Çünkü hiç hazır olmadığım bir yaza girmek üzereyim ve çünkü geçen kışın soğuklarında, şimdi senin rüzgârlı bir tepesinde uyuduğun bu kentteki son sevdiklerim, beni, sevdiğim için öldürdüler!
Bazen kendi evini terk etmesi gerekir insanın. Tası tarağı toplayıp ardına son bir defa bile bakmadan çekip gitmek. Çünkü ağır geldiğini hissedersin bazı evlere, insanların sana “gitse de kurtulsak” gözüyle baktığını. Bunu fark ettiğin ama …
Denizin kederini anlatacak dili yok, dedim ve devrildim, böyle sürdü uzun yıllarım düştüm,sustum,içimden geçirdim, evi oldum sol yanından yaralı bir salyangozun ve komşusu ağlayan bir ağacın. Yeryüzü, ah yeryüzü diyerek gürültüsüne de alıştım kapladığım yerin.
Bana verdiğin bu yarı-saydam gövdeden sisin altında uğuldayan ve ipuçlarını bir türlü çözemediğim üç-eksik-uzun vakti geçirdim. Sadece bir baş dönmesi kaldı şimdi ömrümden, o acı suyu biriktirdiğim
Ağaç anlatabilir kendini yağmura, hiç değilse fısıldayabilir-bunu biliyorum. Kuş nasıl tarif edecek; konsa yeryüzünde av, uçsa bir ömür boynunda vebal. Ve kimim ben, düşe kalka dolaşan yorgun ruh, dolaşık gönül, som gurur? Ve kim, beni omzumdan öpüp o siyah yolculuğa çağırır?
Suyun sırtında geçiyor ömrüm kentlerim, saraylarım silik.
Gül ekilirmiş dünyada, zülüf dökülürmüş yastığa. Derinde bendeki, müebbet, Ve aşağıda, yer değiştiriyor, dönüyor koyu bir sıvı:hatıra.
(Rüyamda bir göl dokunduydu bana.)
Ah, üstümde geniş sessizliği uzaklığın, pul pul bir akşamüstü. Yaşadım mı yaşamadım mı ben o çağları içimde külrengi ve sonsuz buz ağları.
Kim yardı beni, bana kim yardı? Kim akıttı kanım, bilmiyorum hatırlamıyorum. Dünyaya atları sürmeye gelmiştim, mart sonu muydu, şubat mı, gül ekiliyordu toprağa, kanımı kim?
Ben senin sınırlı gövden ile
beni sonsuz sarmanı diledim.
Uykum seninle kışın kolları arasında
devrilerek dönerek tamamlansın,
içimde kuzeyin kuşları sussun istedim.
Kışı ve kışın kalbimde ağırlaşan meyvesini,
çiy düşmüş, soğumuş, donmuş bir dili
hatırlamak için
beni büyüleyen o kimyanın boşluğunda
durup yalvardım:
Beni bu siyah boşluğun içine bırakma,
derin bir zaman istedim senden, ama
bana onu verme! Ne kışa ne yaza uygun
kalbim, çatlat aramızdaki donmuş dili,
yokluğunun sebebini anlatamadım kendime,
yokluğun ne vakittir karlı bir tepe gibi
içimde.
Ayağa kalk, yaklaş, dilini döndür ağzında
de ki:
Ben onunla denizin dövdüğü dilsizzz
taşlar üstünde sustuydum.
sevgili gül,-gül sen bana gül! sana onca kuşatmadan birikmiş ter içinde, yorgunluk içinde geldim. Sorma bana, nedir karşılığı aşkın bir insanda savaşın, cinnetin kıyametin çağında.
Ruhumla bu hayat arasında kurduğum bu köprüye “ah çok sallantılı” diye bakıyorlar. Evet, çok haklılar. Göçebesiyim çünkü bozkırın ve her gün ufkun mor çizgisini özlüyorum. (Önce de söylemiştim, bu dünyaya ben atları sürmeye gelmiştim.) Evet, haklılar. Kanımı ben bir kıl çadırda, bir bozkır akşamında bıraktım. Ve bilmiyorlar, barışacak mı bnde yeryüzünün ilkel’i, çağın meşru zihniyle -gül sen gül- korkmakta haklılar.
Sevgili gül, sana kendimde kanayan kazandan birikmiş, sonra silinmiş sularla geldim. Sorma bana, nasıl kurulur ömrün kaygısız bahçesi bir ayağım tek hücreli bir hatırada bastığım bin yıllık toprakta öbür ayağım.
Yaktığım kadar yandım. yaşım başıma vursun geçtim aşk dediğimden,-gülme bana gülümsün, gülüm kal, ömrüm kendime yeni bir merhamet seçtim.
ben biraz sevineceğim siz şu odaya geçin isterseniz ben biraz askere gideceğim ben biraz evleneceğim birazdan kilisenin çanı çalacak birazdan akşam çatırdayacak birazdan şu bacağımı indirip şu bacağıma koyup birazdan bütün insanlar beni hatırlayacak beni çağıracak beni ağlayacak birazcık bir arkadaş lazım
öyleyse öpüyorum gördüğüm ilk kızı: herkese günaydın herkese merhaba ve hatta burjuvaya da iniyorum ben topraktan göğe doğru güzellik olup kötü bir alışkanlık yaptı şu susmak hastalığı
işledi işlediklerime: bir sevda bulup hidayet romancılarından yastığımın altına koyuyorum gece rahatsız etmesin diye yanına birkaç arabesk birkaç pop birkaç kenar mahalle ve derken derimin altındaki kediler susmak bilmiyor böylece ben aşık olduğumu düşünüp efkârlanıyorum aklımdan sevgilim diyorum sevgilim sen gidersen sen gidersen: rahatça uyurum
Yakınında değilim öfkenin ve uzağında da değilim rastlantının kısa ânındayım ve sonsuzluğun da ardında ah! öfke için geç vakitteyim çölden çıkmak gerek bunun için, atları denize sürmek… Oysa kimseden çıkartmadım öfkemi saçlarımı uzatmak için kimseye söz vermedim kimseye yakın değilim inan susmaktayım, uzağında değilim unutmanın ah! öfke için geç vakitteyim durup dururken bir yerde karşıma çıkan rastlantıdayım hafızasındayım eski bahçenin sarhoş asmaların biriktirdiği boğazımı yakan acı bir imgedeyim güneşi anımsamada, ve orada durmakta ama orada kaybolmaktayım ah! öfke için geç, çok geç öfke için durgun gölü bulandırmak gerek…
Gölde unuttuklarımızı rahatsız etmek! oysa gölün hafızası var ve o anımsar içinde unutulanı ve çürüyüp kendine dahil olanı ah! öfke için geç çok geç artık sahrada unutulan gökyüzü için.
Ben seni çoğalttım ben seni çoğalttım sırlarım azaldı böylece.
Kendine kucak arayan gövde kendini yok eden gövde yitirdin kendini işte artık ne yurt sana ne varolabiliyorsun başka evde.
Bu mum medeniyetinde bu metal öznede bu cam sözde ne yurt sana dil ne şölen yeterince.
II
Ben büyüdüm akasyalar öldü üzgünüm.
dışınız çok kalabalıktı beni içinizdeki zindana attınızdı olur ya bir gün suyu hatırlar şelale şeytan utanmayı öğrenir ve yüzleşir yüzünüz mevsimlerle
sırf bu yüzden büyüdümdü,
akasyalar öldü.
III
Karanlık suyun dibini göze aldım sonsuzluğu göze aldım o yatakta sen gittin ben bu balkonlara kaldım
metalin damara dayandığı nokta şimdi söylüyorum dilimdeki küfrü büyülü sözü kalbimdeki:
tekrar karşılaşsak ölür müsün?
IV
Kışı neden bu kadar çok sevdiğini ve neden her şeyin bir sonla noktalandığını sorma, ben de bilmiyorum.
Anı olacak bir şeyim yok Her şeyin dünündeyim.
V
İçime işleyen acıyı size değil Bir suya bırakmayı öğrendim Dal olmaktan vazgeçeli çok oldu Bu yüzden ne bir ağacım var Bana beden Ne de çiçek açacak benden.
Kimbilir hangi ürkek mevsimi alırsın gizlice odalara, saçların balkonları terk edeli kimbilir ne kadar olmuştur? -annene göstermeden aşağı akardı saçların kaç kez eksilip çoğalırsın dişlerini fırçalamayı ezbere bildiğin günlerde…
Mor bir kedi geceyi sıyırarak geçiyordur kuyruğunda teneke yıldızlar düşlerinle buluşurken lanetli aynalarda söylesene hangi ürkek mevsimi alırsın gizlice odalara…
Ne gece yer rüşveti ne ben Söz! Annene söylemem…
II
Yüzüm hangi dağa baksam içinde öfkelerinden habersiz korkunç atlar gezdiren bu sessiz, yıldızsız. Yüzüm hangi yola çıksam bu yetim avlusu, bu ateş bu ağlamaklı şey.
III
Hiç gürbüz hiç pembe yanaklı sayfalarımız olmadı mı bizim? Biz hiç mavi kalacak bir mevsime çıkmamış mıydık yorgun yokuşlardan kışın?
Kendiliğinden gelen sözcüklerin misafirliğini ne çok severdin, Nasılsın… Bugünlerde ben iyi gibiyim yorgun gri kaideler arasında hüzünlü bir yeşilim, Ya sen… Sen… Nasılsın? Göğsündeki ağrılar nasıl? İyi misin?
IV
Ben hangi kelimeye açsam ağzımı Ben hangi kelimeyi nereye koysam Bir sonbahar konaklar sesimde.
Ben hangi kelimeyle girsem akşama Ben hangi kelimeyle nereye gitsem Yokluğunun renginde depremler düşer boynuma.
Ben hangi yaprağın ince hüznüyüm Sen hangi sersem haydut…
I eskiden köpeğim gibiydi şiir ne zaman üzülsem hissederdi
ve yanıma gelirdi
yaşlı bir köpek şimdi şiirim ne kulağı duyuyor ne yüreği
II o zamanlar öyle yaralıydım ki bunu yalnızca bir hayvan anlayabilirdi
hayvandan anladığım bir şey varsa insanlardan hiçbir bok anlamadığımdır hayatta
anladım ki: bir insanda hayvan şart
III bazıları ağaçtan toplar kelimelerini bazıları taştan çıkarır şiirini bazıları aşkını çölden… ben hiçbirinden…
geceye kalmış gibi olurum bir sokak pavyonu var da ona düşmüş üzgün bir şair gibi
benimki ne şiir ne keder onların terkettiği gölgeyi bulsam bana yeter
IV sende denize inen bir sokak bende başkente giden bir ev eski duman, eski kömür, eski ray aramızdan güzel bir karanlık geçti
V yağmur yağınca şairler aranmalı ve onlara elmadan sormalı, nedir sır yoksa elma da, sır da, şair de unutulmalı yağmurda ve “susanlara hiçbir şey sormamalı”
sana bir elma borcum var ama elma biliyor sen bilmiyorsun bunu
VI kağıttanmış kederi kelimelerin boşluğun acısı cümleden ince
ağacın kederi yapraklarından aşklar yerle bir oluyor gazelden önce
yağmurun kederi mırıldandığı şeyler ahşap hanesine bir yetim düşünce
kiracıya benziyor aşkın kederi yerleşmeden çıksa evsiz yerleşip kalsa yersiz
benim şiirden başka kederim yoktur
-şiirde tren yok bu ne kederdir?
VII
hüznün son sayısı gibi çıkar şiir dergilerinin her sayısı
VIII öleceği zaman hayvanlar gibi saklanmak istiyor ya insan saklanacak bir yeri olmalı aşka, çocukluğa, anneye, şiire yoksa fazla gelir ölüm ve eksik ölür insan
IX suyu görünce taşmak istiyorum onun bir bardağı var benim hiç kimsem … bir dize daha olacaktı burada ama aklım suya gitti, unuttum
X gözler var aramızda hasan’ın gözleri selahattin’in gözleri ece’nin gözleri seyhan’la konuştuk da ece gibi bakmış sona doğru onun babası da ‘beni bırakma’ der gibi çocukluğuna baktı babam da
gözler dolaşıyor ruhumuzda çarpmayın bakarken kırmayın geçerken o gözler bizim şiirimiz sıcacık ekmeğimiz ta çocukluktan kalma o gözler hem çocuk hem baba
XI anne ağladığında gördüm çocuğun büyüdüğünü hayvan ağladığında ağacın küstüğünü duydum
dağlar dikine gidiyor bunda bir his var
XII hangi yalana inanacağını şaşırdıkça yalnızca inanmaya inanıyor insan ve hiçbir yalan kalmıyor sonunda her şeyin gerçek olduğundan başka
XIII eski yazıda; ‘yüz’ yazmak resimdi ‘göz’ yazmak aşk ve şiir derlerdi ‘söz’ yazmaya öyleyse bir ilgisi olmalı ‘güz’ yazmanın kalple ve ‘yaz’ı çocuklukla yazmanın