Özledim yine İstanbul’u
Cihangir Mahallesinde bir bankta
Yalnız oturup
Ansızın bir kara bulut gelip geçti
Mehtap bitti
Gün de karardı
İstanbul bana biir şiir söyle
İçimde bir ıstırap var
Bankta oturup sanki
Gecem gündüz oldu
Orhan Veliden istanbulu dinliyorum
Belgrat ormanında sarı yapraklar
Yeter ki bana yeşil görünsün
Kuruyan o dallar çiçek açsın
Dökülen şiir nağmeleri
Yeniden yüreğimde kalsın
İstanbul bana bir şiir söyle.
Şub 23
İstanbul Bana Bir Şiir Söyle
Şub 23
Yeşilyurt’un Lakapları
A
Aynalıhocagil ,Aliağagil, Amicimgil, Atagil, Amanatgil, Avcugil, Apovgil, Abazağagil, Abacıgil, Alibeygil, Alogil, Alopaşagil, Azapoğlugil, Aynalıhocagil, Abbasgil, Ağzıbüyükgil, Altınsakallıgil, Atçıgil, Abalıoğlugil, Acemgil, Aşıkömürgil, Atabayramgil, Aşçıgil, Aşıcıgil,Atalaygil, Attargil, Ambarcıgil, Alibeyoğlugil, Aligrovgil,Arifgil
B
Balarısıgil, Balcıgil, Baboşgil, Börekgil, Babaaligil, Banazılılar, Bekişoğlugil, Bozogil, Bağdatlıgil, Belikırıkgil, Battıgil, Bektaşgil, Bozmuhametgil, Belekhacıahmetgil, Berbergil, Bulutgil, Bakigil, Battalgil, Babagil, Bettogil, Bacacıgil, Binbaşıgil, Behzatgil, Balogil, Bakihasanıgil, Boynuincegil, Bildikgil, Beyazgil, Balovgil, Bohçacıbekirgil
C
Capragil, Cartgil, Cincigil, Cıncıkgil, Cohigil, Cıcıkgil, Cücemengil, Cıcıkhalilgil, Camgözgil, Cakkovgil, Camcıgil, Cellatgil, Canikpaşagil, Cıldırgil, Capargil, Cacıkgil, Capçagil, Cumaliçavuşgil,Culfa
Ç
Çaypaşasıgil, Çöpkuyruğugil, Çavuşgil, Çerçigil, Çerişgil, Çerkezgil, Çengigil.Çırakgil, Çavdargil, Çıtçıtgil, Çobangil, Çokurgil, Çolcugil, Çatalgil, Çalıkgil, Çevikgil, Çolakhalilgil, Çaykızıgil, Çollıgil, Çöpgil,Çiloğlangil
D
Damatgil, Delibaltalıgil, Delihacığil, Delimahmutgil, Diremgil, Dımbılgil, Deliveliler, Demircigil, Devecigil, Dolugil, Döşgil, Döşoğlangil, Devrimgil, Demirciyusufgil, Demircigil(Toydemir), Domaligil, Davutgil, Düdükçügil, Dedegil, Dombulgil, Duttohmağıgil, Dağgavurugil, Dönükgil
E
Eliboğlugil, Emövgil, Esoğlugil, Emirgil, Eskihasangil, Edovgil, Ecibengil, Epicikgil, Elbaizgil, Emenifendigil, Enikgil, Emikgil, Elibüyükgil,Evcimangil
F
Fazlıgil, Fereçgil, Fakoğlugil, Fırıncıgil, Ferhatgil, Fırtınagil, Fesininyemişgil
G
Gumbullugil, Gollikgil, Gavalakgil, Gablamgil, Gucurgil, Gamotgil, Garabodurgil, Göreligil, Gökoğlangil, Gonikhalilgil, Gözübağlıgil, Gavasgil , Gaspotgil
H
Haruşagil, Haşeşgil, Hulukigil, Hacımangil, Hacıhafızgil, Hüllükgil, Hüssovgil, Hotoğlugil, Humuşgil, Haşimgil, Horigil, Hocagil, Habosgil, Hıdırgil, Hasonovgil, Hassikgil, Hasançavuşgil, Havagil, Haneygil, Hacibekirgil, Hafızgil, Honigil, Hocagil, Hasanpaşagil, Hurşitgil, Hocümetgil, Hastagil, Hamovgil, Hacolovgil, Hıttıgil, Hunneygil, Hoyretgil, Hacıyunusgil, Hacıyusufgil, Hüsnügil, Hıcıkgil, Hatipgil, Hüsülügil, Hüseyinbeygil, Hayrullahçavuşgil, Hötübovgil, Hafızlargil, Hallaçhalilgil, Hacıidrisgil, Hasanağagil, Hoşagil, Horozgil, Halodayıgil, Hacıgrovgil
İ
İbiligil, İbogil, İmizoğlugil, İmamgil, İnekçigil, İsotgil
I
Ilıcagil
K
Karahasangil, Kaleligil(kalegil), Karslıhocasıgil, Keleşgil, Kamilgil, Karakütükgil, Katırcıgil, Kölegil, Karamemişgil, Kanıkgil, Kayagil, Kekevigil, Karacamıstıkgil, Küpgil, Kınacıgil, Karnazbekirgil, Kemiktaşgil, Karakönezgil, Karakızgil, Kelhacigil, Kargagil, Kalasgil, Kizirgil, Kavukgil, Kendircigil, Kasımağagil, kapıkırangil, Karamemetgil, Kavasaligil, Kargamamovgil, Köşkergil, Küçükşeytangil, Karatavukgil, Kavasgil, Karaaligil, Kavlakgil, Kölükgil, Köselergil, Kuzucugil, Karakocagil, Keloğlangil, Kolukısagil, Kınacıgil, Karabodurgil, Kaspotgil, Körhanifigil, Körmamogil, Karabekirgil, Katrancıgil, Kasapaligil, Kürtaligil, Kafagil, Kıllıgil, Karagil, Kunduracıgil, Kopçacıgil, Kayabaşıgil, Karanlıkgil, Kötükasapgil, Körabovgil, Kavulugil,Karahacigil, Kırmızıhacigil,Kanmazgil
L
Leblebicigil, Lotogil, Lökgil, Lokmanemişgil
M
Marziyegil, Mınıktilkigil, Mistovgil, Mustafaağagil, Mazingil, Marazgil, Mamasgil, Müritgil, Mırtogil, Müsellimgil(Karanlıkgil), Mahtumgil, Mavişgil, Mengeşmengil, Mahovgil, Musagil, Molaemingil, Mercangil, Miriligil, Mollagil, Memilovgil, Medinegil, Masargil, Makkogil, Mehmetogil, Mamovgil, Mintovgil, Minikgil, Marifgil, Malakgil
N
Nalbantgil, Nakargil, Nassovgil, Nacargil, Nohotovgil
Ö
Öksüzömergil, Ömerefendigil, Öcükgil, Öksüzahmetgil
P
Paçacıgil, Püsergil, Palakgil, Patgil, Pamukçuvalıgil, Pisikgil, Pekmezcigil, Potukgil ,Partalgil, Pisikömergil, Pamukgil, Palancıgil, Palancıreşitgil , Paşamgil
S
Sinekgil, Saatçıgil,Sakaligil, Sırımgil, Sultangil, Sofuoğlugil, Sİncogil, Sübhanekegil, Sarıgil, Sayıgil, Simsargil, Salmangil, Sağırpaşagil, Süpürgecigil, Seferağagil, Sürgülioğlugil(Çöpgil)
Ş
Şememgil, Şerahoğlugil, Şeşkanagil, Şeytangil, Şiringil
T
Tenekecigil, Tosunoğlugil, Tekegil, Toppikgil, Tosungil, Tırşovgil, Topalbekirgil, Tahsildargil, Topaloğlugil, Takaligil, Tanzaragil, Topalveligil, Tarhanagil, Topkadifegil, Tuzsuzgil, Tundikgil, Tütüncügil, Tavşangil, Titigil, Talıcıgil, Tatlıcıgil, Toskagil, Tatahmetgil Tataligil, Topcugil, Tellogil, Tekebekirgil, Tohumgil, Tohumlukgil, Topalcumaligil, Tasagil
U
Urfalıgil, Ucuzaligil, Urlugil, Uzınmehmetgil
Ü
Ütükgil
Y
Yahovgil, Yanıkgil, Yaralıgil, Yağmurgil, Yoloğlugil, Yağlıkaragil, Yapışıkağagil, Yemenicigil
Z
Zaptiyegil, Zozogil, Zokumgil
Şub 23
Yeşilyurt Bedduaları
-Yetişip yetmeyesiceli
-Aspi dökesice
-Ardı gelesice
-Vurucu vurasıca
-Kepeğin kesile
-Kuluncuna yangı düşe
-Gidişin olada gelişin olmaya
-Yüzüne it yapışa
-Çatlayasıca da patlayasıca
-Yüzü ardına gelesice
-Gululiye(Kolereya) gidesice
-Başına çay taşı düşe
-Kırılasıcalar
-Yüzüstü sürülesice
-Gözün oynaya
-Gözüne patlama düsesice
-Sürüm sürüm sürünesin
-Zıkkımın kökünü ye
-Akşamdan yatada sabaha kalkmaya
-Boyu devrilesice
-Yanın yere gele
-İki ışığın söne
-Kafan kaşıklık ola
-Sesin karayerin altından gele
-Sırtın güneye gele
-Türemiyesin
-Toprağına gidesin
-Salancan gide
-Saplıcan tutasıca
-Yeğin sırtı yere gelesice
-Alnının çatından vurulasıca
-Afata gidesice
-Porsuyasıca
-Eti tahtaya dökülesice
-Baba çıkasıca
-Porum porum porsuyasıca
-Bitmeyesice
-Dönemeyesice
Şub 23
Mazideki Yaşam – Malatya
Battal Gazi’si ile destanlaşan ünü var,
Niyazi Mısri İle anlatılan dünü var,
MALATYA, asırlardır –İslam-a oldu kale,
Türklüğü-yle övünen, çok şanlı bugünü var
…
MALATYA” yemyeşildi, aratmazdı cenneti,
Kolaylıkla çekerdik, bu yüzden her mihneti.
Şehrin her tarafında güzel sular çıkardı.
“Harık”larda suyumuz, şırıl şırıl akardı.
Anlatmak mümkün değil, bir hoştu âlemimiz,
Olayları tasvirden acizdir kalemimiz.
Bizim yurdumuzdaki insanlar barışıktı.
Her yerde savaş vardı, dünyamız karışıktı.
Harpten korunmak için siperler kazılmıştı.
Alnımıza yokluğun zilleti yazılmıştı.
Boş verdiğimiz dünya, alev alev yanardı.
Yaşamımızda her gün bir yaramız kanardı.
Öyle günler gördük ki, ölüye yoktu kefen,
Yoksulluğun önünde aciz idi ilim, fen.
Dalkavukluk, rezillik başın almış giderdi,
En büyük kötülüğü, bunlar bize ederdi.
Hesaba alınmazdı haklıca sözlerimiz,
Mayıs ayı geldikde ağrırdı gözlerimiz.
Mihnetle konulurdu, göze bir damla ilaç,
“Karne Ekmek”iyle de doymazdık, kalırdık aç.
“Moda” tabir edilen ilaç konurdu göze,
Tatlıca bir kızıllık verirdi o da yüze.
Mıymış mıymış bakardı, o güzelim gelinler,
Pek etkili olmazdı, idareyi telinler.
“Kürsü” kurar yatağa, ısınırdık her gece,
Sorulunca, çözerdik, birkaç tane bilemece.
Türküyle anılırdı eski, yeni her olay,
Böylece hafızaya nakşı olurdu kolay.
“Çarşıda leymun tuzu, vali taktı boynuzu,
Avratlar manto giydi, ne tadı var ne tuzu.”
Söylenirdi avazla, yakılan bu türkümüz.
“Çarşaf”ı kovmaktaydı, “Çülâki”den kürkümüz.
Herkesin durak yeri olmuş idi “Sümerbank”.
Dağıtamazdı halkı, ne tüfenk ne de bir tank.
Birkaç metre bez için, olurdu büyük savaş.
Kavgasından kurtulduk, çok şükür, yavaş yavaş.
Vergi borcu elinden bütün millet naçardı.
Görünce bir memuru, köşe bucak kaçardı.
Satılırdı icrada legen, kazan, teşd, tava,
Zavallı mükellef de alırdı bundan hava.
Zengine hizmet için bankalar kurulmuştu.
Saf, biçare vataş, kalbinden vurulmuştu.
Öyle bir düzendi ki, yoktu kimsenin dostu.
Devlete kaptırmıştı, herkes sonunda postu.
Merhamet nanay idi, yürekler olmuştu taş,
Devletin memurundan yılmış idi vataş.
Her şey memur içindi, ne gaz vardı, ne şeker.
Onlar için dönerdi, devletteki her teker.
“Ganne” yakmak için yağ, “Çıra” için ise gaz,
O günler bulamazdık, karanlık geçerdi yaz.
En büyük suçlardı, cepteki çakmak taşı,
Zehir, zıkkım olmuştu, soframızın her aşı.
“Tükürük Kebabı”ıyla, “Salata”ydı aşımız,
Kurtulmazdı beladan, şu zavallı başımız.
Gözümüzde büyürdü söylenilen her maval.
Anlatırdı yaşlılar, dinlerdik aval aval.
Günlerimiz geçerdi ya bahçede, ya bağda.
Umutlar tükenmişti hem ölüde hem sağda
Kalmamıştı ortada, tutunacak dalımız,
Pek çekilecek gibi, değildi vebalımız.
“Somun” pişirilirdi: yasaktı, “Açık Ekmek”,
En büyük suçlardı, toplanıp “Zikir Çekmek”.
Bir düdük çalınınca, değişirdi her makam,
Kazalar’da da ilah kesilmişti kaymakam.
Kimse bilmez, kim söyler, kim çalar “Zilli Def” i?
Emniyet’in zikreden olmuş idi hedefi.
“Kur’an” okutulmazdı, yasaktı Eski Yazı,
“Yeni Ezan”a karşı, kızardık bazı bazı.
Hastalıklar taşırdı, hasret kaldığımız (!) “Bit”,
Ondan kurtulmak için kalmamıştı bir ümit,
Verem’le tifo, tifüs yıkardı evimizi,
Celâllensek de kimse, dermezdi devimizi.
“Beş Taş” oynatmazlardı, pahallık olur diye,
“Yedi Tuğla” yıkana verilirdi hediye.
En büyük eğlenceydi, “Yüzük-Fincan” oyunu,
Uykum kaçmaya görsün, sayamazdım koyunu.
Sigara kutusundan oluşurdu “Sayı”mız.
Her oyunun içinde vardı bizim payımız.
Kırardık tabakları, “Cıncık” oynamak için,
Aklımıza gelmezdi, ne Japonya, ne de Çin.
Canımız sıkıldıkça “Develeme” atardık.
“Hıbilik”den korkunca, çıkar damda yatardık.
Bazen da fazla gelir, olurduk “Orta Kadı”.
Bugünkü oyunlarda, yok o günlerin tadı.
“Pöt, Pöt, Pötürcek” diye , dolaşırdık her evi,
Sırıklarda taşırdık, “Pötürcek denen devi.
Yağmur yağsın isterdik ıslanmak pahasına,
Halen hayranımdır ben, halkımın dehasına.
“Peygamber Buğdası”ydı, “Gilgil”, “Mısır”ın adı,
“Arpa Ekmeği”nin de, damağımdadır tadı.
“Gilgil Ekmeği” yiyip, bir hayli tıkanırdık,
“Dere Başı”na gidip, don, gömlek yıkanırdık,
Yıkanırken derede gelirdi “Aboş Dayı”,
Yediğimiz dayakta vardı O’nunda payı,
“Kadınlar Hamamı”nda kraldı “Zeyneb Bacı”,
Kızınca söylenirdi, bizlere acı acı.
Yollar ayrı ayrıydı, yoktu amaçta birlik,
Bu yüzden bozulmuştu, işlerde düzen dirlik.
“Deli Gaffar” soyunur söverdi dağa, taşa,
Nasibin alamazdı küfründen “İsmet Paşa”.
“Humallah” dediğimiz “Faro”, çalardı kaval
Anlattığı her olay, gelirdi bize maval.
Oldukça kuvvetliydi, sağlam idi bünyesi,
Ahrete çabuk gitti, okununca künyesi.
İnsan bazen üzülür, bazen da sabrı taşar,
Halen unutulmadı “Şorikli Deli Yaşar”.
“İzo” ile “Kız Mahmut”, şehre olmuştu nişan,
Bugünse delilerin hepsi oldu perişan.
Şosenin kenarında “Hac’eli” yan yatardı.
Yoldan geçen her şoför o’na para atardı.
“Korucuk”a gidenken biz de uğrardık o’na,
Soğuk, sıcak demezdi ; beklerdi, dona dona.
Her yaz gider gelirdik, yol olmuştu bize “Venk”,
“Aliseydi” içinse, yükümüz olurdu denk
“Abdulvahap”a gider kalırdık birkaç gece,
“Ahmet Duran”a gitmek olmuş idi eğlence.
“Hacı Bayram” küserdi gitmeyince yanına,
Gitmemek yakışmazdı, o’nun kutsal şanına.
Meşhur idi “Çınar”ı, “Pınar”ı “Orduzu”nun,
Hakkı ödenemezdi ekmeğinin, tuzunun.
“Horata”ya giderdik binbir heves, naz ile.
Bütün pınar başları, şenlenirdi yaz ile.
“Yama”, “Sarıçiçek”de tez geçirirdik yazı,
Cennetten bir köşeydi, “Çırmıktı’yla Banazı”.
“Şaban Dede”ye gider soğuk sular içerdik.
“İnek Pınarı”ndaysa, kendimizden geçerdik,
“Kündübeğ Pınarbaşı”, bizlere can katardı,
“Kapılık”ın hayali içimizde yatardı.
Yanlışımız olunca kimse etmezdi ikaz,
Çok uzak kalıyordu bize “Sürgü”nün “Takaz”.
Gitmek mümkün değildi vasıtasız yolu,
Görmezsek de özlerdik, içimiz dolu dolu.
“Aşağışeher”deydi eski karışmış ırklar,
“Üçler”, “Beşler”, “Yediler”, sonra gelirdi “Kırklar”,
“Sıddı Zeyneb”, “Tavabil”, “Emir Ömer” en başta.
“Battal Gazi”miz ise galipti her savaşta.
“Emir Ömer”, daima saygıyla anılırdı,
“Malatya”nın en büyük “Emir”i sayılırdı.
Tüm Malatyalı’ların o’na vardı saygısı,
Rahmetler dileyenin, kalmazdı bir kaygısı.
“Battal Gazi”miz ise şehrimizin şanıydı,
O’nun gazaları’ysa, birer –tatlı anı-ydı.
Doğduğu yere saygı duyulurdu her zaman,
Hanesi’ni yıkana, küfredilirdi her an.
“Sıddı Zeyneb” bizlere hem ana, hem bacıydı.
Manevi nüfuzuyla, şeherin baş tacıydı.
Yerindeydi “Nefise Hatun”un mezar taşı,
O’nun da yüce idi, ta göklerdeydi başı.
Taşraya ulaşmıştı, “Ali Baba” nın ünü,
“Kara Baba” nın ise, duymadık güldüğünü.
“Hersli Baba” dan korkar heyecanlar yaşardık,
“Kemahlı Sultan” daysa, şaşım şaşım şaşardık.
Korkuyu giderirdi, meşhur “Vaiz Baba”mız.
Pek de boşa gitmezdi, bu yöndeki çabamız.
Her zaman gözümüzde büyürdü “Ahmet Duran”,
İnsanlığı, mertliği o’ydu bize buyuran.
“Değirmen Önünde” ydi “Horasan Padişahı”,
Kimselere kalamazdı, mazlumun acı ahı.
“Kırklar” da harabeydi, “Usta-Şeğirt Kubbesi”,
Onlar’dan çok uzaktı haramın bir habbesi.
“Kervansaray” harabdı, hazindi, pür melali.
Yürekler acısıydı, “ULU CAMİ” nin hali.
Kapalıydı kapısı, “Ak Minare”, “Toptaş”ın,
Yollara döşenmişti, olsaydı, mezar taşın.
Yıkılmıştı hunharca, meşhur “Çingene Han”ı,
Tarihi yaşamında, silmiş idi zamanı.
Bakmamıştı hiç kimse, gözlerinin yaşına,
Dünyalığa temahla, kıymışlardı taşına.
“Sütlü Minare” mizin yıkılmıştı camisi,
Hiçbir dini eserin, kalmamıştı hamisi,
“Halfetih Minare” miz, ta dipden oyulmuştu.
Tekkeler ve türbeler, haince soyulmuştu.
Türbeler soyulurken muhafızdı “Tam Baba”,
“Kara Baba” ya kızıp, olmuştu biraz kaba.
Sancaklar alınırken O’nu çok beklemişti.
Güveni sarsıldıkça,işini teklemişti.
“Kanlı Kümbet” ve “Zindan” yıkılmak istenirdi.
“Edir ile Bedir” se, zalime direnirdi.
Her yer zibillik olmuş, camiler satılmıştı.
O nazlı kitabeler, yerlere atılmıştı.
“Karga Pepe” önünde çocuktan geçilmezdi,
Kahkaha seslerinden, sevinen seçilmezdi.
Konuşmayan konuşur, böyleydi inancımız,
“Üç Kardeş” in taşıyla, kesilirdi sancımız.
Ağrı sızı kalmazdı, sürerlerse bu taşı.
Çokça abartılırdı, “Abdulvahab”ı n yaşı.
“Çatlak” da yaşanırdı; gezide, neşeli gün,
Ordaki zamanımız, olurdu bize düğün.
“Alacakapı” daydı, “Hoppa Kadı Çınarı”,
Çınar ile birlikte yok ettiler “Pınar”ı
“Battal”, “Hoppa Kadı”yı kilisede basmışdı,
“Malatya”ya getirip, bu çınarda (?) asmıştı.
“Hötüm Dede”ye alır çocukları giderdik,
–Simitini kaçırır– :duayla, keyfederdik,
“Sarılık”a gitmezsek geçmezdi o derdimiz,
Hastalıklarla dostluk, kaçmazdı bir ferdimiz.
“Müftü Mezarlığı”nda kalmamıştı bir tek taş,
Orayı dağıtana buğzetmişti vataş.
“Namazgah” halliceydi, diretmişti zamana,,,
“Seyit Gazi Hanesi”, gelmemişti amana.
“Karahan”dan çamurdan ve tozdan geçilmezdi,
Çeşmeleri kurumuş, suları içilmezdi.
Yıkılmıştı binalar, çalınmıştı taşları,
Zavallı halkınınsa, eğik idi başları.
“Şeherin Surları”da harabeye dönmüştü,
Taşları sökülmüştü, haşmetiyse sönmüştü.
Yapılan her binaya olmuştu temel taşı.
O’nun da sona ermiş, bitmiş idi savaşı.
Şehrin de tamamlanmış, artık bitmişti işi,
Önlenemez olmuştu, -sona doğru- gidişi.
Zulme varan ihmalden nasibini almıştı,
Harabolmuş, yıkılmış; yalnız, -ismi- kalmıştı.
Biz tarihten kopmuştuk güzelim tarih bizden.
“Harık” da boğulmuştuk, korkmaz iken denizden.
Sürüklenip dururduk meçhule doğru hızla.
Mazimizden kopmuştuk, yemeyen bu ağızla.
“Köşger Baba”, “Fırat”ın sağ yanında yatardı.
Bitirdiği işini ta şehere atardı.
Maşrabasın uzatıp, nehirden su almıştı.
Çok uzun boyununsa, efsanesi kalmıştı.
Anlatırlar, dinlerdik O’na köleymiş zaman,
“Fırat”ın suları da vermedi O’na aman.
“Karakaya Barajı”, sildi efsanesini,
Bundan böyle bizler de duymaz olduk sesini.
“Tecde”nin süsü idi, “Pirceviz”le “Dermegi”
Herkes ondan beklerdi, muradına ermeği.
“Dermeği” şifa verir, “Pirveciz” ise derman.
“Çorlu” hastalar için buradan çıkardı ferman.
“Al Ocağı” na gider “Al” gelmiş kadın ve kız,
“Kırk Ocağı”nda ise kesilirdi bütün hız.
“Hoşirik Çamuru”yla sıvanırdı yüzümüz,
Her şeye inanmıştık, buydu bizim “Öz”ümüz
Hastalığın elinden olmuştuk idik –madrabaz-,
“Alerji”nin adıydı, bizim o eski “Dabaz”.
Gider “Dabaz Suyu”na birkaç defa girerdik,
Sonunda iyi olur, mutluluğa ererdik.
Atarlardı “Köynek”i –boyalı olsun- diye,
Böylelikle olurdu, ilacımız hediye.
-Kabak-ın çekirdeği –kolye –olunca bize,
“Boğmaca” uğramazdı, kolayca semtimize.
“Hoca Keşşaf Efendi”, oldukça sayılırdı.
Her zaman, her meka rahmetle anılırdı.
Dileklere devaymış, defedermiş nazarı,
Dolup dolup taşardı her –Cuma-‘a mezarı.
“Van Müftüsü” okursa, şifalı olurdu su,
Hiç kimsenin Allah’tan başka yoktu korkusu
Başlar iken her işe, çekerdi bir –besmele-,
Duyulan manevi haz, geçmiyor bugün ele.
Hasretimize karşı, hasreti bize “Kernek”,
En ufak sevincimiz olurdu düğün, dernek
Allah’ın lütfu idi, o ne renk, o ne boya…
Tefekküre dalıp da bakardık doya doya.
“Derme Deresi” idi, bizim de yazlık plaj.
Yıkanabilmek için, evde yapardık sondaj
“Bey Suyu” verilip de kesilince suyumuz,
İmdada yetişirdi, evlerdeki kuyumuz.
“Tohma”da çimmek için, gider idik “Kırkgöz”e,
Kolayca aldırmazdık, söylenilen her söze.
“Fırat”dan çok korkardık, bakarken “Kömürhan”da,
Zannederdik eşi yok, o’nun da bu ciha.
Yine oldukça şendi, eski “Sıtma Pınarı”,
Hasta için arasak, orda bulurduk nar’ı
“Kaf Dağı” kadar bize uzak idi “Çarmuzu”,
İstenirse giderdik gene de kuzu kuzu.
Her düğün, her davette vardı –bayram havası-,
Başımıza geçerdi bazen da yağ tavası
Çok şükür geldi geçti; iyi, kötü o günler.
Etrafa nam salardı çevredeki düğünler.
“Kemancı Arakil”le “Defçi Kör Sıddı Bacı”,,
Hak edip olurlardı, her düğünün baş tacı.
Mahalleli savardı sazlı, sözlü düğünü,
Şehrimizi aşmıştı, “Köçek Mahmut”un ünü.
“Nuri” dombelek çalar, “Çalgıcı Zöhre”yse def,
Düğünün neş’esiydi, Onlardaki ilk hedef.
Güzel keman çalardı, “Hasan” ile “Kalender”,
“Agob”un udu ise, dinlenirdi pek ender.
“Zurnacı Abuzer”le meşhur “Davulcu Hasan”,
“ Mişmiş Geceleri”nde onlardı hava basan.
Davul, zurna çalarak gezerlerdi yurtları,
“Derino” ve “Lorke”yle yenmişlerdi kurtları.
“Malatyalı Fahri”nin tamburu çok inlerdi.
“Dömbelekçi Kör Sait” bakraç sesi dinlerdi.
Sese doğru atardı, lastik sapanla taşı,
Bize komik gelirdi, hedefinin telaşı.
“Ekmekçi Meryem Bacı”, güzel ekmek yapardı.
Birkaç mahalle halkı, sanki o’na tapardı
Yalvar yakar olup da zor alınırdı sıra,
Mesleğinde ustaydı, hakim idi tıra.
“Gübürlü’nün Zeynep”le “Hamikli’nin Adile”,
Rahmetler diliyoruz, kendileri yad ile.
Methlerini duyardık, o günkü gebelerde,
O ustalık şimdi yok, -Fermanlı Ebe-lerde.
“İğneci Kaya Bey”de iğnemizi vururdu,
Tatlı dil, güler yüzle bizleri avuturdu.
Çok severdik kendini, hemi de çok sayardık,
Ününü, şöhretini her tarafa yayardık.
Yemeni’de ustaydı, komşumuz “Köse Kasım”,
Çok iyi çalışırdı, ayakkabıcı “Asım”.
“Semerci Saraç Arif”, ustamız sayılırdı,
“Deli Samed” çıraktı, kızınca bayılırdı.
Kır eşeğin üstünde artar idi hızımız,
-Mişmiş- toplar dururdu kadınımız, kızımız.
Sığırları yayardı, “Sığırcı Emine”miz,
-Ocak” ismi altında tüterdi şöminemiz.
-Me- ile –Mö- sesleri, kaplar idi her yeri
Sığırların dönüşü ırırdı mahşeri.
Toz, duman geçilmez; kapanırdı, ufkumuz,
-Geç kala sığırlar-, kaçar idi uykumuz.
“Deli Emine idi şehrin meşhur hancısı,
En ağır küfürlerin O idi kemancısı.
Kulağımızdan tutup, havaya kaldırırdı.
Bazan da fazla kızar, etrafa saldırırdı.
“Su içen….” diyerekten, -Sebilci-miz gezerdi.
Bizi, beleş su ile, minnet ile ezerdi.
Her sabah erkenleyin dükkanlar açılırdı.
-Duasız pazarlıktan-, şiddetle kaçılırdı.
“Üç Aylar” da sevginin tohumu ekilirdi.
“Ramazan” aylarında –tombala- çekilirdi.
“Bayram” günlerimizin, bambaşkacaydı tadı,
Söylemeye gerek yok, “Bayram”dı günün adı.
“Şirket Hanı” ayakta, “Afyon Hanı” yanmıştı.
Esnaf, müşterisini fazlaca saf sanmıştı.
Kazıklamak isterken, kazıklanırdı kendi,
Onu da alt ederdi, müşterisinin fendi.
“Öllük ha öllük…” diye –Öllükçü-müz geçerdi,
Herkes, “Recep Dayı”dan bolca –biyam içerdi.
“Bir batman şeker döktüm…” diyerek bağırırdı,
“Şerbetçi Çoban Dayı”, müşteri çağırırdı.
“Tellal Kulaksız Nazım”, parayı şeddeleyip,
Bağırırdı uzunca cümleyi heceleyip,
Eski para toplardı, olmuş idi –paracı-,
“Çil Mahmut”un malının o’ydu reklam aracı.
O zamanlar dinmezdi içimizdeki sızı,
Okuturdu –Kur’an-ı tınmazdı “Piri Kızı”.
Hapis yatar, çıkardı; zulme pek aldırmazdı.
Dünyadaki hiçbir güç, vebalin kaldırmazdı.
Kurulmuştu Meydana korkulan dar ağacı,
“Hanım”ın asılması, gelmişti bize acı.
Son a söylediğin türküler çok yanıktı,
O gün sabaha kadar “Malatya” uyanıktı.
Anıyorken eskiyi, “Horey”i yad edelim,
Af dileyip ruhundan, sonra feryad edelim.
“Tepür”lerken buğdayı, çok takılırdık o’na,
Kalender meşrebliydi, her an hazırdı sona.
Hem yeşil hem çıplaktı, hem ormanlıktı dağı,
Görmemek eksiklikti, tarihi “Akçadağ”ı.
Kendisi yakıncaydı, yine bitmezdi yolu,
Bazan da kapatırdı bu yolu yağmur, dolu.
Her tarafı yemyeşil, huzurla içine gir.
Giden misafirini hoş ederdi “Arapgir”.
“Tahir” kasabasının merkeziydi “Arguvan”
Sefil, görünüşüne, dayanmazdı değme can.
Büyük sevgisi vardı hem dostta, hem yarende,
Tarihi yaşamıyla meşhur idi “Darende”,
Camisiz minareler, han, hamam ve kalesi,
Onun da bitmemişti, ağyara ihalesi.
Akardı burada “Tohma”, durgun, coşkulu, deli.
Kenarında parlardı, pir “Şeyh Hamid-i Veli”.
Meşhurdu “Aşudu”su, hoştu “Gavur Hamamı”,
“Zengibar”ın üstünde, görülürdü tamamı.
“Polat”a bağlıcaydı, tarihi “Viranşehir”,
İlçe olunca adı olmuştu “Doğanşehir”.
Memluk’e, Selçuklu’ya epey hizmet etmişti,
Bizans zulmüne rağmen, bu günlere yetmişti.
“Hekimhan” ilçesinde demir yolu geçerdi.
Gitmek isteyen herkes trenleri seçerdi.
Oldukça meşhur idi kasabadaki –Han-ı,
Görmeden edemezdik, giderken “Yazıhan”ı.
“Fethiye”deki cami, o zaman harap idi.
Cemaatı pek yoktu, hali de serap idi.
Külliyesi yıkılmış; yalnız –cami- kalmıştı.
Onun da güzelliği çevreye nam salmıştı.
“Pütürge”yle “Kahta”yı bölerdi “Nemrut Dağı”,
-Yalancı Tanrılar-ın olmuş idi otağı.
“Tepehan”dan geçilip “Pereş”e gidilirdi,
“Barsawma Manastırı”, ziyaret edilirdi.
“Yeşilyurt” olmuş idi, “Çırmıktı”nın da adı,
Bağının, bahçesinin bir yerde yoktu tadı.
Yaz gelende giderdik, bahçeleri serindi,
Etrafı çok ağaçlık, vadisi de derindi.
Memleketi anlattık, şimdi gelelim bize…
Elbetteki ibrettir, bu geçmiş hepimize.
On adımdan öteye atamazdık bir –Taş-ı,
Meskenimiz olmuştu, sokağın –Köşebaşı-
Bir tümseğin üstüne –Hollik– diler dururduk,
Sonrada da –Hollik-i –Yassı Taş-la vururduk.
Gözümüz bağlıkta “Kör Ebe”ydi adımız,
İyi oyun oynardı, bazen “Orta Kadı”mız.
“Sülü Değnek” oynardık…-yan tuluk, -oşo mini-,
Böylece avuturduk içimizdeki kini.
Bu oyunun sonunda –gaggılardık- herkesi,
Onu da bitirdikten sonra keserdik sesi.
“Naldır Naç”ın adını “Kız Doğurtma” koymuştuk,
“Hombek” oynayarak da oyunlara doymuştuk.
Yenmek amacımızdı, yenilmemek gayemiz,
Birazcık övülmekti, oyundaki payemiz.
“Horhop” için önceden hedefleri seçerdik,
-Meydan Savaşı” verip, kendimizden geçerdik.
Bazen da hedef olur, kırılırdı kafamız,
Evde dayak yeyince, tükenirdi safamız.
“Süpsüpü”yü yapardık sulu söğüt dalından,
Bu dalı da alırdık, başkasının malından.
Hırsızlığa geçerdik komşu bahçeye, bağa,
Kızmazlardı, derlerdi : “Bırak da yesin çağa”.
Ser verir sır vermezdi, bizim eski sırdaşlar,
“Pöçük” toplar dururdu, “İzmaritçi” –gardaşlar-.
Kavga önleyemezdi yerinde akrabalık,
Çok basit olaylara bakardık alık alık.
“Guşgana” da pişerdi “Ispanaklı Köfte”miz,
Ağzımız yanarsa da tez geçerdi öfkemiz,
Beğenmezsek yemeği çatılırdı kaşımız,
Sözümüz dinlenmezdi, küçük idi yaşımız.
“Kağız Anam” diyerek lafa başlardı kadın.
Dinlemekten usansan, duyulmazdı feryadın.
Elti, gelin, görümce kavga ederdi her an,
Kavganın çokluğundan çabuk geçerdi zaman.
-Duvar anarşisi-nin “Arslan Çakkal” –Colis-i,
“Nevzat Çobanoğlu” da kızdırırdı polisi.
Çizerdik duvarları tebeşir ve çakıyla.
Bir –Aferin- alırdık, yüzümüzün akıyla.
Sinemaya giderdik, güzel film gelince,
Makiniste söverdik ceryanlar kesilince.
Karanlıkta ederdik hem kavga, hem de dövüş,
Dilimize persenkti, olur olmaza sövüş.
Okullar bizim için evden kaçış yoluydu.
Hocalara içimiz sevgi ile doluydu.
Okuldan kaçar isek, hoş geçerdi günümüz.
Hava güzel oldukda pazar’dı düğünümüz.
Koyunun yoğurdunu, sitilde çalkalardık.
Güz geldikçe nöbetle değirmene kalkardık.
Doldururduk ambara bulgur ile yarmayı,
Böylelikle düşlerdik kışı da çıkarmayı.
Kavurma yapmak için keserdik koyunları,
Kış günleri –masal-la süslerdik oyunları.
Cin, Peri’den bahsedip ürkütürdük herkesi,
Ziyaretle korkutup keserdik çıkan sesi.
Ay’ın tutulmasıyla, Güneş’in tutulması,
Büyük olay olurdu onların kurtulması.
Teneke, kap-kacağı ne bulursak çalardık,
Kurtarınca onları çok hülyaya dalardık.
Dam loğlardık loğ ile, damda kürürdük kar’ı,
Kendi işimizdi bu olmazdı bir çıkarı.
Kanalizasyon yoktu, halimiz bir alemdi,
Bütün ihtiyacımız, ancak birkaç kalemdi.
Evlerde banyo yoktu, lüküstü –gusulhane-,
Hamama gitmek için ancak buydu bahane.
“Öfeleme” yenirdi, “Samut” kokardı hamam,
Bu ziyafetten sonra banyo olurdu tamam.
“Gelin Hamamı” ile “Kırk Hamamı” çok hoştu,
Yapılan eğlencenin, halk keyfinden sarhoştu
Darbuka eşliğinde çalınıyordu sazlar.
Neş’e ile oynardı müşteri kadın, kızlar.
Ne kızgın, ne dargınlık uymuştuk bu gidişe,
Tek tesellimiz vardı, yaklaşmıştık finişe.
Uzun süre yürürdük, gün gelirdi bize ay,
Ellili yıllardaydı evimize girdi çay.
Seçimler getirmişti, bize yeni bir hava,
Bol vaadi görünce hepimiz geldik tava.
Kimimiz CHP’li kimimizse DP’li,
Akıl baştan gitmişti, olmuştuk hepten deli.
Tavuk esirgenmezdi, eğer gelecekse kaz,
Menfaati gördükte, hiç kimse etmezdi naz.
Düşünemez olmuştuk, canımız idi yanan,
Hayaller yok olmuştu, hakikatti yaşanan.
Her zaman kuvvetliydi, güçlüydü imanımız,
Arkadaşlık uğruna feda idi canımız.
Kalbimiz zengin idi belki azdı nakdimiz,
Buna rağmen neş’eyle geçer idi vaktimiz.
Her şeye sabrederdik, buydu alın yazımız,
Bazen da sessiz kalır, çınlamazdı sazımız.
Memur, eşraf birleşmiş, hepsi keyfe düşmüştü.
Leş kargaları gibi, başlara üşüşmüştü.
Herkesin kendine has vardı muhakkak derdi,
Gözümüzde büyüktü ordumuzun her ferdi.
Bayram geçitlerini, oldukça çok severdik,
Onları nefsimizden daha fazla överdik.
Ne günlere kalmıştık, ayaklar olmuştu baş,
Zehirden de beterdi, var olan bir lokma aş.
Elbet ki bu günlere koşa koşa gelmedik,
Çok şükür, o günleri yaşayıpta ölmedik.
Eski çektiğimizi, görmeyenler bilemez,
O devrin ayıbını hiçbir silgi silemez.
Övüyorlarsa eğer, biliniz hepsi yalan,
İnkarla örtülemez, o haysiyetsiz talan.
Gözlerimiz görmezdi dilimiz olmuştu lal,
Kuzu gibi olmuştuk, nice giderdi bu hal?
Susturulmuştuk hepten kesilmişti sesimiz,
Korkumuzdan da çıkmaz olmuştu nefesimiz.
Unuttuğumuz vardır, yoktur eklediğimiz,
Anladık ki boşaymış, onca beklediğimiz.
–Hizmet– adı altında zulmederlermiş,
Korkumuz boşunaymış, üfürsek giderlermiş.
Zaman, zemin değişir: ama değişmezdik biz,
Kolay kolay üzülmez, neş’eliydik hepimiz.
Sevinçte ve kederde ortak payımız vardı.
Herkese geniş dünya inanın bize dardı.
Bizler için tatlıdır, yaşamımızdaki dün,
“Güzel Anı”dır bize: o hatıralar, bugün.
Mazimizden memnunuz, istikbalden umutlu,
“MALATYALI OLMAYI” yaşarız, mutlu mutlu
(Mayıs-1993)
Bin dokuz yüz doksan üç yılının Mayıs ayı,
Anlatmamı sağladı içimdeki dünyayı.
Yaşadığım zamanın –onbeş yıllık- dönemi
Anlatınca belirdi, o günlerin önemi.
(1940-1955 Yılları)
Celal Yalvaç
Şub 23
Acı
-mayıs rengi uçurtmam parmaklarımdan kaydığından beri
böyle saçmalıyorum-
alıp götürebilir mi vapur
yürekte şahlanan acıyı?
ya da martılar kapıp uçurabilir mi,
kirpiklerde biriken çöl fırtınasını?
susuyorum
susuyor deniz çiçekleri
düş kırıkları batıyor ayaklarıma,
söyleniyor uzak bakışlı kırlangıç gözleri
daha kaç kulaç atılabilir soğuk sularda?
şarkı sustu
sevda ateşli
göz kamaştıran yürek artık delirdi
dilde köpüren yemine saplandı misina
ıslah olmaz coşkunun dibi delindi
söyleyin neden kimse konuşmuyor?
vapur diyorum
alıp götürebilir mi gözlerde çivilenen kavuşmayı diyorum
susuyorum
susuyor kadehte rakı
güz kırıkları batıyor gözlerime
söyleniyor asi sözlere yapışan bakışları
daha kaç şarkı söylenebilir sarhoş bir ağızla?
gece sustu
eller ateşli
göz kamaştıran kahkaha artık delirdi
sözde direnen aşka sığındı veda
uslanmaz güvercinin kalbi yenildi
-mayıs rengi uçurtmam çalındığından beri böyle
saçmalıyorum-
Pelin Onay
-iyi geceler aşk-
Şub 23
Aze Yüreğime Dokundu
(yüreğime değen dost yanını yüreğime yapıştırdığım kadına, Azime Akbaş’a ithafen. Dünyaya geldiğin gün kutlu olsun)
‘ey hayat! Sen şavkı sularda bir dolunaysın
aslında yokum ben bu oyunda
ömrüm beni yok saysın’ (Yılmaz Odabaşı)
I.
derinlerde saklı tutulmuş kayıp sevinçlerini getirdim sana
söndüremediğin mumların kokusunda türküler derledim
Aze! Gün batımı kızıllığında sevdaya susan kadın
dağlardan inen soğuk sulardım
dost yanında kaldım, sıcağında demlendim
bir nefeslik sigaraysa gülüşlerimiz,
içine çek, söndüğünde yakmaya geldim
II.
yanık mavi sarıldı yorgun turuncuya
gebe kalan şiirlerin rahminden döküldü acılar
kıvrandı gece, esnedi sızı, düştü veda
Aze! Suskuların içinde ağıt yakan kadın
dudaklarda eriyen öpüştüm
çocuk yanına süzüldüm, uyudu sitemlerim
bir notalık şarkıysa kavuşmalarımız
haydi söyle,bittiğinde yeniden yazmaya geldim
III.
tesellisi olmuyor çalınan umutların
kapı tokmaklarında unutulan merhabaları çıkardım sana
Aze! Koynunda düşleri emziren kadın
sahile vurmuş bir dalgaydım
anaç yanına uzandım, ellerinde iyileştim
bir yudum şarapsa yıllanan anılarımız
iç gitsin, yenilerini doğurmaya geldim
IV.
deli hüzün uslandı, katreler dize geldi
sevinci okşayan rüzgarın parmaklarına tutundu hayat
sustu ay, sustu gece, konuştu yürek
Aze! Dehlizlerinde ümit yoğuran kadın
sesi yaralanmış dertli bir makamdım
can yanına sokuldum, dile değdi ezgilerim
bir nehir gibi akıyorsa büyüttüğümüz düşler
yüzmeye başla, yorulduğunda seni tutmaya geldim
Şub 23
Yar Gidiyor
yâr gidiyor
antik bir aşkın katıntıları kalıyor sular altında
“yasu!” (2) diye bağırıyor bir balıkçı
eyvallah çekiyor yan masadakiler
bir kadın derinden “samyotisa’yı” (3) söylüyor,
“sagapo me agapi” (4) diyor
bütün meyhane başını önüne eğiyor
kadın şarkı söylüyor
kadın ağlıyor
yâr gidiyor
ertelenmiş
ve söylenebilecek bütün sözler adına,
derin bir sessizlik birikiyor yüzlerde
şehvetli melodilerin titreyişi bedenlere dokunuyor
sevişmek nasıl da özlem yüklü
sevişmek nasıl da zor özlerken
celladını bekleyen
ama korkularına rağmen tahtını bırakamayan bir kral gibi,
tedirgin bütün duygular
kadın biliyor
herkes susuyor
yâr gidiyor
Nikolas’ın sesi yıkıyor ortalığı,
hala bırakamadığı rum şivesiyle
“canlanin bre yavrularim../ sevdadir bu../..yine gelir..”
kadın ve Niko göz göze geliyor
Niko anlıyor
kadın konuşamıyor
yâr gidiyor
masada kalan bir kaç meze
ve yarım bardak tutarında nefes alan,
bir kadeh rakı geceye kalkıyor
dalgalar yüreklere vuruyor,
yürekler ıslanıyor
balıkçı ağlarına takılıyor bütün hüzünler
“denizden babam çıksa yerim” diyen Manos
ah! Manos
Manos bile konuşamıyor
kadın kadehini dolduruyor
sigarası intihar ediyor
yâr gidiyor
giderek derinleşen bakışlar,
Madam Sophia’nın sesine takılıyor
“hadi ama../..çalsin sazlar../..geldik biz ağlamaya..?”
kör Maryo lyra’sını çalmaya başlıyor
vurulan kadehlerin yankısı duvarlardan dönüyor
herkes müziğe eşlik ediyor
kadının yüreği yanıyor
kadının yüreği kanıyor
yâr gidiyor..
(1)rumca’da, yâr gidiyor, demek
(2)rumca’da “şerefe” demek
(3)rumca bir şarkı
(4)rumca’da “seni sevgiyle seviyorum, demek
25.05.’03
Assos / Ç.kale
Şub 23
Bir hikayemiz var mı?
bir hikayemiz var mı?
(bence var../ yoksa bu hasret neden tüter..? ..)
imgelerin izdüşümünde dansa kaldır beni
uyuklayan bedenimi uyandır
yüreğimi uçuklatan satırlarına sarıldım
hadi beni yeniden kandır
hala çocuğum sevdalarda
yalpalayarak yürürsem yüreğinde,
ayağım takılıp da düştüğümde adını sayıklarsam,
mimiklerim çıldırırsa seni görünce,
beni bağışla
her şeyin sebebi hasretindendir
hangi geceydi,
her gece miydi susuzluğum sarılmalara..?
gökten üç elme düştüğünde,
biri de bana değmiş miydi..?
kaç yaşında fark ettim
unuttum
hatırladım kadın olduğumu..?
hangi şarkı kesti göbek bağımı,
bağladı beni hayata..?
beni bu soruların cevaplarından tutar mısın..?
gecenin bilmem kaçı
aklımın kaçışı
sorgu sual dinlemiyor saatler
önce hangimizin yüreğinde yıldız kaydı..?
tuttuğum dileklerde unuttum kayıplarımı
kime baksam üzgün
ağlamaklı
yaralı
haydi gel
şu uzaklığın kopçasını tek bir hareketle çıkart üzerimden
şehveti bir bıçak gibi sapladım bedenime
göğüslerim değil,
yüreğim dirileşiyor
sana öyle bakma demiştim,
beynim tahrik oluyor
zaten kandıramadım geceyi
gündüzün koynuna girmek için hızla geçiyor
gecelelerde benim gibi sevgilim
sabırsız
isyankar
laf dinlemez
işin ucunda sevda olunca,
saatleri bile saymıyor..
………
……
….
ama sen../..bir hüzzam makamında uyut beni
adını sayıklayan dudaklarımı ıslat
gözlerimi güldüren renkli düşlerine sarıldım
haydi../..bana hikayemizi anlat.
Pelin Onay
Şub 23
Akşama Doğru
sana nehirlerden rüzgarlardan söz ediyorum
benim için nehirleri eğit, su yolları aç.
ben ki daha ağzı lekeli bir çocukken
yürürken gördüm bir gün nehirleri
nehirlerin rüzgarların sözü yaşar
ben ağzının yaprağıyım, bir yere yaz bunu.
ey güzel el yazısı güzel mürekkep güzel uç.
beni küçük su birikintileri büyüttü.
beni anlamak için su birikintilerine sor
su unutmaz: daireler çizerek dikkatle çalışır.
benim için yapraklar topla, yatağını lekele.
ben bu akşam doğruyum, karıştır saçlarımı.
Şub 23









