Babam ‘Trevanian’ Türkiye’de çok sevildiğini biliyordu

İşte muhteşem Rodney William Whitaker’a, yani Trevanian’a dair bilmediğiniz her şey..

Okuyacağınız röportaj, Leaving Sophie Dean adlı romanı yakında bizde de yayımlanacak olan Alexandra Whitaker adlı yazarla yapıldı. Ama benim için bu röportajın önemi başka. Kendisi; Şibumi, Katya’nın Yazı, Kasaba, İnci Sokağı gibi romanların yaratıcısı Trevanian’ın kızıydı. Röportajın konusu da haliyle bu oldu

Gülenay BÖREKÇİ / HT PAZAR

Alexandra Whitaker’ın ilk romanı Leaving Sophie Dean yakında bizde de çıkacak. Fakat onu bizim için önemli kılan şey başka. O, Reagan döneminde Amerika’yı terk ederek İspanya’nın Bask bölgesine yerleşen emekli sinema profesörü Rodney William Whitaker’ın kızı. Bu söylediğim de sizin için bir şey ifade etmediyse, sıkı durun… Alexandra’nın babası aslında sizin bugüne dek Trevanian diye bildiğiniz adam. Yani Şibumi, Katya’nın Yazı, Kasaba, Hesaplaşma gibi “über-başarılı” romanların efsane yazarı. Bunu öğrenince, Alexandra’yla birkaç yıl önce kaybettiği babası hakkında bir röportaj yaptım. İşte muhteşem Rodney William Whitaker’a, yani Trevanian’a dair bilmediğiniz her şey… Üstelik kızının ağzından.

Babanız Türkiye’de çok seviliyor. Okurları ona büyük hayranlık duyuyor ve hakkındaki birçok şeyi merak ediyor. Mesela neden takma isimle yazıyordu? Bu onun için bir oyun muydu yoksa gereklilik mi?

Bu sorunun cevabı çok basit: Babam uzun yıllar üniversitede hocalık yaptı ve akademik yazılarını, kitaplarını gerçek adıyla yayınladı. Bir karışıklık olmaması için de romanlarında başka isimler kullandı.

Evet ama Nicholas Sears ve Edouard Morin gibi başka takma isimleri de vardı. Mesela ben Sears’ın Ortaçağ’da geçen alegorik öykülerini okudum.

Babam gerilim, polisiye gibi türlerde Trevanian adını kullandı. Fakat aklında başka türlerde de yazmak fikri hep vardı, çünkü belirli bir türe sıkışıp kalmak ona göre dünyanın en sıkıcı şeyiydi. Yayıncılarıysa başka alanlara el atmasını istemiyordu.

Neden istemiyorlardı?
Sanırım polisiye ve gerilim türlerini ticari açıdan çok daha avantajlı buluyorlardı. Babam içinde gerilim bulunmayan romanlarını, öykülerini Trevanian adıyla bastırmakta güçlük çekeceğini anlayınca kendine yeni isimler seçti. Siz de okumuşsunuz, Nicholas Sears’ın kitapları, içerik ve anlatımları bakımından Trevanian romanlarına hiç benzemiyor. Eduard Morin ise bütünüyle ayrı hikâye… Babam, Kasaba adlı romanını Morin imzasıyla yayınlamaya karar vermişti. Fakat yayıncısı buna bile izin vermedi. Babam da kitabını isimsiz yayınladı. Müthişti. İsmi ve yüzü olmayan bir yazarın kitabının satış rekorları kırabildiğini herkes gördü. Kitap, bu çarpıcı başarı üzerine yeniden, bu kez Trevanian imzasıyla basıldı.

Hakkında sayısız efsane üretilen bir yazarı konuşuyoruz. Bir ara onun aslında Robert Ludlum olduğu söylendi. Bazıları buna karşı çıkarak Trevanian’ın bir grup yazarın ortak adı olduğunu iddia etti. Başka söylentiler de yayılmıştı. Güya babanız bir CIA ajanıymış. Ne diyordu bunları duyunca?

Bu rivayetler genellikle bizi eğlendiriyordu. Ama tabii babam kendinden daha kötü bir yazarın Trevanian olduğunu iddia ettiklerinde öfkelenirdi. Siz Ludlum rivayetlerini duymuşsunuz, biz daha kimleri duyduk, bilseniz…

Ludlum rivayetleri çıkınca, “Bu adamın kim olduğunu bile bilmiyorum. Zaten 20’nci yüzyıl edebiyatçılarının çoğunu tanımam; Proust hariç” diye bir açıklama yapmış.

Onun hakkında bu kadar çok şeyi bilmenize doğrusu şaşırdım. Her neyse, sonuçta şöhret babam için önemli sayılmazdı. Ama satışları önemsiyordu. Türkiye’de ne kadar sevildiğini, okunduğunu da biliyordu.

‘Hiç sıradan biri gibi görünmedi’
Nadir röportajlarından birinde, Marlon Brando, Al Pacino, Robert de Niro gibi aktörlerin yararlandığı “metot oyunculuğu”nu yazarlığa uyarladığını söylemiş babanız. Bir kitabı yazmaya başlamadan önce “Bunu kim yazmalı” diye düşünüyor, sonra da Trevanian, Sears veya Morin gibi alter egolarından birini seçiyormuş…
Yazar olarak kullandığı isimlerin farklı karakterleri, alışkanlıkları vardı. Aslında hayat hikâyeleri, geçmişleri, sesleri, görünüşleri, her şeyleri farklıydı… Babam önce hikâyeyi nasıl birinin yazacağını belirliyor, masa başına sonra geçiyordu.

Siz romanınızda bu yöntemden yararlandınız mı?
Hayır, açıkçası bana uygun bir yöntem değil.

Ne garip durum! Dünya çapında ünlü birinin kızıydınız ama bunu kimse bilmiyor, çevrenizdeki herkes onu sıradan bir adam sanıyordu…

Çocuklar sırlara bayılır. Onun gizli kimlikleri olduğunu bilmek bizim için büyük eğlenceydi. Ama sırrını hiçbir zaman açık etmedik. Komşular, arkadaşlarımızın şüphelenen aileleri tarafından sorguya çekildiğimiz zamanlarda bile. Fakat lütfen sorunuzda bir şeyi düzeltmeme izin verin… Babam hiçbir zaman sıradan bir adam gibi görünmedi.

‘Gülümseyişiyle odayı aydınlatan insanlardandı’

Babanız “kurumsallaştırılmış vasatlığından” nefret ettiğini söylediği Amerika’yı ne zaman ve neden terk etti?
Reagan iktidarı sırasında… O yıllarda ABD’nin içeride ve dışarıda yaptıkları onu çok üzüyordu. Keşke Obama’nın başkan seçildiğini görebilseydi. Gerçi Amerika siyasal açıdan onu büyük hayal kırıklığına uğrattı ama o coğrafyaya ve insanlarına sevgisinde bir azalma olmadı.

Biraz daha ayrıntı sorabilir miyim? Nasıl biriydi Trevanian; ne bileyim, nasıl bir hayatı vardı, yazma alışkanlıkları nelerdi?

Sürekli farklı yerlere taşındık, farklı evlerde yaşadık. Ama o evlerin hepsinde babam daima, aralıksız yazdı. Ortalık daktilosundan gelen seslerle çınladı. Gökgürültüsü gibi. Evi adeta sarsarcasına. Belki çocuk olduğumuz için bize öyle geliyordu, kim bilir. Yazarken kendi kendine sürekli bir şeyler mırıldanır, koltuğunda pozisyon değiştirip dururdu. Mimikleriyle, jestleriyle de yazdıklarına eşlik ederdi. Bazen çalışma odasına sessizce girip ona akşam yemeğinin hazır olduğunu söylememiz gerekirdi ama duymamış gibi sürdürürdü.

Peki yazmadığı zamanlar nasıl bir babaydı?

Çok tatlı, oyuncu ruhluydu. Kimi zaman bir öğretmen gibiydi. Çocuklara karşı sonsuz sabrı vardı. Hikâye anlatmayı seven, büyüleyici ve yakışıklı bir adamdı. Ama ruh hali değişken olabiliyordu, çabuk öfkelenirdi mesela. Bilhassa kendini yetersiz hissettiği konularda, özellikle sosyal adaletsizlik gibi meseleler karşısında… Dağcılık ve mağaracılık gibi sporlara düşkündü ve bu konularda çok iyiydi. Deri ceket giyer, motosiklet kullanırdı. Gülümseyişiyle odayı aydınlatan insanlar vardır, babam onlardan biriydi.

‘Önce sesli harfleri yazıyorum!’

Alexandra Whitaker babasının sabırsız ruhunu ve şakalarını şöyle anlatıyor: “Bir yere yemeğe davetliydik. Bir kadın ona ‘Nasıl yazdınız bütün o kitapları’ diye sordu. Böyle sorulara hiç gelemeyen şakacı babam, çaktırmadan bana göz kırparak ‘Önce sesli harfleri yazıyorum, sonra sessizleri uygun yerlere yerleştiriyorum. Bir keresinde bu sırayı tersine çevirip önce seslileri, sonra sessizleri yazmayı denedim ama sanırım pek işe yaramadı’ diye cevap verdi. Gülmemek için kendini zor tutuyordu. En komiği kadının ‘Ah, anladım, o yüzden bu kadar mükemmeller’ diye mırıldanmasıydi.”

‘Son romanlarında ona yardım ettim’

Babanız, Yirminci Mil, otobiyografik romanı İnci Sokağı ve henüz yayınlanmamış Street of the Four Winds’i yazarken ona asistanlık yapmışsınız…

Sağlığı iyice kötüleşmişti. Bu yüzden son birkaç romanını yazarken ona yardım ettim. Onları yine kendi yazdı elbette. Benim rolüm sadece sohbetlerimizde söylediklerini not almak ve sonradan gerekirse ona hatırlatmaktı. Yazmanın bir ekip işi olmadığını ikimiz de biliyorduk. Fakat bu konuda ondan çok şey öğrendim, çünkü harika bir öğretmendi ve “gizemli dahi” pozları takınmazdı. Çalışırken çok eğlendiğimizi hatırlıyorum, kimi zaman gülmekten gözlerimizden yaşlar gelirdi. Sonra “Haydi tatlım, şimdi biraz ciddiyet” derdi.

Ondan yazmaya dair aldığınız bir dersi anlatır mısınız?

Leaving Sophie Dean’e başladığım günlerdeydi. Bir gün hiçbir şey yazamadım ve bunu ona anlattım. “Bazı günler daha iyi yazar olunur, bazı günler kötü” dedi. “Ama her durumda iyi okur olmamız gerekir. Dolayısıyla bugün sen dur, içindeki okur çalışsın… Şimdiye kadar yazdıklarını oku ve kendine ‘Şimdi hangi cümle beni mutlu eder’ diye sor. Sonra da oturup yaz.”

İşe yaradı mı? 



Hem de nasıl!

Son olarak ne söylemek istersiniz ona dair?

Babamı çok özlüyorum ve yazarken hâlâ onu yanımda hissedebiliyorum. Hatta bazen sesini bile işitiyorum.

‘TEMEL REİS GİBİYİM’

Trevanian’ın kızı Alexandra Whitaker kendisini şöyle anlattı: “İspanya’da kocam ve kızımızla yaşıyorum. Kendimi Temel Reis’e benzetiyorum, çünkü denize ve ıspanağa bayılıyorum. Benim için hayatta en önemli şey gülmek ve başkalarını güldürebilmek. Kahkahanın sevmenin minik bir şekli olduğuna inanıyorum. Nasıl biri olduğumu sordunuz, işte ipucu olabilecek birkaç kelime… Yerinde duramayan ama melankolik, çalışkan ama tembel, cesur ama korkak, yalnız ama meraklı…”
Alexandra Whitaker’ın Leaving Sophie Dean adlı romanı üçlü bir aşk hikâyesini anlatıyor. Adam Dean, karısı Sophie’yi terk ederek metresi Valerie’yle yaşamaya başlıyor. Çocuklar da Sophie’ye kalıyor. Peki Sophie ne yapıyor? Çocukların bakımını üstlenen anne reddederek bütün yükü kocasına bırakıp tek başına yeni bir hayat kurmaya gidiyor. Sonrasını anlatmayayım, siz okuyun. Şu kadarını söyleyeyim, dünyanın en eski öyküsü denebilecek bir üçlü aşk hikâyesi Whitaker’ın şakacı üslubu ve bir sürü yan karakterin de katkısıyla yepyeni ve çok eğlenceli bir roman haline gelmiş. Beni kitapta en etkileyen şey yazarın karakterlerin hepsine, en kötü şeyleri yaptıkları zaman bile derin bir şefkat ve empatiyle yaklaşması oldu.

trevanian Babam ‘Trevanian’ Türkiye’de çok sevildiğini biliyordu

Dün Gece

Dün gece senin kayıp hatıran kalbime uğradı

Hani bahar usulca beyabanı* ziyaret eder ya
Hani frişka** çölde ayak seslerinin sessizliğini aksisedalar,
Hani huzur birilerinin hastalığı üzerine yavaşça, yumuşakça çöker ya.

*Çöl, sahra
**Meltem, hafif ve tatlı rüzgâr

Faiz Ahmed Faiz
Çeviri: Mustafa Burak Sezer
hatiran+kalbime+ugradi Dün Gece

Rubai

Senin yitik anılarındı önceki gece yüreğimi ürperten

İlkbaharın çorak bahçelere gizlice girmesi gibi 
Çölü usulca yalaması gibi sabahın serin esintisinin 
Kendini iyi hissetmesi gibi bir hastanın, yok başka bir nedeni

Faiz Ahmed Faiz
Çeviri : Tuğrul Asi Balkar

Sahne

Sahne bir ölüm tasarısıdır
Zille açılır perde
Silahımızı çektiğimiz yerde
Ölürüz

Şehir kutsanmamış bir taş bebektir
Yalancı umutlar sunar bize
Sahte hayatlar ısmarlarız
Tozlu antikacılardan
Ben raflardan siyahı seçerim üzerime
Sen beyaz giyersin
Bu kent beni kurban eder

Umursamaz bir delinin ölümünü
Ne boğazda balık tutan adam
Ne pembe hayaller kuran kadın

Hepimizin içinden bir İstanbul geçer
İçimizden bir şiir geçer
Okumak isteriz de
Utanırız
Okuyamayız
Okutmazlar
Anlamazlar

Sahne bir sendromun tasarısıdır
Üzerinde aşk durmaz oyuncuların
Hayat aynaların yansımasıdır
Bir kadın çığlığı
Bir silah sesi
Bir kurşun
Ve sahne kapanır…

Islamabad-Pakistan, 2006. 01. 07

Mustafa Burak Sezer

olum Sahne

On Derste Birisi Ölünce Ne Yapmak Gerekir

1: ve içerki odaya koş
yatağın üstünde zıplamaya başla
bağır ki o yok artık
dünyadaki bütün gözyaşlarıyla beraber gitti

2: ölüm benim neyimdir
adamın biri olarak
en sevdiğim ön koltuk minübüs yolcusu
“bir edirnekapı uzatır mısınız”
matematik bilen biri
o yüzden mi hep üşürdü elleri

3: dünyaya yenilmenin de vahşi bir tadı var
uygun adam olmanın ve bir gece ayakta ölmenin

4: oğluyla vedalaştırılmamış bir adam mı ölür
yoksa bir “ulan tonton yanak” efsanesi mi aniden

5: bu solmuş çiçeklerin altında kimse yaşayamaz
gösterişli yırtılmalar bundan böyle bir beden bol gelsin
cüzdanında iki yaprak glayöl taşıyan bir çocuğa
“-niye?” “-ne niye?”

6: peki hanginiz vidalayacak beni bu dünyaya
bu ölüme bu matematiğe?

7: taşa saplı bir kılıcı kanırtmak gerekir

8: ölüm oyunu bıraktı
“saklambaç oynayan kaleyemumdiksin”
burnu yerine ölümü karıştıran bir çocuk
kelime oyunu sandı arkadaşları

9: geri geri zıplayan zaman, bütün bunları ezberle
dur durak bil ve hatırlan,
şiire yol aç:
annem seni istiyordu
sen beni iste-
miyordun
5imde vardın da
neden 15imde yoktun
o kadar hızlı geçmeseydin
belki duyardın dediğimi
“seni özleyebilir miyim
baba
baba
baba”

10: ben bugün babamdan öldüm
bunu bana on gün söylemediler
oğlum doğana kadar tuttum ağlamamı
şimdi ne zaman uzanıp oğlumu öpsem
alnıma sakalları batıyor babamın

Enis Akın

On+Derste+Birisi+%C3%96l%C3%BCnce+Ne+Yapmak+Gerekir On Derste Birisi Ölünce Ne Yapmak Gerekir

Aptal Bir Kadının Mektubu

sevgili beyim !
bu aptal bir kadının seslenişidir
daha önce hiç aptal bir kadın yazdı mı sana?
benim adım mı?
adları bırakalım bir tarafa
raniye, zeynep, hind ya da hayfa
taşıdığımız en büyük saçmalık adlardır.

beyim!
korkuyorum içimdekileri söylemeye
söylersem göğün yanmasından korkuyorum
sizin doğu’nuz sevgili beyim
mavi mektuplara el koyar
el koyar kadınların hazinelerindeki düşlere
kadınların duygularına haciz koymaya davranır
kadınlarla konuşmak için
bıçak ve satır kullanır
ve boğazlar baharı, özlemleri ve siyah saç örgülerini
ve kadınların kafataslarından yapar yüksek şeref tacını

kötüyse yazım…
kusura bakma beyim…
yazıyorum… cellât kapımın ardında
ve odanın dışında rüzgârların ve köpeklerin sesi beyim!
kapımın ardında antere el absi
boğazlayacak beni, görürse yazdıklarımı kesecek kafamı
görürse şeffaf elbiselerimi
kesecek kafamı…
eğer ben dile getirirsem acımı

sizin doğu’nuz sevgili beyim
mızraklarla kuşatır kadınları
ve doğu’nuz, ey sevgili beyim
erkeklere peygamber diye biat eder
ve kadınları toprağa gömer

rahatsız olma satırlarımdan
cağlar boyu kapalı duran kupu kırdıysam
kursun mührü çıkardıysam vicdanımdan
kaçtıysam sarayların harem odalarından
ölümüme, mezarıma, köklerime ve büyük mezbahaya
başkaldırdıysam
rahatsız olma
keşfettiysem şuurumu
çünkü doğulu erkek ilgilenmez ne şiirle ne şuurla
doğulu erkek cüretimi bağışla
kadını yatakta anlar yalnızca.

el attıysam krallığına erkeklerin
özür dilerim
büyük edebiyat erkeklerin edebiyatıdır
ve sevgi daima erkeklerin payıdır
cinsellik de her zaman uyuşturucudur size satılan
kadın özgürlüğü ülkemizde bir hurafedir ancak
yoktur erkeklerin özgürlüğü dışında bir özgürlük
benim için istediğini söyleyebilirsin, aldırmıyorum
yüzeysel, aptal, deli, alık
aldırmıyorum artik
çünkü erkeklerin mantığına göre
aptal kadındır dertlerini yazan kadın
e! mektubumun başında ben aptal bir kadınım demedim mi !

Nizar Kabbani
Aptal+Bir+Kad%C4%B1n%C4%B1n+Mektubu Aptal Bir Kadının Mektubu

Adımı Unuttum

adımı unuttum
adı olmayan yerlerde
ne in
ne cin
ne benî âdem
zamanlar içinde
kuşlar uçuyor
kervanlar geçiyor
bir iğne deliğinden
çarşılar kuruluyor
sarayları oyuncak
insanları karınca şehirler
zamanları gördün mü
bir iğne deliğinden?
adımı unuttum
adı olmayan yerlerde
geçip gidenlere bakarak
Asaf Hâlet Çelebi

asaf+halet+celebi Adımı Unuttum

ramazan bizi camiye götür!

yarabbi bir sürü günah, bir sürü halt yedik affola
yarabbi bütün yıl karıları kestik, öldürmedik ama
yarabbi sen gafursun, sen rahimsin affola
yarabbi senin dostların bizim de dostumuzdur
o has bahçeye çirkin kokularla girmeyelim ey alemlerin efendisi
ağzımızı çalkalayarak yüz seksene taktık geliyoruz yarabbi
hamdu senalar sana selamlar habibine olsun
leybeyk leybeyk lebbeyk ya rab ellerimizi açtık,
transparan yerlerimizi kapattık, meyhaneleri de kapatacaz yarabbi
bu şerefsizler bir şey vermiyor, sırtımızı defolu kullarına, çivisi çıkmış dünyaya çevirdik
bize sen ver yarabbi hayırlı olan ne varsa
yalnız senden isteriz yine sana döneriz yarabbi
yarabbi bizi halilullaha ulaştır bizi düşür kabe yollarına
yarabbi yüzümü bütün 18 yaş üstü kemliklerden çevirdim
yüzümü çevir yoluna keklik gibi seke seke geliyorum efendim
yediğimiz bütün naneler affola

yarabbi yüzümüz yok, paramız yok, karımız yok, bursumuz yok, ölmeye niyetimiz yok
derdimiz çok, düşmanımız çok, falsomuz çok, fortçumuz çok
bizi kötülüklerden beri, hasenatlara yakin eyle yarabbi
lastiğimizi patlatma yarabbi
lastiğimizi patlatma yarabbi
lastiğimizi patlatma yarabbi
göğsümüz imanla dolsun taşsın yarabbi
bizi monica belluci’lerle imtihan etme yarabbi
karı görünce raydan çıkıyoruz yarabbi
bizi dostlarınla buluştur yarabbi
bize dervişler gelsin, biz dervişlere gidelim yarabbi
kemal da derviş mi yarabbi?
ya habibi ya aynel yakin, ya kulubel elbab
herkesler topu dikmiş, bize topu diktirme yarabbi
bizi toplara musallat etme yarabbi
bizi hottiri pottiriklere musallat etme yarabbi
bizi zottiriklerle hesap etme yarabbi

ya hannan, ya mennan, sebbit kulubune alel iman
ayaklarımızı cehennem çukurlarına kaydırma yarabbi
vel basu badel mevt iman ettik, iman üzre nefesimizi teslim etmeyi nasip et
hu hu hu hu hu ya allah ya zül celali vel ikram
namazlarımızı yamuk kılıyoruz, doğdoğru kıldır yarabbi
ezanlarımızla kafirlerin göğsünü titret yarabbi
şiirimiz kafirlerin boşluklarını doldursun yarabbi
arkada boş yer var, doldurun diyorlar, bizden çok şey istiyorlar yarabbi
biz de çok şey istiyoruz, bize hakikati istet yarabbi
kaşarların yoluna kaydırma yarabbi
tostunu yiyenler yesin, biz cennet’te kevseri içmek istiyoruz
içip aşkın şarabın kandır ya habibi

ey senden başka güce muktedir olmayan, ey kainatları yoktan var eden
ey cilloşların, sarhoşların, berduşların, yamukların, zırzopların, imansızların da rabbi olan allah
ey kalbi kararanları dilerse hidayete çeviren allah
ey imanın kimde olduğunu bilen alemlerin sultanı
ey avrupa birliğini, amerika’yı, rusya’yı, israil’i bir toz zerresine çevirebilecek el kahhar, el celal, el hakim, el adil-i mutlak
allahuekber ve lilla ilhamd
şükür ancak sanadır
her nefis topu dikecektir amenna ve saddekna
nefsimizi bize musallat etme yarabbi

büyük savaş veriyoruz, her tarafta konkon, ultra günah çukuru
her tarafta fasulye, her tarafta pandikçi, her tarafta panik kaltak
evlerimiz harap, kalplerimiz harap, ceplerimiz harap
bizi ahrette harap etme yarabbi
allah bes baki heves, amentü yarabbi
amentü billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rusulihi vel yevmil ahiri ve bil kaderi hayriyi ve şerrihi minellahi taela
vel basü badel mevt
hakkun:
eşhedü enla ilahe illallah
ve eşhedü enne muhammeden abduhü ve resuluhü
amentü yarabbi sonsuz kere amentü
ölürken hard diskimizi çökertme yarabbi

ramazan geldi hoş geldi
evlerimize gel yarabbi
biz de geliyoruz yarabbi

Mustafa Burak Sezer

mustafa+burak+sezer ramazan bizi camiye götür!

Bir İntihar Akşamı

Kısacık serin bir akşam
Kelebeklerin atlarla yarıştığı
Yoğun bir akşam
Bazı mektuplar damgalandı postanelerde
Oturuldu bir takım şarkılar söylendi
Bir adam bir kadının kapısını vurdu
Kısacık bir akşam

Neyi söylesem bir kahramanlıktı
İçinde azıcık buluştuğumuz
Bir bulutla bir kağıt peçete arasında
Kısacık yoğun bir akşam
Şaşırdım hüznümü nerelere bıraksam
Bir yanda kasıklarımın sarsılmaz gücü ve
Kısacık yoğun bir akşam

Her şey bir unutkanlıktı
Arada bir deliler gibi kavuştuğumuz
Tüfekle vurulmuş bir parsın yarasında
Kısacık yoğun bir akşam
Biliyordum bir soğuktu nereye varsam
Bir yanımda bir el bir yanda vazgeçilmez bir sancı ve
Kısacık yoğun bir akşam

Kim karıştırdı gerçekliğine
Yaşadığım sonsuzluğun
Ve oturuldu bir takım şeyler söylendi
İmla kurallarıyla mutsuzluk üstüne
Kısacık bir akşam
Duraladım ne yapsam

Kim karıştırdı gerçekliğine
Su terazilerindeki ensizliğin
Ve fotoğraflar çekildi ben çıkmadım herkes eğlendi
Araba vapurlarıyla denizsizlik üstüne
Kısacık bir akşam
O kadar kısa ki bir akşam

Yüzümü suyun ardında buldum
Kıyılar bu yüzdendir öyle dediler
Kısacık yoğun bir akşam
Serin bir akşam öyle söylediler…

Turgut Uyar

aesrayalazan Bir İntihar Akşamı

Hırsız

pencereden giren mehtap
bu evde hırsız var
mehtapta
pencerede oturmuş
beni görüyorum

kapıyı çalsam
içerden ben çıkacağım
içerden çıkacak beni
ne kadar görmek istiyorum

penceredeki beni uyandırmalıyım
içerde hırsız var
içerdeki hırsızın
ben olacağımdan korkuyurum

Asaf Hâlet Çelebi

h%C4%B1rs%C4%B1z Hırsız

Masalsız Çocuklar

Satmadınız mı?
Elma ağaçlarını
Serçeleri
Fırınları
Şelaleleri
Satmadınız mı elinizdeki şiir kitaplarını?
Ve çocukların gülüşlerini
Satmadınız mı ney inlemelerini?
Elbiselerinize kadar işlemiş olan
Ve ezginin vuruşlarını
Satmadınız mı Cenneti?
Bir harabede yaşamak için..

Nizar Kabbanî

masalsiz+cocuklar Masalsız Çocuklar