Bir Kenti Bırakırken

Bir kenti bırakırken anımsanan
Daha çok küçük şeylerdir
Bakkalın borcu ödenir
Ve uzak bir tanıdığa rastlanır son anda

Bir kent nedir ve bir insana
Bıraktığı şey nedir bir kentin
Uzayıp giden tozlu yollar
Sonuçlanır yassı dağlarla

Bir kenti bırakırken, alışılmış–
Bir şeydir bırakmak bir kadını da
Yürürdün koruluklara
Yüzünü taşıyarak onun

Ve çayların akışında her zaman
Eskiyi anımsatan bir şey vardı
Bulanık olduklarından mı
Yoksa yaz mı eskirdi usulca

Yazlar kentler ve kadınlar
Bir aşkı bırakmanın buruk tadı
Bütün çocukların ve bütün
Şairlerin hep yaşadığı

Ataol Behramoğlu

Bir+Kenti+B%C4%B1rak%C4%B1rken Bir Kenti Bırakırken

İnsan Kendisinin Rüyasıdır

İnsan kendisinin rüyasıdır
Geçerken bir uçtan bir uca ömrünü
Yaşanılanlar anıya dönüştü mü
Geriye bir rüyadan izler kalır

Kimdi o çocuk ben dediğim
O delikanlı ben miydim gerçekten
Şimdi bir tren penceresinden
Başka yaşamlara bakar gibiyim

Zamanı eksilten saniyelerden
Sevinçlerden, üzüntülerden
Hangisi düş, hangisi gerçek

Sonunda sanki her şey eşitlendi
Geriye şiirler kalacak belki
Rüyanın gerçekliğine tanıklık edecek

Ataol Behramoğlu

%C4%B0nsan+kendisinin+r%C3%BCyas%C4%B1d%C4%B1r İnsan Kendisinin Rüyasıdır

Sevgilimsin

Sevgilimsin, kim olduğunu düşünmeye vaktin yok, yapacak işleri düşünmekten
Kalabalığın içinde kalabalıktan biri
Gecenin içinde bir yıldız, yitip gitmiş çocukluk gibi
Sevgilimsin, ak dişlerini öpüyorum, aralarında bir mısra gizli
Dün geceki tamamlanmamış sevişmeden

Sevgilimsin, boğuk aşkım, kanayan gençliğim
Uçuruyorum seni çocukluğuna doğru
Kanatların yoruluyor, ter içinde kalıyorsun
Gece yanı başımda bağırarak uyanıyorsun
Her sabah el sallıyorum metalle karışmana

Sevgilimsin, arasına bir kâğıt koyup erteliyoruz aşkı
Otobüslerde ve trenlerde kaçamak yaşanan
Ve bedenlerimiz kana kana kanayamadan yan yana

Ataol Behramoğlu

sevgilimsin Sevgilimsin

Sana bir sığınak yapabileceğimi ummuştum

Canım Winnie,

Burada, böyle bir başıma, aileme duyduğum özlemi sakladığım bir maske takınmakta gayet başarılıyım, mektuplar için birisi adımı çağırıncaya kadar hiç acele etmeden beklemekte. Ayrıca ziyaretlerden sonra da hiç salmıyorum kendimi, hemen eski halime dönüyorum, her ne kadar bazen kendini buna zorlamak çok canımı acıtsa da. Duygularımı bastırmak için sürekli mücadele veriyorum; tıpkı bu mektubu yazarken yaptığım gibi.

Sen gözaltına alındığından beri yalnızca bir mektup aldım, 22 Ağustos tarihli. Ailenin durumu hakkında hiçbir şey bilmiyorum, mesela kira nasıl ödeniyor ya da telefon faturaları, çocuklarla kim ilgileniyor, masrafları nasıl karşılanıyor, çıktığında iş bulabilecek misin, hiç bilmiyorum. Senden haber alamadığım sürece burada endişe içinde kupkuru bekleyeceğim, tıpkı bir çöl gibi.

Kaç kez içinden geçtiğim Karo Çölü geliyor aklıma. Sonra Afrika’ya gidiş gelişlerimde, Botswana’da da gördüm çölü; sonsuz kum engebeleri ve tek damla su yok. Senden mektup gelmedi. Bir çöl gibi hissediyorum kendimi.

Senden ve aileden gelen mektuplar yaz yağmurlarının düşüşü gibi, bahar gibiler; hayatımı canlandırıyor ve yaşanabilir kılıyorlar.

Sana ne zaman yazsam, bana bütün sıkıntılarımı unutturan bir fiziksel yakınlığın içinde buluyorum kendimi. Aşkla doluyorum.

26 Ekim 1976

 
 
Canım Winnie,
 
Kızlarımız zorluklar içinde yetişti ve büyüyüp birer kadın oldular bugün. Büyüğünün artık kendi evi var, kendi ailesi için çabalıyor.

 

Dileklerimizi yerine getiremedik, planladığımız gibi, bir oğlumuz olmadı. Sana bir sığınak yapabileceğimi ummuştum, küçücük bile olsa bir sığınak, böylece acılı ve zorlu günler gelmeden önce birlikte dinlenebileceğimiz, güç toplayabileceğimiz bir yerimiz olacaktı,. Ben başarısız oldum ve bu şeyleri yapmayı beceremedim. Havaya şatolar inşa eden biri gibiyim.

26 Haziran 1977
 
Nelson Mandela
nelson-mandela Sana bir sığınak yapabileceğimi ummuştum

Başka Dünyaların Haikuları’ndan

hem sımsıkı giyinmiş
hem de uzatmış dilini
kar tanesi yakalıyor

Raj K. Bose

haiku Başka Dünyaların Haikuları'ndan

Kişi Yurdundan Uzak Kaldığında

Kişi yurdundan uzun süre uzak kaldığında,
dili sadeleşir, saflaşır,
hiç yağmur yağdırmayan bulutlar,
mavi gökteki berrak yaz bulutları gibi.

Bir zamanlar âşık olanlar
bazen yine böyle konuşurlar aşkın dilini –
kısır, her şeyden azade, değişmeyen,
hiçbir karşılık uyandırmayan.

Ama burada durmuş bekleyen ben, ağzım
ve dudaklarım ve dilim kirli. Sözcüklerimde
ruhun çöplüğü, şehvetin döküntüsü
ve toz ve ter. Bu çorak toprakta, arzunun
çığlıkları ve mırıltıları arasında içtiğim su bile
karmaşık bir boruda işlemden geçirilip
bana dönen sidiktir.

Yehuda Amihay
Çeviren: Onur Behramoğlu

yehuda+amihay Kişi Yurdundan Uzak Kaldığında

Daha Sonra

Şiirlerde daima farklı görünür.
Başkalarınca yazılan cümleler okuyunca
her şey açık ve kolay görünür.
Yangına hâlâ dayanan bir kâğıt gibi,
üstündeki kül izlerini pek
hissedemeyen. Avlumda
kül öyle kapsamlı ki.
İlüzyon gibi. Esinlendiren bir resim gibi.

Çoğu kimse kayıp güzellik hakkında yazar,
aniden başa gelen ve terk edilmiş suskun bir kalbin
içine sürünen talihsizlik hakkında.
Ama ben avlum hakkında ve pencereden görebileceğiniz
nehir hakkında yazmak isterim.
Bir kül ağacı ile iki ıhlamur ağacı hakkında yazmak
isterim -geçen gün yok olan.

Masal mekanizması ansızın tamamen
anlaşılmaz oldu benim için.
Pencereden düşen küller,
daha dün masa, yatak veya kitap olan
siyah is,
kimsenin pek düşünmediği birinin hayatı,
boğazımda düğümlenip görüşümü bulandıran.
El salladığımda
hâlâ bir şey hissedebilir miyim acaba?

Zvonko Maković
Çeviren: Tarık Günersel
Zvonko+Makovic Daha Sonra

Yalnız

Haykırışan kargalar
Darmadağın uçuşuyor kente doğru.
Neredeyse yağacak kar
Yeri yurdu olana ne mutlu!

Donmuş kalakaldın,
Hanidir gözlerin arkada!
Boşuna kaçışın, ey çılgın,
Kıştan uzaklara!

Dilsiz ve soğuktur binlerce çöle
Açılan bir kapıdır dünya!
İnsan senin yitirdiğini yitirse
Bir yerlerde duramaz bir daha!

Sen şimdi solgun, sarı
Kış gurbetlerine lânetli,
Hep soğuk gök katlarını
Arayan bir duman gibi.

Uç git, kuş, söyle ezgini
Issız çöl kuşlarının sesiyle!
Göm, gizle, ey çılgın, kanayan kalbini
Buzların, alayların içine!

Haykırışan kargalar
Uçuşuyor kentten yana, dağınık;
Neredeyse yağacak kar
Yeri yurdu olmayana çok yazık!

Friedrich Nietzsche
Çeviri: Behçet Necatigil

yaln%C4%B1z Yalnız

Gönül Verme Ölüme

O, parlayan bir mercandı.
Gökkuşağının saçaklarından, bir damla çiyle, kutsal bir sehere yağmıştı.
Görülmemiş bir inci, denizin göz kıvılcımlarından gümüşsü bir güzellik, dökülmüş.
Sonra tutamayıp kendini uslanmaz bir ses misali kimsesiz vadilerin kulağında yankılanmıştı.
Mavi bir renk gibi geçit vermez bir dağın göğsüne yansımıştı.
Amansız bir yarayı taşırken gidip çıkarmıştım onu, sedef bir dağın yüreğinin kabuğu içinden, kendi acıma.
Soran’ı ilaç yerine, annesi dağdan ödünç almıştım kederim için.
Soran bir mercan kayasıydı.
Ömür parmağımın yüzüğünde uyuyordu.
Görkemli bir kır çiçeği, susuz yurtsuz, yalansız rüyalarıma yaslanmıştı.
Ceylansız bir yaban geyiği,
Çığlığın kanatları üstünde,
Fırtına neslinin rehberi,
Yağmalardan artakalanların umut nesnesiydi.
Ve o altın pul, dağın poşusuna takılı.
Peki şimdi hangi dağın hüznüne sürgünsün Soran?
Adresi belirsiz hangi kümenin gece yıldızısın?
Toprağa emanet etmeyeceğim seni. Bedeninden bir damla düşerse nehirlerin ağzına, suların sırdaşlığından da olurum.
Çiçekler ağaçlar yeşermesin kanının üzerinden. Akıtırım onların gözünü koparırım yeşilliklerden.
Yürü uçurumlara doğru. Bir şey olmaz bana. Yalnızlık dışında bir şey götürmem yanımda akşamların içine.
Umut sürekli utanmaz bir aldatmaca. Bilmem, belki bir gün gelir hep beklediğimiz o aşk zamanı.
Belki bizim takvimimizde de yazılır bir kez aşkın tarihi…
Belki nar tanesi güzelliğindeki çocuklarımız, hayalin yumurtalarında esir kalmaz.
Belki?
Sakın ha!
Yine de dönüş gelsin aklına. Ben de dağ özüyle büyüdüm ya…
Bu uçurum gibi yüreğimden öteye gitmeyesin.
Tökezlersen ölürsün Soran…
Ölürsen düşman olurum anneme, bütün tarlalara, bahara ve yaylalara.
Dudağım değmez olur toprağın yüzüne, öpmem ölümünü bile.
Söylüyorum sana işte:
Ay sorduğunda ömrünü, bir mevsim demeyeceğim.
Söylemek istemeyeceğim: “Sadece bir sonbahar” diye.
Söz ver bana Soran.
Yorulmayacaksın değil mi?
Sen meylettiğinde ölümlere.
Bu sürgünlük çiçeğini ve sonbahar gecelerini gönlüne al.
Uyardım gelincikleri, üşüdüğünde gelip yaslanacaklar yüreğine.
Ama serçeler ve nergisler üzerine yemin ederim, artık yapamam dediğinde,
Ben yine gelir sırtımı sırtına veririm.

Fatma Savcı
gonul+verme+olume Gönül Verme Ölüme

Fatma Savcı

akşamlara doğru yürümenin yoruldu adımları,
buz tuttu hayallere giden
bütün yollar

Fatma Savcı
fatma+savc%C4%B1 Fatma Savcı
Dağa gitmek ani bir karar değildi, iki yıl düşündüm.
*

Düşünün; ben Türkçe’ye hâlâ küsüm. Çünkü zorla öğretilmiş. Biz Kürtçe konuşunca öğretmen nar ağacı daha çok incitiyor diye nar dalıyla vururdu. Böyle öğrendiğin herhangi bir dille nasıl barışık olursun?
*
…zorla öğrendiğim ve nefret ettiğim Türkçe’nin düşman dili olmadığını orada öğrendim.
*
Belki garip gelecek ama dağda bulunduğu yerde birini sevenler, savaşı çok romantik yaşıyor. Diğer yandan bir çatışmada olup da sevdiği ölürse, kalan çok değişiyor.
*
Eskiden daha yumuşakken daha sert duygulara sahip olabiliyor. Ya da romantize ettiği savaşın, aslında ne kadar katı ve gerçek olduğunu başka bir biçimde tekrar tecrübe ediyor. İnsan içindeki o yere, yıkmaya gücü yetmeyecek öyle geniş duvarlar örebiliyor ki. Ben en zor ve tahammül edilemez koşullarda şiire tutundum. İnsanlığımı korumaya, kendimi daha çok insan kılmaya çalıştım. Savaş koşullarının yaratabildiği kirliliklere bulaşmamak için, yüreğimi ve ruhumu arındırmak için şiirin kanatlarına yaslandım. Önce bir dostumun yara alması sonucu ölüme gidişinin yarattığı üzüntüyü kâğıda dökmekle başladım şiire. Sonra cezaevinde “dışarıya” kaçışıma yataklık eden bir kanat oldu şiir.
*
Ben yıllarca ağlamadım cezaevinde, çıktığımda bile ağlayamadım. Kendimizi bastırmak zorundaydık, özellikle tutukluluk halleri bunu gerektiriyordu. Ve korkunç üzüldüm buna. Çünkü insani yönümde bir eksiklikti bu. Dışarı çıktığımda kardeşlerimi, onları bırakıp gittiğim yaşta görüyordum. En tuhafı kendimi 30’lu yaşlarında bir kadın gibi hiç hissedemedim.

Kaynak: http://t24.com.tr/haber/fatma-16-yasinda-neden-daga-cikti-nasil-sair-oldu/85180