Bir Gün Ölürüm

Uzak, solgun çocukluğum;
Akşam alacası, kasaba,
Çatılarda kargalar,
Hüzünlü gençliğim;
Sabahçı kahveleri,
Umutsuz aşklar.
Bir anı tüneği şimdi
Yaşadığım geçmiş yıllar.

Ben derim ki;
Ömrüm, ömrüm!
Mumlar neden eriyip sönerler de
Tersine doğru yanmazlar
Uzayarak yeniden
Ve insan doğmak ister mi
Bir daha ölmek için?

Ölümü arayarak geçti
Bunca yılım.
… annem
Beni komşunun oğlu kadar seven,
Yok olan babamdı belki
Ölüm tutkumu pekiştiren.

Elbet bir gün ölürüm.
Ömrüm, ömrüm
Ve yanan mum,
Kara bir fitil bırakan ardında.
Ne kadar benziyor birbirine.

Zifiri karanlık gece.
Mum bitti, yanmadı tersine.
Beyaz mürekkeple yazdım
Bu şiiri karanlığın üstüne.

Ben derim ki;
Geçip gider zaman.
Geri alınmaz bazı şeyler.

Ömrüm, ömrüm
Ve yanan mum biter.

Soğur cehennem bile!

Metin Altıok

Ben Şiirlerimdeki Adam Değilim

Ben şiirlerimdeki adam değilim
Benim değil şiirlerimdeki yüz
Söyledimse de bazı şeyleri,
Bazılarını gizledim

Mümkün mü söylemek her istediğini
Der geçersin, ne gereği var şimdi
Kimi zaten söylenmemeli
Ya zehirlersem birini

Hakkında hiç konuşmadıklarımızsa
Her birimizin ısrarla
Küçümsenir ve yaratırlar
Şu yüceltilen yönlerimizi

Ve sırası gelmeyecek şeyler var
Vaktiyle atlanmıştır çünki
İşte onlar.. asıl önemlisi

Ben böyle iyi etmemişim Cahit abi
Hecelerine bölüp seçmekle kelimeleri
Çar Birinci Nikola yanımda ne ki
Şiir aceleci, ben bu yaşıma gelmişim

Daha bilmiş ve kabul etmiş değilim gerçeği
Alıp götürdü ama çoktan yaşama kuvvetimi
Bitirdi erdemlilik, bitirdi beğenilme isteği
Ve daha acısı var, söylemeyeyim

Memnunum
Bilerek kötülük etmemekle
Kendimden başka bir kimseye
Varsa başka bir hayat, onda hakkım var
Affettiğimi kim söyledi
Kötülüğüne kötülükle karşılık vermediklerim

Olduğundan fazla göstermek istedim
Sevdiklerime sevgimi, yalan değil ki
Ama masum sayılır
Gördüm sevme yetimi güçlendirdiğini

Her şeyi söyleyebilirim
Az değil yitireli umutlarımı
Tasam yok gölgesi düşecek diye
Birkaç şiirime cürümlerimin

Kime neyi ne diye itiraf edeyim
Anlatsam bir anlayan çıkar mı ki
Batakhanelere sızan ezan sesinin
Yüreğe nasıl işlediğini
Bana kalırsa daha yücedir onun hissi
Bir cami avlusunda beklemekten namaz vaktini

En fenası şu
Başkalarına bölüştürdüm
Kendime göstermekle mesul olduğum
Dürüstlükle iyi niyeti
Nerde görsem tanıdım cesareti
Korkakça tedbirlerle yönettim kendimi

Yaş otuz beş
Üstüne bir on yıl daha koy o benden
Selamlaşarak geçtiğini görüyorum iki bulutun
Budur işte hayatımın varsa bir tesellisi
‘Yeter ki gün eksilmesin penceremden’
Biliyorum bunu diyeceğini
Ama çok seneler geçti üstünden

Cevdet Karal

Son Konuşma

Kitabımı bitirdim
Böylece bitiyor benim
Çoktandır bitirdiğim
Hayatım da
Sanki bir ilaç biriktirmişim
Her uykusuz gecenin sonunda

Genç yaşta bile
Aksini düşünmedim asla
Ölümden bahsederken
Yalan karışmadı yazdıklarıma

Biliyorsun,
Dindar biri sayılmam yaşadığım hayatla
Çok az eğildi alnım
Ahşap masama korkuyla yapışmaktan başka
Gerçi az şey değildi
Onca günah arasında inancını korumak da

Beni sevdiğini anlamak için
İnkâra kalkışmak, Tanrıyla bir oyunmuş aramda

Merak edenler çıkacak
Geride bıraktığım kelimeyi
Bir anlamını söyleyeyim
Sadece bir kez yaşananların hepsi
Seni yaralamışsa
Dönüp değiştiremezsin ki

Belki de cesaret işi
Bir yolunu bulur tersine çevirirsin
O en acı veren deneyimlerin özlerini
-Benim için mümkün değildiYaşamın iyi kalplilikle verdikleriyse
Yeni günler için esinler seni
Varsa ertesi sabaha uyanma isteğin

Zayıfların
Zayıflığı üstünde dönüyor dünya
Bunu bilmeni isterim
Ve adalet vaat ediyor Tanrı daima
Şu var ki, ikisi bir araya
Gelmemişler hiç hayatla

Ve iyiler, iyiliğin gücüyle
Üstünlük taslar sana
Yaralar, yargılar hatta
Tanrıdan rol çalmış maskelerinin
Açığa çıkardığı
İkiyüzlü bakışlar ve imalarla
Bu nasıl inanmışlıksa

Ölmek
Ebediyen kaybetmek
Bir kadın tarafından
Sevilme ihtimalini
Başka bir şey değil aslında
Buydu söyleyeceklerimin en önemlisi

Bir kadın…
Dürüst olmak gerekirse
Sevmesini umduklarının hepsi
Umutsuz bir şarkıda farklı değil ikisi
Az önce iyiyim dedin
Ben de benzer şeyleri
Geç oldu artık
Üzülme bunu bulduğunda


Cevdet Karal

Uzaklaşacaksın

Uzaklaşacaksın benden, biliyorum
Adım atar gibi çocukluktan ergenliğe
Gelişip serpilecek bahanelerin

Ben sevgine layık değilim!
Bu olacak ilk söyleyeceğin,
Belki farkında değilsin
Bununla ne demek istedin

Gün gelecek, yeter diyeceksin
Gözümü güneşe benzettiğin,
Kırılsam da altta kalır mıyım,
Gece göğünü yırtan şimşeğim!

Sen karanlık birisin diye,
Ekleyeceksin sözlerine,
Hiç reva mı beklemek
Yarın kırışacak yüzüme,
Yatağında üzgün bedenimi
Isıtmıyor gözüm, güneşse de

Yaz ve kış gibiyiz, diyeceksin
Sen yaşlandın, ben gencim
Hesabını tutmaya başlayacaksın
Bana cömertçe verdiklerinin

Bilmem hükmün ne olur o gün,
O beni sevmekle yetindi,
Ben hayatımı verdim mi dersin
Bir cimrinin avucu gibi kalbi,
İşte bunu demenden çekinirim
Onu sımsıkı kapalı tuttuysam
Sen oradan hiç çıkma istedim

Yavaşça uzaklaşacaksın benden
Katlanılmaz bulacaksın, biliyorum
O çok iyi dediğin yönlerimi
Susuyorsam, konuş diyeceksin
Başına mı yıkıldı dünya senin
Konuşsam, azar gibi sitemin,
Gören olmuş mu bir çiçeğin
Yerini aldığını, onun isminin
İşte mutluluk diye verdiğin!

Adı kolayca anılır şimdi
Gülüşünü benzettim diye
Bana savaş açtığın kişinin
Yılların hatırı yok mu dersin
Seven kadın incitmemeli
Bir erkeği kendisi gibi seveni

Ne desem boşuna artık
Mademki ayrılacağız
Bu kaçınılmazmış aşkta
Onu ölüme bıraksak ya

Cevdet Karal

Son Saat

Bir koku kalmıştı odasında, belki yalnız
anılardan, belki de ilkyaz akşamına
yarıaçık bırakılmış pencerelerden. Götüreceği neyi varsa
toparladı. Büyük aynanın üzerine bir çarşaf örttü.
Parmaklarında hala o biçimli gövdelerin duygusu
ve kaleminin duygusu, tek başına – karşıtlık yoktu:
şiirin son birleşimiydi bu. Kimseyi aldatmak
istememişti. Son yakındı. Bir daha sordu:
“Acaba minnet duygusu mu, yoksa minnet duyulması isteği mi?”
Karyolanın altına itilmişti eskimiş terlikleri,
onları örtmeye kalkmadı – (Nasıl olsa başka bir gün).
Yalnız, anahtarı yeleğinin cebine yerleştirdiğinde,
yapayalnız, odanın tam ortasında duran sandığın
üstüne oturdu ve suçsuzluğunun bilincine
ilk kez böylesine kesinlikle vararak ağlamaya başladı.

Yannis Ritsos

Bir Saban, Tek Başına

Her şey düzenli, sağlama bağlanmış, mantığa uygun,
nerdeyse insancaydı. Üstlerine düşeni yapıyordu
kentin tapınakları;
Athena da adaleti koruyordu;
görünmese bile, hep o yönetiyordu
Yargıtayın oturumlarını; ve yargıçlar kurulu
ikiye bölündüğü zaman, hep sanıklardan yana çıkıyordu
adaletin tartısı.
İyi günlermiş onlar–
Şimdi inanmak bile güç; — gerçekten var mıydı böyle günler ? –
yoksa
sadece bir düş müydü bu? Belki de bunları sık sık
hatırlamak yağmurlu güz akşamlarında
değiştiriyordur anıları.

Tarlaların sürülmesini kutladığımız zaman,
Akropolun eteklerinde, topraktaki ilk saban izine
eğilen rahip şöyle dua ederdi:
“Sakın geri çevirme ateş ve su isteyeni.
Sakın yanıltayım deme, senden yolunu soranı.
Sakın mezarsız koma, can verip
ölmüş kişiyi. Ve kesmeye kalkma
sabana koştuğun boğayı.”

Doğrusu, güzel sözler;- ama sadece söz,
o gün de, bugün de,
komşusunun tarlasını yakmak içindi ateş,
o tarlayı sele vermek içindi su,
boğa ise, boynunda kırmızı kurdeleler,
hırsızın kazanında kaynıyor.
Sadece o saban tek başına,
(belki de itilerek görünmeyen bir elle)
hâlâ sürüyor ebegümeci ve yabanî zambakların sardığı
o çorak tarlaları.

Yannis Ritsos

Kapının Önünde

Kapıyı çalmak üzereydi. Vazgeçti. Orada durdu.
Acaba gitse miydi? Ama nasıl? Ya birden kapı açılırsa?
Üst katın penceresinden gören olursa?
Bir bardak su dökmeye, cıgara izmaritlerini,
solmuş çiçeklerini ya da iki gün önceki mektubunu
yırtıp atarlarsa? Hava karardı.
Ne giren çıkan vardı, ne de açılan bir pencere.
Ev terkedilmişti. Merdiveni aydınlatan bir ışık bile yoktu.
Artık seçebiliyordu yerdeki iki paslı çatalı,
yığılan maden suyu şişelerini, boş kartuşları
ve bunların yanında duran kendi yüzünün tıpkısı bir
sarı maskeyi.

Yannis Ritsos

Her Seferinde

Alır başımızı gideriz seninle
Yeşiller içinde kırık dökük bir otobüs
Bizi bir kıyıdan bir kıyıya ulaştırır
Büyümemiş iki çocuk gibi biz
Bulanırız el değmemiş sevinçlere

Tırmandığımız kayalar
İçimize işleyen karadeniz rüzgârı
Az az ısıtan güneş
Çocuk çığlıkları
İkimize de aynı şeyi düşündürür

Benim bu düşlerim besbelli
Hiç gerçekleşmeyecek dersin
Ben boşuna kuruyorum deli gibi
Böyle der gönlümü yaralarsın
Ayrılırken yüzün yüzüme işler
Ellerinin izi alır ellerimde

Ne zaman bir olmazı anlatsan
Okyanuslar çöle döner içimde

Afşar Timuçin

Büyük Yol

Büyük yolları küçük adımlarla yürüyenlerin
Sizden soracakları olacaktır
Yollarınız nasıl da dikenliydi derlese çekinmeyin
Sorarlarsa söylemeyin tabanlarınızdaki ağrıyı tanıyamazlar

Sizin içinizde olup bitti bütün kuşkuların kesinliği
Sizin acılarınızda çiçeklendi çıkış vermeyen akşamlar
Denizsiz kalan bütün gemiler yüreğinizin derinliğinde
Büyük kayalıklarda bitmez yorgunluklar gibi durmaktadırlar

Geceleriniz çok karanlık mıydı derlerse ses vermeyin
O karanlık geceleri onlar yaşamadılar
Karanlıktan korktuğunuz büyük geceleri unutmayınız
Değil mi ki sizinle başladı bütün aydınlıklar

Onlar kendilerini her başlangıcın nedeni sayacaklardır
Amaç diye belirleyeceklerdir göz koyduklarını
Yol başlarını tutacaklardır geçit vermemek için
Korkaklar tarlalar boyunca dikeceklerdir korkuluklarını

Adınızı unutturmak isteyeceklerdir adınızı öne sürmeyin
Gösterilere boğmayın bir çocuk çığlığı gibi başlayan başkaldırmanızı
Ne olmuşsa bizimle olmuştur diyeceklerdir
Bırakın desinler taşımaktan korkmuyorlarsa yüreklerindeki taşlaşmışı

Büyük yolları küçük adımlarla yürüyenlerin
Karşınıza dikildiği akşamlar olacaktır
Birlikte yürüyelim derlerse hayır deyin
Adımları adımlarınıza uymayacaktır

Afşar Timuçin

Babamın gözleri önündeydi

      Bu dağlar da
Babamın gözleri önündeydi
                Kış yalnızlığında

Issa