Bana Bulaşmasın

Yağmur çiseliyor ya
bana bulaşmasın der gibi
çekinerek bakıyor penceredeki saksı

kente uzak, kırlara yabancı

Kemal Özer
penceredeki+saksi Bana Bulaşmasın

Birikime İnanmak

Dalgayı haber veren yakamoz
kimin gözüne çarpar kıyıda?
Çiçeğe durduğunu kim ayırt eder
tepeden tırnağa giyinmeden ağaç?
Kimin dikkatini çeker küçücük bir bulut
güneşi kapatmadan önce?

Kemal Özer

kemal+ozer Birikime İnanmak

Ne Çok Enkaz

sizi bir yerlerden tanır gibiyim
galiba bodrum’daydı geçen yaz
t-shirt’leriniz vardı türkuvaz
pabuçlar ‘all star american’
ne tutucuydunuz ne de bağnaz
sabah kahvaltısında beethoven chopin
akşamları hacı ârif incesaz
n e ç o k e n k a z

sizi bir yerlerden tanır gibiyim
sanırım bodrum’daydı geçen yaz
güngörmüş saçlarınız vardı beyaz
bakışlarınız alaycı ve delişmen
mavi yolculuklarda yıldız-poyraz
balık yemekten ve çok sevişmekten
gut’a yakalanmıştınız biraz
n e ç o k e n k a z

sizi bir yerlerden tanır gibiyim
her halde bodrum’daydı geçen yaz
daracık sokaklarınız vardı çıkmaz
viskiyi çok sever az içerdiniz
gün boyu meyhane café-bar caz
‘yine de en büyük rakı’ derdiniz
iki cami arasında beynamaz
n e ç o k e n k a z

sizi bir yerlerden tanır gibiyim
elbette bodrum’daydı geçen yaz
sözcükleriniz vardı ince mecaz
aşklarınızı şiirle yıkardınız
bir yığın kadın huysuz utanmaz
her biriyle ayrı yatardınız
bin türlü işve bin türlü naz
n e ç o k e n k a z

sizi bir yerlerden tanır gibiyim
mutlaka bodrum’daydı geçen yaz
dostlarınız vardı köylü ve kurnaz
bireysel konularda acımasız
ülke sorunlarında vurdumduymaz
batı’lı düşünür doğu’lu yaşardınız
azıcık hicazkâr her dem şehnaz
n e ç o k e n k a z 

Ahmet Necdet
ne+cok+enkaz+ahmet+necdet Ne Çok Enkaz

Yalnızsın

Bir akşam ışıkların dağlara güldüğünü
Bir akşam bulutların seyre döküldüğünü
Görürsün, hasretiyle sabah ezgilerinin
Bir akşam gözlerin ufka dalar pek derin
Kuşlar öter, uçuşur, yeşil dallara konar
Umutlar yaprak yaprak alevlenir de yanar
Son mutluluk sesleri dökülür dudaklardan
İnsanlar gölge gibi çekilir sokaklardan
Rüzgar okşamaktayken annen gibi tenini
Gecenin kolları sessizce yakalar seni
Anlarsın gözlerinin dolup boşaldığını
Anlarsın yalnızlığını ve yalnız kaldığını

Nurullah Genç

yaln%C4%B1zs%C4%B1n+nurullah+genc Yalnızsın

Yabancılaşma

Ağaçlar yitirmişler artık ağaçlıklarını gözümde.
Dallara rüzgarda yelken açtıran yapraklar da tükenmekte.
Yemişler tatlı, ama sevgi yoksulu.
Bir susuzluğu bile gideremiyorlar.
Ne olacak şimdi?
Gözlerimin önünde kaçmakta orman,
kulaklarımdaki kuşlar sessizliğe gömülmüş,
kalmamış bana döşeklik edebilecek bir çayır.
Bıkmışım artık zamandan,
ve zamanın açlığı içimde.
Ne olacak şimdi?

Ateşler yanacak gece bastırdığında dağlarda.
Yoksa davranıp yine koşmalı mı oralara?

Yollar yitirmişler artık yolluklarını gözümde.

İngeborg Bachmann

Yabanc%25C4%25B1lasma Yabancılaşma

Beşinci Mevsim

Aşk ülkesinde
Bir adam gerek, tüm boyutlarıyla demirden
Geçirmiş olmalı dört mevsimi
Ve yaşamalı beşinci mevsimde
Baharı görmüş olmalı
Ve yakıcı yaz güneşini
Tecrübe etmiş olmalı
Hazan vurmuş yaparaklara rüzgarın hücumunu
Ve kemik sızlatan kış soğuğunu
Yükseklerin karını süpürmüş olmalı
Ve tecrübe ve dert birikintisiyle
Beşinci mevsimde oturmalı
İmkansız ve mümkün bir mevsim
Bu mevsimde aşk
Bürünür bir başka renge
Aşk ülkesinde
Bir adam gerek, uyanık
Sabırlı
Fedai
Ki durmalı doruklarda
Ve aşk haykırışı sağır etmeli dünyanın kulağını
Ve aşk ülkesinde
Çadır kurmalı

Ferhad Abidini

Çeviren: Mehmet Kanar
besinci+mevsim Beşinci Mevsim

Cythere’ye Yolculuk

Kalbim bir kuş gibi, hür ve şen şatır
Uçuyordu kanatlar gergin; halatlar gergin
Ve gemi kayıyordu, ışık saçan güneşin
Sarhoş ettiği melek, sularda ağır ağır.

Bu kara, bu mahzun ada hangisi?
Bu Cythere, şarkıda yaşayan diyar;
İhtiyar çocuklara Eldorado ninnisi;
Halbuki zavallı bir toprak, dostlar!…

Tatlı sırlar adası ve kalp bayramlarının.
Tutmuş meşhur Venüs’ün güzel, mağrur hayali
Bir koku gibi, deniz ve göğünü, anlarsın.
Aşk, bahtsızlık doldurur ruhlara onun eli.

Yeşillikler, açılmış çiçeklerin ülkesi,
Yok sana kapılmamış tek millet, tek bir kimse.
Havanda öyle uçar dindar kalplerin sesi
Gül bahçesi üstünde koku nasıl yüzerse.

Veya bitmez ötüşü vahşi bir güvercinin…
-Cythere artık pek zayıf insanların toprağı;
Artık bir çakıl çölü, çığlıklar acı, derin.
Buna rağmen var bence bir tuhaf başkalığı.

Bu bir tapınak değil, bir orman gölgesinde,
Ki bir genç rahibenin, -çiçeklerle sevişmiş-,
Gittiği yer, vücudu sır alevinde pişmiş,
Rüzgarların varlığı eteğinin sesinde…

Fakat işte sahili tâ kökünden uçuran
Kuşlarla yelkenleri birbirine katan su!
Gördük ki üç ayaklı bir darağacıydı bu,
Siyah bir selvi gibi gökten apayrı duran.

Biraz önce asılmış genç avları üstüne
Çullanmış yiyorlardı çılgın yırtıcı kuşlar.
Kâfir gagalarını can evine sokmuşlar
Her kanlı noktasından, gözleri döne döne..

Gözleri iki delik, karın kısmı boşalmış,
Kalçaları üstüne akıyor barsakları.
Cellâtlar ağza kadar iğrenç zevklere dalmış.
İğrenç zevklere batmış gaga ve kursakları.

Ayakları altında, bin ağızlı bir sürü,
Burun havaya kalkık, fır fır dönüyorlardı.
En büyüğü ortada, çığrışıyorlar: “Yürü.”
-Bir cellat yanında binbir yardımcı vardı.

Ey Cythere’in, çok güzel bir semanın çocuğu
Bütün bu acıları sesszice çekeceksin!
O hayasız tapınman sebebi işkencenin;
Mezardan mahrum eden, günahların soluğu.

Senin acın yazılı en duygulu yerime!
Görünce seni yavrum, o sarkık kol ve ellleri.
Yükseliyor bir kusma gibi tâ düşlerime
Eski acılarımın kabarık, uzun nehri.

Ey aziz hâtıralar şahı biçare şeytan!
Senin önünde duydum, panter ve kargaların
Kuvvet ve şiddetini, çene ve gagaların,
Didik didik edecek kadar bana can atan.

-Sema câzibedardı, deniz bir su, yekpare;
Fakat her şey kapkara ve kanlı benim için.
Bir hüzün sisi sarmış ne yazık ki çepçevre,
Kalın bir kefen gibi, etrafını kalbimin.

Senin adanda Venüs! buldum bir tek şey gerçek;
Gölgemin asıldığı hayalî bir sehpa, ah!
Tiksinmeden vücut ve kalbimi seyrederek
Kuvvet ve cesareti ver bana Rahim Allah!

Charles Baudelaire
Çeviren: Sezai Karakoç
cythereye+yolculuk Cythere'ye Yolculuk

Yüksek Topuklar

“Hayatım içimden geçen cümleler içinde geçti.”

“Araba kullanmak için ehliyet alınıyor, doktorluk, avukatlık yapmak için diploma isteniyor, herhangi bir işyeri için ruhsat belgesi şart koşuluyor, berber falan olmak için kalfalık, ustalık belgesi gerekiyor da ana baba olabilmek için neden hiçbir yeterlilik belgesine gerek duyulmuyor?

Bu tür tartışmalarda çocuk sahibi olmanın tabiat gereğiyle açıklanmasına da bayılırım; günümüzde bu anlayışın herhangi bir geçerliliği kalmış gibi. Yüzyıllardır bütün dünyayı tabiata karşı giydirdikleri halde bir tek çocuk yapma konusundaki bu tabiyatçılık sinirime dokunuyor doğrusu. Beşinci sınıf kooperatif evleri yapacağız, balkonunda mangal çevirip geğireceğiz diye beş yüz yıllık ağaçları hart hart doğrarlarken tabiat akıllarına gelmez; kanalizasyon borularını su kaynaklarının tam ortasından geçirirken de tabiat hatırlanmaz. Cinsellik ve türevleri söz konusu olduğunda ise bir tabiatçılık bir tabiatçılık! Üstelik hiç kimse cinselliğini tabiatına göre yaşayamazken…”

“Erkekler yalnızca beraber olduklarında değil, ayrıldıklarında da eksiltiyorlardı kadınları…”

“Ne yazık ki, kadınlar arasında kurulan ittifakların çoğu, ancak başka kadınlar söz konusu olduğunda mümkündür.”

“Kadınlar esir alındıkları yeri, korundukları yer sanırlar. Kadnlar için hem siper hem sığınaktır mutfak ve her zaman sıcak aile yuvasının içimizi ısıtan sembolü anlamına da gelmez; yaşayan ölüler halina gelmiş kimi kadınların morgudur aynı zamanda. Toprağa verilene kadar bekledikleri yerdir.”

Bilirsiniz, bedenler sonra ölür.”

“Bazı insanların her şeyleri gibi neşeleri de yorucudur.”

“Bütün cevapları içinizden vermemekte yarar vardır. Sitemin hakkından en iyi daha baskın bir sitem gelir.”

“Bir süredir kafama taktığım şeylerden biri de, iki soyadlı kadınlar. Allahım ne kadar çoklar! Yakında Çin Halk Cumhuriyeti nüfusu kadar edecekler. Ayrıca çifte soyadın söylenişinde hep bir ‘yecüc mecüc’ havası oluyor. (Ki, bu atalarımızın sahiden Ortaasya’dan geldiğinin ispatı olan bazı kadınlara çok yakışıyor) Hem babasının hem kocasının atasoyunu taşımadaki ısrarlarında, amaçlananın tersine feminist bir yan göremiyorum ben. Kadınlara soy kimliğini, hem koca hem baba soyadlarıyla veren erkek vurgusunu katmerlendirmekten başka… İkinci soyadını değiştirmedeki sıklıklarına bakılırsa, yolunda gitmeyen yalnızca adlarına eklenen ikinci soyadların sahipleri ve onlarla olan ilişkileri de değil. Bu kadar sık değişen ikinci soyadı, karşıymış gibi göründükleri evlilik kurumuna olan inançlarının da naçiz bir ifadesi olsa gerek… deneye deneye bir gün olacağını sanıyorlar zahir. Aynı yerde açılan dükkanlar, ne kadar tabela değiştirirse değiştirsin, bir türlü tutmazlar. Bana kalırsa, birçoğu ikiledikleri soyadlarıyla, bir yandan da, etrafa koca bulduklarının duyurusunu yapmaya çalışıyor aslında, ‘ Benimki çok üzülüyor onun soyadını kullanmıyorum diye,’ diyerek koca üzüntüsü yatıştırıyor görünmenin altında, aslında ‘ Artık benim de bir sahibim var,’ demenin, akılları sıra incelikli bir yolunu buluyorlar. Yani hem geleneksel oyunların nimetlerinden, hem modern zamanların her tür kazancından yararlanarak hiçbir müsameren eksik kalmamaya çalışıyorlar. Sıradan bir ikiyüzlülük değil bu; ne yazık ki, kadınlara özgü dişil bir ikiyüzlülük! Kadınlar, bahane bulmada erkeklere oranla çok daha incelikli ve ustadırlar. Üstelediğinizde, soyadları yüzünden, devlet dairelerinde, postanelerde ya da bankalarda yaşanan aksiliklerden, boşandıklarında soyadlarından ötürü yaşadıkları güçlüklerden, gündelik hayatta karşılaştıkları zorluklardan falan söz edeceklerdir, artık ne kadarını yerseniz!”

“Yorgunluk benim genel halim. Bana, ‘Nasılsın?’ diye soranlara, en sık verdiğim yanıtın ‘Yorgunum,’ demek olduğunu keşfettiğim günden beri, daha bilinçli olarak ‘Yorgunum’. Şu memlekette yaşayıp da yorgun olmamak mümkün mü? Beden yorgunluğu dediğinden ne olacak, iki-üç dinlenmeyle geçer, ama ben aslında vatan yorgunuyum! Ruh yorgunuyum, gönül yorgunuyum, hayat yorgunuyum; öğrenmek, bilmek, anlamak, anlamamış gibi yapmak, düşünmek, hissetmek, tanımak, tanık olmak, katlanmak, anlayış göstermek, görmezden gelmek, üzerinde durmamak, idare etmek, üzülmemiş görünmek, alışmak, alışamamak, sabretmek, katlanmak, beklemek yorgunuyum. Tam da artık bu memlekette hiçbir şey şaşırtamaz beni sanırken, her seferinde yeniden şaşırmak yorgunuyum.”

“Birçok kadın delirmemek için, kendini ev temizlemeye vurarak delirir.”

“Her çocuk sahibi kadın, buna karşılık hayatının en az yarısını öder. Geri kalan yarısındansa artık ne çıkarsa!”

“Bilincin laneti, insanoğlunun uğradığı lanetler içinde en korkuncudur.”

“Toplumsal hafıza, yalnızca başarmışların kaydını tutar. Kaybedenlerin hikayesi hiç saklanmaz. Oysa dünya tarihinin çok önemli bir bölümü kaybedenlerin hikayelerinde saklıdır.”

“Yalnızsanız, zamanın ve ölümün fazlasıyla farkındasınız…”

“Kalabalıkların başıboş uğultusu, içinizdeki uğultuyu oyalar… İnsanı içinin sesini dinlemekten alıkoyan gürültüler, kimi zaman bir çeşir terapi yerine geçebilir.”

“Bazı hayaller, boşa çıksalar bile, gücünü yaşanmışlıktan alan hatıralar kadar canlı ve şiddetli hatırlanabilirler.”

“Şimdi her çeşit kötülüğün, zeka oyunu;her çeşit aşağılamanın ince alaycılık sanıldığı bir çağa geldik.”

“Mutlaka her durumda vermem gereken bir karşılık bulunması zorunluluğunu hangi yaşlarda, nasıl edindim bilmiyorum. Hiçbir şeyi kesin sessizliklere, belirsizliklere, suskunluk anlarına, boşluğa emanet edememek, gerçek bir iç yükü… Oysa, dünyanın açıklamalarla kolaylaştığını kim söylemiş!”

“Yanıtları merak gidermede değil, yeni sorular üretmede kullanıyor, bütün çocuklar gibi. Her açıklama çabası, saniye sektirmeyen yeni bir soruya yol açıyor. Bir tek çocuk bile, dünyadaki bütün 5N’lerden nefret ettirebilir insanı. ‘Ne, Neden, Nerede, Ne zaman, Nasıl?’Oysa, gerçek yanıt ne kadar güzel ve yalındır: ‘Elinin körü!'”

“Kadın dediğin, başına gelenlerin üzüntüsüyle yetinmez, gelebilecek olan bela çeşitlerini de hayal ederek, derdini çoğaltır.”

“Zamana derinliğini veren şey hüzündür.”

“Bütün arkadaşlarım, tanıdıklarımla içimden konuşuyorum. Çünkü dışımdan konuşsam, diyeceğim şeyler hiç hoşlarına gitmeyecek. Hatta belki çoğuyla bir daha görüşemeyeceğim bile…Tanıdığım çiftlerin birçoğunda olduğu gibi, yemeğe çıkmak için, hep bir üçüncü kişiye gerek duyacak kadar birbirlerinden sıkılmışlardır ve yanılıp da gittiğinizde, daha ilk beş dakikada niye orada, o masada olduğunuzu anlayıverirsiniz. Birbirlerine anlatacak şeylerini tüketmiş, baş başa kalma arzularını yitirmişlerdir; böyle gecelerde, size, onların tükenmiş filmlerinde ” yardımcı kadın oyuncu” rolü oynamak düşer… Yeni tanıştıklarında aralarına kimseyi istemeyen, hatta dünyayı görmeyen gözler, zamanla başka birilerinin varlığına gereksinim duymaya başlar. Çevrelerindeki herkes, yalnızca arkadaşları olmaktan çıkıp, evliliklerini ya da beraberliklerini kurtarma operasyonunun birer cansimidine dönüşür.”

“Kadınların sahiplenme duygusu bunca güçlü olduğu halde, hayatta sahip olmak istemedikleri tek şey, ‘yaş’ galiba.”

“Bir nihilistle hiçbir şey tartışılmaz. Tartışılsa da zevki olmaz.”

“Neden, herkes kendi yaşam deneyiminde, şimdi ulaşmış olduğu yeri, insanlığın geldiği son nokta sanır?”

“Sürüden ayrılayım derken, sonuçta başka bir sürü yaratmaya yarayan her çeşit seri üretimden kendimce uzak durmaya çalışırım.”

“Hatırlamak başka şeydir, hatıra sahibi olmak başka…”

“Güçlü kadınlar, erkekleri zayıf kadınlardan daha iyi severler. Sevmek güç gerektirir çünkü. Zayıfların sevmek için bahaneleri, güçlülerinse gerekçeleri vardır. Arkalarında durabilecekleri gerekçeleri. Bahanelerse çabuk değişir. Aşk, ihanet, sadakat ve benzerleri söz konusu olduğunda, kadınlar, zayıf mı, güçlü mü olduklarına bakmaksızın, kendilerini bütün kadınlarla bir tutarlar, oysa en başta zayıf kadınlarla güçlü kadınlar bir değildir.”

“Aslında hiçbir anne oğlunun hayatında kendi yerini alacak birini istemez, ama öyle görünür. Birçok anne oğullarına eş olarak ancak kendilerinin “dublörü” olabilecek kızları beğenirler. Hayatlarının geri kalanını da “dublörlerinin” hata ve kusurlarını aramaya adarlar. İnsanın tepesini attıran bu kadınların önüne oğullarını atıp, ” Hadi gel benim yerime sen oyna,” diyesiniz gelir.”

“Her insan, kendi olması karşılığında topluma bir bedel öder. Az ya da çok, ama mutlaka bir bedel. Kimse bedelsiz kendi olamaz. Bu bedel çoğu kez yalnızlıktır.”

“Uğruna neler kaybettiğinin hesabını yaparak hiçbir zaferin tadını çıkaramazsın. Bu yüzden nelerden vazgeçmiş olduğumu düşünmem bile! Kazandıklarıma bakarım.”

“İnsanların acıları onlar çok konuştukları için uzun sürüyor.”

“Çok gevezelik eden bir toplumduk belki, ama aslında hiç konuşmuyorduk. Sahiden konuşmuyorduk.”

“Belli bir zenginliğin, refahın ve konforun içine doğmuş, zaten bunlarla büyümüş insanların gerçeklik duygusu ve gerçeklikle kurdukları ilişki biçimleriyle, paraya ve onun getirdiklerine sonradan sahip olmuş insanların gerçeklik duyguları da, gerçekleri de aynı değildir. Bu ikinci gruptakiler, kendilerini yeni gerçekliklerine ikna etmek için, çok daha fazla gösterişe, daha fazla tekrara, daha fazla vurguya gerek duyarlar. Görgüsüzlük denen şey, bu yüzden çok sahici bir şeydir. Yeni hayatlarına, sahiden zengin olduklarına inanmak için yaparlar bütün bunları; kendilerini her an uyanabilecekleri bir rüyanın güvensizliği içinde hissettiklerinden uykusu tedirgin zehirli bir mutluluk içinde yaşarlar.”

“Herkesin namusu yakalanana kadar!”

“Eskiden insanlar banka soymak için yüzlerine bir mendil takar, ellerine bir silah alır, banka kapısına dayanırlardı; şimdi banka soymak için banka kurmak yetiyor.”

“Kadınlar kandırılacaklarsa eğer, bunu bir erkeğin yapmasını isterler, bir kadının değil!”

“Geçmişe hüzünlenmek bile, safiyetini yitirip, bir trend oldu nicedir. “Nostalji modası” deniyor şimdilerde; zamanı “değer”lerle tartanların sahiden soylu bir iç sızısıyla andıkları geçmişle, günün modası gereği sığ bir mazi yardakçılığıyla üretilip tüketilen “nostalji” arasındaki derin fark ayırt edilemiyor. Her sümüklü sızlanış nostalji sanılıyor. Herkesin bir geçmişi vardır sanılıyor. Yazık ki, geçmiş bile herkesin değildir. Kimileri yalnızca hatırlar. Hatırlayanlar başkadır, mazisi olanlar başka. Mazi edinilir. Mazi de birçok şey gibi emek ister insandan. Hatırlamak sanıldığı kadar kolay değildir. Yaşıma göre yıllarımı ve hayatımı bunca ağırlaştıran şeyin, hatırlama gücüm olduğunu düşünüyorum.”

“Kadınlar erkeklerden daha çabuk, daha derin küserler.”

“Kadınlardan ‘seri katil’ çıkmadığı hep söylenir ya, düşünüyorum da, ben bunun ilk örneği olabilecek bir potansiyel taşıyorum aslında. Beni engelleyen şey, belki de bütün kadınları engelleyen şeyle aynıdır: Kadınların en önemli erdemlerinden biri olarak, birkaç adım sonrasına akıl erdirebilme yetisi. Kadınlar doğal stratejistlerdir. Şiddetin toplumsal silahları olmadığını bilirler. Fiziksel şiddet toplumsal gramerde erkeklere aittir. Onu kullanmaya kalkışıp görüldükleri, ortaya çıktıkları anda bu silahın kendilerine daha büyük zararlarla geri döneceğini bilirler. Bu yüzden hayallerini uygulamak yerine, yazmakla yetinirler. Polisiye yazarı kadınların çokluğu, hem bu potansiyele işaret eder, hem de onların bu potansiyelin taşıdığı tehlikelerin ne denli farkında olduklarını gösterir.”

“Erkeklerle konuşmakmış!
O kadar konuşmayla, ben ne kadarını başarabildim ki?
İlişkinizin pürüzlü ve zor bir zamanında sevgiliniz olan erkeğe “gel konuşalım” demek aslında şu anlama gelir:
“Ben konuşacağım.Sen dinleyeceksin.”
Erkeklerin konuştuğu görülmüş müdür?
Nitekim bana da her seferinde öyle olmuştur. Ben konuştuğumla kalmışımdır. Onun söyledikleri daha çok “kafam çok karışık”, “tam olarak bilemiyorum”, “biraz düşünmem lazım”, “bana biraz zaman tanı”, “bunu sonra konuşuruz” şeklindedir. Konuşma konusu futbol olmadığı sürece erkekleri konuşturmanın ne kadar imkansız olduğunu ben mi öğreteceğim size?
Duygularına, düşüncelerine ad aramaktan hoşlanan kadınlardır, erkekler değil. Erkekleri buna zorlamayın, siz kaybedersiniz. Hele erkeği iç yolculuklara davet eden tutum, davranış ve konuşmalara asla kalkışmayın, o yolculuklardan hiçbir erkeğin geri döndüğü görülmemiştir. Bu aynı zamanda sizin de ayrılık yolculuğunuz anlamına gelir. ki, şu erkek kıtlığında bunu isteyip istemediğinizi bir kere daha düşünün!
Kimi kadınlar, çeşitli durum değerlendirmelerini didiklemeye vardırarak adamları canından bezdirirler. Açık söylemek gerekirse, kadın-erkek ilişkileri konusunda uzman-bilirkişi sayılabilecek kadar deneyim ve bilgi sahibi değilim ama, gene de sınırlı deneyimlerimden öğrendiğim kadarıyla, erkeğin her davranışına, her duygusuna, attığı her adımına “sözlükte” bir karşılık aramaktan vazgeçin. Yorulduğunuzla kalırsınız.
Erkekler öyle oldukları için öyle davranırlar.”

“Rüya sahibinin kendinden sakladıklarını başkalarına söylemede pervasızdır.”

“Ayrılıkları ayrıntılar acıtır. Kadınları mahveden erkekler değil ayrıntılardır.”

“Arkadaşlarım bana sık sık insanlar hakkında önyargılı olduğumu söyler. Ben de onlara ‘Ben, o önyargı dediğiniz şeyleri kaç yılda kazandım, biliyor musunuz?’ derim.”

“Her kadın, kendisinin çok başka olduğuna ve diğer kadınlara benzemediğine inanır. Bunu nihayet bir erkeğin görmüş olması ve dile getirmesi hoşuna gider. ‘Ben senin bildiğin kızlardan değilim’ lafı durduk yere çıkmamıştır. Bunu söyleyen bütün kızlar aslında bildiğimiz kızlardır ve bilmediğimiz kızlardan olduklarını sanmamızı isterler. Bu yüzden ‘ Sen çok başkasın biliyor musun’, sözü, bütün kadın kulaklarına hoş gelir.
Ancak, çeşitli olasılıkların çoğalttığı sorular ve durumlar barındıran sinsi bir tuzak çalışmaya başlar bu sözün içinde:
Bir: Sahiden ‘çok başka’ bir kadın olmadığınız halde, kendinizi öyle sanıyor, kendiniz hakkında yanılıyor olmayasanız? Bir erkeğin erken yaşta öğrendiği hazır kalıp tavlama cümlesidir bu. denemiş, işe yaradığını görmüştür. Böyle bakıldığında, ne siz başkasınızdır, ne de o. Sizi birbirinize yakınlaştıran da, bunun tersini sanmanın sıradanlığıdır aslında.”

“Çocukluğum benim karanlığımdı. Bilinmez korkularımdı. Büyüyünce hallederim diyerek hayatımın rafına kaldırdığım ve bir daha indirmeyi göze alamadığım saklı yükümdü. Oysa, çocukluğumun gözlerinin, nice anıyı benden bile sakladığını yıllar sonra anladım. Hiç hatırlamadan hiç unutmamışım meğer. Utanmanın unutmak sanıldığı yıllarda insan kendi hatıralarıyla bile saklambaç oynayabiliyor.”

“İnsanların büyük çoğunluğu kendindeki kötülüğe kördür; saklayamadığı durumlarda en fazla “huy” diye nitelendirmeyi yeğler.”

“Geçtiğimiz yollarda kaybettiklerimizin bize en büyük kötülüğü, kendilerini tekrar tekrar hatırlatmalarıdır. Bir kere kaybetmekle kurtulamadığımız şeylerdir. Yoklukları hayatımızdaki varlıkları haline gelir. Hep, ama hep hatırlarız. Ne biçim kaybetmektir bu?”

“Bütün büyük aşklar gibi, birbirimizi terk ettikten çok sonra ayrılabildik.”

“Sevdiklerimizin hayatına ya erkek girer ya da geç kalırız. Bütün aşk dramları da bundan doğar zaten. Bize de öyle oldu.”

“Kadınlığın nasıl bir rekabet ve tehlike potansiyeli olduğunu, en çok beş yaşındaki kız çocukları hatırlatır insana. Henüz numaraları oturmamış, kartları kapatmayı öğrenmemişlerdir. Bir kadının içinin makinesini çalıştıran kablolar, bağlantılar ortadadır. Kadını bütün çıplaklığıyla görmek için en uygun yaştır o.”

“Bilirsiniz, birbirine benzeyen insanların dost olması, sanıldığı kadar kolay değildir. Aşılması gereken bir dolu ince ve sinsi tuzak barındırır. Birbirlerine benzeyen insanların dostlukları da,düşmanlıkları da bu yüzden sağlam ve kalıcı olur. Hangisinin sağlam olmasını istediğinize karar vermek artık size kalmıştır.”

“Ne yazık ki, başı dolu kadınlar, erkeğin omuzuna ağır gelir.”

“Bazı geçmiş hesaplaşmaları, ince eleyip sıkı dokumaya gelmez. Hani fasulye, semizotu, ıspanak ayıklarken, başta tane tane iş görüp sonra doğru yerli yersiz kusur bulur, tutam tutam elemeye başlarsınız ya, bir yaştan sonra yapılan iç hesaplaşmaları da öyledir. Uğruna aylar harcadığınız ayrıntılarla nice zaman yitirdikten sonra, bir bakarsınız ki, hayatınızın önemli bölümlerini blok blok atlamaya başlamışsınız.
Galiba bana olan da buydu. Ayrıntılarla çokça zaman yitirmiştim, geri kalanıyla da baş etmekte zorlanıyordum.
İyimser insanların bardağın dolu tarafını, kötümser olanların boş tarafını görmesiyle ilgili o ünlü örnekten yola çıkarak, beni çoğu kez bardağın boş tarafını görmekle suçlarlar. Ben öyle biri olmadığımı düşünüyorum. Bana kalırsa, benim sorunum,bardağın yarısının dolu, yarısının boş olduğunu aynı anda görmek ve iyimserler için yeterince iyimser, kötümserler için yeterince kötümser olmamak. bu da her zaman olduğu gibi beni gene herkesin içinde yurtsuz kılıyor.”

“Bir kere görmeye başlarsanız, artık hep görürsünüz.”

“Zenginlerin zenginlikleriyle gösteriş yapmalarından ne kadar nefret ediyorsam, yoksulluklarıyla övünenlere de tahammülüm kalmamıştı. Taşıdığınız çeşitli ideolojilere göre, gösterişin nesnesi değişebilir ama, sonuçta gösteriş gösteriştir ve içeriği ne olursa olsun, gösterişe dönüşen her şey çirkindir.”

Murathan Mungan / Yüksek Topuklar
Kaynak: http://erguvanlar.blogcu.com/

yuksek+topuklar Yüksek Topuklar

Gölge

Zaman siler
uzaklaşan bir gemidir anılar

Fırtına deprem ve kasırga
hepsini aşar küçük kızlar

Sokaklar da bir evdir
belki de daha kardeş yabancılar

En doğrusunu
yürek söyler
babalar gidince
kendi gölgesini görür çocuklar

Sen ki asla bağışlamazdın
işlemediğimiz suçları bile
senin yazdığın kader defterine
uymadım
kendimi seçtim

-Yaşken eğdin
nasıl da nasıl da acıttın dallarımı-

Yine de korkuyorum
ölürsün diye bir gün
kırılmış, ufalanmış kızcığın
büyüyor ve yaşlanıyor babalar.

Neşe Yaşın

babalar+gidince Gölge

Demiryolu Mecâzı

Hepimiz aynı trende oturuyoruz

Ve seyahat ediyoruz zaman içinde rastgele

Dışarı bakıyoruz; yeterince gördük.
Hepimiz aynı trende gidiyoruz
Ve hiçkimse bilmiyor, ne kadar uzak?

Bir yolcu uyur; bir diğeri yakınır;
Üçüncusü çok konuşur.
İstasyonlar anons edilir
Yılların içinden hızla ilerleyen tren,
Ulaşmaz hiçbir zaman hedefine.

Yerleşiyoruz.Toparlanıyoruz.
Bir anlam veremiyoruz.
Acaba yarın nerde olacağız?
Biletçi bakıyor kapıdan içeri

Ve kendi kendine tebessüm ediyor boynunu eğip.

O da bilmiyor nereye gitmek istediğini
Susuyor ve dışarı çıkıyor.
Kulakları tırmalayan siren ötüyor!
Tren yavaşlıyor ve sessizce duruyor
Ölüler iniyorlar.

Çocuğun biri iniyor; Anne haykırıyor.
Sessiz duruyor ölüler,
Geçmişin peronunda.
Tren yoluna devam eder, zamanla akıp gider.
Ve kimse bilmez, neden?

Birinci sınıf hemen hemen boş.

Göbekli bey oturuyor gururlu
Kırmızı yumuşak koltuğunda ve ağır ağır soluyor.
O yalnız ve bunu çok hissediyor
Çoğunluk tahtada oturuyor.

Hepimiz aynı trende seyahat ediyoruz

Muhtemel gelecege doğru.
Dışarı bakıyoruz; yeterince gördük.
Hepimiz aynı trende oturuyoruz.

Ve çoğumuz yanlış vagonlarda

Erich Kästner
Çeviri: Cemil Serbest

erich+kastner Demiryolu Mecâzı