bir kadın

bir sisin ardına sığınmış aşk : ürkek yorgun köz

yüreğini sırlamış bir kadın bir ömür
gözlerinde en eski haritası acının
alnındaki çizgiler dünya
savaşlardan çıkmış bir yaralı can
açlık görmüş yokluk ve ölüm
kucağında sallamış zaman denen çocuğu
emzirmiş göğüsleriyle ruhunu her mevsim
hüznü sırtına çivilenmiş kambur
derdi anlam
dilleri lâl
mezar taşlarında bırakmış son türküsünü
bir şiir biliyormuş -unutmuş
elleriyle gömmüş yedi sülâlesini tarihe -ey gülüm
bakışlarında büyütmüş ‘öfke denizi’ni -kim anlar
çamura bulamış her yarasını
sevdası bir yitik öyküde sır

düşlemiş yıkık duvarlarının altında bir başka şiir
elinden tutmuş bir adam / öpmüş
aralanmış gül dudakları -ey gelmez ‘söz’
susmuş gülücüğünde ilk ve son dize
dizlerinin bağı çözülmüş düşmüş
‘sonsuz bir rü’yâ’ya dalmış : soyunmuş :
sevişmiş bir ırmağın kumunda üç gün üç gece
salmış içindeki kirli kanı -ey ‘hûzur’
mavileşmiş çatlak bedeninde ol su yatağı
dirilmiş içindeki ölüler
kuş olmuş kanatlanmış cennetine
sırra kadem basacakken uyanmış

yüreğini sırlamış bir kadın bir ömür
bir sisin ardına sığınmış aşk
köz kalmış

Tan Doğan

bir_sisin_ard%C4%B1na_s%C4%B1g%C4%B1nm%C4%B1%C5%9F_ask bir kadın

Gözlüklü Hamdi’nin Notları

1.

zehirli karanfiller büyüttüm
dargınlığımın saksılarında
biberli kokuları vardı
yazın bir akşam hazırlığına benzer
kayalık bir deniz kenarında

kanlı bir karanlıktı gördüğüm
ben mi çok geniştim dünya mı çok dardı
nasıl yaprak yaprak açılıyordu
vahşi bir bitki gibi içimde keder
ağaçlar sonbahara azalıyorlardı.

2.

dağlar hayvan uykularında uzaktan
rüzgâr seviyor ağaçları
hangi tutkudur bu döner pervanelerle
ağır mumların derviş aydınlığında
gözlerinde yıldız bulmacaları
bir sap yasemin ağzında
ne düşünmektesin
tesbihinden karanlık toprağa akan
ışıltılı tanelerle

ışık filizlerinin sürdüğü kesin
en yoğun kuytularında gecenin
yalnızlığında büyük bir kalabalık kımıldanıyor
elma tek görünse de
dalından koptuğu an
yere düştüğünde bin

dağlar hayvan uykularında uzaktan
gece bakır bir ayla tamamlanıyor
tılsımlı bir uykuda incesaz çalıyor
sakallı birtakım osmanlı bestekârların
boşluklarda gezdirdiği şarkılar
yorgun argın
ince bir hicazkâr
telâşlı şataraban
ve bazı nihaventler ki sabaha karşı
sihirli lâmbalar gibi yanıyor

ne sonu belli ne başı
hangi tutkudur bu döner pervanelerle
ağır mumların derviş aydınlığında
kimbilir ne zaman nerede başlamış
kimbilir kimlerle
buğday demeden ekmek
ağaç demeden orman
sehpalara yükselmek
ve sabah karanlığında

3.

güneşi topladım
yaprak yansımalarından
gözlük camlarında biriktirip
gecemi aydınlatmak için

kıvılcımlı karanfil kokuyordu

4.

omuzlarında kar mavisi sislerin ağırlığı
solgun kavaklar
sonbaharın büyük hüznünü saklar
içimde bir su yalnızlığı
bir su yalnızlığı

dağılıyor birden
şehre elektrik tellerinden
kan gibi yüksek gerilimli akım
içimde bir su yalnızlığı
bir su yalnızlığı

ne kadar ölüme ilerlese yaşım
işe bak
o kadar çocukluğuma yakınım
ellerime kırlangıç yağıyor.

5.

ağır yaşantıların çınarlarıdır ki onlar
duman duman
görkemli batıların ufkunda bulunurlar
bakınca uzaktan
çınarlar mıdır bulutlar mı seçemezsin
gizemli yapraklarıyla başlayıp çünkü
yağmurun perdesi ardında kaybolurlar

içimde bir türkü
tutuklandığım günkü

kuşlar boşaltır koruları
cıvıltılarını kıvılcım sürüleri gibi
ardlarında sürükleyerek
nilüferler gülümser
rüya beyazlıklarıyla
göğüs geçirerek

içimde bir türkü
tutuklandığım günkü

kasım’da sevilen kızlar
nedense tedirgin ve nazlıdırlar
belki yaprakların yansımasından
bir hayli kırmızıdırlar
gümüşlü bir pus dağıtır kirpiklerini
damlalar uzar parmak uçlarından
rüzgârda savrulur söyledikleri
ölüm yalnızıdırlar

içimde bir türkü
tutuklandığım günkü

ıssızlığın kalınlığı çökertir sazlıkları
önlenemez çünkü
sırma gibi parıldar yalnız arasıra
görünmez kazların ıslıkları

6.

o kadar hızlı düşer ki martı
asılı kalır beyazlığı
havada

gözlediği balığı tutamasa da
açlığıyla çarpışır
suda

7.

soğuk denizlerin buzlu aydınlığı
yalnızca başıboş rüzgârların dolaştığı
ve hayalet gemilerin – ki tayfaları ölmüştür
buz dağları arasından
bir balık gibi sessiz görünür
belki arada yelkenlerin ıslığı
bir de albatroslar

buz denizlerinin soğuk aydınlığından
son zıpkınlı avcıların akıllarında kalan
yaşlı balinaların bir görünüp bir kaybolarak
yağdırdıkları yorgun yağmurlar
-ki gümüş fıskıyeleri gibi parlak

hayatın bir bakıma öncesizliği ve sonrasızlığı
bir bakıma üstüste bilmem kaç sonbahar

8.

uzak kıyıların ıssızlığında göz alırlar
görmüş geçirmiş incelikleriyle
gizlice kederli
gümüşten balıkçıllar
zarif iğneler gibi
kuş yürekleri daralmış
insan tedirginlikleriyle
belki yakınlaşan kasırgadan haberli
belki yaşlanmışlar
artık uçamıyorlar
gökyüzü onlara yasaklanmış

bu yelkenli gemiler midir
gün batışını karartan
yoksa bulutlar mı parça parça
bunlar hangi dumanlar
hangi gönül pusları
hangi hüzünlerin çilentileridir
bin yıllık bir kahır görüntüsü verir
dokunduğu an
denize
kuşa
ağaca

görebilsem ah
köpüklü sevinçleriyle görebilsem yunusları
ne kadar uysal
nasıl ağırbaşlıdırlar
umut çiftçileridir ki bıkıp usanmadan
sürerler karanlık okyanusları
akşam ve sabah

gözlüğümü takar takmaz o kumsal
troçkiy’in büyükada’da yalınayak dolaştığı
sönmüş bir yanardağ gibi üzgün
bir elinde balık oltası
ötekinde tabancası var
çünkü devrimden sürgün

9.

telekleri bütün cam tozu
bakışları camekân
bulut tüylerinden bir baykuştur gece
sağ omzuma tünemiş
dağınık ve kocaman

karanlık ilk bakışta belâlı görünse de
ortalığa egemen ve adamakıllı geniş
içinde bir yerinde
bir ışık çekirdeği büyüyor gizliden
diyalektiğin aydınlık ormanlarını içeren

Attila İlhan

gozluklu_hamdinin_notlari Gözlüklü Hamdi’nin Notları

Hele Bir Başlasın

Hele bir başlasın ılık yaz yağmurları, içimdeki çocuk!
Hele bir kanatlansın ufuklar,
Hele bir içini çeksin orman,
Hele bir kere güneşler yansın,
Kertenkeleler üşümesin,
Hele bir kere toprak kansın,
Mevsim demlensin,
Hele bir ballansın böğürtlen dikenleri!
Gelincikler bedava,
Gökler sahipsiz
Bahçeler zilzurna..
Hele bir başlasın ılık yaz yağmurları, içimdeki çocuk!
Dudaklarında kalın kabuklu bir portakal kokusu,
Tabanlarında, kınalı keklikleri bol dağların rüzgarı karıncalansın..
Hele bir kere dallarda sallansın
İri kalçaları şeftalilerin;
Hele bir duyulsun uzaktan
Yaylı çıngırakları
Yıldızlar seslensin,
Hele bir armut ağacı temmuzu yüklensin,
Hele bir kerrecik daha yalınayak yere değsin içimdeki çocuk. . .

Bedri Rahmi Eyüboğlu

hele_bir_baslasin Hele Bir Başlasın

Çocuklara Dilekçedir…

Sevgilim çocuklar
bencilliğin kuyusuna düşmeden
düş gömüsü masallarınızın
sevgiyi öğretmelisiniz
fotoğrafını çekmelisiniz yanıp kül olmadan
son kırıntısı.

Böyle değildi büyükler çocukken
hangi kıyımda kalmıştır bilinmez
solgunlaştı yeşil saçlı peri kızları
zamanı tomurcuklandırırken evren
unuttuk ebruliyi
bahçesinde kara üzüm, dut
pırtlatan bal masalı bir de.

Hep böyle gülemezsiniz
ağaçlara tırmanmanın çağı da geçer
önce pembe bir bulut geçer sevdanızın üstünden
her zaman dirimi ansıtmaz yağmur
yağmurla gelen günler.

Günlerin sabahını anımsayın sevgilim çocuklar
sevmeyi anımsatın bize.

Bilgin Adalı
-Eskimeyen Yüreğim-

bilgin-adali-cocuklara-dilekcedir Çocuklara Dilekçedir…

https://zeynepnazan.wordpress.com/

Fol

Hangi kapıdan girsek
bir üçgen kuruyoruz seninle
ikimiz sığamıyoruz bu odaya,
bir fol düşlemek gerekiyor
kesintisiz ötekine. Uzaktaki
bir dost, yakındaki bir eşya,
içimdeki kangren yaklaştırıyor
kafandaki duvarı kafamdaki
duvara: Ne yapsak toplanıyor,
benden çıkartıyoruz bağrımızdaki
seni.

Le Rouge et le Noir: Aradaki romans
farkı bu. Üşenmesek yakmaya sobayı,
bir çay demleyebilsek uzun kıvrak
geceye, huysuz uykusuz sevinebilsek
ikimizde azalan kırbaçsı yalnızlığa…

Şimdi kar yağsa, üşüyorum desem,
eldivenim atkım olur musun?

Enis Batur

usuyorum_desem_eldivenim_atkim_olurmusun Fol

Requiem

I

Sokağa çıkacağız,
sorumsuz güz çırpınırken
bir kepenkte.

Büyüsek de
yeni olduğunu savunacağız
evrimin.
Uzadığını düşleyeceğiz, sokağın,
çoğaldığını, dar, bir geçenek
gelişimi içinde karıştığını
sarmaşığa. Sıçradığını çamurla,
bulaştığını kararsız bir adıma,
girdiğini içeri,
ürkütücü, yıpratarak, içeri.

Sokağa çıkacağız,
tam
lâmbaların yandığı an:

Susacağız,
susarsak.

II

Gece bir dolama gibi düşecek,
ilkyaz sıyrılırken maviden.

Toprağa çıkacağız,
sürgün.
Yırtılan güllerin arasında,
çoğu kez,
tutamayacağız kendimizi,
yürüyeceğiz.
Boynueğik yivlerine alışacağız
sağanağın.

Çoşku
hafif tüyünden işleyecek içimize.

III

Güneşe gideceğiz.

“Sev bizi” diyeceğiz:
“Kirli, yasak, boşyereyiz”.

“Kazan bizi” diyeceğiz:
“Yokluğuz”.

“Tut bizi elimizden,
uçurumun kenarındayız;
it bizi” diyeceğiz.

Bezelerimiz acıyla
salgılayacak.
Güneşe giderken.

IV

Ateşe gideceğiz.
“İnsana güvenme” diyeceğiz.
“İnsan geçersizdir”.
“Kendine güvenme”.

Ateşe gideceğiz
usumuzda eylül
bir malûl.

“Yak bizi” diyeceğiz.
“Gerekliyiz”.

V

Dışarıda, renk
uzanacak dağa doğru.

Ağaca gideceğiz.
“Öldük biz” diyeceğiz,
“Kıyı çocuktur ve
ayaklarını toplayan çakıldır,
bak” diyeceğiz. ” adanın toprağa
umarsız sınırına,
biz öldük” diyeceğiz.

Acımız dilimize sürçecek,
sevginin tetiğini çekerken
parmaklarımız.

VI

Denize gideceğiz,
aramayı, bulamamayı bilerek.

Ölüme davranacağız; gizli,
dirençsiz.
Sevmeğe yükümlü olacağız:
Korkakça.

Yaşamın kurgusunun
çözüldüğü yerde yiteceğiz,
o anda,
bomboş bir sesle.

VII

Denize gideceğiz. Yağmur
patlarken yüzümüzde.

Gece bir çekiç gibi düşecek.

Enis Batur

reguiem Requiem

Türkiye Kadar Bir Çiçek

Soğuk suda çarpa çarpa yıkadım
Yüzümün niyeti bir aşk şiiri

Ayçiçeği
Gümüş çiçeği, Kavun Karpuz Mevsimi
Çiğdem: yağmur sonu çiçeği
İlk cemreden sonra bulduğumuz çiçekler

Gül güldür, Gül de güldür
Ben bu kadar anlarım bu işten

Ekinler sarardı biçtik güz geldi
Eskiden sevdiğim kızlar çiçeği
Öpemedik birbirimizi işte bunun çiçeği
Tay gibi dururdu tay gibi bir kız çiçeği

                   Benim poliste kaydım varmış, hohho
                   Poliste kaydı olmanın çiçeği

Bir dâvet olan çiçek
Süslerler eteklerini kikirdeyerek
Kaymakam evlerinde yastık çiçeği
Diz çiçeği. Türkçenin en ayıp kelimeleri
Dul, Baldız, Bizim Güveyi
Bacanak çiçeği, ayıp çiçekler

Yüzünün ve taranmanın çiçekleri
Entarin düzelirken açan çiçek
Bir dâvettir çiçek ve çok kere gidilemez
İnsanın dairede işi vardır çünkü

                  Amerikan polisinde bile fotoğrafım var, hah
                  Hangi hırsızın polisi, hani ev sahibi

İyisin sevgilim, aceleci ve sabırlı
Belki de barışa bir savaşla varılır
Çünkü işleten sevgiyi
Öfkenin kurucu meclisidir
Tarihi hızlandırmanın çiçeği

Senin saçlarında bir Macar kırmızı var
El yazması Kur’anlar
ve Benim yanaklardaki Çerkeslik
Daha bir sürü çiçekler

                Senin de bir kaydın bulunmalı loy
                İyisin, demek ki iyisin, sabırlı ve aceleci

Kadınlar Mevlûdu, şerbet çiçeği
Geldibirakkuşkanadıylarevân ve benim uykum
Ki güzel çiçektir her zaman
Hâfız kadınların fingirdekleri
Tüccar, telsizciler, terlikçiler
Aklımda bir kasabanın çiçeğini tamamlar
Hamamı hergün turşu kokar

Demek, düğünlerde böyle oynarlar
Gözleri duvarlara, tavana bakar
Köylerin solgun aşk çiçeği
Düğün ne kadar uzundur, Sağdıç çiçekleri
Güveyi pencereden bir silâh atar
Kızevi utanarak tarar sakalını
Göğe bir duman çiçeği salınır

                Kaydımız olsa da olmasa da sevgilim, ohho
                Kaç kere yıkadık birbirimizi

Ayçiçeği
İş becermişlerin yüzündeki çiçek
Kurtuluş Savaşının kaşındaki çiçek
Asyada kabaran ekmek çiçeği
Beş bin yaşından bir komutan

Sen bu kadar yüreklisin
İnce çekingenlik çiçeği
Ha dediklerinde dağda olursun
Ha diyeceklerin ağzındaki çiçek
Umudun çiçeği
Türkiye kadar bir çiçek

               Yüzünün niyeti bir aşk çiçeği
               Bir kalkışma yüreğindeki çiçek

Eray Canberk
turkiye_kadar_bir_cicek Türkiye Kadar Bir Çiçek

Cümle

Cümleyi nereye kuralım, sokaklar hayli eski,
yenisi fazla evlerin odalarından geçtim, cümle
kapıları bile yok! Balkonu kursak da önce
yükseğe çıkarsak cümleyi, temiz bir dize
çıkmaz ya kirli bir cümleden:Balkon, evlerin yeni
hayvanı güneşe çıkaralım onu, cümleyi de
sokağa salalım ki sıyrılsın bütün imalardan
cümlemize sayıklayan o hayvan! Güneşe,
yağmura çıkmayışımızın sebebi o da,bulutlu
oluşumuz cümlenin tabiatından, göğe erken mi
bakmışız gönlümüzde bir ima battı, bir ima
doğdu bundan: İki kelimeyi olsun kavuşturamadık
birbirine, toplasan toplasan bir kasaba bile
etmeyen bu sıkıntıda cümle nasıl kurulsun
şemsin kamere gölgesi sayılan şu ikindiye!
“Cemil cümle bir sofrada” diyemedik ki daha,
kim ki aşk çarpıştırır biz kırılırız diyemeden
daha cümlemiz evlerde kırıldı da kurtuldu dilden
hayvan, balkon kurtuldu imadan, şu kibirli evleri de
haydin aşka kuralım da biz çekelim cümle derdini

Aşk olsun sana Tanrım, aşka kur cümlemizi.

Haydar Ergülen
haydar_ergulen Cümle

Kuzguncuk Oteli

evimi bir sokakla aldattım, üstümde
ay var bu gümüş semtinde bir sokağın
üçüncü katıyım, deniz bana bakıyor,
ben artık yalnızca denize karşıyım

üstüme gelme ay hanım, Kuzguncuk otelinde
iyilik katına çık, senin konukların ağır,
ben bir anıyı ağırlamakla geçen hayatlardanım

ruhumun bir otelde ilk kalışı bu
aynı, oda, aynı yatak, aynı aynada
birbirimizi ilk görüşümüz, başka veda yok,
üstümdeki yabancıyla uyumalıyım

ruh semtinden kayık açma ay
hanım! sana hazır değilim, senden yanayım
kim taşınsa çıkamıyorum içimdeki evden

Kuzguncuk otelinde iyiliğin katı çok
yıldızlar gibi çık çık bitmiyor ay hanım,
sen bu çocuğu bir yerden hatırlıyorsun
ben bu çocuğu bir yerden unutmalıyım

Haydar Ergülen

kuzguncuk_oteli Kuzguncuk Oteli

Aylak Göz

Erkenden aşındırır aşkını
Odaların köşelerine zamansız oturur
Duyarsa bir çocuğun
Oyundan çağrıldığını

Başının her seferinde döndüğü kumarı
Gönlünü bir tarzla kurularken kazanır
Anlarsa yenilen bir kadının
Darda kaldığını

Kendi kendine ardaşak kaçağı
Arada bir bakınır ne yaptığına
Süresiz kapılır tablolara yangelir
Ve oturdu mu bir masaya
Hakkını verir çay içmenin

Bu adam kitapların uçlarına
Çizilmiş itilmiş resim
Korkmadan yaşar tebessüm gösterir
Ağır başıyla nöbet alır
Dağdan kaçar şehri çevirir
Ve bırakır gönlünü bir tazı sıçramasına

Erkenden aşındırır aşkını
Anlamaz bir kadının
Süresiz kapılıp yangeldiği tablolara
Severek tebessüm attığını
Ağır başıyla kopar dağdan
Nöbet alır şehri devirir.

Cahit Zarifoğlu

beni_aglatan_fotograf Aylak Göz

Şiirimizin zarif oğlu Cahit Zarifoğlu’nun şiirleriyle 1970 yılında tanıştım. Eskişehir’de arkadaşlarıyla ‘Deneme’ dergisini çıkaran, ben de ilk şiir ve hikâyelerimi orada yayımlamıştım, sevgili Nabi Avcı’dan duymuştum adını. Alaaddin Parkı’nda ya da Hamamyolu’ndaki bir pasajın içindeki büroda, Nabi Avcı hem şiiri hem de çayı kutsayan sesiyle hep o şiiri okurdu: “Kendi kendine arkadaş kaçağı/ Arada bir bakınır ne yaptığına/ Süresiz kapılır tablolara yangelir/ Ve oturdu mu bir masaya/ Hakkını verir çay içmenin.”
Nabi hakkını vererek ezberden okuduğu bu şiirin yer aldığı kitabı da armağan etti bana: ‘İşaret Çocukları’, Cahit Zarifoğlu’nun ilk şiir kitabı, o şiirse benim de artık ezberlediğim ‘Aylak Göz’dü. Kitabın şiirleri kavurucuydu, ama sonradan öğrendiğim serüveni de iç yakıcıydı: Zarifoğlu, öğrenci bursunu, bu kitabı taksitle ödemek üzere anlaştığı matbaaya her ay yatırır, bu yüzden çoğu geceler aç kalır, çıktığında ise bir kitapçı yarı fiyatına yalnızca 100 kitabı satın alır, geri kalanıysa bir büroda kış boyunca ısınmak için tomar tomar yakılır. Zarifoğlu’nun Edip Cansever’i dolaşırken ezberinden okuduğu gibi, onun şiirinin de ezbere okunduğunun tanığı oldum, ben de okudum. Demek ki Zarifoğlu’nun şiirindeki yüksek ateş, öteyandan da şiirinin sağlık belirtisiymiş.
‘Mavera’ dergisini yayımladığı yıllarda Ankara’daydım, sonraki iki şiir kitabı, ‘Yedi Güzel Adam’ ve ‘Menziller’ ile hikâye kitabı ‘İns’ de yayımlanmıştı. Onları da büyük bir hayranlıkla okumuş, fakat çekingenliğimden ötürü gidip tanışamamıştım. Zarifoğlu, her ne kadar, benim de inandığım ‘Şiir, şairden önemlidir’ fikrini yıllar önceden beyan etmiş olsa da, okuduklarım, hayat hikâyesi ve sohbetlerde ona dair dinlediklerim, bende jestiyle, tavrıyla tam ve gerçek bir ‘şair’ olduğu duygusunu uyandırmıştı. ‘Yaşamak’ adlı günlüğündeki şu cümleler sözgelimi: “Çoğu kez şiirin şairden bağımsız olduğunu düşündüm. Bu nedenle olacak şairliğime hiç sahip çıktığım olmadı. Yazdığım şiirlerle ilgili sorularla karşılaştım mı çok rahatsızım. Gide gele her türlü şiir sorusuna kızıyorum. Nerdeyse ‘dokunmayın şiire’ diyeceğim.”

Haydar Ergülen