Hissen Yok Bu Akşamda Senin

Hissen yok bu akşamda senin,
sen öğleden beri
bu renk renk
bu çeşit çeşit söylenen şarkının
artık haricindesin.
Tankın gölgesi uzandı üstüne kadar,
nerdeyse, habersiz gün batacak.
Tamamen çekmiş göğsünden akan kanı
büyük ve mütehammil toprak.
Her şeyin ne kadar şikâyetsiz,
saatin hâlâ işliyor bileğinde,
onu akşamdan akşama kurardın,
tabii biraz sonra duracak.
Bugün günlerden cumartesi,
dün yazdığın mektup,
ancak, dört gün sonra eline değecek karının.
Senin orada eskisi gibi sesin işitilecek,
sesin teselli edecek
düşünür gibi gülecek,
kısaca: Yaşayacaksın.
Çocuğun o akşam yazdığı cevapta
bahsedecek çiçek açtığından
bahçenizdeki ağaçların.
Güneş battı,
yıldızlar doğacak biraz sonra,
şimdi karnın acıkmış olacaktı.
Çantanda tayının ve konserven var,
cebinde, yemekten sonra içecek sigaran.
Düşman bozguna uğratıldı arkadaş,
mısralarımda olsun uyan!..

1945, Ankara

Arif Damar

arif_damar Hissen Yok Bu Akşamda Senin

Batıl Şiir Duası; Manifesto

Bazen yaşamak;
ağır ve ağrılı bir ölüme sebebiyettir.
Hayat tıkılıp kaldığın bir fanus olduğunda
ölüm; tek nefes alma şeklidir.
Her şair nefes darlığını şiirle genişletir.

Batıl bir inanca göre;
şiire sağ ayakla girmem gerekiyordu,
sağım solum belli olmuyor bugünlerde
ve omuz kavgasında meleklerim.

Şiiri kalemine göre uzat diyorken Tanrı
mürekkepten çalmayı düşündüm
ki düşünmek; Ağır suç,
düşünüyorsun o hâlde susacaksın.
Sırf bu yüzden şiirimden sürgün edilebilir,
toplama kampında imge dilenen bir mülteci olabilirdim
ve yetersiz mürekkeple çarpık yapılaşan şiir taşıyamaz gerçekleri,
başımıza yıkılabilirdi.

Dualarla ölüm ertelenmezdi elbet
ben de yaşayan her şizofren melek gibi
şiirin dize doğuran rahmini bir duayla tıkadım.

Batıl bir inanca göre;
umut ışığı kısıldıkça
ve kısaldıkça düşler
şiirler uzar…

Tanrı’m,
beni uzun şiirlerden koru!
Âmin.

Batıl inançlarım yoktu esasında, ama
batıl bir inanca göre yazıyor
dahası yaşıyordum.

Kapı çalmamış,
postacı gelmemiş
ve getirmemiş kabul görmemiş dualarımı diyerek
her aklı başından göçmüş insan gibi ben de
günahlarımı çıkarıp kirli sepetine atmalıydım.
Tanrı uygun gördüğü derecede yıkar,
hayatla ölüm arasına gerdiği yazgıdan ipe asar,
omuz kavgası henüz bitmemiş melekler tarafından toplanırken
geçer karşısına – belki bir sigara yakar –
ve başlardı günah kâr – zarar problemimi çözümlemeye.

Hayır, hayır!
Bu bir şiir efsanesi değil,
bildiğin insanlık ayıbı.
Ayıp ki yorganın altına sığmaz oldu.

Dualarla giriş çıkış kapıları tutulmuş şiirde
uygunsuz cümleye park edebilir,
dizelere çöp atabilirsiniz.
Merdiven altlarında sevişebilir,
şarap içebilirsiniz.
Yalnız günahlara basmak,
sevapları koparmak yasaktır.
Çarpılırsınız!

Hayat tıkılıp kaldığınız bir fanus olduğunda
ölüm; bir nefes alma biçimidir. .
Şimdi…
Ölebilirsiniz!

Bu şiiri Tanrı’yla bizden daha yakın münasebette bulunanların erişemeyeceği yerlerde,
meleklerin didişmesine göz yuman koşullarda,
şeytandan uzak,
hayat şartlarında,
ve cehennem sıcaklığında saklayın.
Unutmadan;
Reçeteyle ölünmez

Tanrı’m!
Hayat kısa,
şiir uzun. 
Şiirden dönenin kalemi kırılsın!..

Dilek Akın

hayat_kisa_siir_uzun Batıl Şiir Duası; Manifesto

Çürüyen Otlar

I

Bilinmez hangi şehirde
Yaşarsın aşktan habersiz,
Küçük çakıl taşım, nasıl bulayım!
Kaybolmuşsun bir kocaman nehirde.

Bu kimin çocuğu, der, seni görenler.
Benim çocuğum, diye, sesim gelir uzaktan.
Bunca kötülüğü bağışlatır bakışın
Yanakların kızarır ağlamaktan.

Bir gün sokakta rastlasam, ellerini
Alsam avuçlarıma okşasam.
Sıcaklığını tanır da mısralarımdan
Kız kardeşimsin sanırlar belki.

Son orada, ben burada
Birbirimizden habersiz
Ayrı yaylalarda yeşeren otlar gibi
Bekleye bekleye çürüyeceğiz.

II

Senin oturduğun şehirde
Gökyüzü mavidir benimkinden,
Çiçekler daha taze
Kuşlar bile güzeldir birbirinden.

Şarkılar daha neşeli, daha mahzun
Akşamlar daha garipsi,
Umut alabildiğine geniş,
Umutsuzluksa denizler gibi;

Trenler bile daha sevinçli
Daha kederli gelir gider.
Gençler bütün haşarı
Yaşlılar büsbütün kederlidirler.

Kadınların sütü daha gür, daha ak
Çocukların iştahı, yerinde,
Gemiciler bile daha sarhoştur
Doğup büyüdüğün şehirde.

Garibim! Nazlım! Öksüzüm
Hayal rüzgarlarıyla emzir beni de
Uzak ya, kokunu duyuyorum
Gül gibi açıldığın şehirde.

Cahit Külebi

cahit_kulebi Çürüyen Otlar

Kalp Kalesi

kalp kalesi! ben sana
sürgün, sen bana hüzün
dayanır mı hüsn ü aşk bu
kırgındır yollar döndükçe
burçları bengisuyunda Aşk’ın
ve kimbilir hangi soyunda güzün

kalp kalesi! sen yaslı Söz’ün
kopar zincirlerini
hem oğlun hem mahpusun
olan Söz bu! hem gece
hem gündüzün kanadını aç
atım, geç ateşi ve… Hüzün

kalp kalesi! her dize
bir gizli bahçedir
sevda senin hisarın
ah çeken kılıcın
bir düğüm olan adın
sonunun başındadır yaz
ve güller çözülsün

Hilmi Yavuz

kalp_kalesi Kalp Kalesi

Alacakaranlıkta

Akşam karanlıklarla sarmaş dolaş
Sen de sarılmışsın yalnızlığına,
Taksiler kurşun gibi gelir geçer
Troleybüsler salına salına.

Tek tük kadınlar aydınlatır caddeyi.
Genç kızlar beyaz neonlar gibi.
Ortancalar gül rengi ışık saçar,
On beşine varmamışlar masmavi.

Sen de yalnızlık saçarsın.
İçmeye korkarsın, efkâr basar.
Ağlayamazsın elâlem var.
Şapkanı bile çıkaramazsın
Saçlarını uçurur rüzgâr…

Gittim deniz kıyısına oturdum.
Akşam karanlıklarda sarmaş dolaş,
Ben de denize akıyordum
Irmaklar gibi yavaş, yavaş…

Cahit Külebi
alacakaranlikta Alacakaranlıkta

1949

Ne zaman yüreğime eğilip baksam
eski aşkımdan kalan kırıntıların
parıldayıp söndüğünü görürüm

Bir yaz gecesinin karanlığında gözlerim
ilerde yan yana duran iki gölge seçer
istasyon binası köprü merdivenler
rumca söylenen bir şarkıyı dinlemek için
kulak kesilir
sonra bir tren gürültüyle gelip geçer

Ne zaman yüreğime eğilip baksam

İstanbul, 1949

Arif Damar

eski_askin_kalintilari 1949

Zara’da

Ayaklarının ucuna basa basa sokul,
dur arkamda,
ellerinle gözlerimi kapa.
Topu topu kaç defa göz göze geldik,
kaç defa tuttum ellerini…
İnan ki,
ister İstanbul’da olayım,
ister Zara’da
aklıma gelmez bile…
Askerim, nöbetteyim, vakit gece,
bölük uyur,
insan, olur olmaz şeyler kurar
tek başına kalırsa
bir gemici feneriyle.

1949, Zara

Arif Damar

insan_olur_olmaz_seyler_kurar Zara'da

Denizin Beklediği

Seni sevmek mor denizlerdi biraz
Ne kadar gidilse bir o kadar bitmeyen
Umutlar ve yıkışmalar ardında direnilen
Seni sevmek mevsimler içinde en güzel yaz

Seni sevmek yaşamanın aşılmaz büyüklüğü
Seni sevmek kan dolu yüzyılları korkutan
Ve sığınıp ılık kıyı kentlerine bir akşam
Seni sevmek çocukların düşlerinde gördüğü

Varılırdı daha saydam günlere isteseler
İsteseler yalnızlık giremezdi evlere
Seni sevmek bir kırlangıç olacak bekleseler
Ve uçacak durmadan adasız denizlere

Kim bulacak cam kırığı gözlerinde sevgimi
Sonra yalnız kalmak gibi yoksulca uğuldayan
Bütün okyanusların baş eğdiği tek kaptan
Sana verdim geç diye bütün denizlerimi

Afşar Timuçin
denizin_bekledigi Denizin Beklediği

Tesirsiz Parçalar

Tesirsiz Parçalar 262-265

262.
Şu an her neredeyseniz kafanızı hafifçe kaldırıp sağınıza solunuza bakın bi. Evet aynen böyle. Ve düşünün şimdi. Çok saçma değil mi lan? Ne işim var benim burda demiyor musunuz siz de? Ne işimiz var bizim olduğumuz yerde. İnsanların sadece olmak istedikleri yerde olacakları bir dünya vaadeden herhangi bir lider bulursam bir gün kayıtsız şartsız militanı olmazsam şerefsizim!

263.
Herkesin herkese sustuğu anlar olur. Ve bu bazı insanlara iyi gelir. Annesi babası durmadan kavga eden bütün çocuklar ne demek istediğimi çok iyi bilir.

Niye büyüdükçe daha çok hata yapıyoruz? Büyümeye tepki mi bu? Oysa her geçen gün daha çok öğreniyoruz lafta. Öğrendikçe de daha çok hata yapıyoruz. Ne öğrendik o zaman bu işten. Cidden, bana bir harf daha öğretenin ağzını burnunu kırarım diye bağırmak istiyorum. Hatalarımızla birlikte pişmanlıklarımız da artıyor. Keşke biri beni beş yaşıma geri götürüp orada boğsa!

Yanlış olduğunu bile bile, köpek gibi pişman olacağını bile bile söyleyeceğini söylüyor insan. Tek bir laf dünyasını başına yıkabiliyor. Ve bunu bile bile söylüyor yine de söyleyeceğini. Çocuk gibi. Hani büyümüştük lan! Büyüdüğümüz falan yok, yıllanıyor ve çürüyoruz o kadar.

Elimi kesmek istiyorum. Dilimi koparmak istiyorum. Ama çocuğum ben. Canımın yanmasından çok korkuyorum. Üstelik en sevdiklerimin canını bu kadar kolay yakarken…

Ne yazık, utanç ve pişmanlıktan ölemiyor insan. Ölünebilse, siz bu satırları okurken ben çok uzaklarda olurdum. Olurdum… Siz… Sen bu satırları okurken ben çok uzaklarda… Klişemi sikeyim!

264.
Bazen tek bir gece saçmalar insan. Sonra da kalan bütün gecelerini o geceyle hesaplaşarak geçirir… Uykusuz, pişman, mahçup ve çaresiz…

265.
Akşam Fenerbahçe’nin maçını izledim. Şampiyon oldu diye bağıra çağıra şarkı söyleyip alkışladım. Yetmedi sokağa çıkıp şampiyon fener diye bağırarak koştum. Üstelik diş ağrısından ölüyordum. Üstelik Fenerbahçeli de değilim. Üstelik Fenerbahçeden nefret ederim. Üstelik kafamdaki etlerin büyüdüğünü öğrendim. Üstelik sevdiğim kadın benden çok uzakta. Üstelik uyuyamıyorum. Üstelik kendimi bir pet shop’a bırakıp kaçmak istiyorum… Ama ben çılgın gibi gülerek fener fener diye bağırdım dakikalarca… Bir adamın hayatının boka sarması tam olarak böyle bir şey herhalde. Sevinecek hiçbir şey bulamayınca etrafında başkalarının sevinçlerini kıskanıp onları taklit etmek!

Ali Lidar

ali_lidar Tesirsiz Parçalar

Eğer bir daha Allah’a işin düşmeyecekse

Gazneli Sultan Mahmud’un Adağı

Tarih kitaplarına Hindistan fatihi olarak adını yazdıran Gazneli Sultan Mahmud, Hint seferlerinden birindeydi.
Dağlar, tepeler aşıp iki ordunun karşılaşacağı umulan ovaya vardığında, Hint ordusunun son derece kalabalık ve güçlü olduğunu gördü. Bu durum, haliyle canını sıktı ve endişeye şevketti. Sultan Mahmud, Hint ordusunun gücü karşısında, zaferi kendilerine bahşetmesi için Allah’a bir adakta bulundu:
-“Allahım!” dedi. “Eğer bu orduyu alt edersem, elde edeceğim ganimetlerin tamamını fakirlere dağıtacağım.”

Nihayet, ordular savaş düzenini aldılar. Çetin bir çatışma yaşandı. Sonunda, galip gelen Sultan Mahmud’un ordusu oldu. Yenik düşen Hint ordusu, savaş meydanını terk ederken, geride dağlar gibi ganimet bırakmıştı. Ganimetler arasında, sarrafların değer biçmekte zorlanacağı nadide elmaslar, yakutlar ve zümrütler de vardı.
Gazneli Sultan Mahmud, üstüste yığılmış ganimetleri görünce, derhal adamlarından birini çağırıp:

-“Bu ganimetleri yoksullara dağıt” dedi. “Çünkü savaştan önce Allah’a adakta bulunmuştum. Şimdi adağımı yerine getirmem gerek.”

Sultanın bu sözlerini duyan vezirleri ve kumandanları, hayret ve feveran içinde:

-“Bu kadar mal, bunca altın, değer bilmez bir avuç fakire mi verilir?” diye söylenmeye başladılar.
-“Vereceksen, ya askere ver, memnun olsun, bundan sonraki savaşlara şevkle hazırlansın; veyahut emir buyur, hazineye koysunlar.

Bu sözler Sultan Mahmud’u tereddüde düşürdü. Adağımı yerine getirip ganimeiti fakirlere mi dağıttırayım, yoksa dedikleri gibi mi yapayım? diye ortada kalakaldı. Sultanın ordusunda savaşan erler arasında, Ebu’l-Hüseyn adıyla bilinen bir meczup vardı. Ebu’l-Hüseyn, meczup olmasına meczuptu, ama ummadık zamanda söylediği zekice sözlerle nam salmıştı. Sultan Mahmud, tam da ne yapacağına karar verememişken, ordunun içinde dolanmakta olan Ebu’l-Hüseyn’i farketti. Komutanlarına ve vezirlerine de gösterip:

-“Tamam” dedi. “Şu Ebu’l-Hüseyn’i yanıma getirteyim, durumu bir de ona sorayım ve o ne derse onu yapayım.
Sonra da ekledi:
-“Çünkü o ne asker tanır, ne padişah. Ne mal derdindedir, ne de mülk. içinden geldiği gibi konuşur, söyleyeceği sözü hesapsız ve garazsız olarak söyler.

Sultan Mahmud onu huzuruna çağırttı ve hadiseyi olduğu gibi anlattı. Ebu’l-Hüseyn, birkaç dakika durup düşündükten sonra:

-“Sultanım!” dedi, “eğer bir daha Allah’a işin düşmeyecekse adağını düşünme, bunların dediklerini yap! Yok eğer bir vakit gelecek de yine Allah’a işin düşecekse, O’ndan utan da bunların dediklerine kulak asmadan adağını yerme getir!
                                       eger_bir_daha_Allaha_isin+dusmeyecekse Eğer bir daha Allah'a işin düşmeyecekse