Sana geldiğimde
Şub 23
Her Kadın Kendi Ağacını Tanır
Şub 23
Veda
Şub 23
Galata Köprüsü
Dikilir köprü üzerine,
Keyifle seyrederim hepinizi.
Kiminiz kürek çeker, suya suya;
Kiminiz midye çıkarır dubalardan;
Kiminiz dümen tutar mavnalarda;
Kiminiz çımacıdır halat basında;
Kiminiz kustur, uçar, şairane;
Kiminiz balıktır, pırıl pırıl;
Kiminiz vapur, kiminiz şamandıra;
Kiminiz bulut, havalarda;
Kiminiz çatanadır, kırdığı gibi bacayı,
Şıp diye geçer Köprünün altından;
Kiminiz düdüktür, öter;
Kiminiz dumandır, tüter;
Ama hepiniz, hepiniz…
Hepiniz geçim derdinde.
Bir ben miyim keyif ehli içinizde?
Bakmayın, gün olur, ben de
Bir şiir söylerim belki sizlere dair;
Elime üç beş kuruş geçer;
Karnım doyar benim de.
Şub 23
Gangster
Şub 23
Keşke
“Keşke bir gemide olsak” dedi. “Nereye gittiğimizi bilmeden denizin sonsuz maviliğinde kaybolsak. Başbaşa..” “Peki gemiyi kim kullanacak? Ne yiyip ne içeceğiz? Bu geminin mazotu hiç mi bitmeyecek?” gibi mantık dışı sorularla kafasını kurcalamak istemedim. Gemiye binmekten pek hoşlandığım söylenemezdi, ama gemiye binmemeyi seviyorum da diyemezdim. Bir süre kelime aradım. Sonra ‘keşke’ dedim. Çok sevdim keşkeyi, Yalan söylemiş olmazsın keşke dediğinde. Söylememiş de olmazsın. Hatta bir şey söylemiş bile olmazsın. Ama söylemişsindir de bir taraftan. Baştan savar bir temenniyle ağır başlı bir istek arasında nazlı nazlı salınan sihirli bir sözcük gibiydi keşke. “Sikeyim gemisini, gel şurada birer oralet içip hiç konuşmadan gelip geçen insanlara bakalım” dedim sonra. Demez olaydım. Benimle hayal kurulmazmış. O an karar verdim, artık keşkeden başka laf etmeyecektim. “Ben gidiyorum” dedi. “Keşke” dedim. Kalsaydı yine keşke diyecektim. Anlamlı olup olmaması umurumda değildi. Çünkü anlamıştım, karşımızdaki insanlar, hatta en sevgililerimiz bile hayallerine yancı arıyorlardı sadece. Gemide de oralet içebiliriz deyip kalbimi fethedebilirdi isteseydi. Aklına bile gelmedi. Gelseydi. Keşke..
Ali Lidar
Şub 23
Japon
Şub 23
Şiirden Anladığım
Bilinmeyenlerin
Renkten, kokudan, biçimden, ışıktan, kütleden ve
Coşkudan, hüzünden, sevinçten, acıdan ibaret olanların
Ya da öyle varsayılanların karşısında bilim adamı olmayı yeğlemem.
Şimdilik yazıyorum, yarın? Bilmiyorum.
Atamız Sokrates, anarnız Vislaya Şimborşka öyle dediler:
Bil – mi – ya – rum.
Ben onların hala cahil bir öğrencisiyim.
Şiirsel olanla şiir arasında bir fark yoktur.
Hatta çok küçük bir fark da yoktur.
Gözle görülür, elle tutulur koca bir uçurum vardır.
Akıl ile duyguyu, özgürlük ile doğayı
karşı karşıya getirirsek şiir ezilir, kesik süte benzer.
Hala yazıyorum. Demek ki anadilimi tam anlamıyla
öğrenememişim.
Jean Genet yazdıklarından ötürü mahkum olmuş.
Fransızcayı en iyi kullanan yazarlardan biri olan Genet:
“Fransızcayı
iyi okuyup yazabilseydim mahkum olmazdım.” demiş.
Bütün varlığımla katılıyorum.
Anadilimi ne kadar iyi bilirsem, anadil bilincim ne kadar gelişirse
Şiirimin sınırları da o kadar genişler, dünyamın da.
Şiir olmuş mu? Ben ona bakarım.
Bu yüzden rastlantıya inanmam.Yaza yaza yok edemezsek
Önümüzde rastlantısal bir sözcük yığını durur.
Onu şiir sanırız, kendimizi de şair.
Şiir olacak malzemeyi önce yürek görür
sonra göz, daha sonra da akıl.
Irmaklar ova olmak ister, ovalar ırmak…
Şiir her zaman arada kalır.
Şub 23
Sözcük Mesafesi Sıfır
kalbim
acının altında
eksi iki derece
yoğun kar yağışı gibi
bir şeyiz
ikimiz de
durmadan devam eden
tipi şeklinde
aralıksız
kalbim acının altında
eksi iki derece
şehrin göğsüne kadar ulaştı
kar kalınlığı
sözcük mesafesi sıfır !
kapanan
köy yolları gibiyiz
sonunda işte
kim bilir kaç çocuğu öldürdük
biz
bu soğuktan,
kaç karanfili
kaç serçeyi
kaç evsizi…
bu beyaz
bu saf afet yüzünden
kardan!
kalbim acının altında eksi iki
derece
karda sevişmek gibi bir şeyiz
ikimiz de
soluklarımızın bile çatlayarak
soğuktan
incecik kanadığı
bu aşk burada donar diyorum
donar buzlanma nedeniyle
anıların
ben kayıp düşerim teninden
düşerim yalnızlıklar içinden
bir yalnızlığa daha
senın
bütün öpüşlerine kardeş…
Şub 23
Sahip
Dost Çiyayi’nin anısına.
Selin getirdiği ağaçlardım.
herkesin karşısında el bağlayan
cuma ağlağı.
Geldim işte
kovgun ve ürkek.
Seni suya saydığım o toz harfin
serinliği de yok..
Gideceğin ummanı da ben içtim de geldim
uzak bir ihtimalle yine de kapma
hiç yüz çevirmedin…
Çocuk aklım… ikna yüzüm…
beni yaban edecek sözü nerden buldum da
seni ne çok hırpaladım.
Mahcubum!
Nasıl bir aczin içinde kaldığımı gör!
ve anla! ma..
Hasarlı bir tebessümle gelsem de
fayda yok sarsak bir cefayla dolaştığım
bu veda gününde.
Sonunda senin de anladığın bir şey oldu.
ham bir ağızla kaldığımı görmek.. ‘
Bana vefa gösterme!
Gücenmenin saatiyle ihmal et!
Benim de nasibim olsun o mahrum..
şer bilen Yakub sevinsin..
Mayalı dilim
bana mesafelerin masum toprağında
diz çökert!
Ki haz edeyim hırpani
bir itirafla
– bu latin pişkinliğimdir diyeyim
işte bu son sünnet…
Şub 23
Mil Çekilmiş Sözler
I
taşların unutulan
yüzüyüm ben.
söz’ün
dil’in
ve zaman’ın…
bir kurban karnı gibi
sürüldüm,
söz’ün günahkâr kapısına.
II
beni atın…beni atın…
cüzamlı sularda yunsun
yılanların bakışıyla
yıkandığım yüz.
III
dağların
kilitlenmiş yüzüyle
mühürlendim,
resimlerin taşlarda unuttuğu dile.
yürüdüm
mühürsüz bir zamandı,
yollar uzun…
yürüdükçe unutulan mülk
konuştukça çöl’dük…
IV
bir fotoğrafı andıran
beni büyük bir hararetle ölüme
ve aşka dönüştüren… ah, zaman…
soğutuyorum,
hiç bilinmesin kalbimdeki
engereğin dili,
dokundukça her yanım
çürüyen zaman…
V
dilim ki bir engerekti… süründüm
yüzümdeki çiniye,
götürün beni
suların bölündüğü
o nârlı bahçeye…
VI
recmedildiği yerden çıktı ölüm.
dediler gidin… ve getirin…
güneşi battığı yerden çıkarın
azabın boğulduğu tandırda
yakın beni.
VII
kovuldum sonunda
bildiğim bütün dillerden
kabahatli bir çocuk gibi
sığındım
bütün o sahih sözlerin
kendini bir günaha yamayan
zikrinden.
VIII
bütün nişanlarımı
bırakıp geldim,
kendini koyultan bir hummayla.
bildiğim bütün sözlere rucü ettim.
meleklere
kitaba
ve aşka.
nişanlarımı
bırakıp
geldIim
bütün sana…
IX
yüzümü gömdüğüm eşyalar
ürüyor
kendimi ayırdığım yılkıda.
X
işareti yitirdim,
sığındığı her kapıdan
kovulan günahkârdım.
ruhumu kemiren
bir nefisle tutundum,
kapıldıkça
kendimi yetim bıraktığım
aşklara.
sonunda…
en sonunda…
XI
gittikçe her şeyin birbirine benzediği
gittikçe küle ve zamana dönüşen
gittikçe çürüyen bir tülle örtünen beni,
bu kutlu geceye vadeden yüz!
yetimim işte
kendi gövdemde de.
sığındığım vücud
göğsüme ilişen
akrebin mahmurluğu,
mâzlum ve cünup.
XII
yüzümü sürdüğüm
her kapı gibi
kapandım
beni büyük bir cezbeyle
yakan
aşkın ayakucuna.
oysa sırrımı verdim
kırıldığım veçocuk kaldığım
aşklara.
bendim o, ürperen bir sızıntıyla,
cebinde yılan işaretleriyle dolaşan.








