Erik Ağacı

II

Nerde o çılgın neş’en
O yaprakların çiçeklerin meyven
Hepsini götürdü mü sonbahar
Harp görmüş bir şehir gibi gamlı
Dokunaklı halin var
Erik ağacı

Nedir bu üzüntü derinden derine
Yalnız bir mevsimin hasreti bağrını yakar
Ya bir de hançeri vur insanoğlunun sinesine
Gör yürekte neler var

Zihni Hazinedaroğlu

Zihni+Hazinedaroglu Erik Ağacı

Küçük Haberciler

Şairler küçük hırçın habercilerdir
Gelirler aramak için yaşamın özünü

Her çizgisindedirler coğrafyanın
Kurarlar iç denizlerinde duygu adalarını

Sesleri ayrıdır müzik araçları gibi
Aldırmazlar anlaşılmasalar da çalarlar çalgılarını

Vücutları yoktur gerçekte
Sözcüklerle giyindikleri

Dili kazarlar durmadan
Bulmak için sevginin gizini

Ruhun en eski bilginidirler
Dizelerin dibinde yoğunlaştırırlar maddenin bu işlevini

Kimi kez gözlerini ayrıntı kamaştırdığından
Görmez olurlar bütünün düzenini

Bilinçleri uyanıktır bakışları uyuduğunda
İlk sorandırlar yeni nedenleri

Ne düş kırıklığına uğrarlar bulamadıklarında
Ne aramadan usanırlar gerçeğin izini

Ve insana inanırlar en güzeli
Getirdikleri bunca kitaptan belli değil mi
Tevfik Akdağ

tevfik+akdag Küçük Haberciler

Pusula

Annemin öldüğü yaşı çoktan geçtim
suyun vefası ve acılar
-bir de gökyüzü
çocuklarım olsa da

Babamın öldüğü yaştayım artık
gurbeti sıla, sılası hicran
Bir de yalnızlık
arkadaşım olsa da

Rüzgârlar yazsın aşkımı

Ama gönlüm hâlâ
oğlumun âşık olduğu yaşta
-sevdanın pusulası
anılarım olsa da

İki güvercin ey ömrüm
yılların omuzuna tünemiş
biri hayat, öteki ölüm
yaşadığım olsa da

Refik Durbaş

refik+durbas+pusula+(2) Pusula

Telefon

Dedemin ölüm haberini, bir an durakladıktan sonra,
babam vermişti telefonda. Babamınkini dayım.
Bu kez de işte duraklayan annem: Atakan!
Hiç bitmez gibidir telefonda donakalınan o an!

Bir başka hışımla ağaçlar hışırdamaya başlar,
sabaha karşı uyanıldığında o telefonla,
temmuzun orta yerinde bu ülkede bazen
işte böyle geliverir sonbahar birden adeta.

Cılız bir haziran güneşinin sevinciyle belki,
unutulmuş olabilir birkaç günlüğüne ama,
böyle günlerde dank eder yine insanın kafasına:
tüm hayatlar eksik, tüm ölümler vakitsizdir.

Roni Margulies

telefon Telefon

Çöl

Ben bir imge yolcusuyum
İkizinii arıyorum yollarda
Beni herkes kanlı gömleğimden tanır
Tarlalar bağlar ürünle dolu
Sular akıyor yeşillikler içinde
Kızlar yıldızlar gibi gökte
Bu görüntü ormanı öyle derin

Dostlar çevirmiş yanımı yöremi
Soframızda yemekler meyveler
Ne güzel gümüş bir kahkaha
Ama ölü sesler inliyor kulağımda
Herkesin ikizi ölü beniınki uzakta
Arada bir ateşte yakıyorlar beni
Lanetleyip atıyorlar şehirlerden
Söz dileniyorum açlığımı gidermek için
Tam tutacakken bitiyor büyü
Sıcak kavuruyor soğuk yakıyor
Tutup kendimi boğuyorum ikizim yerine
Bütün taşları yerli yerine koyuyorum

Önümde uzanıyor bitimsiz bir çöl
İnsanlar kafatasları gibi yolda
Güneşin içinden su içtiği
Ben imgemi buluyorum sonunda
İçimizde uzayıp giden yolmuş çöl
Ve her görüntü bir vaha

Metin Cengiz

metin+cengiz Çöl

Ders Sonu

Ben en çok kendimde öldüm, kendime
Necatigil’in öğrettiği mahcubiyetle
kendime gömüldüm, hep güz, hep gazel
ben en çok diyemediğim ukdeyle; kim’e

sır kilimine bastım dünyamı, acı iklime
bir baykuşun çığlığıyla, ders eksiği
geceye asıp korkumu, aşıp aşıp
kimliğimden taştım, sırılsıklam ter arkı
tutsun diye atlasımdaki hayal izi, yar izi
sözcüklerin aşkıyla, “ben” yükümü
-değil bildik yalanların hükmüyle-
telaşıyla bir baykuşun, diken diken ağı
kendime battım, önsezimdeki kile

kimse acımasın şimdi günüme, geceme
bitmek bilmeyen, gitmek bilmeyen sızı
o sırlı korkunun aynasıdır belleğimdeki
sözcüklerin sığmadığı ayna, habis ayna
görüntünün kırılmaktan kurtulamadığı
ben, en çok kendimde öldüm, kendime

kime peki, kimde, tuz buz cam yanığı
kurum ve is körlüğümün içi, kor iliğim
öğretti; diyetsiz aşk yoktur yeryüzünde
ödül müydü tedirgin saatler, ceza mıydı
kış sorumluluğu gibi serçelerin, kırıntı
umarı beride, bu yakada çizilen çile, kör
düğümdü sevişmekler, amortiydi yazıma
ben en çok kendimde öldüm, gömüldüm
kendim ertesi kendime.

Hilmi Haşal

ders+sonu Ders Sonu

Sınavda Çıkmayacak Sorular

teşekkür ediyorlar, çok yaşıyorlar, işe geç kalmıyorlar
çeyrek altını önemsiyorlar, küresel ısınmayı ve beş çaylarını
ortadoğu’yu ihtiyaç halinde seviyorlar, gökdelenleri her haliyle
eve geç gelmeyi borsaya bağlıyorlar, geriye kalanları astrolojiye
“konuşan tartı”lardan korkmuyorlar bir de,

-ben bazen korkuyorum-

artis diyorlar erken ölenlere bir akşamüstü her yer kalabalık
her yer kalabalık, üzgünüz yeteri kadar ve rimbaud mahkemelerde sanık
sırayla ölüyor kumbarası kırılmış çocuklar, tez konusu bile değiller
içinde ortadoğu geçmeyince şiir de olmuyor, bir şeyler kahrolsun!
-işgal edilmiştir inandığımız tüm çiçekler!

stratejik bir aşk yaşıyorum devlet görmesin, keşişleri hemen soboleyin
bu saklambaç bizden uzak, kavimler göçü konumuz değil, seni seviyorum!
ideolojiler söylüyorum dünya kurtarmak isteyenlere ve çok rüya görüyorum
insanı anlamakla meşgulüz, üstelik görünürde hiç ipucu da yok
ben bazen korkuyorum, annem duruyor hemen kalbime
beni hep yanlış öldürüyorlar anne diyesim geliyor
sonra cihad geliyor aklıma, cihad’ı çok seviyorum
-ama bunları coğrafi keşiflerle açıklayamam-

çocuğu okula yazdırıyorlar, merkez sağ’ı ve dedikoduyu çok seviyorlar
üniter yapı diyorlar, uluslararası toplum, en az iki yabancı dil
minareler gölde ediyor, başka ihsan da istiyorlar
akşam ezanında eve giriyoruz, üzgünüz yani gereği kadar
demokraside ısrar ediyorlar bir de, ben rahatça ölsek diyorum.

yemeklerden sonra pişman oluyorlar, kravat takıyorlar, az seviyorlar
aşık olamıyorlar, çok şişmanlıyorlar ve hiç gülmüyorlar
-manavlar da şiire inansın diye kırmızıydı belki elmalar-
elmalar deyince aklıma annem geliyor ve taksitli sancılar
bir yanağın elma oluşunu,
devrik cümlelerle düşünüyorum…

-sigortalı bir işe girmeden âşık olunmuyor-

Güven Adıgüzel

S%C4%B1navda+c%C4%B1kmayacak+Sorular Sınavda Çıkmayacak Sorular

Gül Yaprağı Gibisin Yastığımda

nerede başlıyor bu ayrılık
nerede bitiyor
sınırı nerede bilmiyorum
öyle bir günde geliyorsun ki
gittiğini unutuyorum o an
var mısın yok musun

gül yaprağı gibisin yastığımda
saçlarında yosun kokusu
hangi limanlardan geldin
hangi mavilerde yıkandın

her gelişin
bir tükenişe başlatıyor yaşamı
bu yazgının kör ruhuna inat
denizlerinde yitirip yeniden buluyorum kendimi
sende benim gibi
doyumsuz musun

güvercinim/ ürkek ve sıcak/
sokulmuş koynuma uyuyorsun
dalgalar kıyıları dövedursun
rüzgarlar pencereme vuradursun
üşümez sen varken ellerim
alıp gitme sıcaklığını
ne olursun

Emre Gümüşdoğan

gul+yapragi Gül Yaprağı Gibisin Yastığımda

Şiir Banarım Yarama

sokulursun
gün batımında kızıllığın
sularda/ gök yangın/
tüner gözbebeklerime
sıyrılır kınından yürek
aşklar büyütür
düşlerimi emzirerek

bükülürsün
tavında demir/ akkor/
alevleri yalar dilim
tomurcuklanır yıldızlar
ay ışığı delice sarmaşır suyla
dokundukça çoğalır/ kırılır tılsım/
yatağını bulur
gece mavisi bir nehir

yok olursun
yaprağını dökerken gece
devinir bir sözcüğün rahibe inadında
bulamam sesini
sesimin yanında
şiir banarım yarama

Emre Gümüşdoğan

siir+banar%C4%B1m+yarama Şiir Banarım Yarama

Gece, Aşk ve Şiir

I

geceye yazılmış nöbetim
dönüşü yağmurlara ayarlı
özlemler biriktiriyorum
düşler de sonlanacak
madenci lambası gibi
öylesine gökte ay
kanamalı hasta gece
kesin sabaha çıkmayacak

II

kuş seslerinin içinden geçiyor
kamburu önünde bir bahar
duruşu çağla erik aşkın
belli ki çok can yakacak
taş kolyeler yaptım boynuma
hüznün yedi renginden
büyürken şarkıların alevinde
gölgeleri çokgen aşk

III

sadık metresim şiirle
sevişiriz yerli yersiz
parmakları çan çiçeği
çocuklarımız doğacak
aynalarda sürse de hükmüm
gel zaman git zaman
yüzümde buruştu zaman
bu yazgıyı kim bozacak

Emre Gümüşdoğan

gece+ask+ve+siir Gece, Aşk ve Şiir