir
savrulan bu gençliğim

Sıtkı Caney

Yapraklar, yel esince erken düşüyor bu güz,

Ezra Pound 

Biraz önce başlayan bahara dair
yeni ne anlatıyor yapraklar?

Nerede yaşar yapraklar kışın
köklerin yanında mı gizlice?

Pablo Neruda

Artık ne gelen, ne beklenen var;
Tenha yolun ortasında rüzgâr
Teşrin yapraklarıyle oynar.

Yahya Kemal Beyatlı 

Ağaca bakarım seyretmek için kendimi
Tutkuya bürünmüş ağaç benim işte
Köklerim derinlerde ısıtır denizi
Yapraklarım yağmuru çağırır sürekli

Ahmet Ada

sana da yağdı mı kar
gözlerine usul usul
ince bileklerine kirpiklerine
son yapraklarına
kalbindeki umutsuz dalların
usul usul
sallandı mı senin

sana da yağdı mı kar

Mehmet Can Doğan 

Size bir olay anlatayım, çok kısa
Bir kış günüydü, kar yağıyordu
Gök sapından boşalmış papatya yaprakları gibi duruyordu

Edip Cansever

bense varacağım yere belki varmıştım
güneş yaktığı zaman yaprak sarardığında
kışları kar altında ve dağlarda her bahar
sana kalbin en gizli bilgisini ısmarlamıştım

Sıtkı Caney 

Ah, bu düşen yapraklar, donduruyor içimi,
devamlı, suskun; yüreğimi parçalayarak…

Giosue Carducci

Yapraklar renk değiştiriyor, acıklı

Kenneth Rexroth 

Bir sözcüğün içinden geçiyoruz seninle,
ufacık bir sözcüğün, yaprak gibi, kırlangıç
gibi… ilerden gelen şu çağıltıyı dinle
karanlıkta: Derin bir suyu usta bir dalgıç
gibi geçmemiz gerek…

Sait Maden

yaprakları anlıyorum, yere yaklaşan
gökyüzünün dilini çözdüm
geçtiğim yerdeydi cennet, şimdi
buz tutmuş bir cehennemi yürüyorum

Nuri Demirci 

yürürdüm, sakin ve yaprak döken sokaktan
içinde aşk olan şeyleri arıyordum

Tuğrul Keskin

Emirgân,
kan altında kalır o saat,
canı çekilir erguvanların,
Usul bir yaş yürür ,
yaprağın damarında;
yaprak çürür..
damar çürür..
an çürür…

Üryan 

Bir kez ‘seni seviyorum’ de!
Dudakların eğer
Dört yapraklı yoncaya değerse-
Çiçek tarhlarında düş gülleri açar

Else Lasker-Schüler

Ey gül neye böyle ser-nigûnsun
Kim attı seni bu reh-güzâre
Yaprakların öyle pâre pâre
Topraklar içinde rû-nümûnsun

Abdülhak Mihrünnisa 

yaşarız burada bir tek bitki gibi
Yapraklarının anlamını bilmeyen.

Pablo Neruda

Ağaçlar yitirmişler artık ağaçlıklarını gözümde.
Dallara rüzgarda yelken açtıran yapraklar da tükenmekte.

İngeborg Bachmann

Bir akşam gözlerin ufka dalar pek derin
Kuşlar öter, uçuşur yeşil dallara konar
Umutlar yaprak yaprak alevlenirde yanar

Nurullah Genç

Yapraklarının altında deniz desem
Ağaç desem bir kara ağaç
Yürüyor içimde denize doğru
Deniz içimde dumanlı orman

Ahmet Ada

Topraktan gelen ağaçlara
Tutundukları ve gizli çekmeceler açtıkları
Ve içine geleceğinden emin anılar
Nur topu ceviz yaprakları
İlk sevgili yaprakları
İlk şiir sıcaklarını koydukları

Cahit Zarifoğlu

dalda
yalnız ve dağılmış bir elma
yalnız ve yapraklar örtmüyor onu
gelen akşama
geçen akşamın içlenmeleri dadanmış
bu kahır sessizdir

İlhami Çiçek

Yaprağa düşen yağmurdur
yapraktan düşen damla
Ne yapabilir, rüzgârından
merhamet dilemekten başka.

Mahmut Temizyürek

Gelip geçenler, yağmur altında
Bu adam tek başına ne geziyor, diyecek.
Yapraklar yollara dökülecek.

Cahit Külebi

Yağmur mahvoluyor çarparak
kendini parçalıyor mâşukunun açılan kıvrımında
yaprak dirimle irkiliyor nazlı ve mağrur
silkiniyor vuran her damlayla.

İsmet Özel

Yağmur yağdı bugün, savrulan yapraklar
Sürüklendi bir süre dilsiz sokaklarda.

Şükrü Erbaş

Düşen yaprakları dağıttı akşam yağmuru.

Yu Hsuan Chi

içimin ırmakları kurudu bütün yapraklar soluk
hüzün kokuyor çiçeğim
hangi yağmurları müjdelersen müjdele
yeşermez bir daha yangının düştüğü yer
aşk da küstü
kim dinler kalbimin kırık sesini artık

Nuri Can

Küpeler takacağım kulaklarıma ikiz iki kirazdan ve tırnaklarımı papatya çiçeği yapraklarıyla süsleyeceğim. 

Sohrab Sopehri

Aldatma kendini:
olmayacak Nuh’un gemisi
kurtaracak seni –
uçacak güvercini
getirecek yaprağı
olmayacak.

Oruç Aruoba

Elveda benim her mevsim dalları kırılan
Sıska çelimsiz
Ama son yaprağına son eriğine kadar cömert erik ağaçlarım

Ne zaman yolum düşse
Gözlerimi yumup sizi hatırlayacağım.

Bedri Rahmi Eyüboğlu

Bacaklarının daraçısında
Bir yumak
Bir kırlangıç yuvası
Bir söğüt yaprağı susuz ve erkenci
Bir mermi yatağı derin ve pusuda
Bir saat kapağı tık diye açılır
Bir tünek dalgın güvercinler için
Yabancım diyorum ona
Geriye kalan bütün kelimeleri de
Kamulaştırıyorum böylece,

Cemal Süreya

hüzün ceketimin iç cebinde bir tütün yaprağı gibi

Cafer Turaç

Bütün o aşkları yazdı da ne oldu
Gülleri çocukları denizleri tuttu da elinden
Hep bir ceviz yaprağı gibi belirdi ince yüzü
Bırakılmış gemilerin su kesimlerinden

Hilmi Yavuz

Bir çınar yaprağı düşüyor ayaklarımın dibine
Kupkuru
Elime alıyorum, çiziyorum üstüne kalbimi
Kalbim, diyorum
Yorgunsa da, yaralıysa da, hepimizin aşkına sevgili.

Edip Cansever

Bir yaprak düşüverdi yere çırpınarak.
Ardından salınarak bir başkası indi…

Ransetsu

Ben bahçelerin nefes alışlarını duymaya yakınım.
Ve zulmün sesini işitirim ben, bir yapraktan döküldüğünde

Sohrab Sepehri

Ağaçların ölü dalları, yeni yaprak veremedikleri gibi, eskilerini de dökemezler.

Oruç Aruoba

Güz çoktan gelmişken dalının ucunda yeşeriveren ince Çam yaprağı gibi…

Oruç Aruoba

Gece, yağmur gökgürültüsü
Sallanıyor ağaçlar, göğe karışıyor sesleri
Yaprakları görünmüyor
Benim seninle olduğum gibi

Süreyya Berfe

Bir dal verdi sevdiğim
Üstünde sarı yapraklar.
Yıl desen,geçer gider
Sevdaysa yeni başlar…

Bertolt Brecht

Ömür boş yere çıkılan bir yolculuğu anlatır
Yanlış bir yere uğramaktır sonbahar
Hışırdayan rüzgârdır Yaprak hışırdamaz

Birhan Keskin

Nasıl hatırlanırsa bir yaprakta bir orman bu kez o olsun beni sana hatırlatan.

Birhan Keskin

Parça parça göçüyoruz yaşamdan
Güzün dökülen yapraklar gibi.

Nuri Erkal

Koşamam, kök salmışım ve dikenli yaprak acıtır canımı

Sylvia Plath

Rüzgarlar, yapraksız ağaca feryat figan edecek;
Ama, kimse benim için iç çekmeyecek.

Richard Henry Wilde

Yapraklar gibi dökülüyor saçlarım sen dokunmayınca.
Bilirim seversin kızıl yaprakların kopuş anını görmeyi.
Hadi, gel seyreyle son baharımı.

?

Herkes gitti, kimse dönmedi
Yaprakla örtülü asfalt yolda,
Uzun zaman kimseyi beklemeyeceksin

Anna Ahmatova

Ardıç ağaçları… Bana da bir kuş, kaderinizden
Yoksa yapraklarınızdan bir musalla taşı…

Şükrü Erbaş

Çok görmüşlüğüm var böylelerini,
Omuzlarına ağır gelir kader;
Kararsız, rüzgârda yaprak misali;
Gözleri kısık lambalara benzer;
Kalpleri işler kapıları gibi.

Guillaume Apollinaire

Ruhum,
İlhan Berk köprüden geçiyor duyuyor musun?
Bir serçe yavaş yavaş uçuyor
Bir balık başını suyun yüzüne çıkarmış bakıyor
Düştü düşecek dalından bir yaprak.

İlhan Berk

5: bu solmuş çiçeklerin altında kimse yaşayamaz
gösterişli yırtılmalar bundan böyle bir beden bol gelsin
cüzdanında iki yaprak glayöl taşıyan bir çocuğa
“-niye?” “-ne niye?”

Enis Akın

Deniz de çekildi aramızdan
Yaprakları yumuşattı yel
Bir tüy gibi düştü önümüze
Ayrılık!

Kadir Aydemir

Ey bâd-ı muganni ki hadâıkda verirsin
Her nağmeye, her saza muâdil
Yapraklara bir dil…

Cenap Şahabettin

Düşler anıların kız çocuklarıdır. Sen yaprak bakışlı küçük kız, eğil bir yol öpeyim yanağından.

Cemal Süreya

Unuttuğum bir bitkinin yaprakları gibi
Göğsüme değerse kurşunların, ne çıkar?

Ülkü Tamer

aklı zorlayan bir yer o perdenin ötesi.
bir bahçe. gerçekten buraya bahçe mi demeli?
ağaç, yaprak, meyve, kuş hepsi tamam
tastamam hepsi.
sanki biraz önce tamamlanmış gibi.

İsmet Özel

Akşamın tek bir ağaç gibi
Dal budak saldığı sular
Çocukluk rüyalarının bahçesi!
Sakın kimse el sürmesin dallara,
Yapraklar, meyvalar olduğu gibi kalsın
Benim uykum boyunca!

Ahmet Hamdi Tanpınar

O nefti yapraklarıyla gelmiş 
O aksarı çiçeğiyle 
Ne hevesle gelmiş kim bilir bu güzelliğe! 
İnsanoğlu beni görsün diye mi? 
Can Yücel
önceleri bir kuru daldım ama; tuttum yapraklar açtım, seni görünce dünyaya.

Metin Altıok
o eski hüzünlerin aldığı biçim;
harflerin ormanında çok çok dolaştı;
ağacı, yaprağı, çiçeği aştı; -ama yok!
bir karşılık bulamadı melâl’e…

Hilmi Yavuz

güzün yaprağın umutsuzca dala tutunması
petrole bulanmış sülünün ovaya son bakışı gibi

Tuğrul Keskin

özlemlerini hiçbir yere yazmadı
bir gül yaprağına yazmıştı
saklar onu cüzdanında hiç soldurmadan

Tuğrul Keskin

Kısacık bir an’dık: kuşların Boğaz’ı geçişi gibi rüzgârın tozları savuruşu gibi yaprağın toprağın yanağına değişi gibi sevdik… 


N.Yesilyurt

kim beni çağırdı: sohrab!
tanıdık bir sesti, havanın yaprağı tanıdığı gibi. 

Sohrab

Hayın kaderin fırtınaları altında
Soldu güller açan taç yaprağım da
Yaşıyorum hüzünlü ve yalnız
Ve gelir mi sonum diye bekliyorum.

A .S. Puşkin

Dalından düşen bir yaprağın kaderini yaşıyorum

Mustafa Özçelik

Hayın kaderin fırtınaları altında
Soldu güller açan taç yaprağım da…

A.S.Puşkin

ağaçkakan kimin şiirini yazar ağacın defterine?

neden toprağın altında arar
yıldızları salkımsöğüt?

cırcırböceği
neden yaprağın sesine sarmaz uykusunu?

bütün bu soruların yanıtlarını
yıllar sonra sende buldum. nesli.

Ülkü Tamer

Ben hangi yaprağın ince hüznüyüm
Sen hangi sersem haydut…

Birhan Keskin

Nerden bakarsan elinde kalıyorum..
Öyleyse bırakma / sarıl..
Bahar geçti de / ben yaprağa nasıl söylerim, ağlarken düştüğümüzü..

Sıdık Bakır

Bir yaprağı
Eğleniyor uzakta,
Dökülen kiraz çiçeğinin.

Takahama Kyoshi

gül yaprağı gibisin yastığımda
saçlarında yosun kokusu
hangi limanlardan geldin
hangi mavilerde yıkandın

Emre Gümüşdoğan

“Esmekten vazgeçiyorum.” dedi rüzgar.
Kılı kıpırdamadı yaprağın…

Sahir Üzümcü

bir ağacın titreyen yaprağına koy beni
bir kez olsun, yaralı bir İstanbul say beni
zehir akıt içeyim a hanedânım, bir su ver
a cellâdım, a kahrım, a zindânım, bir su ver

Nurullah Genç

Hayın kaderin fırtınaları altında
Soldu güller açan taç yaprağım da
Yaşıyorum hüzünlü ve yalnız
Ve gelir mi sonum diye bekliyorum.

İşte böyle, sonbahar soğuklarına yenik
Fırtınanın kış ıslığı duyuluyor gibi
Çıplak dalda tek başına
Titremekte geç kalmış bir yaprak!

A. S. Puşkin

Rüzgârla yaprağın aşkı
Neyse dört mevsim
Öyle süreceksin.

Şükrü Erbaş

Anılardan anılara sallanan bahçe
Hangi yaprağı koparsam son anı avucumda kalıyor iyi.

Edip Cansever

dalından düşen yaprağım,
yerine çürüdüğüm,
ucundan tutamadığım,
kapısına varamadığım,

Gökhan Özcan

bana biçilen bu ölüm armağan mı bela mı bilemedim
eğildim dünyaya yüzünün yaprağına değdim

Veysi Erdoğan

Ölü yaprağa kim verebilir geri
Rüzgarın alıp götürdüğü kokuları?
Baygın parlaklığı kim verebilir!

Gerard de Nerval

Dere gibi usulca
akıyor nefesi.
Titriyor gözkapakları
defne yaprağı gibi.

Gabriela Mistral

dalında unutulmuş bir üzüm tanesiyim belki
belki bir söğüt dalının efil efil titreyen yaprağıyım
uzak bir iklimde esip geçen rüzgarlara ağıt yakan

Nuri Can

bir yaprağım eski, bu parkta,
senin elden ele dolaştırdığın.
ölü kuşlar mevsimi: güz! diyordum

Koray Feyiz

Dalından düşen bir yaprağın kaderini yaşıyorum

Mustafa Özçelik

Bakakaldım
bindiğin taksinin ardından
onlar ki her mevsim
sarı birer sonbahar yaprağıdır
terk ettiğin kentin sokaklarında
rüzgarla savrulan

Sunay Akın

Senle ben,
iki yaprağıyız çam ağacının;
bir gün kuruyup dökülse de
hiç ayrılmayan birbirinden.

?

gül yaprağı düşse
kanıyor bu yara
duruşun bakışların
böyle demiyor ama
bildim mi?

Zeynep Uzunbay

Her aşkı feda edebilecekmiş gibi duran çelik bir kalp taşıyormuş gibi asi, umarsız ve ifadesiz bakışlarla yürümelisin…
Fakat hiç kimse bir yaprağa gözyaşı dökebilecek olmanı anlamamalı!

Tarık Tufan

Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma
Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma

Erdem Bayazıt

Hayatı bir yaprağa bakarak da öğrenebilirsin

Engin Turgut

Bir sonbahar yaprağı gibidir hayatım,
Ayın solgun ışığında titreyen;
Çelimsizdir dokunuşu, kısadır randevusu,
Huzursuzdur ve hemen son bulur.
Yaprak düşüp yok olmadan,
Yandaki ağaç, gölgesiyle ağlaşacak.
Rüzgarlar, yapraksız ağaca feryat figan edecek;
Ama, kimse benim için iç çekmeyecek.

Richard Henry Wilde

Hiç kimseye söylemedim;
Çirkin bir yaprağa aşık olduğumu.
Bulutları beklerken göğün mahrem yerinde
Sevgilimin tenine rüzgarların dokunduğunu.
Nihayetinde bir damlaydım,
Pıtırtımdan başka neyim ola…

Mustafa Nazif

bir söğüt dalının yaprağına gömün beni
bahar gelince, umutlar yeşerince
sevişince kumrular
ürperen bir yaprağı öperken dalında seher yeli

Nuri Can

Anılar defterinde gül yaprağı
Gibi unutuldum kurudum

Cahit Zarifoğlu

seni yatıracağım ellerimde
bir ıhlamur yaprağı gibi
seni yatıracağım göğüslerimde
menekşeler gibi
seni yatıracağım gözlerimde
bir yağmur suyu gibi…

Lale Müldür

Ben kapını çaldığımda,
Kalbinin kapılarını aç.
Ben içeri girdiğimde,
Sen orada ol.
Ben gülünce gözlerimin içi gül gül,
Dalım ol, yaprağım ol, bahçem ol.

Sahir Üzümcü

Annem var, ağaç yaprağından daha güzel,

Sohrab Sepehri

Gidişini sorsam, zamansız bir yaprak dökülür takvimlerden
Gel diyemem, yüzlerce mum birden söner kalır içimde.

Cihan Oğuz

Bizi kendimize sala yaza göçtü babam,
şarkılar söyleyerek dalından düşen her taze yaprak aşkına…

E. E.Cummings

Saka kuşunun
yapraklardaki sesine kandı sesim.
Orada kaldı.

Süreyya Berfe

ağacın kederi yapraklarından
aşklar yerle bir oluyor gazelden önce

Haydar Ergülen

Sabahın buğusu, suyun köpüğü, ışığı yaprakların
Azalan ağzından öğrendim her şeyin bir ömrü olduğunu.
Beni sana bırakıp seni bana ekleyerek
Gittim, aşkı ayrılıkla emzire emzire…

Senden başka kimseyi aramadım gittiğim yerlerden.

Şükrü Erbaş

Ufukta iz gördüm kızıl bayraktan
Bulutlar nem almış yeşil yapraktan
Bir kız ağlar sesi gelir uzaktan
Yine mi gurbetten kara haber var

Anonim

Ağaçlardan-dallardan
Etrafa saçılan,
Adımlarımızı kuşatan
Ezilmiş yaprakların eşliğinde,
Sabahların uykulu sessizliğinde
Yeniden dünya’ya gelmişçesine
Bu cennet kıyıları dolaştım;
Tüm üzüntülerden arındım.

Necdet Evliyagil

Sesini yapraklara kazırdım
Göğüsünü Şam güvercinlerine benzetirdim
Ve denize uzanmış bir balkona

Nizar Kabbani

bahçemde,
kanayan; ama sessizce kanayan bir ağacın
melali kuşanan yapraklarını
iki güvercin okşuyor kanatlarıyla

İsa Karaaslan

çiçeğini özleyen kirazın yapraksız dalına
bir kuşu salıyor rüzgarı uçacağı yön belirsiz
iki göz/ çarpan bir yürek/ camlardan akan bakışlar

Ahmet Özer

Sen mektubundan çıkan yaprak kadar narin
–Benim dudaklarım kadar hırçın–
Çiçek tozları kadar uçucu
Bir ağaç gibi dayanıklısın

Osman Serhat Erkekli

Çınarlar yapraklarını döküyor dökme isteğinden
Kumrular sokağında sıradan bir kadın aşktan söz ediyor
Sözcükleri eski bir alışkanlık bildiğinden
Omzumda bir el azar azar büyüyor
Ne gitmeleri biliyorum ne kalmaları
Gecede şiirin izini sürüyorum
Artık hüznü ustaca yaşamanın zamanı

Yasin Erol

Çürümüş yapraklar akıyor ağaçlardan, suçsuz bir kalbi parçalamışlar
Lodos yüzlü bir kadının gül sancısı tutmuş, taşa dönüşmüş şebboy.

Engin Turgut

Ardıç ağaçları… Bana da bir kuş, kaderinizden
Yoksa yapraklarınızdan bir musalla taşı…

Şükrü Erbaş

Nerde o çılgın neş’en
O yaprakların çiçeklerin meyven
Hepsini götürdü mü sonbahar
Harp görmüş bir şehir gibi gamlı
Dokunaklı halin var
Erik ağacı

Zihni Hazinedaroğlu

Yapraklar düşmede bilinmez nerden,
Gökkubbede uzak bahçeler bozulmuş sanki
Yapraklar düşmede gönülsüz
Ve geceler ağır dünyamız kopmuş gibi yıldızlardan
Kaymada yalnızlığa
Hepimiz düşmedeyiz, şu gördüğün el düşüyor
Nereye baksan hep o düşüş
Ama biri var ki bu düşenleri tutuyor yumuşak ve sonsuz.

Rainer Maria Rilke

biraz sonbahardınız
ne çok severdiniz harami rüzgârları
güz gülleri açarken gamzeler
yeşile yasaklı dallarınız
yaprak dökerdi en kuytunuza
bir bulut saklardınız gözlerinizde
hüzünlü şarkı gibi
yağardınız geceye

Nuriye Zeybek

Ben şimdi oğlumun yanında kalırım
Onun kırmızı yapraklardan yapılmış
Bir zamandışılığı vardır
Beni anlamaz
Anlamaz, niye anlasın
Anlaşılmak! -değil mi ama- sanki kimsenin olamaz

Edip Cansever

gitme, ateşime su ver. yitirilecek bir an bile
yok… aşılacak tepe, yürünecek çöl… sararmış
bir yaprak yalnızlığı var içimde. çaresizim,

Betül Tarıman

Tazeden bir yaprak
Ağır aksak bir aşktır şiir

Archibald Macleish

Nereye gittin ki dökülmüş yapraklar arasında
Güzel kış güneşim ey güzel kış güneşim
Dokunduğu şeyin rengine giren
Öyle genç kara ve yeşil
Gölge ağaç hava güneşim

Aragon

Ölünce yaşamalıyım
Defne yapraklarında
Sakın ola ki silahlarda değil.

Aziz Nesin

İşte son gül soluyor
Gizli ve kinli eller
Yaprakları yoluyor
Çiçeklerle beraber.

Nurullah Ataç

Ve batı rüzgarının esintisi
Ağaçların yaprakları arasında dolaştırır seni

Celadet Elî Bedirxan

Güz yaprakları gibi çiğnettin temizliği
Çürüdü göğsündeki iki küçük böğürtlen,
Yazık, acılar bile bırakıp gitti seni.
Oysa ki pırıl pırıl umut ışığımdın sen.

Cahit Külebi

Ben kökünü toprağa batırmış bir ağaç değilim
Taşları ve o ana sevgisini emen
Bu yüzden büyüyemiyorum parlak yapraklara her nisan,
Bir çiçek tarhının güzelliği de olamadım ne yazık ki
Sanki özenle boyanmış ve kendi payına düşen hayranlarını kabul eder gibi,
Pek yakında bütün yapraklarından birer birer döküleceğini bilmeden.
Benimle karşılaştırılırsa, ölümsüz sayılır bir ağaç
Ve bir çiçek o kadar uzun boylu değildir belki, ama kalkışmanın anlamını bilir,
Bense ömrünü bir ağacın, cesaretini istiyorum bir çiçeğin.

Sylvia Plath

Yapraklar dans ediyor
Uzun uzun yağmur yağacak
Bu akşam hareketimden evvel
Ağaçların çiçek açtığını görmek istiyorum

Philippe Soupault

Dökülüyor kavaklı yola sarı yapraklar,
içinde sevgililer gidip gelirken yine.
Ve güzün kadehinde belirsiz bir şarap var,
ki güllerin, ey bahar, düşecektir içine.

Rubén Dario

baca sessiz, dinler durur
gecede tutsak şeyi ve eski yağışları
düşen tüyler ve yapraklar gibi

Pablo Neruda

nereden hızlandırdın acının ateşini,
birden, yolumun soğuk yapraklarının arasında?

Pablo Neruda

Kapıdaki baharı yaprak selini sarı kanaryayı
Ölümsüzlüğünün kar yığını – granit yığınını – su yığınını
Anlat durmadan

Cahit Zarifoğlu

yine güze, kahrolası yine güz
yapraklar yapraktan çok
sallanan ellere benziyor
merhabasız elvedasız sallanan ellere

Hamdi Özyurt

Geleceğe ve sonsuzluğa uzatır yapraklarını
sürgünde bir kıral gibi, ülkesi olmayan
Bırakır kılıcını toprağa
rüzgar ve büyüyle gelen adam
Geriye uzak bir uğultu kalır ve kimsenin yak basmadığı bir orman.

Onat Kutlar

Size bir olay anlatayım, çok kısa
Bir kış günüydü, kar yağıyordu
Gök sapından boşalmış papatya yaprakları gibi duruyordu

Edip Cansever

soruları cevapsız bırakmayı öğrendim senden
bir budala gururuyla dolaşmayı anılarda
yeri unutulmuş,
hiç umulmayan bir yerde bulunmuş
yanlış ağaçlarda bitmiş yapraklar gibi
yabancılaşmayı

Baki Aytan T.

“hazar rüzgarı”nda dökülmüş
“hasta yapraklar”a mı üzülmedik!
serçelere mi acımadık, kış günlerinde
kendimizi unutarak!

Rıfat Ilgaz

bir yaprak halinde süzülüp saçlarına
eski teşrinlerden / kederli kırmızı
zeynep beni bekle mutlaka döneceğim
söyle kim önleyebilir buluşmamızı

atilla ilhan

Yolun kıyısında duran
yapraksız, tozlu ağaç
işte bir şiire girdin.
Artık yalnızca
bir ağaç
değilsin.

Ahmet Erhan

Korkudan uykusuz
Sarı yapraklar-
Fırtına esecek diye.

Kadir Aydemir

yalnız bir ağacın öldüğü yerde
üç kere döner kuşlar
sunmak için kederi yaprak perilerine

Ayten Mutlu

Peki ne anlama geliyor bu ‘daha ilerde’ sözü?
Neden senin suçun olsun, kuşkusuz, yaprakların
arasında kalman-
güzel, yalın, sıcaklığının altın çizgilerinde?

Yannis Ritsos

Islak süpürgesiyle yağmur süpürür
Döküntüsünü kırlarda söğütlerin.
Tükür yaprakları rüzgâr, öbek öbek tükür!
Ben de senin gibi bir serseriyim.

Sergey Yesenin

Kalbimin yapraklarını gör ve git!
Tufan gibi inşa et hüznün dallarını,
Gül idik, gülleri derip git.
Ki ben gül ağacıydım,
Tufanın ayakları dibinde oturan…
Vücudunun bütün dallarını,
Tabiatın hışmıyla kır!

Ey kervancı

Düşünürken buldum kayayı.
Otlarla konuşmaktan geliyordum.
Ölü bir yaprak, adını unutmuş bir sokak,
sav dolu bir tümce, suçlu bir ırmak,
bir de partal bir kuş yürüyorduk.

İlhan Berk

yapraklar ve kadınlar
o kadar derinler, o kadar
yoğunlar ki…
birbirleri gibidir…

Hilmi Yavuz

Umutla beslerim göçük yanımı
İzin verir yüce gönüllü hüzne
Şaşkınlıkla bakarım biçer gövdemi
Yapraklar için konuştuğumdan
Toprağın uzundur sessizliği

Ahmet Ada

İçimizde birbiriyle konuşan yaprak bolluğu
Yalnızlık bir başına kalmıştır.

Edip Cansever

Hızar sesleri geliyor yakından, güneşin döndüğünü görüyorum
Çınar yapraklarının arasında yeşil yeşil
Yeşille sarı birlikte dönüyor
Denize düşüyorlar kırıla kırıla

Edip Cansever

Bütün yapraklarım “sevmiyor” diye,
ucuz bir hediye olamam gerçi,
ama bilinir ki;
ne zaman bir çiçek dalında kurusa,
bir sevgili daha çok üzülür.

Özge Dirik

Ben ağacım bilgim de ona göre
Rüzgârlı havalarda konuşabilirim
Bilmem gurbet sıla farkı
Ayaklarım olmadığından
Köklerim toprakla kardeş
Zamana alışık yapraklarım
Acımaz kırsanız dallarımı
Korkmuyorum sizler gibi ölümden
Çünkü toprağa karışınca
Tekrar ağaç olmanın çaresini bilirim

Oktay Rıfat Horozcu

Bunlar ne belleğimizde uyanan sarı güvercinler,
ne de anılardır kuşaktan kuşağa akan.
Ağlayan yüzlerdir bunlar,
Parmaklardır gırtlağımızdaki,
ve toprağa düşen yapraklardır.
Yiten günün karanlığıdır.
Yeşertir kaleleri hüzünlü kanımızdaki.

Pablo Neruda

Andaç değil yanımızda götürdüklerimiz
unutuşta uyuklayan sarımsı kumru değil
yaşlarla kaplı yüzler / boğazımıza yapışan eller
ve yapraklarından sıyrılan şey:
aşınmış bir günün karanlığı, acıyı kanımızla tatmış bir günün

Pablo Neruda

sıçrayan sudan mı
irkilip dökülüyor
sarıgülün yaprakları?

Basho

Ne meleği? Ah geceydi gelen
ağaçlarda yaprakları ilgisizce kımıldatarak.

Rainer Maria Rilke

Öyle kimsesiz kaldım ki
Öyle bomboş
Yapraklar ağladılar bana
Sonra, tıpkı bir gözyaşı gibi
Düştüler son yapraklar
Ne önceleri, ne de sonra
Hiç böyle yalnız kalmamıştım
Bu kadar
Ve kimi beklerken olmuştu
Hiç mi hiç hatırlamam.

Pablo Neruda

kuzum
bir akıl hastasıyım ben
hem de en güzelinden
şizofren
yaprakların rüzgarla sevişirken
çıkardığı sesleri çığlık bilmem
her bakıştan kamyonlar yüklü
anlamlar çıkarmam
bu yüzden

Müşir Fuat

asıldım yüreğinizin kapısına
acıyı sevince bölerim
su gibi yaprak gibi gülerim
çıkmayın dokunmadan bana

Nevzat Çelik

Hangi umuda sığınsam,
Döker yapraklarını bir bir,
Solar bütün kardelenler, payıma öksüzlük düşer yine.
Göç eder güneş, meçhul sahillere…

Dündar Sansur

Adım koptu benden,
sığ yerinden ırmağın geçti öteye,
geçti güz rüzgârından
akıntıya kapılmış yapraklar arasından
birbirimizi ancak duyabilecek uzaklıktayız artık

Maria Banuş

Ağaçlar soyunurken birer-ikişer
Tam kalbinin üstüne bir yaprak düşer.
Tut ki şairsin, duramazsın kaskatı;
İmdada çağırır sevdiğin san’atı,
Bildiğin şiirleri belki yüz kerre
Söylersin, ağlarsın; sonra eskilere,
Deli çağlarına dönersin, ümitle…

Gültekin Sâmanoğlu

kaçıp uzak koyakların yaprak kokularını bulsam da hep aynı yerdeyim
ölü bir dostun son bakışına mı benziyorsun, acı gibi değil, değil matem gibi
dönüp dönüp seni buluyorum sanki hep senden korktum hep sevdim seni

Faris Kuseyri

Dökül ey yürek, zaman ağacından,
dökülün yapraklar, kim bilir ne zaman
güneşin kucakladığı, soğumuş dallardan,
dökülün, büyüyen gözlerden dökülen yaşlar gibi!

İngeborg Bachmann

Dolanıp duruyorum ortalıkta.
Kedim hımbıl, yaprak döküyor çiçeğim,
Rakım bir türlü beyazlaşmıyor.
Anahtarım güç dönüyor kilidinde,
Nemli aldığım sigaralar.
Ne zaman bir dosta gitsem
Evde yoklar.

Metin Altıok

bakır bir tasta iplerle oynayan ruhum
dökülen ceviz yapraklarından anladı değiştiğini mevsimin
kırdım çerçilerin, attarların yüzleriyle çalışan saatimi
kurudu kuyu, babamın gözyaşları doldurmaya yetmedi

İbrahim Halil Baran

bir yaprak bir yaprağa
……………doğru uğuldar:
ve der ki onu yaşasan da
……………yaşatsan da bir

Hilmi Yavuz

okşayışın yeşil dalı olan elimi
ölü yapraklarla seviştiriyorsun

Furuğ Ferruhzad

İşte böyle, sonbahar soğuklarına yenik
Fırtınanın kış ıslığı duyuluyor gibi
Çıplak dalda tek başına
Titremekte geç kalmış bir yaprak!

A .S.Puşkin

Bir tek yaprak vermedi bu yıl:
Başını mı dinliyor okaliptus ağacı?

Süreyya Berfe

Anlaşılan sonbahar
Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli
Yapraksız arkamızdaki ağaçlar…

Melih Cevdet Anday

Adı Yeşil bir genç kızdı
Çıktı birgün aşkmerdiveninden
– Yaprakları ince uzun
İki keçeli basamak
Sivrilerek uca doğru ışığa –
Çıktı… çıktı…
İnmemek üzre bidaha

Can Yücel

Ganj cılızlaşmıştı ve bitkin yapraklar
Yağmur bekliyordu, kara kara bulutlar
Yığılırken çok uzaklarda, Himalayalarda.

Thomas Stearns Eliot

Dağlara sinmiş huzur,
En küçük kıpırdanış yok yapraklarda,
Kuşlar ormanda suskun,
Sabret yakın birgün sende huzur bulursun.

Johann Wolfgang von Goethe

Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak,
Ben aşkımla bahar getirdim sana;
Tozlu yollarından geçtiğim uzak
İklimden şarkılar getirdim sana.

Ahmet Muhip Dıranas

çiğ mi yazar, çiy mi, yaprak aşkın adını
konuşup durmuştuk bir eylül gecesinde
çiyler çoktan kurumuştur kirpiklerinde
eylülü bekleyemez bazen yapraklar

Ayten Mutlu

Aralamış pencerenin perdesini
yaprak güzeli
Uzanmış bakıyor saf saf
bir çocuk gibi
Söyle diyor haydi
bir şiir yaz
bırak tembelliği

A. Kadir Paksoy

sarılayım diye sana geldim
oysa gördüm yapraksız bir dalsın
umudumun gözünde sen
ölümün gülümsemesisin

Furuğ Ferruhzad

Ve güneş ve ay ve yıldızlar
Ne kadar güzeldi ne kadar.
Yaprakçıkları taşıyan dallar
Hevesle, aşkla uzadı, boy verdi..
Sevdi yanıbaşındaki fındık ağacını,
O garibe önce kokusunu iletti, nereden gelmişse,
Sonra yapraklarını dokundurarak belli etti
Komşuluk sevincini..

Coşkun Ertepınar

Başım artık, onu taşımak ne zor !
Başım , günden güne kayıtsız bana.
Dalında bir yaprak gibi dönüyor,
Acı rüzgârların çektiği yana.

Necip Fazıl Kısakürek

İnsandır…
Sonunda solacak,
kurumuş bir yaprak gibi rüzgâra ilişerek
geldiği toprağa dönecektir.

Nihat Behram

bense varacağım yere belki varmıştım
güneş yaktığı zaman yaprak sarardığında
kışları kar altında ve dağlarda her bahar
sana kalbin en gizli bilgisini ısmarlamıştım

Sıtkı Caney

Gülecek, koklayacak ne var ki
yapraklardan, gökyüzünden başka.
Ama çok şey yaparız sen istersen,
usulca sarılırız birbirimize
karanlık bir odada.

Yevgeni Yevtuşenko

Saksıda incilendi yapraklar senin için,
Söylendi gelmez diye uzaklar senin için…

Faruk Nafiz Çamlıbel

Dalına küsen bir yaprak gibi

kapı aralandı ve çıktım

Cafer Turaç

Rüzgarı yok yine de fısıldaşır yapraklar

Han Şan

adını sordum ağaca dal titredi, oynadı yaprak

Arife Kalender

Gazelimi al aşktan güze say beni
say ki yaprak olup düştüm dalına

Haydar Ergülen

Ey bulut, o giydiğin nemli, soğuk gocukla
Gel, yapraksız bahçede gökyüzünü kucakla.
Bahçe yalnız başına bütün gün, gece gündüz,
masum, üzgün ve sessiz.

Mehdi Akhavan Sales

Bazı ânların altında 
Ölü kelebek mezarları 
Ahdlar, anıtlar, ukdeler… 
Arasında yaprakların 
Kalbim, güzel başlangıç 
O resimli mağara 
Bir göçükte ağzı kapanır mı onun da

Mahmut Temizyürek

belki umurumdasın evet umurumdasın
bir yaprak düşer yere; çıt. işte sonbahar
gibisin, ıslaksın, çok uzaktasın

Altay Öktem

belki yine seviyordur diye bir papatya kopartıyorum
yapraklarını yoluyorum, çiğniyorum, zıplıyorum üstünde
nasıldı bu fal, yani nasıl açılırdı bir kapının kilidi
anahtarı deliğe sokmadan önce

Altay Öktem

Nazlı için.
Düş—
tü! Yaralı ece, bir yaprak
inceliğinde ve göğsünde
kırmızı çiçekleri, kurak
bir iklimden kopuk, öylece,

Seyhan Erözçelik

oraya acıdığım yere
dokunduğun zaman
bana iyi geliyorsun
ama her zaman değil
seni beklemektense
oraya taze bir yaprak
koyarım daha iyi

Lale Müldür

Ağaçlarda yapraklar, çok yapraklar olur benim ülkemde.
Meyve vermemekte özgürdür dallar.

Rene Char

kuyuya düştümü çıkmaz
oradan
oraya
savrulan yaprak
rüzgârı götürür
çağrıldığı yere

Tuğrul Tanyol

Gün ağarmış, yapraklar
derin bir sessizliğe bürünmüş,
yelkenleri suya indirmiş rüzgâr,
gece bitimi iki sevgili sanki,
söz tükenmiş, aşk sütliman.

Saygyo

mürekkep bitti,
daha yazacak onca şey
vardı, unutuldu
ve çizildi üstü…
aşk güz yapraklarına büründü

Tuğrul Tanyol

Düşler
Ne kadar safsalar o yükseklikten düşer ölürler
Şimdi dört yapraklı bir yoncayı kokluyorum ben
Eski düşüncelerin gömütünde boy atmış yonca

Furuğ Ferruhzad

beni umutsuz koma
tarihle avutma beni
çünki aşkla sınanmışım sana
sana yangınla, suyla, ateşle
ölümle, yaprakla, şiirle sınanmışım
ey yaşarken kanayan acı
şimşekli gök, tufan, kan fırtınası
uçurum kıyısında hızla büyüyen ot
yapraksız bir ölümün anısı için

Arkadaş Zekai Özger

Yaprakları gizlice öpen yağmur altında
yürüyoruz biz bize ve öylesine.

Veselin Hançev

Benim de parklarım var, uzanıver salkımsaçak
üstüme, dalımdan tut, benim de yapraklarım var
güneşli gövdene müjde eli kulağında bahar,
benim de şiirlerim var, aşk konulu, senin
o şehri sevmene benziyor, seni sevmeye
benziyor adamakıllı serserin olana kadar

Haydar Ergülen

Düştüğüm yeri kendime de söylemedim
Kopan zambak yapraklarından ellerim

Özlem Sezer

Akşamüstleriyle boyadım vazgeçen ağzını
Parmaklarını uzattım gece suları gibi ıssız
Salkımsöğütlerden bir beden çizdim usul
Hiçbir rüzgarın duruşunu bozamadığı
Bütün yağmurları topladım yapraklarına.

Şükrü Erbaş

Küçücük bir bakışın
Çözer beni kolayca
Kenetlenmiş yapraklar gibi
Sımsıkı kapanmış olsam
Yaprak yaprak açtırırsın

E.E.Cummings

Beni kırdın
Sen de kayıpsın ama dedi göz ucuyla
Gökyüzünün susmasından alınmış
Bir kızın yağmursuz küskünlüğü
Sen ki ağacını beğenmeyen yaprak

Süleyman Unutmaz

Tekrar loş yalnızlıkların en dibindeyim
Sararmış yaprakların usulca savrulduğu
Köprüler yıkıldı artık kendimleyim
Parmak uçlarımda ölümün soğukluğu…

Attila İlhan

Yeşili kasvetli bir hüzün boğar;
Hazanla her yana yapraklar yağar.

Fethullah Gülen

Gidişini sorsam, zamansız bir yaprak dökülür takvimlerden
Gel diyemem, yüzlerce mum birden söner kalır içimde.

Cihan Oğuz

derdimi ancak papatyalara açabildim
şimdi onlar taç yapraklarını yoluyorlar

Mustafa İslamoğlu

Hatıra defterinin arasından düşen
bir kuru yaprak verdi seni ele
yaşadığımı sanıyordum ya
anılarının arasına çoktan girmişim bile..

Mustafa İslamoğlu

ki ölüm gelir yağmur ilk bahar yapraklarına konar

Köksal Özyürek

bana gelince ben
hazan yüzlü bir adamı aradım hep
bir sonbahar günü beyaz pardesüyle
kurumuş yaprakların üstünden
kapımı çalmasını bekledim
gelse ne olacaktı
onu da bilmiyordum ya

Lale Müldür

senin karmaşan ve sana ait
bilmediğim ve bilmek istemediğim
onca şey. buna benzer çözemediğim
birçok şey ormanda sarı yapraklar
birer ikişer düşmeye başladığı
zaman saçlarının arasından.
sarı bir yaprak fosili boynunun
tam kenarında.

Lale Müldür

Fani ömür biter, bir uzun sonbahar olur.
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, tarümar olur.
Mevsim boyunca kendini hissettirir veda;
Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.
Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir.
Günler hazinleşir, geceler uhrevileşir;
Teşrinlerin bu hüznü geçer ta iliklere.
Anlar ki yolcu yol görünür selviliklere.

Yahya Kemal Beyatlı

Yanlış düşler içinde dalgın dalgın yürüyen
Başını çarpıp kanatan ara-sıra gerçeğe
İkide bir karıştıran ağaçta
Bir dal mı olduğunu yoksa yaprak mı

Abdülkadir Budak

Ve sevincim doğduğunda, çatıya çıkıp haykırdım:
“Gelin komşular, görün, gülümseyen güneş oldum!”
Ama hiçbir komşum gelmedi sevincimi görmeye
Aylarca sürdü şaşkınlığım, unutuldum, yalnızdık.
Ve sevincim solgun, güçsüz büyüdü; benden başka
Hiçbir yürek ona sevgi duymadı, öpmedi hiçbir dudak;
Ve sonunda her canlı gibi öldü sevincim, yalnızlıktan…
Ve şimdi öldü sevincimi, ölü hüznümle anımsayabiliyorum.
Ve yüreğimde kardeş anıları, rüzgârda mırıldanıp düşen
Suskun ve solgun güz yapraklarını andırıyor şimdi…

Halil Cibran

Artık yapraklar da dallarına ağır geliyor

İdris Ekinci

Koşarken ardından sokak sokak
Sararan yapraklar ki savrulur
Hüzünlendirmez beni asla
Aşktır çünkü anlam veren onlara da

Ahmet Ada

Bir ağacın ilkyaz eşiğinde
Leyli leylim yaprak dökmesi.
Bilene ağıt gibi oturur
Burda bir kadının gamsız gülmesi…

Şükrü Erbaş

Bazen rüzgârın uğultusuna karışıyor,
Bazen ağustos böceğinin teranesine
Büyük Bahçıvan’ın beni çağıran sesi,
Eylülün sarı yaprakları çağırması gibi
Ve gecenin, sarhoş kelebekleri…

Cahit Koytak

Bir sarı yaprak gibi düştü gönlüm yoluna,
Buğulu gözlerimden geçmediğin gün olmaz:
Benim kadar titremez hiç bir yiğit oğluna,
Hiç bir ana kızına bu kadar düşkün olmaz.

Faruk Nafiz Çamlıbel

Sen elimden tutunca
Bir mavilik çökerdi gözlerime
Sonra tüm denizler çekilir
Bir orman uğultularla sarsılır
Bir güvercin sürüsü havalanırdı
Kış bürümüş yüreğimden
Sen tutunca ellerimden
Avlunun beyaz taşlarına dökülürdü
Kızıl yaprakları bir çınarın
Ve ben günlerce
O yapraklara gömülüp ölmek isterdim.

Tuğrul Tanyol

Dinle solgun bahçenin kalbe anlattığını,
Ağacın yaprak yaprak, havuzun damla damla.

Ziya Osman Saba

Karıştın mı tüm varlığınla karışacaksın doğaya
Şiire tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzattın mı bir kez çocukluğu “Kuş Ayak”
Bir öğle uykusu gibi, bir yaprak gibi, bir masal gibi dinleneceksin

Haydar Ergülen

Şimşeği kuşanmış yüzünün binlerce anlamı, çoğalan..
yüzümde soluğun; binlerce aralanmış damla..
açıyor dallarını sonuna dek; orman, örtüyorsun beni..
yüzün.. soluğun..baştan sona yaprak denizi.

Şerif Erginbay

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

Orhan Veli

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak…

Ahmet Haşim

Toprağın iştahıyla dallardan
kuruyan yaprakları topluyor rüzgar
üşüyen çocukların teniyle kelebekler
sindi solgun çiçeklerin dibine
göğün karaşın kıvılcımları kırlangıçlar
tel tel sıyrılıp bulutlardan
göçtü uzaklara
yaz bitti…

Nihat Behram

dokunsalar akasyalar gibi yaprak dökerdik

Ahmet Telli

Bu ne biçim sonbahar
Ben anlamadım
Yapraklar yeşillenmek istiyor…

Nakata

Sonra kuşun bir tüyüne dokunayım demeden
Bütün kafes tellerini teker teker silersin
Yerine bir ağaç resmi yaparsın
Dallarının en güzeline kondurursun kuşu
Tabii ne yapraklarının yeşilini unutacaksın
Ne yellerin serinliğini
Ne de yaz sıcağındaki böcek seslerini
Otlar arasında.

Jacques Prevert

ilk gördüğümde yaprakta uyuyordu
düşmekle tutunmak arası
su içecekken şırıl yağmurdan
beklemek kadar sonsuz
dudağımın kenarına oturup beni seyretti

Baki Ayhan T.

hangi tuzak kurulsa bilirdi düşmeyi
uzun yol sürücülerinin yalnızlığını anlar
avuçlarında biriktirirdi bütün sessizlikleri
kalbinde karışık görüntüler saklardı
diriler kitabına baktım, yok
ölüler defterinde, yoktu
duyar gibi olurdum soluklarını
yaprağın kenarında üşürken
beni de alacaktı sanki yüzüme baktı

Baki Ayhan T

Keyfim yerinde, mutlu edebilir beni;
Açan bir çiçek, düşen bir yaprak.

Matthias Claudius

Bir tezgahtar parçasıyım ben
Kendime alıştım bodrum katlarında
Geceleri yokluğum karşıladı beni
Kuru yapraklar sererdi merdivenlerine

Didem Madak

Bir sonbahar yaprağı gibidir hayatım,
Ayın solgun ışığında titreyen;
Çelimsizdir dokunuşu, kısadır randevusu,
Huzursuzdur ve hemen son bulur.
Yaprak düşüp yok olmadan,
Yandaki ağaç, gölgesiyle ağlaşacak.
Rüzgarlar, yapraksız ağaca feryat figan edecek;
Ama, kimse benim için iç çekmeyecek.

Richard Henry Wilde

Nasıl hatırlanırsa bir yaprakta bir orman
bu kez o olsun beni sana hatırlatan.

Birhan Keskin

Ve ellerin uçuşan yapraklar gibi
Birden
Nasıl yalnız olduğumuzu anladım
Kimseler yoktu ikimizden başka birbirine bakan

Cahit Zarifoğlu

Trabzon hurması ağacına döndüm
Tüyüm tüsüm döküldü, yapraksız kaldım
Yine de meyvaya duruyorum bu cıbıl halimle
Tepeden tırnağa
Turuncu turuncu
Kütür kütür
Bu benim sonbaharım
Bu benim son gürlüğümdür

Can Yücel

Doğrudur küçücük bir kuş olduğu
Oho, büyüyüp öğrenecek daha
Ölü kuşların konuşmadığını
Çürümüş otlar yapraklar arasında

Ahmet Ada

bir toprağa ad söyle coğrafyasını bilsin
yağmur ormanlarında her ağaç konuşamaz
köklerimizin yanıp yapraklarımızın üşüdüğü
yağmuru, ince uzun dallarından düşürmeyi
salkımsöğüte bıraktılar

bugün çok fazlayım kendime
birazımı al

Arife Kalender

Gazelimi al aşktan güze say beni
say ki yaprak olup düştüm dalına

Haydar Ergülen

Kal biraz. Üzerime ger sessizliği
bir serin çarşaf gibi. Sınırsız. Beyaz.
Öldü yaz. Akıyoruz kuşla, yaprakla
dalgın gecesine bir uçurumun.

Sait Maden

ben ona sabah olamasam da
dingin bir ikindi olayım istemişimdir
her şeyin usul usul durulduğu saatlerde gelsin
yüzünde uçuk bir gülümsemeyle
yaslasın yorgunluğunu gövdemin yaşlı çınarına
serip üzerine yapraklarımın ağırlıksız yorganını
dinlendireyim istemiştim
üşütmek istememiştim.

ben ona ne istemişsem bu yalnızlık aylarında
gecikmiş… ince… güzel ve uzak…
biraz da kendime istemiştim
sevgi adına

Şükrü Erbaş

Mazi yosunla örtülü bir göl ki yok gibi,
Mevsim serin ve bahçede yaprak yığın yığın.

Yahya Kemal Beyatlı

sen ve ben
dalında eğreti güz yaprakları
aramızda uçurum rengi bıkkınlık
varız zannederek yok oluyoruz

Ayten Mutlu

günbatımına doğru bir sepetin içinde
asma ve incir yaprakları üzerine dizilmiş
renk renk incir ve üzüm getirdiler.
yolculuğun sonuna yaklaşmıştık.
bir akşam vakti,
tekneye gene yaklaşıp sorduklarında,
isteyecek hiçbir şeyim yoktu.
bir denizkızı istedim.
gittiler ve bir daha görünmediler.”

Akgün Akova

(Nerdeyim
Kelebeklerden dokunuşlar alan bir yaprak gibi inceyim
Para bozduranların az çok bildiği
Adres soranların gene bildiği
Bir sokakta bir aşağı bir yukarı
Saatlerce dolaşanların hemen hemen bildiği
Amansız bir güceniğim.)

Edip Cansever

Bizim araladığımız kapıdan girer rüzgâr
O da bir başka gökyüzünün sürgünüdür
Bir yandan bulut taşır köklerimize
Bir yandan yapraklarımızı döker gider…

Şükrü Erbaş

suyun gözesine düşen sarı yaprak
dönendi dönendi akıp gidemedi

Gülten Akın

şimdi sen bile bu şiir için
çeperleri kapanmış, kendi başına bir ses,
kışın soğuk balıklardan takviminde
sadece kendine dökulen bir yapraksın.

yalıçapkını yeni bir sözcüğe uçuyordur şimdi
bilmediğimiz bir lugatta.

Adnan Özer

Böyle mahsun kederli değildin eskiden
Fıkır fıkır gülerdi gözlerinin içi
Dudakların nemliydi sevgiden, arzudan
Yapraklarına çiğ düşmüş karanfiller gibi
Baygın kokusuna anılarla beraber giden
Böyle mahsun kederli değildin eskiden

Victor Hugo

bir ağaçtan düşen yapraklar gibi
düşüyorum tanyerine
ya topla yaralı kırlangıçları
ya da bu vefasız şarkıyı bitir
özgürlüğe giden tutsaklar gibi
siyah gözlerine beni de götür.

Nurullah Genç

Baharlar yazlar geçer sonbahar gelir;
Ömrümün yaprakları dökülür bir bir;
Şarap iç, gam yeme, bak ne demiş bilge:
Dünya dertleri zehir, şarap panzehir.

Ömer Hayyam

Yaprağa düşen yağmurdur
yapraktan düşen damla
Ne yapabilir, rüzgârından
merhamet dilemekten başka.

Mahmut Temizyürek

Hep mutlu ol yaprak, güz nedir bilme…

Rafael Alberti

Öyle kimsesiz kaldım ki
Öyle bomboş
Yapraklar ağladılar bana


Pablo Neruda

Ben bahçelerin nefes alışlarını duymaya yakınım.
Ve zulmün sesini işitirim ben, bir yapraktan döküldüğünde
Bir ağaç arkasında nurun öksürdüğünü ben duyarım

Sohrab Sepehri

Yalnız bir adam tanıdım
Yüreği maviydi,eylüldü gözleri.
Hazan yaprakları gibi buruktu
Dilinden dökülen sözleri.

Figen Yıldırım

benim bahçem yoksuldu
iki dala bir yaprak düşerdi ağaçlarımdan

Özdemir Asaf

Seninle yaşayan ben değilim
Yere düşen yaprak

Süreyya Berfe

Bir dal verdi sevdiğim
Üstünde sarı yapraklar.
Yıl desen,geçer gider
Sevdaysa yeni başlar…

Bertolt Brecht

Kocamış bir çınar gibi yüreğin
Dallarına hüzün yağar
Kökü yedi kat altında olsa da yerin
Yaprakların güneşe sevdalı

Ali Haydar Timisi

Ruhumu hüzünlerle incitmeyin, devran benim
Göğüm sizinle gölgesiz, güneşiniz kolay gelsin
Nice görüşmeyeli
Zamanı gözlerinizle aldattım, başım dönüyor
Bilirsiniz sizi anımsadığım tan vakitleri
Tepeden tırnağa yaprak ve çiçek kesilirim.

Hüseyin Cahit Kerse

Uzun uzun bakıyorum kıvrılan sokaklara
tek yaprak bile kımıldamıyor nedense

Ahmet Telli

Bana ne sessizlikten?
Yaprak değilim ben

Haydar Ergülen

Hiçbir zaman dertsiz kalmadı gönlüm
Bir çift gözden, bir yapraktan, bir kuştan.
Daima daha taze, daima yeni baştan
Turnam bir gün bırakmıyacağım peşini,
Sen nereye, ben oraya, adım adım
İnsan sevdikçe iyileşiyor artık anladım..

Turgut Uyar

Bir anıyı bir şehre bağlayan
Hat üzerinde
Kendine kıvrılmış, kendine kurumuş
Yapraklar iyileşmez.
Ömür boş yere çıkılan bir yolculuğu anlatır
Yanlış bir yere uğramaktır sonbahar
Hışırdayan rüzgârdır
Yaprak hışırdamaz

Birhan Keskin

Bu şiiri yazan, caddelerde
Seninle başbaşa yürüyecek.
Gelip geçenler, yağmur altında
Bu adam tek başına ne geziyor, diyecek.
Yapraklar yollara dökülecek.

Cahit Külebi

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

Ataol Behramoğlu

Ne yapsan en başa dönülemiyor
Ne yapıp yapıp dalı unutmalı
Rüzgârla yere düşen sarı yaprak

Afşar Timuçin

Seni yaprakların gölgeli yalnızlığına bırakıyorum.

Bejan Matur

Birgün bir parkta otururken biliyorum
Bir el yağmurlarla dokunacak omuzuma
Bir çift göz, bir davet, bir kalp
Çoluğu çocuğu terk edeceğim
Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak

Turgut Uyar

sen kimseye küsmezsin bilirim, gözlerin de
yaprak hırsızı güz: anılar düştükçe göz
dolar, yaz gelmeden temizlemek gerekir
gözleri yoksa küskünlük de gözyaşıyla kirlenir

Haydar Ergülen

Bahçenin nefesini duyuyorum.
Ve karanlığın sesini bir yapraktan düştüğünde.

Sohrab Sepehri

ey sevgilim! ey tek sevgilim!
ne çok kara bulut var güneşin şölenini kollayan!
sanırım uçuşu düşlediğin yolda göründü o kuş
ve sanırım hayalgücünün yeşil çizgilerinde
oluşan o taptaze yapraklar
sabah esintisinin isteğiyle nefes alıyorlar

Furuğ Ferruhzad

ve hep bir yaprak değil miyiz ki
bir zaman yarıp çıkmak serüveninde
özdalımızı
topu topu bir mevsimi yaşarız işte
müşa’şa’ bir sonbahar figüranıyız
hepimiz de

İlhami Çiçek

Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?

Şükrü Erbaş

Kalp, rüzgarın önündeki bir kuru yaprak gibidir, bir o yana bir bu yana savrulur

Hz. Muhammed

Bilirim gücünü sözcüklerin. Esip geçmiş de bir rüzgâr
bir halayın topraklarına düşmüş taçyapraklarıdır bunlar.
İnsandır bütün ruhu, dudakları ve bütün iskeletiyle.

Vladimir Mayakovski

“…ve her şey bir kader iledir.”
ey atını uçurumlara süren çocuk
terkisinde taşıdığın rüzgarla
acının ağacından “toy bir yaprak” düşürdün

Arif Ay

yazık
ben
kandan, kanlı destanlardan başka sözü olmayan
ve gururdan, kendini hiç bu kadar alçaltmamış olan gururdan ibaret
bütün hatıralarımla
şansımın son deminde beklemekteyim
ve kulak veriyorum: ses yok
uzun uzun bakıyorum: yaprak kımıldamıyor
ve bütün safiyetin benliği olan adım
mezarların tozunu bile
kımıldatmıyor artık”

Furûğ Ferruhzâd

ve ben gidiyorum seninle yapraklarda
çamlar ve sessizlik arasında,
sorarak kendime nasıl, ne zaman
ödeyeceğim diye şu bahtımı

Pablo Neruda

uçurumlar ki sende büyür
dağdır ki sende göçer
ben yaprak derim çiçek derim
çam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim

Nevzat Çelik

Ve fırtına bir yığın kara yaprak bıraktı

Pablo Neruda

Bunlar ne belleğimizde uyanan sarı güvercinler,
ne de anılardır kuşaktan kuşağa akan.
Ağlayan yüzlerdir bunlar,
Parmaklardır gırtlağımızdaki,
ve toprağa düşen yapraklardır.
Yiten günün karanlığıdır.
Yeşertir kaleleri hüzünlü kanımızdaki.

Pablo Neruda

Koşamam, kök salmışım ve dikenli yaprak acıtır canımı

Sylvia Plath

Esiyor tane tane yine beyaz bir rüzgar.
Söyleyin hangi kuşun kanatları yolundu?
Yine hangi ağaçtan döküldü bu yapraklar?

Cahit Sıtkı Tarancı

Her şahsâr şimdi – ne yaprak, ne bir çiçek! –
Bir tûde-i zılâl ü siyeh-reng ü nâ-ümid…

Cenap Şahabettin

Aşk,dostluk!.. Hepsi dökülür yapraklar!
Çıplak bir ağaç durgun suda aksin.
Yalnızlık dediğin hayatta başlar;
Kabir boyunca devam etmek için.

Cahit Sıtkı Tarancı

Dosttur, ne öfkesi ne durgunluğu sebepsiz.
Bir derdin varsa açabilirsin ağaçlara
Ağac yaprak verir, sır vermez rüzgara
Ve kış yaz,
Dalda kuş eksik olmaz
Dağ başında duman
Yalnızlık nedir göreceksin
olduğun zaman.

Cahit Sıtkı Tarancı

Anımsıyorum (onu) ve yaz gelip geçiyor. Güz yeli
yaprakları dökecek birazdan.
Yağacağını düşündüğüm ince yağmurlar başlayacak
ve ıslatacak, gece ve gündüz, usulca.
Unuttuğum sözcükleri anımsayacak mıyım? Bilmiyorum.

Ali Püsküllüoğlu

Yarın gazetelerde çıkacak ilanlarım
Ruhi Bey öldü
Bu ölüm töreninde mutlaka bulunacağım
Bir daha görmek için ölümü
Çelenkler yığılacak avluya
Ki benim sayısız ölülerime
Yaldızlı yapraklarını kıpırdatarak bakacaklar
Sevgiyle
Ve babam elinde gümüş kırbacıyla
Bir başına bir ölü
Annem bir limon görüntüsünün önünde giyinmiş ölümlüğünü
Ölüler halinde duracak onlar da
Dışımdaki ölüler, içimdeki ölüler
Bir alaşım halinde, donuk güneşin altında

Edip Cansever

Rüzgarın birbaşka eser akşamlarında
Sonbahar bir başka sarıdır yapraklarında
Yedi tepen gelinlik giyer kışlarında
Çiçekler erken açar erik ağaçlarında
Yazı yaşayamaz olsamda kıyılarında
Sen benim ilk ve son aşkımsın İSTANBUL.

Ender Şahin

içimde yapraklanan bir ağaç vardı

Hüseyin Avni Cinizoğlu

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul’a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul’u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

Nazım Hikmet Ran

Vadideki zambağın solgun ve ıslak
yaprakları kadar soğuk
Yanıma uzandı, şafakta

Ezra Pound

Dalgın gezindiler kuru yapraklar boyunca
Usulca dokunarak kadının ellerine:
“ Tutku, çok yıprattı yüreklerimizi.”

William Butler Yeats

Sonbahar üzerindeydi adamın: ve bir kez daha
durdular gölün o ıssız kıyısında.
Ölü yaprakları sürüklediğini görmüştü kadının
Döndüğünde
Sessizce topladığını onları, gözleri
Göğüsleri ve saçları gibi nemli.

William Butler Yeats

Bir söğüt altındaydık.
Bir yaprak kopardım üstümdeki daldan dedim:
Açın gözünüzü bundan iyi âyet mi istiyorsunuz?
İşitiyordum konuşuyorlardı aralarında:
Seher bilir, seher!

Sohrab Sepehri

Gözlerini süzüyorsun
Bir balık gibi akıyorsun kaldırımlarda
Bir daha yüreğini kaparsan bana
‘Bu yaprağı parampaça yaparım’
Çiçekleri sarı yapraklar ve bir ocak ayı
Ağız ağıza sin ve cim harfleri
Ateş kararıyor, bu içimin alevleri
Acı çekiyorum elimden alınmışsın gibi

Cahit Zarifoğlu

Ümidim yılların seline düştü
Saçının en titrek teline düştü
Kuru yaprak gibi eline düştü
İstersen rüzgara salıver gitsin

Necip Fazıl Kısakürek

Kapının dışında, kırmızı yapraklar düşmüş yerlere
Beklediler gelişini. Niçin süpürüyor onları şimdi?

Yu Hsuan Chi

Yaprak dolu bir avluda, hızlanıyor mutsuz rüzgâr
Geçerek perdemin üzerinden, batıyor biçare ay

Yu Hsuan Chi

Minnacık bir balık bir yaprak gördü
Körpe – yeşil – ve yemiş bahar güneşini
-yaprak değildi
Bahardı gördüğü-
Ve o düşle fırladı denizden
Ve düştü kaldı
Balık ki yaprağı görüp sarhoşladı
O ben’im işte
Erik ağacından düşen yapracık
Damarlarında hâlâ özsuyun hazzı
Bir gözyaşıyla
Sapından sarkan
Yaprak ki düştü erik ağacından
O ben’im işte
Ve çiçekler arasındaki erik ağacı
Güneşe ve yağmura dikmiş gözünü –
-Güneş ki olduracak meyvasını
Yağmur ki besleyecek meyvasını
Meyva ki sürdürecek erik ağacını
Ağaç ki çiçekler arasında
O ben’im işte
Ve meyva ki güneş kokar
Usulcana erir ağzında
Ve bir an emip de çekirdeğini
Ya yere atarsın ya da denize
O çekirdek ki mutlu
O ben’im işte

Zareh Yaldızcıyan (Zahrad)

kolayca açar beni en ürkek bir bakışın
parmaklar gibi kapamış olsam bile kendimi,
sen hep yaprak yaprak açarsın beni, Baharın
(dokunup ustaca, gizlice) açışı gibi ilk gününü

Edward Estlin Cummings

Her geçişinizde farklı bir koku sunardı ,
Yapraklar ve kozalaklar.

Her geçişinizde farklı bir koku sunardı ,
Yapraklar ve kozalaklar.

Antanas Baranauskas

sen kimseye küsmezsin bilirim, gözlerin de
yaprak hırsızı güz: anılar düştükçe göz
dolar, yaz gelmeden temizlemek gerekir
gözleri yoksa küskünlük de gözyaşıyla kirlenir

Haydar Ergülen

Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım

Can Yücel

Titreşirdi rüzgarla güneşli yaprakları;
Ömür sürdü öyle hoşnut dünyasından,
Aydınlıktan uyku tutmazdı bazı gece,
Motor sesleri duyulurdu uzaklardan.

Can Yücel

Fısıl fısıl binlerce dudaktı yaprakları
Dalcıkların kuytularda;
Onların da kopmuş birer yaprak, dudakları
Akıp gidiyor sularda.

Ahmet Muhip Dıranas

Bazı yapraktı, bazı bir rüzgâr.
Dolardı aydınlık olup, odama.

Ahmet Muhip Dıranas

Her şey yerli yerinde; bir dolap uzaklarda
Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan,
Bir şeyler hatırlıyor belki maceramızdan
Kuru güz yaprakları uçuşuyor rüzgarda.

Ahmet Hamdi Tanpınar

Tıpkı yaz göğü gibi
Yüzünü yapraklara resmederdim
Sesini yapraklara kazırdım

Nizar Kabbani

kelebeğin
benden daha yiğit olduğunu gördüm
ateş dedi / yandı
eylülün sarı yapraklarında yeşeren aşkın
newroz ateşlerinde
halaylar çekmesini düşledim
ateşimin alazı sende
eylülünün soğuk külü bende kaldı

abdurrahman adıyan

oysa ben akşam olmuşum
yapraklarım dökülüyor
usul usul
adım sonbahar

Attila İlhan

Hiçbir şeyin adı kalmamıştı:
uçuyordu boşluğumuzda ne varsa.
Yaprak beni yargıladı binbir gece.
Suyun kıyısına geldim duymamaya.
Adımın bir öyküye yetmediğini gördüm.
Badem ağacına giysisini asıp giderken
gördüm onu son kez, gizlice.

Şerif Erginbay

Güneş açardı
ıslanmış yapraklarımıza
bir tomurcuk patlardı dalda

Neşe Yaşın

Tomurcuklandı çiçekleri ağacın
Ötüştü bütün kuşlar.
“Alayım mı onları elinden?” dedi
Esintiyle rüzgâr.
“Hayır” dedi sallanırken ağaç,
Titremeden yaprak yaprak.
“Çiçek açıncaya kadar
Onları rahat bırak.”

Björnstjerne Martinius Björnson

Yapraklar erkenden dökülüyor bu güz estikçe rüzgar

Ezra Pound

Âyetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad…

Arif Nihat Asya

Şiir ve sen
Öylesine nazlı ve duyarlısınız ki
Sol yanımda tarafsız bir orman
Sağ yanımda taraflı bir ağaç
Çağır beni
Derelerin denizleri görme düşü gibi
Al beni
Dışarısı yağmur
İçimde bir yaprak büyür gibi

Yasin Erol

sen bir yaz güzelisin, yaprakların ekşi, suda yıkanırsan
portakal incinir, tütün utanır, incirler kanar

Turgut Uyar

Yanıma geldi sonbahar. Bir şeyler söyledi kulağıma
Saint Michel Bulvarı korkudan tir tir titriyordu
Ve yol boyunca şen şakrak yapraklar
Neşe içinde dans ediyordu.

Endre Ady

Hep mutlu ol yaprak, güz nedir bilme,
o kör, ışıklı yılların kokusunu
minicik kıpırtısıyla bana getiren yaprak.

Rafael Alberti

Eğilir dallar ve düşer yaprakları,
Solar o şen günlerin çiçekleri
Ve rüzgar oynar onlarla vadilerde
Ve sel gömer geçtiği her yerde,
Yok olur her şey, güzel bir düş gibi,
Zihinde parlayıp yok olan,

Ebu’l Kâsım Eş-Şâbbî

kaderimiz Stêr’im sadece şu oldu;sessizlik
talihimiz karanlıklarda tohum kanda fidan
karanlık gecelerimizde dallar yapraklar
endişe ve korkularımızda derin bir inilti
talihimiz Stêr’im benim

Mehmed Uzun

Gönlümün maviliği gitmesin gökyüzünden
Kuşların gülücüğü eksilmesin yüzünden
Kar yağsada bu sessiz vadiye, gün bitmesin
Yapraklar üşüse de , çiçekler üşümesin

Nurullah Genç

yaz tüketmiş yaprak gibi dağıldım senden sonra.

köksal özyürek

sende mi esti bu rüzgar
savrulur saçların da şimdi
yapraklar tümden nefti

Arif Ay

Vakit ikindi.
Gün ihtiyarladı.
Güneş solgun rengini bırakıyor güller üstüne.
Hüzün renkli bulutlar sardı göğü.
Güneşin saltanatı bitmek üzere.
Zevale akıyor ışıklar.
Hatırla ki, sen de bir ömrün ikindisine yürüyorsun.
Tenin soluyor.
Gözlerinin feri çekiliyor.
Öbür kıyısındasın artık nehrin.
Güz yaprakları gibi.
Hem dalındasın hayatın hem de düşmeye hazırsın.
Rüzgârı bekliyor gibisin.
İnceldiğin yerden kopmaya hazırsın.
Hoyrat bir rüzgâr artık zaman.
Şimdi ikindi vakti.
Secdeye koy alnını.
Zamanın Sahibini selâmla.
O’na konuş, O’nunla konuş; dualarını fısılda.
Sonsuzluğa tutun hece, hece.
Şimdi ikindi namazı vakti.

Mevlânâ Celâleddîn

Ağaca bakar ağaç olurdum, köpeğe, göğe, serçelere
Yaprağa bakar yaprak olurdum, tırtıla, kuşa, yaşlı teyzelere

Mahmut Temizyürek

içimin ırmakları kurudu bütün yapraklar soluk
hüzün kokuyor çiçeğim
hangi yağmurları müjdelersen müjdele
yeşermez bir daha yangının düştüğü yer

Nuri Can

Kadınlar sonbahar yapraklarını dökmeye başlar
Titrek dudaklarında sarışın bir keder
Nabız kaybolur kan susar dolaşım yavaşlar
Sisli bir nebuloz gökte yazılmamış şiirler

Attila İlhan

yüreğimi yaprakların arasına gömdüm diyorum

Lale Müldür

Her işin başı sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varim.

Can Yücel

Kış yapraklarının gerisinde
Anı anı bellekte kalır ya –

Archibald Macleish

Ve işte, orada, evlerin sonuncusunda,
Bir genç kız bakıyor penceresinden, bakıyor merakla;
Saklamaya çalışıyor gözyaşlarını,
Sarı menekşeler ve gül yapraklarıyla.

Johann Ludwig Uhland

Taze yaprak kokusu dolar genzime birdenbire.
Bakarım birdenbire karşımda başaklar insan boyu.
Ayağımın altında toprak boyanır çağla rengine.
Birdenbire çıkıyorum yalnızlıktan,
giriyorum birdenbire beraberliğe.

A.Kadir

Eyy oğul ey veled-i rüzgar
Senin için büyüdüm
Düşmek için bir yaprak olarak kaldığım yerde.

Betül Dünder

Yapraklar dökülüyor
Ömrümün duvarları
Artık çok da sağlam değil

Yaprakların düşüşünü duyuyorum
Geceleyin ayak seslerinin gürültüleri
ya da öpülüşleri gibi çocukların
bir perde gibi düşüyorlar
yaprakların arasında
hatırlamaya çalıştığımız gökyüzünün
kırıntıları

Nathaniel Tarn

Çok görmüşlüğüm var böylelerini,
Omuzlarına ağır gelir kader;
Kararsız, rüzgârda yaprak misali;
Gözleri kısık lambalara benzer;
Kalpleri işler kapıları gibi.

Guillaume Apollinaire

ağaçların sermayesi yapraklarını
haşarı bir çocuk gibi sallıyor rüzgar

Müştehir Karakaya

Bir yapraktın belki
Esen rüzgarlarca kımıldayan

Mustafa Özçelik

Senin yapraklarınla dolmuş bir havuzum
Akşam kurbağalarının gürültüsüyle avunan.

Salih Bolat

seni düşlemeye gün yetmiyor artık
günler bende bakırçalığı
serin rüzgarlarda saçların
yapraklarda sesin
bin yıldızlı gök yaptım gözlerinden
sevgilim demek için geceme

Arif Ay

Ezelden beri mi göçüyorum ben?
Her hayal
kalbe döner
ve vurur bir eski
saatin sesiyle:
-Bana gel.
Kimdir ki o ben,
mevsim
bir yaprak ırmağı gibi
akıp gider içinden

Ahmet Oktay


Yapraklarda dolaşan serin bir rüzgarsın ki
Her gün eser durursun hafızamdan.

Cahit Külebi 

“Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun taşkınlıklarını ve inkârlarını arttıracaktır.”

Yahudiler: “Allah’ın eli sıkıdır” dediler. Onların elleri bağlandı ve söylediklerinden dolayı lanetlendiler. Hayır; O’nun iki eli açıktır, nasıl dilerse infak eder. Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun taşkınlıklarını ve inkârlarını arttıracaktır. Biz de onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek düşmanlık ve kin salıverdik. Onlar ne zaman savaş amacıyla bir ateş alevlendirdilerse Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuğa çalışırlar. Allah ise bozguncuları sevmez. (5/64)

‘Ey Müslüman! Şu arkamda duran kişi bir Yahûdî’dir. Onu öldür!’

Abdullah bin Ömer (ra) bildirdi: “Resûl-i Ekrem Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm şöyle buyurdu:

“Yahûdîler sizinle savaşacaktır! Fakat netîcede siz onlara musallat kılınacaksınız! Öldürme o kadar şiddetli olacak ki, bir kaya parçası: ‘Ey Müslüman! Şu arkamda duran kişi bir Yahûdî’dir. Onu öldür!’ diye haber verecektir.”(Müslim, Fiten, 81)

Kasîde-i Bürde

Selem ağaçlarını mı, ordaki dostları mı andın ki birden
Gözbebeğin kanlandı, gözyaşın aktı kırmızı kırmızı…

Yoksa bir yel mi esti Kâzime yönünden;
Yoksa Eden Dağı’nın üstünde, kapkaranlık gecede şimşek mi çaktı?

Gözlerine ne oldu ki, “dur ağlama” desen coşar ırmak olur;
Ya kalbine ne dersin, “yetiş huzur” dedikçe artar acısı gamı.

Aşk gizli kalır mı kimseden, niçin aldatır kendini insan?
Gönül yanıp dururken, gözden akarken çeşme gibi gözyaşı.

Aşk olmasaydı döker miydin gözyaşını böyle taze toprağa?
Gözün uykudan kaçar mıydı, andığında Ban Ağacını, Alem Dağını?

Âşık inkar etse ne çıkar, gerçek şahitler var:
Yaşa batık gözler, sararmış yüz, zayıf ten ve göz çukurları…

Aşktan değil de neden bu peki, bir yanağında kırmızı gül;
Bir yanağında sarı gül döküntüsü, izi; kızılırmak, yeşilırmak yatağı.

Evet, yârin hayali gelip beni birden uyandırdı;
Sevgi, zaten gelir gamlarla, mahveder vücut hazlarını.

Aşkım sebebiyle bana dil uzatan, utanır mıydın ki bilseydin,
Yanık aşklarıyla meşhur Özr oymağı gençlerinden daha mazurum, beterim hakçası.

Gizlenir gibi değil ki bu sır, işte sen de öğrendin;
Şimdi, de diyeceğini, kat bu derde bir dert de sen… Zaten yok sonu yok başı.

Öğüdünü esirgemedin sağol benden ama;
Tutamadım onları, çünkü tutuktur zaten sevenin kulakları.

Yaşlı adama, ağarmış saça, utanmadan; “yalan söylüyorsun” dedim..
Nasıl inkâr, itham edilebilir oysa, ağaran saçın beyazlığı?

Günaha batık nefs, öğüt mü dinler!
Kendi karanlığına gömülmüş ak saç, nasıl ışıtsın bu karanlığı?

Güzel fiillerle bir şölen hazırlayamadı nefsim;
Misafirse sessiz, ihtişamsız apak çıkageldi, karşılayan bile olmadı.

Bilseydim ki, yok bende bir karşılama gücü bile,
Siyaha boyadığım bir panonun ardına saklardım kendimi ve bu sırrı.

Kim çeker benim nefsimi bu hoyratlık alanından?
Çılgın atları zaptedip dört döndüren süvariler gibi tıpkı.

Günah işleye işleye günahı bitireyim dersin belki içinden.
Boş hayal! Yemek vücudu arttırır, günah da günahı…

Nefs memedeki çocuktur, vaktinde kesmezsen sütten,..
Koca adam olur da, hâlâ emzik ister, arar sütü mamayı.

Nefsine sen hâkim ol, o olmasın sana hâkim;
Çünkü nefs neye hâkim olursa, onu ya öldürür, ya soldurur hâsılı.

Nefs sürüsü bırakırsan yayılır her yöne; görmeli gözetmeli;
Otu çok tatlı gelen yaylalara yaymazlar koyunları.

Nefsin tattırdığı hazzın çoğu semm-i katildir;
Ağuyu altun tasta bal içre sunarlar, bunlar onun suç ortağı.

Açlığın ve tokluğun hilelerinden koru kendini,
Evet açlığın da.. Çok açlık, tokluktan da zararlı.

Gözünden yaşlar boşalt ki, ne haramlar doldurmuştun vaktiyle.
Ve sığın tövbe gölgelerine, odur en serin hurma altı.

Şeytana ve nefsine uyma! Baş kaldır, isyan et.
En akla yakınmış gibi gelen sözlerini bile dinleme, deş ve bul püf noktalarını.

Bazan hasım kılığındadır, bazan hısım, bazan hakem,
Düpedüz hilekârdırlar, ne hakemi, ne hasımı, ne hısımı!

Allah’ım sen affet bizi!.. Bizzat söyleyip te tutamadığımız sözlerden.
Ki andırır kısırların nesliyle öğünmesini tıpkı.

Sana “yap!” dedim ama ben yapmadım onu;
Sana “yol işte bu yoldur” dedim ama nefs, beni o yola bırakmadı..

Üstüme borç olan namazı kıldım, orucu tuttum; ama o kadar.
Ölüm, evet ölüm göz önündeyken bir parçacık arttırmadım onları.

Kendime zulmettim, ihmal ettim geceleri ihya sünnetini.
Can verdi gecelere namazla O, öyle ki, şişerdi ayakları.

Boş midesinin üstüne taş kor, derisini büzüp düğümler,
Çekilen karnına kuşak bağlardı; yine azalmazdı açlığa sabrı.

Altundan ulu dağlar nefsine sundular da kendilerini,
Reddetti O, gösterdi onlara gerçek ululuğu ve gerçek altını.

Zühd ve takvasını arttırdı, eksiltmedi o dağlarca zarûret.
Ne denli olsa da yok edemez ihtiyaç, insandaki temizliği, pırıltıyı.

Dünya ne oluyor ki, O ona muhtaç olsun.
Dünya O’na muhtaç ki, onun için değil midir varoluşu, yokluktan çıkışı?

Bu dünyanın ve öte dünyanın, göze görünür- görünmez yaratıkların,
Acemin, Arabın, bölük bölük bütün insanlığın Hz. Muhammed’dir başı.

Bir eşi yoktur O’nun emir ve nehiy peygamberliğinde;
(Evet) i tam evetti, (Hayır) ı tam hayırdı.

Her yönden hücum eden korkunun türlüsünden
Ancak O Sevgili kurtarabilir bizi, O’nun merhameti, O’nun şefaati.

Kim döndüyse sesine, koşup yapıştıysa O’nun eteğine,
Yapışmış oldu kopmaz bir ipe, hiç kopmaz ve tam kurtarıcı.

İçiyle ve dışıyla, ahlak ve yaradılışta üstündür, öbür peygamberlerden bile;
Hiçbirinin ilmi, keremi O’nu geçemedi, O’nunkine ulaşamadı.

Ve hepsi umar ve bekler, Allah’ın Resûlundan;
Denizinden bir avuç su; Yağmurundan bir damla su yollamasını.

Dururlar huzurunda hepsi yerli yerinde,
Kimi ilminden bir nokta, Hikmetinden bir hareke bir kısmı.

Peygamber ruhu alıp peygamber vücudunu, mükemmel peygamber olunca,
O’nu Sevgili edindi seve seve insan yaratan, insan ören Rabbi.

Üstünlüğünde eşit ve ortak yoktu O’na kimse;
Güzelliğiyse parçalanmaz bölünmez bir bütündü, ne çıkacak, ne eklenecek bir şey vardı.

Hristiyanların kendilerine gelen Resûl için dediklerini dememek şartıyla,
Öv övebildiğin kadar.. Yücelt yüceltebildiğince O Hak Kahramanını..

Korkmadan istediğin ölçüde şerefi bağla O’na;
İstediğin ölçüde O’nun değerlilik hakkını tanı.

Erginliğine yok son ki, orada durup,
Dil, cesaretini bulsun, O’nu anlatmayı.

Mucizeleri bile gerçeğinin yanında sönük kalır;
Yoksa ismi anılınca çürüyen kemikler bile canlanıp ayağa kalkmalıydı.

Aklın yetişmeyeceği tekliflerle etmedi bizi imtihan;
Bizi sevdiğinden elbet. Biz de hemen inandık O’na. En ufak şüphe bize yaklaşmadı.

O’nun gerçeğine ermekte cümle âlem âciz kaldı;
Uzak âciz kaldı, yakın âciz kaldı, acz çepçevre sardı dört yanı.

Güneş küçük sanılır uzaktan bakılınca;
Göz dayanmaz amma, çıplak gözle bakıldı mı.

İnsan nasıl bu yerde anlar O’nun gerçeğini,
Ki rüyada görsen O’nu, sana yeter ömür boyu bu mutluluk ve O’nun nurdan bakışları..

İnsanlığın bilip bileceği şu, bilgilerinin sonu şudur ancak;
O insandır ve yaratılmışların en iyisi, en güzeli, en hayırlısı.

Ve Peygamberlerin halka gösterdiği mucizeler,
O’ndandı, O’nun nurundandı, O’nun habercisi, O’nun öncü ışıklarıydı..

Çünkü O erdemlik güneşi, öbür peygamberlerse yıldızlardır,
O yıldızlar ki; Güneşten aldıklarıyla aydınlatırlar karanlıkları.

Gel gör ki, Rabbim O’na neler verdi, nasıl süsledi O’nu..
Ahlâkını güzellikle sardı, müjdeyle, güler yüzlülükle benek benek noktaladı.

Latifliği bir çiçek, dolunay şeref ve değeri.
Cömertliği bir deniz, yardımı zamandır tıpkı.

Tek başına bir yerde, O’nu görsen, heybetinden
Sanırsın arkasında asker, asker, asker… bir ordu gizli, bir ordu saklı.

O’nun tebessümünden ve konuşmasındandır sanki;
Sedefte saklı inci, İnciler hep sedefte saklı.

O’nun toprağının kokusundan daha güzel var mı koku?
Ne mutlu o kişiye ki koklamış, öpmüş ola o toprağı!

Doğuşu açıklar bize her yönden her açıdan O’nu.
Başlangıcı da iyi O’nun, sonu da.. Hoştur doğuşu ve batışı.

O doğum günü ki, iyi farkına vardı İran, indiğinin
Kendisi için korku, kendisi için ceza, kendisine cehennem âzabı.

Göçtü, darmadağın oldu Kisra’nın saray duvarları o gece.
Devleti de, bu duvardan başlayarak yarıldı, çatladı ve dağıldı.

Son nefesini verdi, korkudan mecûsi meş’alesi.
Ve Yahudi nehri, bilinmeyen bir yere alıp gitti, dert yuvası başını.

Ve sapık Save halkı, her günkü gibi su aldıkları göle gittiklerinde;
Bu da nesi?.. Kurumuş kül olmuş! Döndüler elleri boş, kızgın kudurmuş ve çatlamış dudakları.

Sanki doğmuştu ateşte su,suda ateş duygusu!
Tabiat, o gün yoldan çıkmışları, tabiatından çıkararak karşıladı.

Sanki, çarpıkların ateşi sıkıldı terledi de sulanıp söndü üzüntüden;
Sularıysa hüzünlerinden ateş gibi kızdı, buharlaştı.

Cinler çığlık atarlar, Nurlar, saçarlarken havaî fişeklerini
Hak böyle tantanayla çıkıyordu ortaya, Hakk’ın sesi ve ihtişâmı..

Kör oldular, sağır oldular, felç oldular, muştuları duymadılar,
Haberleri almadılar; görmediler korkutuş yıldırımlarını.

“Bundan sonra o eğri dinimiz belini doğrultup ayağa kalkamaz”
Dediler, haberini verdiler kâhinleri, ozanları.

Gökte yıldızların aktığı görülürdü
Ve aynı anda yerde putların devrildiği, yıkıldığı.

Ve vahy yolundan çekilip gitti bozgun
Şeytanların şahı; bozgun askeri yerinde kala kaldı.

Nasıl ki, Ebrehe’nin ordusu dağılmıştı;
İki avuçtan atılanla bir ordu kör olmuş, yere saplanmıştı.

Allah dedikten sonra o taşların atılışı
Rabbine yalvarır yalvarmaz balığın karnından atılanın çıkışını andırmıştı..

Yemin ederim ikiye bölünen aya,
O’nun kalbiyle ilgili aya.. And içerim aya karşı!

Ve o hayrı, keremi içine alan mağaraya
And içerim ki, kafirlerin gözleri içerdeki ışıktan kör oldu bakamadı.

And içerim ki, Muhbir-i Sadık mağaradaydı ve Sıddık mağaradaydı.
Görmediler ve sandılar ki, orda, kimsecikler yoktu ve olamazdı.

Ne bilsinler ki, örümcek O’nun için örmüş ağını.
Güvercin, O’nun için yuva yapmış, yumurta bırakmış uçup durmaktaydı.

Allah isterse bir güvercin, bir örümcek ağıyla da korur,
Kat kat zırhı ve yüksek kaleleri aratmaz, onlardan müstağni kılar insanı.

Ve bir örnek daha: çağırınca Peygamber, ağaçlar geldi, eğildi huzurunda;
Dallarıyla, kökleriyle yürüdüler; çünkü yok ayakları..

Çizgiler çekerek yol ortasına, yazılar yazarak
Güzel yazılar yazarak; dalları budakları.

O bulut gibi ki, o nereye giderse üstünde o da oraya gider,
O’na, gün ortasında yakan güneşe karşı gölge yapardı.

Dünyanın sıkıntısı binince boğazıma
Hemen sarılır, sığınırım O’na. O hemen kurtarır bu zavallıyı.

İki dünyaya ait hiçbir şey yok ki, o hayır saçan elden
İstemiş olayım da almamış olayım, olmadı.

Aklın ermeyince hemen inkâra kalkma rüya vahiylerini;
Belki gözleri uyurdu O’nun ama, kalbi uyumazdı..

Nübüvvetiyle O gerçeğin doruğuna çıkmıştı
Nasıl inkâr olunabilir erginlerin rüya durumları?

Allah’ın alanı bu. Ne vahiy çalışmakla olur
Ve ne de bir suçtur Peygamberin gâibi çizip anlatışı.

Bir dokunmakla nice hastayı iyi etti eli
Nice çılgınlık zincirini kırıp mahkûmlarını kurtardı..

Kara kıtlık yılları oldu, O’nun duasıyla canlı ve ak
Sanki gecenin oratasında ansızın bir dolunay çıktı.

Bulut akıttı durdu suyu öylesine ki, o kurak vâdilerde;
Oldu her sel bir arim seli, her ırmak bir deniz ırmağı.

Bırak konuşayım, anlatayım o mûcizeleri:
Geceleri dağlarda yakılan şölen ateşleri gibidir âşikârlıkları.

İnciyi işlersen değerlenir şüphesiz;
Ama işlemesen de inci incidir; incilikte farksızdır işlenmişi, hamı.

Ama nasıl uzanabilir hayali övüşün o yüceliklere
Ki orda hüküm sürer o davranış ve ahlâkın hârikalar mantığı.

Biri Kur’an âyetleri: Haktır, Allah’tan gelmedir,
Ezelî ve ebedîdir, sonradandır, fakat yoktur öncesi başı..

Zamanla kayıtlı değil getirdiği kutsal haber
Son saatten, Addan, İremden haber… Odur mutlak haberlerin saltanatı..

Devam edip gidiyor O’nun hükmü. Üstündür
Öbür peygamber mûcizelerine ki, tesirleri ve hükümleri ebedî olmadı..

Öyle muhkemdir ki, hamlede yıkar inkârı ve şüpheyi
Tartışma kabul etmez; hâkime hakeme yok ihtiyacı.

Kimse karşı çıkamadı O’na. Yeltenmediler değil ama.
Düşmanı, en düşmanı bile O’na sığınmakta buldu var olmayı.

Belâgatı, düşmanının davasını uzaklara fırlatır:
Kötü niyetlinin elini hareminden ırakta tutmaktır zaten yiğide yaraşanı..

Kemiyette anlamlar deniz dalgalarından büyük;
Keyfiyetse, güzellikte ve değerde cevahirden üstün ve san’atlı.

Madem okuyunca gözün, gönlün nur doldu, aydınlandı;
Zafer buldun her vakit. Öyleyse bu sağlam ipe iyi yapış, sarıl sıkı.

Okuyuşun, korkusundansa alev alev yanan cehennem ateşinin
İtfaiyesi budur yalnız ateşin: Yanık yürekle çağırmaktır tek şartı..

Sanki O şöyle bir pınar: Yüzü simsiyah olan
Gelip bir yıkanmakla bembeyaz olur; budur nur pınarı..

Ve O, adalette sırat gibi kıldan ince; hak ve eşitlikte de,
Hassas ve ayarlı mizan gibi, insanlar ve kâinatlararası..

Bakma bilmezlikten gelişlerine, inkarlarına yüreği karaların
Onlar öyle bilir, öyle anlarlar ki… Ama ya kıskançlıkları?..

Eh! Öyleyse kalksın ağrıyan göz inkâr etsin, göremiyor ya,
Güneşi, gün ışığını; yaralı ağız da, alamadığından suyu, suyun lezzetini, tadını..

Çölde hızlı hızlı giden yoksullar; develeri
İz bırakarak giden dilek sahipleri görürsün. Yön tektir; O Hayr kaynağının evi alanı..

Sen ey, anlayanlar için, bizzat varoluşunla ne büyük işaret ve mûcize,
Nimetin kadrini bilenler için ne büyük nimetsin, ne büyük Hakk armağanı.

Ne hesabı mümkün, ne kitabı harikalarının
Ve yine de usanmaz insan bir bir anmaktan onları.

Kalktın bir gece, kutsal bir yerden kutsal bir yere gittin,
Kapkaranlık gecelerde dolunay nasıl ilerlerse alımlı alımlı.

Çıktın, boyuna çıktın.. Yükseldin Kâbe Kavseyne kadar,
Ki, daha önce ne kimse çıkmıştı oralara, ne de hayal ve ümit etmişti; bırak çıkmayı..

Seni öne geçirdi her yerde peygamberler, resûller,
Seni öne geçirip arkada durdular kendileri, hizmet geleneği icabı.

Delip yedi kat göğü geçip gittin Sen o üstün insanlarla alay alay;
Başlarında Sendin, başlarında sallanan sancak Senin sancağındı.

Öyle çıktın, yükseldin ki, yarışanlar kaldı yarı yolda;
Yakınlıkta ilerisi, daha ötesi kalmadı.

Bütün makamlar geride kaldı Makamından
Çağrıldığın o an, Tektin artık nasıl tekse; gök ve kale sancakları.

Devşirmek için yemişlerini gözlerden saklı
Bir buluşmanın ve gizliden gizli sırrı.

Topladın öğülesi gök çiçekleri, üstünlükleri tek başına;
Aştın bütün menzilleri yalnız, ıssız kalabalıksız, hızlı hızlı.

Tayin edildiğin iş nice ulu;
İdrakse ne kutlu sana mahsus nimetler alanını.

Günler geçer, geceler geçerdi; gün ne, gece ne bilmezlerdi
Ancak haram ayı geceleri yaparlardı uyku bayramı.

Yüzen atlar denizinin üstünden akar asker denizi,
Atlar dalga dalga deniz ileri, çoşkun kahramanları.

Onlar ki, koşar Allah’a doğru, yaşar Allah için;
Mahveder, kökünden söküp atar küfrü, şimşekten kılıçları.

Ne mutlu sana bana Ulu İslam Milleti, şuurların örgüsü;
Bize Yaratan verdi o sağlam, o yıkılmaz yapıyı.

Allah, bizi kendisine çağıranı, çağırınca kendisine,
O Peygamberlerin oldu, bizse ümmetlerin başı.

Bir arslanın nasıl ürkerse koyunlar sesinden, heybetinden,
Öyle perişan etti. O’nun çıkış haberi, inkar yobazlarını.

Peygamber terketmedi savaş alanını; düşman,
Çevrilinceye dek göğdelere, kasap çengellerine asılı.

Düşmanların gözü hep kaçışta olurdu savaşlarda;
Kol ve bacakları kıskanırlardı, kargaların kapıp kaçtığı.

Onlarla kurtuldu yalnızlıktan İslam Milleti, Dini;
Sanki yadellerden döndü, yurdunu buldu, sıla yaptı.

Allah, ordusuyla koruyacak, varlık var oldukça O’nu;
O, dul ve yetim, babasız ve sahipsiz olmadı.

Her biri bir dağdır savaşta, onlara çarpan, onlarla çarpışanlara
“Savaş meydanında ne gördün?” diye sor, düşmanlarına sor onları.

Bedire sor, Huneyne sor, Uhuda sor.. Sor bütün savaş alanlarına;
Kesin sonuç alışta, zaferde onlar mı üstündü, yoksa kendi işinde veba mı?..

Kıpkırmızı çıkaranlardır kapkara vücutlara sokup
Yıldırımdan da çabuk, bunlar ak çelik kılıçları.

Onlar sanki kâtip, süngüler de kalemleriydi
Ve vücutlarda bir tek harfi bile noktasız bırakmazlardı.

Silahla donanmışlardır ve yüzlerinden tanınırlar
Seçilirken ilk bakışta nasıl hemen seçilirse ağaçlar içinde gül ağacı.

Her biri silahları içinde saksı içindeki gonca gibi;
Zafer rüzgarları sana armağan eder kokularını…

Dağlarda fışkıran çamlar gibi birden zuhur ederler atlar üstünde;
Kolanların ilmeklerin sıkılığı değil dimdik tutan onları, yüreklerin, bileklerin sağlamlığı.

Kalpleri, dudakları uçukladı korkudan düşmanların
Ayıramaz oldular kahramanı koyundan, kardan karanlığı, kargadan kartalı.

Onlara bir ormanda rastlayan aslan bile uslanırdı,
Çünkü beraberlerindeydi Peygamberin zaferi ve duası.

Yok dostundan tek kişi yardımını görmesin,
Düşmanından tek kişi yemesin tokadını.

Dinin kanatlarını gerdi ümmet üstüne;
Gözlerden saklar orman aslan yuvalarını.

Ne felsefe, ne mantık durup dayanabildi,
Kur’an’ın karşısında. Fikir gecelerini ışıttı aydınlığı.

Yeter sana peygamber mucizesi, okumamışken bilgisi;
O “cahiliyet” çağında, öksüzlük de üste, terbiye ve ahlâkı.

O’nu öğer öğerim, yorulmam ve usanmam. Affa sebep umarım;
Şairlikle, devlet memurluğuyla geçen ömrün bütün suçlarını.

Boyna bir boyunduruk bunlar: Korkulu son hazırlar.
Sürüklediler beni; sanki ben kurbanlık bir deve, onlar ipi halkası.

Ah! Çocukluk etmişim; harcamışım kendimi bir ömür boyu:
Bir ömür boyu, toplamış, devşirmişim suç ve pişmanlıkları.

Bir de düşün nefsimin ticaret zararını,
Bir an duraklamadan din satıp alan dünyayı.

Ismarlama yerine hazır eşya düşkünü;
Parayı peşin alıp yiyen, malı boyuna borçlanan imalatçı.

Gerçi günah işliyorum ama dönmüş değilim O’na verdiğim sözden,
Kopar cinsinden değil gönlümün bağı.

Söz vermiştir kurtaracaktır, adıyla çağrılanı ve beni O’nun adıyla çağırırlar…
Ve insanlık içinde kim olabilir, O’ndan çok sözünde duranı..

Yarın hesap gününde tutmazsa O elimden:
Sen benim için de: vay sana, hey sonsuz kayan adam, uçurumlar kurbanı.

Haşa! O, mahrum etmez yardımından isteyeni;
Koğmaz konu komşuyu, soğuk karşılamaz kendine sığınanı.

Düşüncemi, şiirimi O’nu övme yoluna koyduğum günden beri,
O oldu benim için koruyucular koruyucusu, kurtarıcılar kurtarıcısı.

Lütfunu esirgemez en dar elden bile O. Çünkü:
Yağmur ihmal etmez çiçeklerle süslemekte su tutmaz yalçın dağ uçlarını.

Gözüm yok, bu dünyanın parasında pulunda, zerresinde. Bu türlü zehirleri..
İki avucunu açıp toplar ancak, Herem’in öğücüsü şair Züheyr takımı.

Ey insanların en iyisi, en üstünü, yalnız sana sığınılır,
Herkes için geçerli, kimsenin kurtulamadığı vakit kapıyı çaldı mı.

Allah’ın Resûlü, beni de bürümeye, örtmeğe yeter kurtaran örtün.
Göründüğü o gün, Öç Alan adıyla Yaratıcı.

Bu dünya ve öte dünya, senin bağış bolluğundan örnekler;
Levh ve kalem bilgisinin bilgindedir kaynağı.

Nefsim! Düşme umutsuzluğa büyük günah işlemişlik yüzünden.
Mutlak bağışlayan yanında, değil büyüğü küçüğünden farklı.

Günahların büyüklüğüne göre gelir, o ne kadar büyükse o daha da büyük olur,
Umulur ki, dağıtılırken kullara Yaratanın acıyışı.

Rabbim, yalvarışlarımı döndürüp çevirme bana geri;
Rahmetinden elverir bir rakam eklemeden, kapama hesabımı.

Rabbim! Bu kuluna yardım et, bu dünya ve öte dünyada.
Korkulu olaylar ve durumlarda yok bir parçacık olsun dayanıklığı.

Rabbim! İzin ver çözülsün ebedî salavat bulutları bir kez daha.
Boşansın Resûl üstüne sel sel, sicim sicim “selâm! selâm” yağmurları.

Ailesi üstüne, arkadaşları ve bağlıları üstüne bir kez daha.
Yaşasın bir kez daha, o sana en yakın, eli açık, gönlü ipekten yumuşak, içleri pırıl pırıl yolunun uluları..

Ban ağacının yaprağını, göğdesini titrettikçe tiril tiril Bad-ı Sâba,
Kızgın çöllerde ürpettiği sürece develeri devecinin şarkıları.

İmam Bûsîrî (Kaab bin Zubeyr)

Çeviri : Sezai Karakoç

İmam Bûsîrî ve Kasîde-i Bürde

Hassân ibn Sâbit ve Ka’b ibn Züheyr’den itibaren İslâm dünyasında yetişen sairler, dehâ ve sanatlarının en olgun ürünlerini Hz. Peygamber için yazmış oldukları naat ve kasîdelerde ortaya koymuşlardır. Fakat bunlardan bazısının eseri sanat değerinden çok, kazandığı şöhret bakımından diğerlerinden daha şanslı sayılmaktadır. iste bu kervanın önde gelenlerinden biri XIII. yüzyılda Mısır’da yasamış olan imam Bûsîrî’dir. 1 şevval 608/7 Mart 1212’de Yukarı Mısır’daki Behnesâ şehrine bağlı Behsim’de dogan Muhammed el-Bûsîrî, Berberî asilli olup Fas’taki Hammâd Kalesi’nde Habnûnogullari diye tanınan bir aileden gelmektedir. Baba tarafından Bûsîrli olduğu için Bûsîrî, annesi tarafından Delâsli olduğu için de Delâsî nisbesiyle anılmaktadır. sairin, bazen bu iki kelimeyi birleştirerek Delâsîrî nisbesini kullandığı da görülür. Çocukluk yılları, ailesiyle birlikte yerleştiği Delâs’ta geçmişti. Daha sonra Kahire’ye giderek burada islâmî ilimlerin yanı sıra dil ve edebiyat tahsil etti. Özellikle hadis ve siyer ilimleriyle daha çok meşgul olduğu, ayrıca Yahudi ve Hıristiyanlığa karsı yazmış olduğu reddiyelerden onun Tevrat ve İncil hakkında geniş malumata sahip bulunduğu anlaşılmaktadır. Bir süre Bilbis şehrinde maliyede kâtip olarak çalıştıktan sonra Kahire’ye dönmüş ve {REF küttâb} denen Kur’an dershanesinde eğitim ve öğretim faaliyetinde bulunmuştur. Daha sonra el-Mahalle ve Sehâ şehirlerinde kâtip olarak çalışırken mesâi arkadaşları olan Hıristiyan memurların yaptıkları yolsuzluklardan fazlasıyla rahatsızlık duyarak bunları şiirlerinde dile getirmiştir.

Kısa boylu ve zayıf bir bünyeye sahip olan Bûsîrî’nin başlıca huzursuzluk kaynağı, hanımının hırçınlığı ile çocuklarının çokluğu ve geçim sıkıntısı olmuştur. sâzelî tarikatının kurucusu Ebü’l-Hasan es-sâzelî’ye intisap eden sair, onun ölümü üzerine yerine geçen Ebü’l-Abbas el-Mürsî’ye hitaben yazdığı 142 beyitlik “dal” redifli mersiyede şeyhinin fazilet ve meziyetlerinden sitayişle söz eder. Öyle anlaşılıyor ki ünlü mutasavvıf ibn Atâullah el-iskenderî ile Bûsîrî, şeyh sâzelî’nin en önde gelen iki mürididir. Ancak ibn Atâullah ilâhî aşk temasını islerken, Bûsîrî daha çok peygamber sevgisini terennüm etmiştir.

Hayatının sonlarına doğru felç olan Bûsîrî, rivayete göre Hz. Peygamber için yazdığı bir kaside sayesinde bu hastalıktan kurtulmuş ve uzun bir ömürden sonra seksen küsûr yaşlarında İskenderiye’de vefât etmiştir (696/1296-97).

Bûsîrî’nin kaleme aldığı eserlerin tamamına yakını manzum olup çoğu Hz. Peygamber hakkında yazılan kasidelerden ibarettir. şiiri, yapı ve üslûp bakımından son derece sağlam ve liriktir. Bu yüzden asırlar boyu onun naat ve kasideleri İslâm coğrafyasının her bölgesinde büyük ilgi görmüş, dinî toplantılarda en çok okunan şiirler arasında yer almıştır. Klasik kaynaklarda dağınık bir şekilde bulunan on iki kasideden ibaret olan şiirleri bir araya getirilerek Dîvânü’l-Bûsîrî adıyla yayımlan-mıştır (nsr. Muhammed Seyyid Keylânî, Kahire 1374/1955). islâmî edebiyat alanında dünya çapında en meşhur eseri Kasîdetü’l-bürde diye bilinen 160 beyitlik kasidesidir. Coşkun bir peygamber aşığı olan Bûsîrî’yi şöhretin zirvesine taşıyan bu kasideye kendisi el-Kevâkibü’d-dürriyye fî medhi hayri’l-beriyye adini verdiği halde, yukarıdaki isimle tanınması gördüğü bir rüyâdan kaynaklanmaktadır. söyle ki hayatinin sonlarına doğru felç hastalığına yakalandığı bir sırada, rivayete göre rüyâsında Hz. Peygamber Bûsîrî’den kendisi için yazdığı kasideyi okumasını ister; o “yâ Resûlallah! Ben sizin için çok kasideler yazdım, hangisini emredersiniz?” deyince, Hz. Peygamber kasidenin matla’ beytini okuyarak bu kasideyi işaret eder. Bûsîrî kasidesini okurken Hz. Peygamber iki yana doğru sallanarak zevkle dinler. Yine rivayete göre Bûsîrî’yi ödüllendirmek üzere hırkasını çıkarıp yatmakta olan hasta şairin üzerine örter; bir diğer rivayette ise vücudunun felçli kısmını eliyle sıvazlar. Şair heyecanla uykudan uyanır, gördüğü rüyânın zevkiyle toparlanmaya çalışırken felçten bir eser kalmadığını fark ederek sevincinden ne yapacağını şaşırır. Bu sırada şafak söküp sabah namazı vakti yaklaşmaktadır.

Bûsîrî abdest alıp mescide giderken bir dervişle karşılaşır. Derviş ondan bu gece Hz.Peygamberin huzurunda okuduğu kasideyi kendisine vermesini ister. iste bu olay duyulduktan sonra kaside büyük bir üne kavuşur ve zaman asimi ile sairin verdiği isimle değil, rüyâda Hz. Peygamber tarafından üzerine örtülen hırka sebebiyle Kasîdetü’l-bürde diye anılmaya baslar. Bazı kaynaklarda hastalıktan kurtulması sebebiyle Kasîdetü’l-bür’e diye geçiyorsa da bunun yakıştırmadan öte bir değeri yoktur.

Dünyada en meşhur ve en çok okunan kasideler arasında yer alan bu eser, belli başlı bütün kültür dillerine tercüme edildiği gibi, Afrika, Güneydoğu Asya ve Balkanlardaki mahalli dillere de çevrilmiştir. Çeşitli bölge ve ülkelerde genellikle sünnet, nisan ve düğün merasimlerinde, mübarek gün ve gecelerde, ayrıca haftalık evrad olarak okunmakta, son münacât kısmı ise felçli hastalar üzerine yedi gün süreyle okunup Cenâb-i Hakk’tan şifa niyaz edilmektedir.

Tesbit edilebildiği kadar kasideye yapılan şerhlerin sayısı 110, tahmisler 58, tesdisler 16 civarında olup, üzerine sayısız nazireler yazılmıştır. Biz bu çalışmamızda kasideyi Türkçe tercümesi ile birlikte verirken ayni zamanda Kasîde-i Bürde’yi Türkçe Söyleyiş başlığı altında her beyiti Türkçe terennüm etmeye çalıştık. Dinî heyecanı canlı tutmak ve peygamber sevgisini yaşatmak için sanatın gücünden her dönemde istifade edilmiştir. Genç nesillerin bu gerçeği dikkate alarak bu konuda daha güzel örnekler ortaya koyacakları ümidiyle..

Prof. Dr. Mahmut Kaya
Kaynak: Altınoluk dergisi, Ağustos 1998

Kaab İle Hırka

“beni örün, beni örtün!”

bir şey var: eski sözleri
uzun ve anlaşılmaz şeylere gömdüm
gördüm: sözlerin kumunda
bir vaha idi yaz
duydum, yeşil kuş, hadra!
dedi, ‘siz,
ölmeden önce ölün!’

“beni örün, beni örtün!”

gördüm: göğsünden kopan güneş’ti
yeşil sözü gördüm
avucunda doğan nehri
bir kemerdi; giyindim aşk’ı
hırkamı ördüm bürde!
dedi ‘üşüyordun,
sana verdim!’

“beni örün, beni örtün!”

sessizlikti, gülü doğurdu
yüzümü Yüzüme dönüm
Zaman, gül’dür; gülü böldüm
yeşil gülü: semerkant’ül fuad
yürüdüm aşklara doğru
hüzün geldi, baned suad!
dedi, ‘gömün!’

“beni örün, beni örtün!”

Hilmi Yavuz

Zavallı Etem

Zavallı Etem
Çok çekti geçen kış
Bütün kışı parklarda geçirdi
Şimdi durumu iyi
Sanatoryumda
Verem.

Melih Cevdet Anday

Noktalar

Noktalarda duracak kadar dengeliyim
Dar dünyada diken üstü duruşlar

Doğrularım ki tutunduğum kuru dal
Dönüşsüz hatalardan öğrendigim yanlışlar

Yüzümde bir parça aydınlık bazen
Umutsuz geceler biter birden ışıyışlar

Evler şarkılar aşklar arkadaşlar bırakıp gittim
Her mevsim giden kuşlar gelen kuşlar

Her insanın rakibi yalnızca kendisiymiş
Köpek yarısı dünya seyirciler alkışlar

Kara değirmenler gordum kararıp kalmışlardı
Öğütmeyen öğünürmüş için için çürüyen taşlar

Kendime baktım, baktım ki herkes orda
Habil Kabil dünyaya dağılmış kardeşler

Ağzımda baharat tadı dolaşıp durdum şehirleri
Aslolan yolmuş yanılmak içinmiş bütün varışlar.

Mahmut Temizyurek

Cam Fanus

Ne gidecek yerim var,
Ne gelecek kimse bana
Tarih, git diyor, sonuma git
Git de bul seni sen yapan kaderi
Bulmak, cama yansıtmakmış gölgeni

Çocukken öğrendiydim, hayat bir yılandır
Şimdi sergiliyorlar bir yılan gibi camekânda beni
Atamdı Gılgameş,
Onun heves diye bıraktığı ölümsüzlüğü ararken
buldum yılanı
Herkesin öyküsüyle buluştuğum andır bu an
Şimdi ne gidecek yerim var
Ne gelecek kimse bana
Oysa herkes burada

Nefesimden kalan buğuyu silerken bulduğum ayna
Bir bilmeceyi soruyor bana
şu görünen sen misin, herkes mi?
Sorgucularımın sorusu mu zordu
Ağlayan kadınlarda sızlayan ölülerin acısı mı?
Adına tarih denen yansıda
Herkesin katil olduğunu bilmektir acı
Sevindim buna sanırsanız yalan
Üzgünüm dersem eksik
Üzgünüm uğultusunu ancak kendinin duyduğu
Metruk bir değirmek olmaktan
Beni ben öğütebilirim ancak ve zaten
Takvime mezrası viran
Bir höyük olarak yazıldım
Ağır ceza saçma bana, ben orda kaldım

Zaman bendine takılmış kuru çöp nedir ki
Suya düşerken herkesin sarıldığı
Kan ırmağında bir karamuk dalı
Oluşundan bugüne gözyaşıyla sulanan
Dağdan kopan çığın kıra kıra savurduğu
Aşındım kayalara çarpa çarpa gövdemi
şimdi bir âsâ kadar yaşlıyım
Sizi duymam imkânsız, siz bugünsünüz
İmkânsız beni duymanız bu farfarada
Hayat denen şu günden artık çok uzaktayım
Neyim ki ben, fanusta bir tarih boğulmakta

Hayat diyorum, sanki bir hayatım olmuş gibi
Çocukluğum alıç dikenlerinin arasında bir yuvada
kalmış
Kimseyle tanışmadım habis akbabadan,
Hayta leylekten başka
Yaban armutlarının tadı kadar buruktu hayat
Geçtiğim yollarda tarihin cesetlerinden çit
yapmışlardı
Tutunacak bir renk aradım çiğnediğim ekinlerde
Bir nefes olsun aldırmadı beni sürükleyen rüzgâr
Rüzgârı çağırın sanık sandalyesine
Yanıbaşımda biri daha olmalı
Suça denk bir sanık daha

Kızıldan ve sarıdan oluşan dünyada
Aklımı yarama sürdüğüm ak sütleğenden bıraktım
Ne vardı onda ki yaradan sızan kan öfkeden
yeşil kabuk bağladı
Derin yeşil bir çıban
Kim öfkesiyle övünebilir çocukluk anılarında
Bir çocuk benden daha bilgedir hayat dersinde
Onun elinde oyunu bırakıp eve gitme gücü var
Kumu mağma yapacak nefesi duruyor ciğerlerinde
Bakmayın ajansların kapınıza bıraktığına
Toprağından koparılmış bir karamuk dalının ukdesi
Başka ne vardır durmadan dalayan içimizde

Oturduğum yerden kalkıp kalktığım yere
oturuyorum
Ertelenmiş hayat budur,
tarih bitmemişse budur yırtılan sayfa
Kapatılsa da, oturur kalkar bir daha, bir daha
O’yum ben, kederi tarihe gömülmüş her şey
Nehre bırakılmış sepette bir bebek de olabilirdim
Yıllar sonra karşınıza çıkan ve size suçunuzu
ağlayan
Ahaliye ibret yazılmış bir yılanın o çocuktan
farkı ne
Zehrimde ölüm denen acıya ilaç gizlidir
Bunları konuşuyorum kendime
Bunları dinliyorum kendimden
Beni bana geri vermiyor ceza
Kendime biçtiğim kefeni dikiyorum
Cesedim akbabaya kalsın
Ölmeliyim ki başlasın leylekten başlayan hayat
şu çocuk alıç dikenlerinden insin artık yeryüzüne
Kopup dağlardan, asılı dalından
İnsan denizine karışsın diye.

Mahmut Temizyürek