Serenad

Sen benim derimden daha çok benimsin. Seni araken
İçimde damarlarımda, kanımda ışıkla örülmüş
Gizemli dokularımda sendin bulduğum. Sanki kandın sen
Taştın azıktın.
Bense dışında kaldım aklın, çılgınlığın, giysilerin
Eski bir karanlık ve ormanlar soyundan geliyorum.
Ama tıpkı bir kuyudaymış gibi iki büklüm
Kör bir adam gibi el yordamıyla
Yolumu bulmaya çalışırken topraklarımda
Adımlarıma yön verecek parmaklıklar yoksa da
Vardır senin gülünün büyümesi evimde
İçimde büyümeyi sürdürüyorsun köklerin çok derinde

…………………

“Kim var orada, kim var orada”
diye sorarım sanki gecenin
Geç saatlerinde… birisi kapımı çalmış gibi
Bir de baktım ki boşluğun ortasında rüzgardan başka bir şey yok
Sulardan, ağaçlardan, gündüzleyin yaktığımız
Ateşlerden sönmeye yüz tutmuş
Sanki hiçbir şey yokmuş da
Var olan herşey oradaymış gibi…
Sanki yeryüzünün bütün toprakları kapımı tıklatıyormuş gibi
Adsız, yaşam gibi belirsiz
Filizlenen bitkiler ve çamur gibi bulanık
Gözlerimi kapar kapamaz uyanırsın canevimde
Ben toprağa uzanınca doğarsın uçuşan tozlar gibi
Yatağını aşındıran nehir
Birbirine dolanmış çıplak ağaç köklerini koruyarak büyürse
Sen de onlar gibi büyürsün bende
O nasıl karanlığıyla birlikteyse, sen de benimle birliktesin
İşte kan ya da buğday
toprak ya da ateş
yaşarız burada bir tek bitki gibi
Yapraklarının anlamını bilmeyen.

Pablo Neruda
Çeviren: Hilmi Yavuz

serenad Serenad

Semender

Ve Douve’sun işte sen şimdi son odasında yazın.
Bir semender duvarda kaçıp gitmede. O güzel
insan başı yaymada yaz ölümünü. “Yok
olmak isterim sende, dar yaşayış” diye haykırıyor Douve.
Boş şimşek dudaklarıma koş, içime işle!

“Bak bana, bak bana, koştum ben!”

Yanındayım senin, Douve, ısıtıyorum seni.
Aramızda yalnız bu çakıldan lamba var, bu
dinmiş biraz gölge, ellerimiz ki gölge
bekleyip durur. Şaşırmış semender, kalmışsın
kımıltısız.

Yaşamış olmakla ânını bilgiye dönüşen en yakın tenin.

Semender yeniden göründüğünde, güneş
Daha yeryüzünde pek alçaktaydı,
O parlayan gövdeyle bezenmişti yol taşlarıysa.

Daha yeni koparmıştı son
Bağlantıyı ki gölgede dokunulan yürektir o.

Yarattı yarası, o kayalar görünümü,
Bir ölüm vadisini kımıltısız bir gök altında.
Dönüp gene bütün camlara, yüzü
Işıdı yıllanmış ölüm ağaçlarıyla.

Yves Bonnefoy
Çeviri: S. Maden

Yves+Bonnefoy+semender Semender

Basit Bir Yalnızlık da Yeterdi

Basit bir kareli defter de yeterdi
Samatya istasyonunu anlatmak için
akşamı beklerken
beklerken parçalanmış umutları
biraz önce yağmur yağmış o istasyon
hüzün dağıtırken
uzaktan bakanlara bile
kıyı yolundan geçenlere
ve yolculara ki hüznün kendisidir
biraz şairdir akşama doğru
anlayışla bakar istasyon şefi
hafif gülümseyerek
ve aldırmaz bile
ve birden gün geçer
aldırmaz
tirenlerle yolcularla yüklerle
biletlerle pasolarla geçer gün
ve Egemen Berköz evine döner
Kupkuru yüreği hüzünden
hatboyu kırık dökük ev içlerinden akşama doğru
bir gün bir kadın çamaşır asarken memelerini görmüştür
bir gün don fanile bir adamı sabah sabah pilav yerken
bir gün her gün çocuklar görmüştür kirli ve arsız
bir gün her gün insanlar biletler istasyon memurları
ve bir gün Egemen Berköz evine döner
Sabah midesi bozuk
öğlen fasulye kılçıklı
bir parti satranç oynamış
iki metin yazmış
Pavese’den birkaç sayfa okumuş
birkaç çıplak kadın resmi bakmış
pencerede birkaç dal ağaç
ve birkaç ondört onbeşinci kat uzaklarda
rüzgarda perde uçuşmuş durmuş
sonra aklında kaktüsleri
sonra Ben Shahn’nın ve Amerika’nın insanları
sonra Töbder’in ve Türkiye’nin insanları
sonra çantasında bir ufak yeni
sonra elinde bir küçük kavun
sonra içinde kıpırdanan bir şeyler
Egemen Berköz evine döner
Tirenden inip istasyondan çıkıp
istavritlere kolyozlara bir göz atıp
tırmanır Mütesellim yokuşunu
tırmanır Ünal apartmanının merdivenlerini
düşünür ta beşinci kat onaltı numaranın kapısına kadar
düşünür basit bir kareli defter de yeterdi
basit bir kareli defter de

Egemen Berköz

samatya+istasyonu Basit Bir Yalnızlık da Yeterdi

Uzanmak Gölgesine Solgun ve Dalgın

Uzanmak gölgesine, soluk ve dalgın,
güneşten kızgın bir bostan duvarının,
dinlemek böğürtlen dikenlerinin arasından
tarlakuşlarının şakımasını, hışırtısı yılanların.

Toprağın çatlağında, burçak otlarında ya da
izlemek kırmızı karınca dizilerini,
kâh dağılan, kâh toplaşıveren
başak kümeciklerinin üzerine.

Gözlemek dallar arasından, çırpınışını
denizin uzaklarda, pul pul,
yükselirken ağaçsız tepelerden
ağustos böceklerinin titreyen şarkısı.

Ve dolaşırken göz kamaştıran güneşte
hissetmek hüzünlü bir hayretle
nasıl da benzediğini, hayatın ve acılarının,
üstü cam kırıklarıyla kaplı
şu duvar boyunca yürümeye.

Eugenio Montale

Çeviri: Egemen Berköz

Uzanmak+g%C3%B6lgesine+soluk+ve+dalg%C4%B1n Uzanmak Gölgesine Solgun ve Dalgın

Ahret

Bu garip dünyada ben yadırgadım yerimi…
Yıllardan sonra bir gün görüp çektiklerimi,
Tanrım, bir meleğine emredecek: “Yetişir!”

Gözlerimi o saat sessiz kapayacağım.
Beni bekleyedursun artık ılık yatağım,
Bütün yorgunluğumu alacak bir teneşir.
Bir yükü atmış gibi sırtımda bir hafiflik,
Oraya geçmek için aşacağım bir eşik.
Bir lâhza tutacağım bana uzanan eli.
Bir el gözlerimdeki perdeyi sıyıracak.
Onları bulacağım!.. Ve annem şaşıracak:
“Oğlum! Ne kadar da büyümüş ben görmiyeli.”
Ziya Osman Saba

oglum+ne+kadar+buyumus+gormiyeli Ahret

Dilek

Bir küçük, bir küçücük evim olsa;
İçinde bir küçük, bir küçücük halım olsa;
Bütün bunlar benim öz malım olsa.

Masam, mürekkebim, etajerim,
Penceresinde benim perdelerim,
Etajerinde kitaplarım olsa.

Bir ufak, bir minicik evim olsa;
İçinde bir kadın, beni parasız pulsuz seven bir kadın
Bu kadın karım olsa!

Nerde, hangi şehirde olursa olsun,
Bir küçük, bir küçücük evim bulunsun,
Bir ufacık halım olsun yeter,
Yeter de artar bile!

Nerde, hangi şehirde olursa olsun,
Etajerim, kitaplarım olsun,
Beni parasız pulsuz seven karım olsun yeter,
Yeter de artar bile!

Cevdet Kudret Solok
dilek+cevdet+kudret Dilek

Ölüm Şarkısı

Ölmüşüm… Yanımda hiç kimseler yok;
Vücudum, soğumuş bir yataktadır,
Ruhum, karanlıkta kaybolan çocuk
Gibi başucunda ağlamaktadır.

Artık her şeylerim uzaklaşıyor,
Beni bırakıyor elbiselerim;
Ayağım başıtndan ayrı yaşıyor,
Alnımın terini duymuyor derim.

Kulağım sesleri duyarmış gibi,

Boşluğun içinde açılmış kalmış;
Arkasında hâlâ göz varmış gibi
Gördüğüm bir derin hayale dalmış.
Elimle yüzüme dokunabilsem
Besbelli yüzümü tanımaz elim;
Hangi yana, hangi yana çevrilsem
Eşyama, kendime sahip değilim.
Ah bakın! Bir çile iplik halinde

Boşluklara doğru süzülüyorum 
Dünyanın en tatlı geldiği günde 
Bu ben öbür benden süzülüyorum.

Rüzgar değmez oldu artık yüzüme,
Gün ışığı kapıma boş yere gelir;
Kötü bir düş gibi dolar gözüme,
Bu toprak bana dağ, size tepedir!
Toprak yukarda, gül, aşağıda yılan!
Elimde kelepçe, gözümde burgu!
Toprak, kemiğimden etimi soyan
Hırsız, kanlı katil, kefen soyucu!
Bütün uzuvlarım bana darılmış,
Kulağım unutmuş artık sesimi;
Hepsi ayrı ayrı hayale dalmış,
Bu omuz, bu ayak bu el benim mi?
Girdiğim çukurdan iki facia:
Burda karınca dev, insan noktadır;
Toprağın altında bir zaman daha,
Tırnaklar ve saçlar uzamaktadır!
Ölüler, ölüler, koşun imdada!
Ölüler, sizin en yoksulunuzum!
Ölüler, koşun ki öbür dünyada
Topraktan bir sema ile mahpusum!
Yağmur çisil çisil üstüme yağar.
Tabiat kardeşim yasıma ortak;
Şehrin üzerinde uçan bulutlar
Serviler ucunda sallanan bayrak!


Şimdi sonu gelmez maviliklerde
Yağmurlar ruhumu yıkamaktadır;
Tenimin ruhumdan koptuğu yerde
Bir gizli facia kanamaktadır.

Acımı duyamaz oldu kimseler
Bana bir tahammül ver “aklıselim”;
İnsanlardan ayrı kaldığım yeter,
Yetişir onları göremediğim!

Yetişir yetişir yalnız yaşamak,
Kimselere görmeden heryeri görmek;
Yokluğu içimde her an taşımak,
Ziyayı işitmek, sesleri görmek…

Usandım buluttan,aydan,yıldızdan;
Elverir yürümek samanyolunda;
Usandım elinden ey dipsiz zaman,
Ey sema, ey sonu gelmiyen kıta!

Ağaçlar,özledim serin ve asil
Gölgeniz altında uyuklamayı;
Artık böyle her gün yakından değil,
Uzaktan görmeyi özledim ayı.

Ey dünya,cazibe kuvvetin nerde?
Artık beni kurtar semadan kurtar;
Sar beni sarmaşık, çek beni dere,
Bana elinizi verin ağaçlar!

Cevdet Kudret Solok

olum+sark%C4%B1s%C4%B1 Ölüm Şarkısı

Besbelli

Besbelli ölümüm sabahleyindir,

İlk ışık korkuyla girerken camdan.
Uzan başucumda, perdeyi indir,
Mum olduğu gibi kalsın akşamdan.

Sonra koş terlikle haber vermeye,
“Kiracım bu sabah can verdi” diye,
Üç beş kişi duysun ve belediye
Beni kaldırmaya gelsin odamdan.

Evden çıkar çıkmaz omuzdan tabut,
Sen de eller gibi adımı unut.
Kapımı bir kaç gün için açık tut,
Eşyam bakakalsn diye arkamdan..

Ahmet Kutsi Tecer

besbelli Besbelli

Anarlar haşredek elbet şiirden zevk alan ahbâb

“Elbette Nedimaya gelirken susar ebcet
Bir lâle yeter başkaca tarihe ne hâcet.”

Büyük Ahmet Nedim’in kârı öğretmek imiş her an
Şiir hem bilgi dünyasında üstün usta bir insan

Bir akşam ansızın bir çağrı ermiş “Gel” deyu haktan
Ne can kalmış ne canan ne yoldaş ancak tertemiz imân

Anarlar haşredek elbet şiirden zevk alan ahbâb
Ölüm tarihi olmuş Nedim’i şah’ı ceys’i enbiyâ yarâb.

(Şair Ahmed Nedim (1881-1730), İstanbul Karacaahmet mezarlığındaki kitabesinden)
Kaynak: Ölüm ve Mezar Şiirleri Antolojisi / M. Orhan Bayrak / Bilge Karınca Yay.)

esinti+gezinti+%2528128%2529 Anarlar haşredek elbet şiirden zevk alan ahbâb

Gazel

Sen vâr iken ey dost banâ yâar gerekmez
Cevrin çekeyim gayri vefâdâr gerekmez

Cevrin de vefâdır bana derdin de vefâdır
Bîmar dile bir dahi tîmar gerekmez

Cânâ bu cihan içre vefâdâr sanemler
Her kûşede gerçi nicesî vâr gerekmez

Kûyunda senin dâima uryan olayım tek
Cennete banâ hulle ü destâr gerekmez

Mest-i mey-i aşk ol, yürü âlemde ki Mihrî
Pes rind-i harâbât olana âr gerekmez

Mihrî Hatûn
mihri+hatun Gazel