Ufka Damlayan Alınteri

Asıl adın neydi – unutturdun
zaten ben sana hep Abbas diyordum
bir ayağın eşikteyse, tetikteydi diğeri hep.
Evet Abbas, Abbas yolcu
yine hangi iklime böyle – hangi mevsime
bu kez hangi serüvene olacaksın özne.
Çözülüp bin sevdadan
bir mavi uğruna dolaştın her çağı
karanlık sayfalarını kargılayıp, kargışlayıp dünyanın
İNSAN için – yeniden yeniden – İNSAN
durma sefer eyledin, MUT dedin, UMUT dedin
ne çok sevdim seni ben, ah sen bunu hiç bilmedin
boşladın gönül yurdunda ocağı, kucağı.
Gurbetin soykütüğünde yazılıdır adın.
Seyir defteri, zirve defteri
kaçıncı bu, kaçıncı cilt Abbas
UFKA DAMLAYAN ALINTERİ
Çölde ARUZ yürürsün, kervanın kumda KUMA
– müstef’ilün failan –
her sahrada bir vaha bulursun mutlaka ama
bulunduğun her yer sana uzak…
Böyle gidip gidip nice – sonra ki eyvah
yine aynı noktaya varmak
ve görmek işte : barış çubuğunun bir ucu silah
tanımla – yorumla – anlatımla olmaz
hüsranı yaşayan anlar ancak.
Acının ve gecenin rengi siyah
diye yolları astarlama ömrüne
siyaha inat – kendi içinde değilse
nerde aradığın SABAH…

Türkan İldeniz

ufka+damlayan+al%C4%B1nteri Ufka Damlayan Alınteri

Senden Sonra Ey Yedi Yaş

ey yedi yaş
ey yola çıkmanın mucizevi an’ı
senden sonra ne varsa yok olup gitti, cehalet ve çılgınlık içinde

senden sonra
kuşlarla
rüzgârla
aramızda
güçlü bir aydınlık ve zindelik bağı olan o pencere
           kırıldı
                   kırıldı
                           kırıldı senden sonra o
su, su, sudan başka tek kelime etmeyen
topraktan bebek
suda boğuldu

senden sonra ağustosböceklerinin sesini öldürdük
ve alfabenin harflerinden yükselen zil sesine
ve silah fabrikalarından yükselen düdük seslerine bel bağladık

senden sonra oyun yerimiz olan
masaların altından
masaların ardına
masaların ardından
masaların üstüne vardık
ve masaların üstünde oynadık
ve yitirdik, senin rengini, ey yedi yaş

senden sonra biz ihanet ettik birbirimize
senden sonra biz bütün yadigârları
kurşunlarla ve saçılmış kan damlalarıyla sildik
sokak duvarlarının alçılanmış şakaklarından
senden sonra meydanlara yürüdük, bağırdık:
“yaşasın!”
“kahrolsun!”
ve meydanların hay huyunda, uyanıklık edip şehre gelen
şarkıcıya, üç-beş kuruş kazandırmak için, el çırptık
senden sonra birbirimizin katili olan bizler
aşkı yargıladık
ve öyle ki kalplerimiz
ceplerimizde endişeliyken
aşkın payını sorguladık

senden sonra biz, mezarlıklara yüz sürdük
ve ölüm, büyükannenin çarşafının altında nefes alıp veriyordu
ve ölüm, öyle güçlü bir ağaçtı ki
başlangıcın bu tarafındaki diriler
kederli dallarına adak çaputu bağlıyorlardı onun
ve sonun öbür tarafındaki ölüler fosforlu köklerini kemiriyorlardı onun
ve ölüm o türbede oturmuştu ki
dört yanında ansızın dört mavi lale
beliriverdi

rüzgâr sesi geliyor
rüzgâr sesi geliyor ey yedi yaş

kalktım ve su içtim
ve ansızın hatırladım
körpe ekinlerin
çekirgelerin hücumundan nasıl korktuklarını
daha ne kadar ödenmeli
ne kadar ödenmeli daha
bu beton küpün tamamlanması için?

biz yitirmiş olmamız gereken ne varsa
yitirmişiz
ışıksız, yola düşmüşüz biz
ve ay, ay, o şefkatli kadın, oradaydı hep
ve çekirgelerin hücumundan korkan körpe ekinlerin üzerinde
kâgir bir damın ardında kalan çocukluk hatıralarında

ne kadar ödenmeli daha?

Furûğ Ferruhzâd

Senden+Sonra+Ey+Yedi+Yas Senden Sonra Ey Yedi Yaş

Tefsir

Bir kez daha tasvir ettim kendimi aynada
Eğdim başımı
Dik tuttum
Sonra
Mırıldanarak tefsir ettim kendimi – yokmuşum gibi –
Ansızın
Gördüm:
Aynadaki görüntü değil benim görüntüm
Daha yaşlıydım aynada, daha huzurlu
Yetmişti yaşım aynada
Kinayeli bir söz vardı gözümde:
Sen değilsin!
Ben değilsin!
İşaret ediyordu yabancılıklara
Yaşlılık halimdi sanki, yaşlılık
– Duru biz cezbe içinde ayık ve sarhoş
– Yalnızlık cehenneminde, safası gömlekti

Bir kez daha
Ben vardım, ayna ve benim görüntüm
Mırıldanarak tefsir ettim kendimi – varmışım gibi –
Ben değilim, o değilim, kendim değilim
Ben kimim?
– Yabancılık, tefsirimdi benim –
Kendimden bir gölgeydim
Kendimde
Ben

Perviz Hâifî

tefsir+ettim+kendimi Tefsir

Bid’at

Gidin…
Gidin…
Sorup soruşturun:
Kim dünyada
İlk kez kafes yapmış?
Ve hangi el ilk defa
Kuşu kafese koymuş?
Gidin…
Gidin…
Gidin…
Sorup soruşturun

Timur Gorgin

ilk+kafes Bid'at

Yoksulluğun Sğınağı

Devletlim, buyurmuşsun, Yoksulluk kanun dışı
Olmuş bizim ülkede, ama haberin olsun,
Buyrukta kanun dışı ettiğin şu Yoksulluk
Ortalıkta kalınca bizim eve sığındı.

Rajasekhara

yoksulluk Yoksulluğun Sğınağı

Güz Şarkısı

1
Soğuk karanlıklara geldi karışma günü;
O pek kısa yazların ışığı biter yarın!
Duyuyorum şimdiden taşlığa düştüğünü
Acı gürültülerle çatırdayan dalların.

Bütün bir kış boyunca saracak beni: dehşet,
Hınç, ürperme, kızgınlık ve bir bitmez uğraşı,
Kutup cehenneminde bir güneş gibi elbet
Yüreğim andıracak donmuş, kızıl bir taşı.

Ürpererek dinlerim düştüğünü her dalın;
Dar ağacı kursalar ses vermez bundan kaba.
O yıkılan kaleye benzer içim, bir kalın,
Bir yorulma bilmez koçbaşı çarpa çarpa.

Bu tek düze düşüşü böyle her dinleyişte
Sanırım hızlı hızlı tabut çakan biri var.
Kimin için? -Dün yazdı: bu gelense güz işte!
Bu gizemli gürültü bir bitiş gibi çınlar.

2
Ah o yeşil ışığıyla uzun gözleriniz

Tatlı kadın bugünse herşeyde bir acı var,
Ve, hiçbir şey, ne oda, ocak yada sevginiz,
Sarmaz beni denizde parlayan güneş kadar.

Genede sevin beni, candan bir anneye eş,
Densizleride sevin, huysuzları da sevin;
Bir sevgili, bir kardeş olun, batan bir güneş
Görkemli bir güz gibi tatlıca gülümseyin.

Kısa görev! bekleyen mezardır; doymaz mezar!
Ah! bırakın, başımı koyup dizlerinize,
Tadayım, özleyerek beyaz, sıcacık yazlar,
Vuran aydınlığını mevsim sonunun size!

Charles Baudelaire
Çeviren: Sait Maden

guz+sarkisi+baudelaire Güz Şarkısı

Sanal Rüya

seccadeler deviniyor tavanda duraksız
bir vcd balkıyor hayalimde
ingrid bergman şaşırıyor olanlara
afrikalı çocuk ağlarken hıçkırarak
bir pentium üç olduğumu düşlüyorum
pencereleri demir parmaklıkla kaplanmış,
kıvamını bekleyen çay gibi
demlenirken hakikat.

kehribar tespih ceviz sandıkta küfleniyor
nöbetçi baloncular kapanıyor birer birer parklarda
uçları eprimiş zamansızlıkta tığ oyası örtülü
transistörlü bir radyo hissediyorum
kendimi unutmuşçasına,
güneş kavururken arizonayı
gökyüzünü arıyorum çamurlu kaldırımlarda
küt saçlı bir umut olamayacağını bile bile.

sen benim yıldızımsın
diğerlerinden sönük,
hep aynı yerde durarak anladım
ne sonsuz olduğunu evrenin
ve ıslanmış bir bankın hüznünü.

ben bir insanım
ölecek.

Polat Onat

sanal+ruya Sanal Rüya

Riyâh-ı Leyâl

Ey gizli kebuterlerin âheste sürûdu
  Ey mirvaha-i lâne-i mürgân
    Ey bâd-ı hırâmân
Âfâka inince gecenin sütre-i dûdu
  Başlarsın ufuktan seyelâna
    Bâlîn-i cihâna!
Ol dem ki olur, ey tarab-âmûz-ı hayâlât,
  Bir nây-ı zümürrüd gibi nâlân
    Destinde nihâlân…
Ol dem ki olur dest-i bilûrunda semâvât,
  Bir çeng-i dil-âvîz-i müzehheb
    Bir ûd-ı mükevkeb…
Ol dem getir ondan bana ey bâd-ı peyem-res,
  Ondan bana sen gizlice bir ses,
    Ey bâd-ı peyem-res,
Ol dem getir ondan bana sen gizlice bir ses;
  Ol dem götür ey bâd-ı şebângâh,
    Benden ona bir âh!…

Bir ninni ile rûh-ı leyâli uyutursun;
  Ervâha eder da’vet o ninni
    Bir hâb-ı muganni!
Bir hâb-ı muganni ile rûhu avutursun;
  Bir hâb-ı mugannide gönüller
    Rü’yâları dinler!
Ey bâd-ı muganni ki hadâıkda verirsin
  Her nağmeye, her saza muâdil
    Yapraklara bir dil…
Ey bâd-ı muattar ki semâdan getirirsin
  Her zühreye bir nâme-i hoş-bû,
    Bir bûse-i dil-cû…
Bir ses getir ondan bana ey bâd-ı peyem-res,
  Bir şeb getir ey bâd-ı peyem-res,
    Ondan bana bir ses!…
Ey bâd-ı peyem-res getir ondan bana bir ses,
  Yâhûd götür ey bâd-ı şebângâh
    Benden ona bir âh!…

Ey dağların en sâf ü tabiî nakarâtı,
  Tekrîr-i sürûdunla ağaçlar
    Cûlar gibi çağlar!
Dağlarda akan çeşmelerin hoş nagamâtı
  Eyler seni, ey bâd-ı tabîat,
    Dağdan dağa da’vet!
Ey zemzeme-fermâ-yı ser-âheng-i sahârî
  Her sûdan edersin dil ü câne
    İsâl-i terâne!
Senden alır elhânını ebhâr u mecârî;
  Her sahile bir neşe verirsin,
    Bir ses getirirsin…
Bir ses getir ondan bana ey bâd-ı peyem-res,
  Bir şeb getir ey bâd-ı peyem-res,
    Ondan bana bir ses!…
Ey bâd-ı peyem-res getir ondan bana bir ses;
  Yâhûd götür, ey bâd-ı şebângâh
    Benden ona bir âh!…

Mizmâr-ı serâdan gelen âsûde nevâlar,
  Cûlardaki sâzende hayalât,
    Dağlardaki esvât,
Ebhâr u sevâhildeki bîhûde sadâlar
  Vermez dil-i şeb-hîzime ârâm;
    Etmez beni hoşkâm!
Ben neyleyim elhân-ı yek-âheng-i cihânı?
  Ey lâne-i seyyâl-i mezâhir,
    Ey bâd-ı meşâcir,
Anlat bana bir dildeki âheng-i nihânı;
  Gönder bana bir zemzeme-i sâf,
    Bir nağme-i şeffâf…
Bir ses getir ondan bana ey bâd-ı peyem-res,
  Bir şeb getir ey bâd-ı peyem-res,
    Ondan bana bir ses!…
Ey bâd-ı peyem-res getir ondan bana bir ses,
  Yâhûd götür ey bâd-ı şebângâh,
    Benden ona bir âh!…

Cenap Şahabettin

riyahi+leyal Riyâh-ı Leyâl

Ölmek

Firâz-ı zirve-i Sînâ-yı kahra yükselerek
Oradan,
Oradan düşmek ölmek istiyorum
Cevf-i ye’s âşinâ-yı hüsrâna…

Titrek
Parıltılarla yanan mesâ-yı mezbaha-renk
Dağılırken suhûr-ı üryâna,
Firâz-ı zirve-i Sînâ-yı kahra yükselerek
Oradan,
Oradan düşmek ölmek istiyorum
Cevf-i ye’s âşinâ-yı hüsrâna…

Kanlı bir gömlek
Gibi hârâ-yı şemsi arkamdan
Alıp sürükleyerek,
O dem ki refref-i hestîye samt olur ka’im
Ve bir günün dem-i âlâyiş-i zevâlinde
Sürüklenir sular âfâka şu’le hâlinde
O dem ki kollar açar cism-i nâ-ümide adem
Bir derin sesle “haydi” der uçurum,
O dem,
Firâz-ı zirve-i Sînâ-yı kahra yükselerek
Oradan,
Savt-ı ümmîd-i kalbi dinlemeden
Cevf-i hüsrâna düşmek istiyorum.

Ahmet Haşim

olmek+istiyorum Ölmek

Çağdaş Kaside


ÇAĞDAŞ KASİDE

Erdemler süslüyor seni sürekli
En değerlileri tüm erdemlerin
Ve bu yüzden, gökler şahidimdir ki –
Sana olan sevgim sonsuz ve derin!

Sen boş yere alçaklara çatmazsın,
Merhamet edersin caniye bile,
Yıkanmış değildir sonsuz varlığın
Dul ve yetimlerin gözyaşı ile.
Güçlüyle yakınlık kurmazsın elbet
Fırsat görüp bu dostluğun sonunda
Bir kötülük düşünmezsin nihayet
Bulsan da kızını onun koynunda.

Dışlamazsın ayaktakımını
“Onlar da İsa nın kulları!” dersin
Ne de saç sakallı yakınlarını
Sille tokat uluorta döversin

Nerden geldiğini asla sormadım
Sandığında yatan zenginliklerin
Hepsi gökten inmişlerdir umarım
Ödüllü olarak şanının senin.

Erdemler süslüyor seni sürekli
En değerlileri tüm erdemlerin
Ve bu yüzden, gökler şahidimdir ki-
Sana olan sevgim sonsuz ve derin!

ÇAĞDAŞ KASİDE (2)

Senin istihzandan hoşlanmıyorum
Onu yarı ölmüş ruhlara sarf et,
Sevişmemiz gerçekten de felaket
Gibiyse de, yitirmeden hararet –
Tez biteceğine inanıyorum.

Hep böyle utangaç nazlarla bana
Kalman için yalvardığın sürece
Kıskançlık ve kuşku damarlarıma
Dalarken çılgın gibi dün gece –
Kaçınılmaz olan ayrılığı zorlama!

O zaten yakında! Bu yüzden belki
Kalbimde kabaran coşkular kadar
Bir yandan yayılan bir soğukluk var.
Nehirler de, eser esmez güz yeli,
Çok daha coşkun ve soğukturlar

ÇAĞDAŞ KASİDE (3)

Bugün mezarını ziyaret ettim,
Ey zor günlerimin eski yareni!
Belleğimde sanki canlı bir resim
Gibi canlandırdım aydın çehreni.
Bir bez, asık yüzlü, üzgün ve gergin,
Müthiş ağrılarla ayaklarımda,
Yürüyordum zar zor yanında senin
Bir akşamüzeri günbatımında.
Senin şakaların ve gülüşlerin
Avutacak yerde bungunluğum,
Sanki saplanarak beynime derin
Daha da zor kılıyordu durumu.
Bana göre sende merhamet yoktu,
Yoktu yüreğimi duyma sezisi;
Büyüdü içimde tuhaf bir korku
Yaşadıkça beklenmedik bu hissi.
Eyvah, o günler hep anı oldular!
Gençlik, ne yazık ki, bilmiyor bugün:
Ne gözyaşı döktürmeyen keder var,
Ne sevinç olmadan, gülüşmek mümkün!
Sen öldün…Zamanla dağıldı yasın.
Üstelik de başka bir kadın buldum.
Ne ki bende kaldı hep gözyaşların
Gülüşünü her an içimde duydum.
Ne azizmiş oysa, ne sevimliymiş
O acılarla dolu sandığım günler –
Ne çok güç ve ne çok sıcaklık vermiş
Onlar bu yaralı ruhuma meğer!
Bu yüzden ben suçlayarak kendimi:
“Onu niye anlamadın” diyorum,
En canlı, en güzel halinle seni
Gözümün önüne getiriyorum –
Gözlerin aydınlık, saçların diri:
“Neşeni yitirme !” diyorsun bana,
Oysa şen gülüşün hıçkırık gibi
Çınlıyor kalbimin gözyaşlarında.

ÇAĞDAŞ KASİDE (4)

Bağışla ve unut geçen günleri
Acıları, öfkeleri, kederi…
Unut gözyaşını, dramları bir bir,
Unut, kışkançlıklar hiç gereksizdir!

Ama aşkın pırıl pırıl verdiği
O sevimli, o güzelim günleri
Ve o yolculuğu umut ufkuna
Her zaman kutsa ve asla unutma!

ÇAĞDAŞ SONRA (5)

Sen o denli uslu, saygılısın ki
Adeta kölesi gibisin onun,
Ama o hep öyle ilgisiz, sanki
Yüreği küllenmiş, bedeni durgun.

Unuttun mu… Önceleri gençtin sen,
Güzeldin, kurulmuş gurur tahtına,
Onu kasten görmezlikten gelirken
Oysa delilerce aşıktı sana!

Güneş de böyledir – güz geldiğinde
Açık havada da göstermeliktir,
Ama yazın puslu günlerde bile
Dünyayı ısıtır ve yaşam verir.

ÇAĞDAŞ KASİDE (6)

Ey, esin perisi, ölümdür gelen!
Suçlarım çok da olsa dünyada
İnsanlar onları arttırsalar da
Yüz katına, bin katına nefretten,
Sen ağlama! Çünkü şansımız yarın
Tekdir etmeyecek bizleri kesin:
Sen sonuna izin vermeyeceksin
Temiz insanlarla gönül bağımın –
Kan terle yoğrulan zorlu ömrümde!
Salt Rus olmayanlar sevmezler çünkü
Esin perisinin solgun yüzünü
Ve secde etmezler onun önünde

Nikolay Alekseyeviç Neksarov
Nikolay+Alekseyevic+Neksarov Çağdaş Kaside