kısa kesikler

                                            “kırık kalbin remziymiş
                                                     kesik de bileğin”
                                                    muhammed palewi
kısa kesikler

lütfen ama.. ilk defa bir şiiri, beşinci kez yıkıp altıncı defadır kuramıyordum.. olmalıydı artık… neden olmasındı ki.. herkes yapmıştı bunu.. herkes ömründe en az bir kez.. ama ben.. neden ama.. üstelik bu kadar isterken.. kimse bu kadar istememişti, emindim.. en çok ben.. en çok sana.. kelimelerin böyle sözleşmiş gibi kaybolması..

doğumhanenin kapısı açılıyor
neşeyle yaklaşıyor nöbetçi hemşire
nöbetçi hemşire müjdesini istiyor
babanın yüzünde
yarım yamalak bir gülümseme
babanın omuzları çöküyor
babanın omuzları üçüncü kez
ama alışkın
ceplerinde yokluğunu avuçlamaya
baba ceplerinde
yoksulluğunu avuçluyor
üçüncü kez
susuyor baba
yutkunuyor
karısının alnını öpüyor
oğlunun yüzünü
geceyi bekliyor
kesin sövecek
tavana bakmak için
geceyi bekliyor
baba kesin sövecek 

heeyy! hadi ama!
şairim ben unuttunuz mu?
bilmez olur muydum..yani o sabah sana bakarak “şiir yazmak istiyorum” dediğimde.. evet, dünya şirsel değildi ama sen o kadar güzeldin ki.. hoş, güzel olmana da gerek yoktu, büyüyen gözbebeklerimi sakınmadan, dik, dimdik ve uzun zamandır ilk, bakabiliyordum ya sana, varsın dünya da boktan bir yer olsundu böyle, canı sağ olsundu, herkesin.. başta senin..

kız evden çıkıyor
kapıyı çarparak çıkıyor
tavandan koca bir sıva
sofranın ortasına
kız yokuşu tırmanıyor

söylene söylene tırmanıyor
eteklerini çekiştire çekiştire
doğup büyüdüğü yokuşu
muhafazakar
araba camlarından bakıyor
saçlarına
perdeler kıpırdıyor
kızın topukları
tıkır tıkır tıkır
perdelerin arkasında teyzeler
teyzeler tespih çekiyor
kız bir düğme daha açıyor
gömleğinden bir düğme daha
inadına
başını kaldırıp bakmıyor
çok güzel ama
biliyor
araba camlarından görüyor

sesler.. görüntüler.. yakalanmıştım.. bir ağız sürekli; “bilmediklerimizden sual olunmayacağız ammaaaa” , diyordu, “bildiklerimiz yetecek.” ben gittikçe küçülen harflerle “şahidiz” yazıyordum önümde duran kağıda; her kelimemden sorulacağını bile bile, her kelimemden sorulacağından korka korka; “şahidiz” yazıyordum, “haberim yoktu diyemeyeceğimiz kadar çok şeye.” sesler, görüntüler.. kısa kısa, kesik kesik… kısa kesikler atıp kaçıyorlardı. kısa kesitler..

seni göremiyorum! nerdesin?

telefonun alarmı çalıyor
pahalı bir otel odasında
telefonun alarmı
dördüncü kez
ajandası yanıp sönüyor
ticaret odasında toplantı
ticaret odasında toplantı
çıplak kol
erkek kolu
sus düğmesini arıyor
pörsümüş et
çarşafın üstünde
kadının gözleri kapalı
saçları kızıl
adamın gözleri kapalı
görmüyor
telefonun alarmı çalıyor
bir kopartabilse etini
çarşaftan
bir uyanabilse
kadını görecek
kadının saçları kızıl
ya adı

ticaret odasında toplantı
ticaret odasında toplantı

bildiklerimin gazabı? bilmek için can, biliyorum diye hava attıklarımın? silebilmek, bilmeyebilmek, mümkün olsa.. hepsini bir kalemde.. çok istiyordum.. çok.. ve sen o kadar, o kadar çok güzeldin ki.. o kadar çok şey dilimin ucunda inat ediyordu ki..

yardım et bana! oyunun sırası değil!

sokakta
bakkalın kepengi
mutfakta
yorgun bir kadın
buzdolabını açıyor
-ağza atılacak bir şey yok-
kapatıyor
buzdolabının kapağını açıyor
– bir şey yok –
kapatıyor
allah büyük diyor
mucize ?
umut?
buzdolabının kapağını
terlik sesleri
mutfaktan geliyor
bir de adam
yorganın altında
adam terlik seslerinden korkuyor
buzdolabının kapağını
bir daha…
kadın buzdolabının kapağını
kapatıyor
– ağza atılacak… yok –
adam yorganı ısırıyor..

yenildim

o sabah “sana bakarak şiir yazmak istiyorum” dediğimde
o sabah bana bakarak “ben güzel değilim” dediğinde

birden o sela
(allah taksiratını affetsin)

gözlerimi kocaman açıp sana baktım
gözlerini kocaman açıp bana
aklımda ne alâkaysa saklambaçlarım
süryanilerin duvarı
süryanilerin duvarında unuttuğum ellerim
sonra kırmızı bayramlığım
ilk kol saatim sonra; hislon- deri kayışlı
..
..
..

– nefesim..
– ilacın yanında mı ?
– insan korkuyor be ölümden, hele bir çocuğu varsa iki kere korkuyor..
– şşşş.. bak ! gözlerini kocaman açınca ağladığını kimse anlamıyor..



Dilek Kartal
Taşı Kim Atacak / Dedalus Kitap 2014

İlk Buluşmalar

Birlikte olduğumuz her an
bir şölendi, newroz şenlikleri gibi,
koca dünyada bitek ikimize. Sen
pervasız ve hafiftin kuş kanadından bile,
bir rüzgar gibi inerdin merdivenlerden
ikişer ikişer aşıp basamakları, bir çırpıda
nemli leylakların arasından kendi
topraklarına alırdın beni, aynanın öte yanına.

Gece olunca haz bahşedilirdi bize
açılırdı kutsal kapıları tapınağın
karanlıkta ışıldar, ağır ağır
aramıza uzanırdı çıplaklığımız.
Uyanınca varlığına şükrederdim, yine de bilirdim
minnettarlığımın karşılıksız kalacağını. Sen
uyurdun ve o göksel mavilikleriyle
okşayabilmek için kirpiklerini, masadan üzerine eğilirdi leylaklar,
o mavilikle okşanan kirpiklerin
dingin olurlardı ve ellerin hep sıcaktılar.

Nehirler çağıldardı elindeki kadehin içinde,
dağların başı dumanlanırdı,
yakamoza boğulurdu denizler,
sonra sen elinde o camdan atmosfer,
tahtında uyuyakalırdın
ve Aman Allahım!, sen yanımdaydın.
Uyanırdın ve biçim alırdın,
insanların her gün söylediği sözcüklerin,
ağızlardan taşan şen şakrak
sözlerin biçimini alırdın; ve sen kelimesi
yeni anlamına bürünürdü: artık “çar”ımdın.
Seninle tüm alem başka bir şeye dönüşürdü,
sıradan şeyler bile biçim alırdı bir anda,
her şey; testimiz, kadehler -nöbetçi
gibi dururken aramızda ve bir biçim alırdı
o durgun sıvı, katman katman lakin çetince.

Sürüklenirdik, nereye olduğunu bile bilmeden,
ve seraplar misali;
masalsı şehirler açılırdı önümüze
ayaklarımızın altına serilirdi kuzu kulakları,
kuşlar aynı rotayı izlerdi bizimle
akıntıya karşı yüzerdi balıklar nehirde
ve gökyüzü gözlerimizin önüne sererdi her şeyini.

Bunlar olurken, kader hiç bırakmazdı peşimizi,
elinde usturasını bileyen o manyak hep izlerdi bizi.

(1962)

Arseni Aleksandroviç Tarkovski

Mezartaşı Yazısı

Bir kuş yaşıyordu bende.
Bir çiçek dolanıyordu kanımda.
Yüreğim bir kemandı.

Sevdim ya da sevmedim. Ama ara ara
sevildim. Bana da neşe
kattı: ilkbahar, tutuşan eller,
mutluluğa özgü tüm şeyler.

İşte böyle olmalı insan!

(Burada bir kuş yatıyor.
Bir çiçek.
Bir keman.)

Juan Gelman

Şiir

Kaşından seviyorum seni, saçının telinden, seni tartışıyorum
ışık çeşmelerinin oynaştığı bembeyaz koridorlarda,
seni ele alıyorum her isimde, yaranın içinden özenle temizliyorum seni
saçlarına şimşek külleri takıyorum boyuna,
yağmurda uyuyan kurdeleler.
Bir biçimin olsun istemiyorum, tam olarak elinin
ardından gelen şey ol istiyorum,
çünkü su, suyu düşün, sonra aslanları
masalın şekerinde yumuşayan halleriyle,
ve beden dilini, hiçlikten doğan o mimariyi,
kavuşmanın ortasında ışıkları yakışını.
Bütün bir yarın, bir karatahta
seni keşfeder, seni çizerim onda,
sonra siliveririm seni ve artık yoksun, o uzun düz saçların
ve o gülümsemen de yok seninle orda.
Özünü arıyorum, şarabın aya ve aynaya da
dönüşebildiği o kadehin eğrisini,
bir müze salonunda bir adamın içini
titreten o hatları arıyorum.
Üstelik seni seviyorum ve zaman ve soğuk sürüyor.

Julio Cortázar

Buğdayın Türküsü

Halkım ben, parmakla sayılmayan
Sesimde pırıl pırıl bir güç var
Karanlıkta boy atmaya
Sessizliği aşmaya yarayan

Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa
Tohuma dururlar yeniden
Ve halk, toprağa gömülü
Tohuma durur bir yerde
Buğday nasıl filizini sürer de
Çıkarsa toprağın üstüne
Güzelim kırmızı elleriyle
Sessizliği burgu gibi deler de

Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde.

Çeviri:Hilmi Yavuz
Pablo Neruda

Birlikte onca şeyi sevdik

Birlikte onca şeyi sevdik,
ayrı iken sevmesi müşkül.
Şimdi birden uzaklaşıvermiş gibiler,
ya da aşk, gökkubbenin eteklerine
tırmanan bir karıncaya benziyor artık.

Birlikte ne uçurumlar aşmıştık,
şimdi sensiz, sonsuz düzlükler gibiler;
bir kayıp düşler ülkesine benziyorlar,
gevşemiş bir gerginliğe,
olmayan bedenlerimizin yolunu gözlemeye.

Birlikte onca hiçi kaybettik,
alışkanlıklarda direttik, hep aynı yere geldik,
şimdi elimizde kalan yine koca bir hiçlik.
Zaman karşızamana dönüştü,
çünkü onu dert etmiyoruz artık.

Birlikte onca şeyi sustuk, onca şeyi konuştuk,
konuşması da, susması da birer ihanettiler,
mesnetsiz birer tespittiler,
birbirlerini ikame edebilirdiler.

Heryerde onu aradık,
heryerde onu bulduk,
heryerde onu bıraktık.

Ne yazık, hiç zamanımız olmadı
göz göze gelmeye o meşum ölümle,
sonuçta, onu da yine orada bırakacaktık.

Roberto Juarroz

Adam

Eski bir resim gördüm basık tavanlı bir odada; bir yığın insan o resme bakıyordu hayranlıkla. Lazarus’un dirilişini gösteren bir resimdi. Ne İsa’yı, ne Lazarus’u gördüğümü hatırlıyorum o resimde. Yalnız bir köşede mucizeyi koklarmışçasına seyreden birinin yüzünde beliren tiksintiyi hatırlıyorum. Soluğunu korumaya çalışıyordu başına sardığı koca bir bezle. Çok şey beklememeyi öğretti bana bu “Rönesans” efendisi kıyamette Yargı Gününden…

Bize, yeneceksiniz, dediler, boyun eğdiğinizde.
Boyun eğdik ve küllerle karşılaştık.
Bize, yeneceksiniz, dediler, sevdiğinizde.
Sevdik ve küllerle karşılaştık.
Bize, yeneceksiniz, dediler, hayatınızdan
vazgeçtiğinizde.
Vazgeçtik hayatımızdan ve küllerle karşılaştık.

Küllerle karşılaştık. Yeniden bulmak düşüyor bize hayatımızı, artık bir şey kalmadığına göre elimizde. Bunca kâğıtlara, bunca duygulara, bunca tartışmalara ve bunca öğretilere karşın, sanırım sadece belleği biraz güçlü, bizim gibi biri olacak hayatı yeniden bulan.

(…)

Ben kalkıp gideyim artık. Denize eğilen bir çam biliyorum. Öğleleri, hayatımız kadar ölçülü bir gölge verir yorgun gövdeye, ve akşamları, deri ve dudak olmaya başladıkları an ölümü yürürlükten kaldıran ruhlar gibi, garip bir türkü söyler çam pürleri arasından esen rüzgârlar. Bir kere sabahlamıştım o ağacın altında. Taş ocağından kazılıp çıkarılmış gibi yepyeniydim, şafakta.

Ah, bir böyle yaşayabilse insan -ama ne çıkar-

Londra, 5 Haziran 1932

Üç Kırmızı Güvercin, Yorgo Seferis, Derleyen ve Çeviren: Cevat Çapan, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1971, sf. 68-70. “Denizci Stratis bir adamı anlatıyor” isimli uzun şiirin “ADAM” başlıklı son bölümünden alıntıdır. 

Kaynak: https://newalaqasaba.wordpress.com/

Mandalina güzel kokan bir kelimedir

Mandalina
Güzel kokan bir kelimedir
Kapısı bahçeye açılan bir evde
Senin üzerine kurulmuş
İhtimali düşük hayaller de

Saatler ileri alınmalı mı
Yoksa hep kışta mı kalmalı

Kış hiç ısınmaz
Seni görmedikten sonra
Siyah paltonun içinde

Mandalina
Güzel kokan bir kelimedir
Ağzında, ellerinde

Dilim dilim
Liğme liğme
Kendini bir arada tutmaya çalışan
Bir mandalinayım belki de

İlayda V.

Adalar orada öyle duruyor

İnsan yaşlandıkça, daha önceleri pek fark etmediği, fark etmemeyi yeğlediği gerçekleri daha fazla algılıyor.
Değişenin değil,

Asıl değişmeyenin insanı ürkütüp şaşırttığını şimdi daha iyi görüyorum mesela.
*
Başımı çevirip denize baktığımdaBüyükada, Heybeli, Burgaz ve Kınalı adaları orada öyle duruyor.
Çocukluğumda baktığımda da orada duruyorlardı.
Dünya değişti, ülke değişti, ben değiştim; adalar

hiç değişmeden orada duruyor.
*
Tabiatın insan hayatını değil, insanlığın ortak hayatını aşıp geçen bu değişmez görüntüsü, hayatımızdaki bütün değişimleri bir anlamda zavallaştırıyor.
Adalar hep oradaydı, bin yıl önce de, beş bin önce de, on bin yıl önce de, yüz bin yıl önce de.
İnsanlık ise bu sabit görüntünün etrafında neredeyse hızlandırılmış bir film süratiyle akıp geçiyor.
*
Canlıların değişim süreçlerindeki süratle, cansızların değişim süreçlerindeki yavaşlık, zamanın ikisi için farklı farklı akması insana önemsizliğini gösteriyor.
Şu baktığım adalar için değişim zamanı milyonlarca yılla ölçülüyor, milyonlarca yıl önce ortaya çıktılar, milyonlarca yıl daha orada duracaklar.
Benim onları ilk gördüğüm günden bugüne kadar ise, neredeyse insanlığın hayatında değişmeyen hiçbir şey kalmadı.
*
Sadece kendi mütevazı hayatımdan baktığımda bile değişimin süratini görebiliyorum.
Ben doğduğumda yaşayanların hemen hemen hiçbiri artık bu dünyada bulunmuyor.
Yüz milyonlarca insan bir karanlığa akarak geçip gitti hayattan.
Ben doğduğumda buralarda var olan köşkler artık yok, o köşklerin o zamanlar çok ünlü olan sahipleri çoktan unutuldu.
*
Yaz güneşinin altında parlayan o adalara baktığımda, onların varoluş süreleriyle insanların var oluş süreleri arasındaki fark daha da çarpıcı görünüyor bana.
Uzaydaki nesnelerin zaman süreleri ise akıllarımızın bile kolayca kavrayamayacağı boyutlarda.
Milyonlarca, milyarlarca yıllarla ifade edilen sürelerle, yüz seneyi bile geçmeyen insan hayatları.
*
Tabiatın, insanı, dağlar, ovalar, nehirler, denizler, yıldızlar kadar umursamadığını düşünebilir insan bu kıyaslamadan yola çıkarak.
Tabiat tarafından bu kadar umursanmamaya, insanlar kendi önemlerini alabildiğine abartarak cevap veriyorlar sanırım.
*
Yüzyıl sonra, bugün hayatta olanların hiçbiri hayatta olmayacak.
Adalar gene orada duracak.
Dünyadan bu süratli geçişe, insanlar telaşlı ihtiraslarıyla bir anlam katmaya uğraşıyorlar.
Yaşamın içinde diğer insanlarla birlikte koşarken anlamlı gözüküyor bu, biraz geriye çekilip adalarla insanlara bir arada baktığında, insanoğlunun telaşı anlamından epey kaybediyor.
*
Hiç kimse, böyle zavallı su sinekleri gibi dünya üzerinde görünüp kaybolan insanların hangi amaçla yaratıldığını bilmiyor, galiba hiçbir zaman da bilmeyecek.
Kendimizi kandırarak, önemimizi abartarak gelip geçeceğiz.
Böyle de yapmak zorundayız, bu tuhaf tiyatroda bize verilen rol bu.
*
Ama arada bir durup dağlara, denizlere ve adalara da bir bakmak lazım.
Bazen onların değişmezliği, değişen hayattan daha fazlasını anlatabiliyor insana.
*
Adalar orada öylece duruyor.
Çankaya seçimlerini kim kazanacak acaba?

Çetin Altan

Sazlıkların ayağında bir ayna

Sen bambusun,
ben rüzgâr,
sen mırıldanırsın ben yapraklarının arasına karıştıkça,
ben biçimini alırım senin, ürperişlerinin,
sen başını hafif hafif oynatır, şarkılar söylersin,
benim nefesim ensende, salınımlarının peşindeyim, sebebiyim,
senin venüs tepen bir bambu korosu olur ben yaklaştıkça dalgalanan,
ben senin pubik salınımlarının karşı kutbuna dönüşürüm,
sen eğilir ve bana dokunursun, yumuşacık kırbaçlarsın beni, okşarsın,
ben senin uzanan ellerinin ritminde dans ederim,
sen gülümsersin, gözlerin parıldar,
ben kendime dönerim senin mırıltılarına sarılırım,
sen benim üzerime basar, gökyüzüne tırmanırsın,
ben senin dizlerine kapanır arasından seni içerim,
sen duraksar ve ilerlersin, hiçbir şeymişcesine,
ben sessizce seni dinlerim,
sen yeni biçimler alırsın, şarkı söylersin, havayı giyinirsin üzerine,
ben geçerken savurduğun yapraklara dönerim,
sen duru bir yağmur olursun,
ben susamışım, tutkunum
senin yapraklar arasında oynaşan ışığına,
ben bambuyum,
sen rüzgâr.

Alberto Ruy-Sánchez