Islak Çeltiklere

benim bir sevincim var yüzün artık akşam
bir çocuğun gülüşünü görüyorum nereye baksam

kıyımız uzak ve kuytuda ellerimiz sanki yok
ellerimiz yok ama senin ellerini bir tutsam

bazı çocuklar doğar bilirim bazı çocuklar doğmaz
doğmayan çocuklar için bilmem ne yapsam

ey çavlan. bitmeyen temmuz güneşi. ey aslan
silkin. sakla harmanını. çocuğunu sakla

ey aslan. suya kaptır kendini ellerin sanki yok
bir güzel günde mızıkalarla bir alanda dursam

sen yoksun gazeteler yok geçmişin razı değil
bilmem ki doğmayan çocukları ben mi doğsam

Turgut Uyar
celtik Islak Çeltiklere

Bir Ülke Olabilir Sevda

Kaç cemre düştü yüreğine şimdiye kadar,
kaç unutulmuş nisan var
vişne sürgünü kollarında?

Dağılıyor uyku kokusu gövdenin
dilim meme uçlarına
dokunduğu zaman;
ateşten sapı üzerinde dönüyor ayçiçeği,
bir güneş doğuyor
bacaklarının arasında.

Kollarımla sarıyorum, örtüyorum seni,
günler ve geceler uzuyor
ve savurmaya hazırlanıyor gövden gövdemi.

Özdemir İnce

Bir+ulke+olabilir+Sevda Bir Ülke Olabilir Sevda

Yakarı

-Şairler esnafı pîri Hasan bin Sâbit’e-

İdris peygamber, terzilerin pîri,
izin ver güzel bir şiir yazayım ben de,
yaşım kırkı geçti yaşlanıyorum artık,
izin ver güzel bir şiir yazayım ben de,
“ozan” desinler bir kez ölmeden önce.

İdris peygamber, terzilerin pîri,
el ver artık kendi dükkânımı açayım,
bir kaftan keseyim kendime ben de,
astarı sözcüklerden dikişi ibrişimden.

Ben de güzel bir şiir yazayım artık,
okudukça kıskanıyorum öteki kalfaları,
şarapları bol, ilham perileri oturaklı,
biliyorlar geceler kaç saat sürer
günler kaç fersah. El vermiş ustaları.

Ben de güzel bir şiir yazayım artık,
cebine kuş üzümü, sarı leblebi doldurayım,
parklara götürüp simitler alayım ona
kıvırcık saçlarını rüzgârla tarayayım.
Ben de güzel bir şiir yazayım artık,
son günlerimde yalnız kalmayayım.

İdris peygamber, terzilerin pîri,
ey bütün pîrleri bütün mesleklerin,
izin verin bir tek dize yazayım, tek bir dize,
bir kez “oldu” desinler ölmeden önce.

Özdemir İnce

ozdemir+ince Yakarı

Sait Faik’i Yaşatamadık

“Sait, ansızın öldü. Ölüm haberi bile vaktinde alınamadı. Cenazeyi evininin bulunduğu sokaktan geçirdiler. Bakmayın gazetelere ağlayan tek kişi yoktu. Yalnız yaşlı bir kadın, o da her tabutun arkasından ağlayan cinsten. Şişli Camii’nde, yüz kişi kadardık. Nasıl bir yağmur!… Revakın altına sığındık, sigara üstüne sigara içtik. Haldun’u o gün ilk defa dudağında sigara ile gördüm; onu da bitiremedi ya, düşürdü. Mezarın başına geldiğimiz zaman, biz daha azalmış, yağmur daha çoğalmış, imam da hızlanmıştı. Öylesine çabuk okudu ki, kimse âmin demek fırsatını bile bulamadı. Sonra… Araba bulmak için koşuşmalar, itişmeler.

Dönüşte, şoför: ‘Kimdi bu, ağbi?’ dedi. ‘Sait Faik’ dedik. Anlamadı. Üstelemedi de. Biz de bir şey anlamadık ya. Hiçbir şey olmamış gibi davranmak için aşırı bir gayret gösterdik, ‘Sait be, bu havada ölünür müydü?’ diye bağıranlarımız oldu. Ama, sonraları, yavaş yavaş sıkıntı içimize çökmeye, yerleşmeye başladı.
Şimdi, Sait Faik hakkında konuşmak için daha çok erken. Ama, birtakım şeyler var ki, onları söylemek için hiçbir vakit erken değil: Sait Faik, en büyük hikayecilerimizden biri olan Sait Faik, eserlerinden hemen hemen hiçbir şey kazanamadan ölüp gitti. Keşke, değeri anlaşılmamıştı da ondan böyle oldu, diyebilseydik; ama, değeri anlaşıldığı halde parasız öldü.
Anası olmasaydı, o da sıkıntı içinde yüzecek yahut gidip bir bankada memur olacaktı. Sait Faik’i yaşatamadık. Onun gibi yaşatamadığımız, ellerine imkân veremediğimiz birçok yazarımız var. Bunlar için de hiçbir şey yapılmayacak, biliyorum. Dört beş bin okuyucu nasıl olsa onları besleyemez, bunu da biliyorum. Yarın bir gün, içlerinden biri ölünce, yine bir avuç insan bir cami avlusunda birleşeceğiz, sayfalar tertipleyeceğiz, anma törenleri yapacağız. Bu böyle. Orhan Veli, arkasından Sait Faik, arkasından…
Hepsi de, toplumda birer sığıntı, emeği gereğince ödenmeyen, sıkıntı çeken, yarının ekmeğini kazanmak için çırpınan kişiler. Sonra bir de kıskançlık! Sevdiğim bir dost söyledi, “Birçok hikâyeciler şimdi memnundur!” dedi. Rezalet ama, doğru. Gerçek, ideale falan uymuyor. Okuyucu kıtlığı var. Mesele şu beş on bin kişiyi başkasına kaptırmamakta. Hayat kavgası bu. Beş on bin kişi bir yanda, Sait’in adını bile bilmeyen yirmi iki milyon insan öte yanda. Sonra, bir de edebiyatmış, şuymuş, buymuş… geç!”

Adnan Benk

Dünya Gazetesi Sanat Sayfası ,15 Mayıs 1954
sait+faik Sait Faik'i Yaşatamadık

zatürre

bana o yirmi bir günden geriye
boşalmış ampuller, blisterler
aynı cepheden fotoğrafları kalıyor
duman olmuş ciğerlerimin
iki büklüm koridorlar ve fıtık
müşahede odaları: sarı kırmızı yeşil
doktorun aksanlı sesi sırtımda:
-sol taraftaki hırıltıyı hiç beğenmedim
aramıyorsun…
ciğerlerim koparcasına öksürüyorum
beni aramıyorsun
saçlarım yapış yapış ter içindeyim
sen o yirmi bir günün on yedisinde de…
beni aramıyorsun ve başıma ne geliyorsa
…………………………………… değil
kollarım yeterince uzun olmadığı için geliyor
uzanıp tutmak/ tutup çekmek/ çekip almak/ seni
havlumu sırtıma tek başıma koyamadığım için
telaşla yastığa dolanan nefes
gece üç: su diye inlemeler
kollarım uzun upuzun olmadığı için
nolur gel ve sımsıkı sarıl
moraran tırnaklarımdan geçeceğiz
ben o on yedi gün boyunca solgun yüzüme bakıp
demode bir nakarattan kestiğim solgun yüzüm’e
bakıp bakıp; ohooo ne kahırlar böyle yattığım yerde
-ayıpsa ayıp-
dünya yıkılıyordu be cancağızım
yedi milyar insan içinde ben
benim nefes alamamam ne ki
dünya diyorum
beni aramıyorsun
dünya neden umurumda olsun ki
oysa tam zamanıydı
yumruk gibi bir şiir bile mümkündü
çünkü doğru zaman doğru zemin ve ben
yani mısır’da bombalar
vahşet vahşet fotoğraflar suriye’den
ambargoda çocuklar ölüyordu
yâ leytenî küntü turâbâ
iştahlı ağızlar bıkıp utanmadan:
neden şimdi / bakalım gerçek mi / kaç kişi
ağızlar cancağızım kocaman boş boş
açılıp kapanıyordu
sanki dünyayı yutsalar doyacakmış gibi
yumruğumu sıkmış yatak döşek
avucunu bekliyordum bu defa
biz ikimiz… inatla…
daha büyük bir yumruğumuz olsun diye…
sesin odanın ortasına -tam da şimdi- düşsün diye
her gün her saat başı on dakikada bir
alt yazı geçiyordum hali pür melalimden
öyle bir geldin
incecik bir oku göğsünden gerip bana fırlattın
bir baba ve oğul
bir oğul; babasının uykusunu kemiren
geriye iyiliklerini bir de fena susuşunu…
rakamlara bu kadar takılma
diyelim ki on yedinci gün
ve hâlâ aramıyorsun. saat: sıfır iki sıfır altı

Dilek Kartal
İtibar Dergisi Mart 2014

dilek_kartal zatürre

İki Damla Gözyaşı

Aşk şarkıları uçuşuyor karanlıkta
Bir adam elinde rakı kadehi
Bir kadını beklemeyi yudumluyor
Islak kirpikleriyle gelmesini
                                       yudumluyor
Belleğine düşmüş bir kere
Yüreğine de
Adam içiyor, içiyor
Kadın gelmiyor, gelmiyor
Gözleri içeri süzülen
Kapının solgun ışığında
Kadın parlak günışığı oysa
Kadın saatlerce yok ortada
Uzun kızıl saçlarıysa hiç yok
Adam kadının gözyaşlarını siliyor
İki damla masaya düşüyor
Kadının ellerini tutuyor, tutuyor
Dudaklarından öpüyor, öpüyor
Yok bu, o gece değil
Çünkü kadın gelmeyecek
Gelmeyen kadın sensin
Rakılı adam ben
Aşk şarkıları uçuşuyor karanlıkta
Eşlik ediyorum oldum bittim
                                       uyumsuzca
Söylemiştim diyeceksin
Yine gelmeyeceksin
Belki yarın gece, sonra belki
Adam rakısını yudumluyor
Kadının dudaklarını yudumluyor
Masada hâlâ, iki damla gözyaşı
                                                  Duruyor
Atilla Birkiye
Kaynak: http://www.atillabirkiye.com/icerik-iki-damla-gozyasi.html
raki_siirleri İki Damla Gözyaşı

Yüreğim Senden Yana

Bir şiiri arıyorum
Hiç yazılmamış bir şiiri
Odamda yalnızım
Gecenin koyu karanlığı adın
yanıbaşımda

Gözlerini arıyorum
Öpülmemiş gözlerini
Çıplaklığını arıyorum
Dokunamadığım çıplaklığını
Hiç ağlamadım teninin esmerliğine
Gözyaşlarım acıtmaz narin bedenini
kederli ama samimi

Bir kez ellerin
Biten günün mutlu sesi
yine sonbahar yine benimleydi
Bakışlarını arıyorum
Doğu rüzgârı bakışlarını
kurak ama samimi
Kışın sıkıntısını yaşıyorum
Yüzün uzaklarda
Sabrım ancak son bulabilir
dudaklarında
Dudakların hayal mi

Susuzluğunu yaşıyorum
Adına bir çöl prensesi
Adını haykırıyorum
koyu karanlığa
Yalnızca kar tanecikleri
duyan sesimi

Güzelliğini saçlarının ardına
saklama

Hani nasıl denir
Sizin oralarda
Yüreğim senden yana

Atilla Birkiye

yurgim_senden_yana Yüreğim Senden Yana

Gece Derin Karanlıktır

Bir telefon bekler
Bir kafede
Bir rastlantı bekler

İstanbul’da
Büyük aşkların yaşanacağı
Geceleri vardır
Eylül’dedir bu
Rüyalara inanır
Kahve falına inanır
Akasya falına inanır
Önce akasya yaprakları
Sararır
Bir rastlantı
Her zaman vardır
Bir mucizeye inanır

Çağrışımlar
Yalnızlığı anımsatır
Aşklar
Büyük yalnızlıkla başlar
Gece derin karanlıktır
Hava aydınlandığında
Yalnızlıklar gider
Aşklar
Başka bir mucizeye
Kalır

Atilla Birkiye

atilla_birkiye Gece Derin Karanlıktır

Ali

Namluya dayanır yola dalarsın
Duruşun bakışın yaman be Ali!
Boşuna tetiği ne kurcalarsın?
Var daha ateşe zaman be Ali!

Yıllanmış bir çınar pusuluk yerin,
Neredeyse gelecek beklediklerin.
Var iki adımlık canı kaderin
Desene işleri duman be, Ali!
O’nu sen büyüt de söğüt boyunca
Kendini ellere versin o gonca.
Sözüme kanmadın bunu duyunca,
Gönlündü gözünü yuman be Ali!
Geldiler beklenen çiftler ormana,
Duruyor iki genç ne hoş yanyana
Bir kurşun kadına, bir de çobana,
Çınlasın yıllarca orman be Ali!
Görünce uzanmış yar kucağına,
Boynunu dolamış zülfü bağına,
Kurşunu kahpeye atacağına
Kendine çevirdin… Aman, be Ali! 
Faruk Nafiz Çamlıbel

aman_be_ali Ali

lavinia

“Nasılsın?”

Haftalardır bakmadığı e-postalarını kontrol etmek için oturdu PC nin başına.. Banka haberleri , gereksiz ürün tanıtımları, bunu dağıtmazsan hayatın cehenneme döner türünden safsatalarla dolu aptal mailler arasında uzun zamandır görmediği bir isim fark etti.. Yüzünden bir gökkuşağı geçti.. Mesajı açtı.. Mesaj.. Bir tek kelimeden ibaret sayfalar dolusu bir mesaj.. “NASILSIN?”
Bir tek kelime ile ne kadar da çok soru sormuştu.. Zaten hiç uzun uzun konuşmamışlardı ki…. Herkesle saatlerce sohbet edebilen kadın ,bir tek Onunla sohbet edememişti..O hep uzakta durandı.. Esprilerine sadece tebessüm eden,sorularını birkaç kelimeyle geçiştiren…Şimdi de sadece “nasılsın” diyordu.. Aylardır biriktirdiği onlarca soruyu zavallı bir “nasılsın”ın sırtına yüklemişti.. Gülümsedi kadın..
……..

Şehir:İstanbul
Mekan:Önemsiz

Yaklaşık otuz –otuzbeş kişilik bir grup, o gece kadın için orda toplanmışı.. Gidiyordu kadın.. Ayaklarını sürüye sürüye belki ..Ama gidiyordu işte..

Mekanın kocaman pencerelerinden sevdalısı olduğu şehir arz-ı endam ediyordu yine.. Mavi boynuna taktığı ışık ışık kolyesi göz kırpıp duruyordu kadına.. Kadın, gözlerin kaçırıyordu yine.. Bakamıyordu.. Bakarsa gidememekten korkuyordu..

Gece, Onun gecesiydi.. Masaları geziyordu tek tek.. Her zaman olduğu gibi, kahkahalar patlıyordu oturduğu masada.. En güzel maskesini takmıştı bu gece.. Bu gece kimse gözlerindeki hüznü görmeyecekti.İstanbul bile..

-Deli misin sen? Ne işin var taa oralarda..
– Tebdil-i mekânda ferahlık vardır..
-Saçmalıyorsun..
-Niye ki? Ohh, kafamı dinlerim mis gibi.. Trafik yok, iş yok .. En güzeli siz yoksunuz..
(dil çıkarır karşısındaki kadına) Bıktım sizden yaa.. Düşün yakamdan ..Siz sefiller, ay kapamalarında perişan olurken, ben organik domates işine başlayacağım hem..Size de yollarım ,canım benim..
-Salaksın sen..
-Iı ıhh. Solağım.. Tamam kabul, iğrenç espriydi..

Konuştuğu kadının yanında oturuyordu O.. Mekan ,rum müzikleriyle inliyordu.. Bir saniyeliğine göz göze geldiler.. Duyamadığı bir sesle fısıldayıvermişti.. Dudaklarını okudu kadın.. GİTME.. Ne yana bakacağını bilemedi..Başını eğdi ,önündeki rakı kadehine uzun uzun baktı..İçinden ne geçridi bilinmez.. Kadehini pencereye doğru uzattı.. “Senin şerefine sevgili…”

Sonra usulca kalktı masadan.. Lavaboya koştu… Kimse görmemeliydi güzlerindeki bulutu.. Aynaya bile bakmadı..Gözlerini kendisinden bile sakladı..Derin derin nefes aldı..Yüzünü yıkadı.. Maskesini kontrol etti.. “Fena değil”diye geçirdi içinden..Bu geceyi kazasız belâsız atlatabileceğine emin olunca, tuvaletten çıktı..

Kapının karşısındaki duvara yaslanmış duruyordu.. “N’olur bir şey söyleme” dercesine baktı kadın.. Yaslandığı duvarın altında kaldı adam..GİTME dedi bir kez daha… Tam , kadına doğru bir adım atacaktı ki, birileri seslendi kadına.. Kadın önce kalabalığa, sonra Ona baktı.. Omuzlarını çekti küçük bir çocuk gibi.. “Hayat işte” dercesine buruk bir gülümsemeyle geçti adamın yanından.. Bir el tuttu kolunu, döndü.. “Ben…” dedi adam.. “Sus” dedi kadın..Kolu tutan el gevşedi.. Kadın, kaçarcasına döndü kalabalığın arasına..
Adamın cümlesini bilmedi..
Bilmek istemedi…

….

“Nasılsın?”

Aylar sonra yine tek bir kelime ile gelmişti adam.. Nasılsın diyordu..
Nasıl olduğunu anlatamazdı kadın ,bunu biliyordu..
Yine kaçırdı gözlerini..
Kaçamak bir cevapla yanıtladı adamın sorusunu, bir tek kelime ile..
Kadın sadece “SEN?” dedi…

Üryan

uryan_cumleler lavinia