Odaya Kapatılan Gökyüzü

Aşk ile korku, cam ile taşa benzer…
                                             Sâdi
Geceler bitti. Yolculuklar bitti. Yeni yerler, yeni sabahlar bitti. Her yerde bin yıllık bir aşınma, solgun zaman kokusu. Senden önceki haline döndü kalabalık. Gamzeli sular yürürdü dünyaya, kirpiğin kaşına her değdiğinde. ben deniz derdim hazla, gökyüzü niyetine bakardı başkaları. Kimsenin sesinde bulut yok, kanat yok, rüzgâr yok; bir hızar sesiyle konuşuyor artık herkes. Kalbinle donattın önce gövdemi, sonra aşkın nasıl bir yoksulluğa dönüştüğünü gösterdin. Sevinçler bitti, kapı zilleri bitti. Ne bir yere giden var, ne gelenlerin yüzünde bir iyilik. Senden başka anısı yok döndüğün yerlerin. Tükeniş kendini yokluğunla tanımlıyor. Açık yarada bir ayaz şimdi anılar. İncelikler bitti; o güzel telaşlar. Ne bir yağmur sesi çatılarda, ne camlarda yüzünden bir balkıma; ki düş kurabilsin odalar. Sen oyunlardan çekildin, birbirine küstü çocuklar. Yaşlılar aynaya bakmayı unuttu. Ben durdum tüm bunların ortasında, boynumda ağır dilsiz bir çan, ölüme dek seni susmaya yargılı. Özgürlük bitti. Övünme bitti.Herşey sürekli olsun, dediğin yerdesin şimdi.  Yürek çarpıntısını gövdesine yük sayan, yüz yıl sonrası bugünden bilinenlerin paydasını seçtin. Vakti belirsiz sevinçler taşıdım eşiklerine, alışkanlıklardan kurtarmak için seni. Ayrılığı bile bir ayrıcalık diye sundum da, sen kapıların hep aynı saatlerde açılıp kapanmasını bekledin. Bir lambadan alıyor ışığını artık gövden. Gökyüzü bir odada kanat vurur mu? Nerden alır rüzgarını bulutlar? Bir akarsudan doğurmak istemiştim seni. Az az yaşayarak uzatmak ömrünü. Sen evcilliği kalıcı sandın. Bir adres istedin aşka. Komşular, bildik sokaklar, aynı saatlerde aynı konuşmalar, hiçbir şeyi gizlemeyen perdeler, başkalarıyla yağmalanmış düşler. Güvenlik duygusunu dünyaya yeğleyen… Senin yalnızlık dediğin yerde atıyor ayrıcalığın ve güzelliğin kalbi. Gözbebeklerindeki ağrıya inan ne olur. Ölümün eşiğindeki pişmanlığı söylüyorum sana.
Dün akşam aldım seni yanıma; gücenikliğini aldım, vazgeçişini, ilk karşılaştığımızdaki sesini; benim dönüp dönüp gidişlerimi, senin gittikçe bir kuyuya benzeyen suskunluğunu… Yolların kentten koptuğu
bir uzaklığa varıp durdum. Sonra bir ağacın yalnızlığına oturdum. Üşüyen yerlerini aldım kirpiklerimin
arasına, sana dünyayı gösterdim uzaktan. Güneşin büyüsünü, taşların sesini; nasıl yer değiştirdiğini
dağların. Onca çokluğuna karşı, yıldızların yalnızlığından söz ettim. Hiçbir şeyin bize uzak olmadığından. İnsan sustuğu yerde yenilmez her zaman dedim. Gözleri içine göllenen hapislerin ufuklarını anlattım. Sanayi çıraklarını, hastaların yaşama gücünü. Gözyaşını küçümseyenin acısı da olmaz sevinci de dedim. Oğlundan kalan tek parmağı törenle gömen Dersimli annenin büyük suskunluğunu andım saygıyla. Azalan bir bütün olmaktansa parçalanarak çoğalmanın ne anlama geldiğinden söz ettim.
Kaküllerine düşen çiy tanelerini topladım sabaha karşı. Doğan günden kırmızılar sürdüm yanağına.
Saçının telinden tırnağının ucuna dek öptüm incelikle. Sonra alıp yalnızlığımı yanıma, biraz daha tutkun, biraz daha iyimser, döndüm yeniden bıraktığın boşluklara.
Şükrü Erbaş
odaya+kapat%C4%B1lan+gokyuzu Odaya Kapatılan Gökyüzü

Seni Korumak İçin

Seni hiçbir dünya telaşına değişmedim ben… Evlerin ve kalabalığın ağırlığını sana üstün tutmadım… Yoksulluğun acısından hafif bilmedim acını…

Yenilen herkesin boğuntusuydu kaybolduğum uzaklık, yüzün her bulutlandığında… Nereye gidersem gideyim seni yürüdüm hep… Sevincini bir barış, bir bayram sabahı gibi taşıdım içimde… Sesine güvendim, gözlerine en çok yakışan o sürekli yaz ikindisine… Gökkuşağının altından geçen çocukların şımarıklığıydı, kaküllerini her araladığımda gövdemdeki ürperti…

Ağzımdaki meneviş sendin insanlara şiirler okurken… Bütün öksüzlerin kederiyle baktım yüzüne, ne zaman geleceği düşündüysem… Bir haksızlığı haykıran herkese senin soluğunu verdim… Bütün hapislerin penceresi yaptım seni… Sonra tuttum kenar mahallelerin yalnızlığını gösterdim, bir özür, bir bağışlanma umuduyla…

Kirpiklerinin ömrüme açtığı yolda yaptım bütün kavgalarımı… Söze inandım, gövdene ondan çok… Dönüp dönüp sana geldikçe anladım özgürlüğün aşk olduğunu… Alışkanlıklara yenilmedim ben, seni bir alışkanlığa dönüştürmek istemedim yalnızca…

Çocuklar dünya karşısında yenik büyüyordu… Babalarından başka doğru bilmeden yaşlanıyordu erkekler… Çarşılar evleri çoktan teslim almıştı… Kızlar şarkısını kimseye söyleyemiyordu… Sokaklardan esen güneş değil, geri çekilme duygusuydu… Annelerin sütünde ışık yoktu…

Kaba adamların kalın sesi örtmüştü ülkeyi… Güzellik, insanların gelecek düşlerinden çoktan çıkmıştı… Kimsenin ortak türküsü yoktu ve kimse türküsünü bir başına söyleyemiyordu… Bir yere gitmeden, gelecek birisini bekliyordu herkes…

Koro halinde susuluyordu ve yalnızca yüksek sesle konuşanlara inanır olmuştu insanlar… İncelik yalnızlığa dönüşe dönüşe bitmişti… Şiddetin coğrafyasında elbette gökyüzü bir lükstü ve ancak yağmur yağınca anımsanıyordu…

Gittiği en büyük uzaklık evinden işi olanlara, ne aşk, ne özgürlük, ne barış anlatılabilirdi… Seni korumak için karşı durdum tüm bunlara… Dünyayı senden geçirerek sevdim… Geri çekilmem yakışmazdı seni sevmeme…

Günlerdir yoksun… Öfkeni bile özledim… Nasıl bir uzaklıktan geleceksin bilemiyorum… Ayrılıktan medet umar oldum… Kaşlarının işaret ettiği yerde duracağım… Kararan gümüşler gibi duracağım… Bir ülkenin acılarına tutunarak özür dileyeceğim…

Işıklı bir korunak arayacağım sesinin kıvrımlarında… ’Gelmen iyiliktir’ diyeceğim… Yüreğimden başka yanıtım olmayacak… Bir sorudan bir soruya vuracağım seni yine… Dünyanın bütün yağmurları yağacak iki söz arasında… Ellerimi geçmişe mi geleceğe mi koyacağımı şaşıracağım…

Küller altındaki köz için bir yudum soluk isteyeceğim… ’Aşk iki kişiliktir’ sözünü düşüneceğim uzun uzun… Kalkıp pencereden hayata bakacağım… Alnından öptüğüm yerde ülkemsin, ağzından öptüğüm yerde kadınım, diyeceğim… Bir gülüşünle çıkıp caddeleri dolduracağım…

Ömrümden öteye taşıdığım çocuk… Ya sen bu ülkede doğmasaydın, ya ben aşkı herkes gibi bilseydim…

Şükrü Erbaş

seni+korumak+icin Seni Korumak İçin

Oğlunun Doğumu Dolayısıyla

Ana baba çocuğu doğduğu zaman, âdet,
Akıllı olsun ister.
Oysa akıllı olduğum için değil mi,
Başıma gelen bunca belâ?
Ondan işte şimdi bütün dileğim,
Budalanın biri olsun çocuğum.
Ömrü boyu rahat eder, en azından
Müdür olur, nâzır olur.

Su Tung Po
Çeviri: Can Yücel

oglumun+dogumu Oğlunun Doğumu Dolayısıyla

Devrimiçi Sosyal Paylaşım

Bir etkinlik daveti:
Alper gencer seni
Yeni bir okuma etkinliğine davet etti.

Başlıca haberler:
Dünya ortadoğudan gelen ayak sesleriyle uyandı
Devrilen domino taşlarına benziyor diktatörler
Aradığı ümidi devrimde bulan insanlar mutlu
Afrika’da devrimcilik kazandırıyor, kabileler şokta

Haber kaynağı:
Tunus, mısır, libya
Yemen, cezayir, ve fas bekliyor sırada

Bildirimler:
Libya halkı büyük bir devrim yapmak istiyor
Onayla

Kaddafi halkı tarafından zalim bir diktatör olarak etiketlendi
Altı buçuk milyon libyalı bunu beğendi.

Mısır’dan giden gönderiyi gör:
Hüsnü mübarek

Grup kur:
Devrim ve çay

Uygulamalar:
Zalime hakkı göstermek
Mazluma omuz vermek
Durmadan dua etmek

Oyunlar:
İs ra il ve a be de

Fotoğraflar:
Muhammed Buazizi kendisiyle birlikte
Ortadoğu ve dünyayı ateşe veriyorken…
Yorum yap

Durumum:
Çok şükür

Ne düşünüyorsun? :
Çocukları…
Tümünü gör

Devrim dalgası bütün dünyayı sarıyor.
Alper gencer bu bağlantıyı beğendi.

Mesajlar:
Sakın ümidinizi kesmeyin.
Paylaş

Arkadaşlarınla sohbet etmek için devrimiçi ol

Ortadoğu profil resmini değiştirdi.
Bütün devrimciler bunu beğendi.

Alper Gencer

devrimci+sosyal+paylasim Devrimiçi Sosyal Paylaşım

Kan Atlası

emel’e

“ben babamın yuvarladığı çığın altında kaldım.”
çolak mırıltılarla dövmelenen çocuk
her gün her gece eğer adasında,gözü ağzı elinden alınmış, yosunlar
sarmış bedenini çığlıklarken bunu su içinde…
karada, hançer suratlı abinin rüzgarın uçar adımları.
geçmiş ilmeğinde saklıdır arzusu
içinden karanlık, tekrar ve ilenç sızdıran hayret taşında.
”soruyor hatırasında,
sırtımda ve sırtında gezinen bu ürperti kim,bir damla süt yerine bu ağu kim?”
ay gözüyle bakmayan kavruk akıllara
-boy atmış da salgıları, cücelmiş sezgileri-
bir yanılgı rehavetinde debelenenlere…
ey, yüzleri
bir babakuş gölgesine
çakılmış olanlar,
üzgün adım, ileri marş!
Nilgün Marmara

nilgun+marmara Kan Atlası

İzler

KISA ŞİİR / altı

Her konuşma bir şeyi değiştirir hayatımızda,
Sustum durdum geriye geriye çekilerek

KISA ŞİİR / yedi

Sözlerin bumerang gibi
döner yaralarsa seni
ağzın dilin gereksizdir
susarsın

İZLER

Susup bekleyerek yaşlanıyordu
şeylerin uğultusu arasında
içi ağırlaştıkça rüzgara çıkıyor
siliyordu kendini durma

ağrıya ağrıya nara dönüştüğünde
açtılar içinden sözler çıktı
kem sözler, kırıcı davranışların izleri
aldanma gölgesi, ondurmayan bağışlama
“gitmeliyim” çıktı, “dönmemek üzre bir daha”
“artık herkesin yüzüne
                       bütün düşündüklerimi”
“yalnız olmalıyım” çıktı.
derinlerde sır tutmuş
bir eski sevda.

Gülten Akın

sonra+yaslandim İzler

Orta Asya’da Bir Fincan Dibi

Nerden bakarsan elinde kalıyorum..
Öyleyse bırakma / sarıl..
Bahar geçti de / ben yaprağa nasıl söylerim, ağlarken düştüğümüzü..

Madem öyle, saati ayrılığa kur,
çalmadan gitmiş olasın lakin;
elin elimde olmalı mesela, biriken bir şeyler olmalı, eriyen de bir şeyler.
Bu kalp kafesine sığmıyor artık gitmeliyim,
Meneviş teninde harı gözlerimin..

Kuşlar biliyorum, göç yollarında bir annenin dudak izi..
Kursağımda akşamüstü, kaç gün oldu
yanlı aşklardan ağlama dersleri alıyorum
giden sevgiliyle alakalı..
[ Sonrası yerini bulmak zor olmadı,
bir hüzün kanamış bu yöne.. ]
Bavulumda özgeçmişim:
-Ayrıntılara girmeden aynen aktarıyorum:
“seni seviyorum”

Ve hayır!
Bir saniye..
Her şey sandığın gibi / Berbat haldeyim..
İsrafil’den bu yana gülmedim nâyi,
deliklerinde acı zula yapmış, esrik susuşlarına onların..
Yüzümün duldasını hüzne berkittim..
Ne yıkabilir gözlerimi şimdi, ne yaşımı.
Yakından bi yerden geçme ne olursun Ezizér,
sivilce yarası yüzümdeki çukurlara,
gölgen düşüyor durmadan / Utanıyorum..

İnan bana içimizdeki İrlanda elbet özgür kalacak / öp beni..
Haritayla yalpalıyor insan,
Yokluktayız / anlam bulmuşum, isimlendirme beni…
çölde diline yapışan şeyin su olması gerekirken
onun adını sayıklarsın..
İşte.. Bu böyledir de Ezizér..
Kağnılardan, gotik tabulardan,
serden ve antik çağlardan geçtim..
Sende durdum / İfşa etme kibrimi..
Usandım alnımdaki kirle, batmış bir gazetede sürmanşet olmaya.
Biliyorsun / ve beni üzme Ezizér..
Annesi çok ağlayan çocuklardanım ben..
Bilatedbir yollarda pusuya düştü kuraklığı serçe parmağımın..
Saçlarımı okşa ah / günahlarımı evcilleştir.. Ölümü de gülünç oluyor bak şairin..
Israrları bırakıp Bab-ı Ali çatısına düşen her bir güvercinin kanadı,
İbranice şirke girmenin yasal mermisidir lügatımda..
Öyle bakma Ezizér, bunu da geç kayıtlara.. / Elin, elimden düşmeden..
Gitmek istiyorsun tabi, git..
Bu öykü de biter ..
Leyla ölür / Mecnun evine döner..

Sıdık Bakır

Ayr%C4%B1nt%C4%B1lara+girmeden+aynen+aktar%C4%B1yorum Orta Asya’da Bir Fincan Dibi

Dua

Kederli ömrümün
kısa açan çiçeği
bahar işte
tekrar sana
çiçeklensin diye yüzüm
noktalanma,

çoğal!
değiş!
tekrar ol!
sebebim ol!
kederli ömrümde.

Birhan Keskin

dua Dua

Balık

Zokayı yutmuştum ben bir zaman
ah dilim yaralı
konuşamam.

Birhan Keskin

zokayi+yutmustun Balık

Zeytin Ağacı

Madem geldin, uğradın yanıma
yaslan, kavruk gövdem bu.
Yaşım kaç mı? Saymadım ki,
ya da unutmuşum, bağışla.

Bu: bir boşluk: içimde
Yaşamak izi de denir,
Sanki, nice kelebek tozu, içinde.

Çok durdum, hiç gitmedim ben, bu dağ başında
Rüzgâra ağladım bazen,
Bazen derdimin dibini saydım ıssıza.
Yaşlı, durgun bir zeytin oluşuma bakma
Şuramda bir su vardı ve şuramdan
Neşeyle akardı aşağıya.
Ela birini sevdim ben de zamanında.

Kalkıyor musun? Kalk, ama
Kaderinin sesini unutma, gönül gözünün yanına.
Ve sözünün içine çektin madem,
Madem aldın beni rüyana
Bu da benden, dalımdan bir hatıra:
Ayrılığın gümüş bilgisidir o, al
Helalü hoş olsun sana.

Git ve unutma
Ha vardır benim dallarım şimdi
Ha hatıra.

Birhan Keskin

zeytin+agaci Zeytin Ağacı