Ölümün Arifesinde

benim parmaklarım, yüzümün devamıdır
ellerimse Tanrı’nın varlığına delil
hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar, hiç yaşamamış gibi ölürüz
bize ihanet edenlerden, ölerek intikam alırız
ben ki her saniyemi, son anım gibi yaşıyorum
yani muamma değil artık benim için ölüm
eğer buraya sığamıyorsam
ya göğe çekilir, ya toprağa gömülürüm

ben öldüğümde
sana verdiğim kolye parlayacak
bir fotoğraf alev alacak, bir kuş havalanacak
yere düşürdüğün kitaptan etrafa sözcükler saçılacak
bozkırda babasının sırrı bir oğul doğacak
ben öldüğümde
bu venedik bayramı son bulacak

gece üsküdar vapurunda sur üflendi
paşakapı duygulu bir cezaevidir, her an kendini ateşe verebilir
çünkü kapıaltında bir çocuk bilir çıkınca öleceğini
bir çocuk yalnızca kafiyeye düşmandır, dünyada kötülük bitmiş gibi
benimse ellerimi sudaki yıldız aksi yakabilir
ve her söylediğim, kimsenin açamayacağı bir vasiyettir

Alper Çeker

oldugumde+sana+verdigim+kolye+parlayacak Ölümün Arifesinde

Rasgele Değil, Kar Ödülü

rasgele değil yemin ederim
dünya içinde
yaşayamayacağım kadar büyük bu
ve ölüm yerleşti dudaklarıma
-ağzıma mı deseydim-
akşamlarsa işte öyle
herkesin bildiği gibi
bir otelden bir otele taşınan
bavullar gibi

hüznümü titretiyorum
yani hüznüm beni titretiyor
bir hüznü titriyorum yani
feracesinden içi görünen
çok müslüman bir kadın gibi
kanım akıyor içimde
çok müslüman bir kadın gibi
kanım içimde
bir gökdelenin yetmişbirinci katında
yer yatağında uyur gibi

şükür ey sonlu şölen
büyük hayat
aldığın verdiğinden çok
örneğin bir gün alanya’da
bir sevdikle karşılaşıp
hemen ayrılmış gibi
rasgele değil

Turgut Uyar

h%C3%BCzn%C3%BCm%C3%BC+titretiyorum Rasgele Değil, Kar Ödülü

Furuğ Ferruhzad’ın kardeşi Feridun Ferruhzad’a yazdığı son mektuplardan:

3 Ekim 1959 salı

Sevgili Feri, haberlerini sürekli gazetelerde okuyorum. Belli ki işlerin bayağı ilerlemiş. Salaklık etme, başka işler yapma fikrini kafandan çıkar. Sen bilmiyorsun, bilmiyorsun, bilmiyorsun ve yine de bilmiyorsun… …

Ben burada ne oldum ki sen olmak istiyorsun? İki yıldır Almanca şiir yazıyorsun ve kendin için bayağı bir adam olmuşsun. Ben 10 senedir şiir yazıyorum ve hâlâ da 50 Tuman’a ihtiyacım oldu mu başımı ellerime alıp bedbahtlığım yüzünden ağlamalıyım. Bir kitap bastırmak istediğimde, yayıncılar zorlar ellerini ceplerine sokuyorlar ve telif hakkı olarak bin Tuman veriyorlar ve kitabı da bin defa homurdanarak basıyorlar. Dahası kitabın en fazla 2 bin tirajla basılınca da mağazaların vitrinlerinde bekliyor ki 50 tanesi satılsın sonra da dört ahmak, okuması yazması olmayan, düşüncesiz dört tane rezil dergide ki başından sonuna kadar konuları baldır bacaktır ya da yemek tarifi ve korkunç cinayetler, kalkıp ve sanat eleştirisi adı altında seninle alay etsin. Bu kadar. Sen bunları bilmiyorsun. Çalışıyorsun ve işinde de başarılısın. Neden gelmek ve bir avuç ahmak arasında ünlü olmak istiyorsun? Bunun senin için ne değeri var?

14 Aralık 1959

Son mektubundan bir önceki:

Yazık! Benim sözümü dinlemiyorsun ve orada işlerine devam etmiyorsun… artık istersen gel, bir şeyler yaparız… çevirilerini bana gönder düzeltirim. Şimdi bizim çocuklar bir basın ve kitap yayını kuruluşu oluşturmuşlar ve ayda 5 kitap basmak istiyorlar. Onları gönderirsen Cevane (tomurcuk) Yayınları serisinde yayınlanmasını sağlarım. İşin kötü yanı şu ki sen de diğer Ferruhzadlar gibi yüz tane bıçak yapıyorsun bir tanesinin sapı yok. Hep söz, vaat veriyorsun ve çok az yerine getiriyorsun. Bir süredir Sirus’tan (Atabay) haber alamıyorum. Berlin’deki adresi sende varsa bana gönder. Ayrıca şayet Alman dergilerinde iyi edebi makaleler bulursan çevir senin için yayımlatırım. Royai ve Şamlu ile birlikte haftalık bir dergi çıkarıyoruz ve yeni makalelere çok ihtiyacımız var… … …

Fericim, benim mektup yazmamamdan yakınma, sen yaz ben okurum… senin yazılarını ne kadar ilgiyle okuduğumu biliyorsun. Son şiirlerin şaheserler ve ben hâlâ inanamıyorum sen o kadar eşeklikle bu denli güzel şeyler nasıl yazıyorsun. Şimdi ofise gitmeliyim ve araba kapıda durmuş sürekli korna çalıyor. Anya’yı öpüyorum ve Tahran’da onu görmeyi arzuluyorum.


furug-ferruhzad Furuğ Ferruhzad’ın kardeşi Feridun Ferruhzad’a yazdığı son mektuplardan:


Son Mektup:

Ne kadar üzüldüğümü ve kalbimin nasıl sıkıştığını bilmiyorsun. Sizler gelinceye kadar belki ben boğulurum. Ne faydası var? Bu işlerin faydası ne?… …

Şimdiye kadar sen oradan memnunsun diye seviniyordum, çalışıyorsun ve işlerinde bu kadar başarı elde etmişsin. Şimdi sen kalkmış dönüyorsun ve benim bu kadar öğüdümün sende hiç etkisi olmamış demek. Yazık… …

Sen burada, benim bütün hayatımı parçalayıp mahveden insanların arasında yaşamalısın – bunlar bir hiçler, hiçler – hiçler… bu gün senin fotoğraflarını dergilerinde basanlar ve ona buna yedirenler, yarın her yerde senin aleyhinde konuşmaktan başka işleri olmayacak ve nerede yazarlar yazsınlar seni kötüleyecekler… … senin dayanma gücün ne kadardır bilmiyorum, ben kendim olmam için – bunların arasında yaşamışım – bunların arasında ölmüşüm ama sen?…

Ben de senin gibi sokağımızın tozuna toprağına, Emiriye’nin çocuk dilencilerine, güvercinlerine ve köpeklerine ve günebakan çiçeklerine aşığım ama sen bunları kim için anlatacaksın?

Sen sadeliğinle ve temiz ve çocuksu duygularınla yaşıyorsun ve bunlar tam senin bu duygularınla dalga geçerek geçiniyorlar.

Ben böyle şeylere alıştım ve bu palyaçoları çok iyi tanıyorum sen de gel onları daha iyi tanı. Senin ve sevgili Anya’nın gelişini bekliyorum. Herhalde ailemizde ilk ölen ben olacağım ve sonra da sıra sende. Ben bunu biliyorum.

Sevgilerimle

Furuğ



Furuğ’un bu kehaneti doğrulanmıştır. İlk ölen Furuğ oldu ve daha sonra 6 Ağustos 1992 yılında Feri (Feridun Ferruhzad) yaşamakta olduğu Almanya’nın Bonn şehrinde bıçak darbeleriyle katledildi. Katiller onun karnını deşip, kulaklarını, dilini ve kulaklarını kestiler.
Haşim Hüsrevşahi

Kurtulamayan

sen kader ağacı değilsin – nedeni bu
tutkularına bırak kendini
bir soluk var yaşıyor uzak uzak
bu daha ölmemişsin demektir

önce bitir bu şarkıyı
bir bardak doldur mavi
–hiçbiri açmıyor mu seni-
ve git bu gelmediğin yere
kurtulamayan–nedeni bu

Ece Ayhan

kader+agaci Kurtulamayan

Yort Savul

1.
Atlasları getirin! Tarih atlaslarını!
En geniş zamanlı bir şiir yazacağız

2.
Harbi karşılık verecek ama herkes
Göğünde kuş uçurtmayan şu üç soruya:

3. Bir, Yeryüzünde nasıl dağılmıştır
Tarihi düzünden okumaya ayaklanan çocuklar?

4.
İki, Daha yavuz bir belge var mıdır ha
Gerçeği ararken parçalanmayı göze almış yüzlerden?

5.
Üç, Boğaziçi bir İstanbul ırmağıdır
Nice akar huruc alessultanlarda bayraksız davulsuz?

6.
Nerede kalmıştık? Tarihe ağarken üç ağır yıldız
Sürünerek geçiyor bir hükümet kuşu kanatları yoluk

7.
Çocuklar! ile bile muhbirler! ve bütün ahali!
Hep birlikte, üç kez, bağırarak, yazınız

8.
Kurşunkalemle de olabilir
Yort Savul!

Ece Ayhan

yort+savul Yort Savul

Açık Atlas

Hayattan ders veriyor diye öğretmenleri kızdıran
Tuzu bir bulmuş çocukları saklamadan güldüren dünyaya
Su kaçırmaz bir eşeğin sesine açıktır penceresi
Bir sınıfın, batı son dersinde, kuşluk vakti

Meşeler yapraklanınca bir tuhaf olurlar işte
Koparılmış kürt çiçekleri, hatırlayarak amcalarını
Azınlıkta oldukları bir okulda bile, sorarlar soru
Neden feriklerin ve eşeklerin memeleri vardır?

En arka sırada çift dikişliler, sınavda en öne
İntihara ve denizde nasıl boğulmaya çalışırlar
Yalnız Orta Doğu’da el altında satılan bir atlas
Kim demiş on sekiz yaşından küçükler okuyamaz

Bakıldı ki kum saati, ters çevrilmiş, çıt, usul isa asi olmuş
İkinci karnede babası yarısını silahıyla dışarda bırakıp
Öyle öğretildiği için saygılı, sınıfa giren parmak çocuğun
Boş yerine, girilmeyen bir dersin denizi, gelip oturmuş

Açık kalmış atlası, deniz taşmıştır, darılmasın Fırat ama
Hayatın orta öğretmeni sustu, dondu gülmeleri çocukların
Bir cenaze töreninde daha ölümü karşılamaya götürüleceğiz

Efendiler! Eşekler susabilirler
Ne yani çocuklar hiç gülmeyecekler mi?

Ece Ayhan

acik+atlas Açık Atlas

Uslanmadım

Yazılan gelir başa
alınyazısı kader
bir gezinme olacaktır
bir dağa tırmanma olacaktır
kişi sonunda ancak kendini yaşar!

Ne yapıp etse bana gelir
yuvasına gelir eninde sonunda
benim kendi kendim
kendim – kendi
anladın!

Bir şey biliyorum – son
zirvemin önünde duruyorum
en uzun süre bana ayrılmış olanın önünde
ah! en sarp yolumu tırmanmam gerek
en yalnız yolculuğuma başladım
ama benim yaradılışımda olan insan
kaçmaz böyle bir saatten
kendisine şöyle diyen saatten
— “şimdi ancak yürüyorsun
büyüklüğüne giden yolu
zirve ile uçurum
birleştiler bunlar artık!”

Şimdiye kadar yükseldiğimden
daha çok inmeliyim derinliğine
ıztırabın – tâ en karanlık seline onun
böyle ister benim Cellâli Bilgem
pek âlâ! – hazırım!

Duyun gönüldaşlarım duyun
işitin beni düşmanlanm
ipten henüz döndüm ama
çok şükür uslanmadım!

Salih Mirzabeyoğlu

Salih+Mirzabeyo%C4%9Fgu Uslanmadım

Bir Tedirginlik Sanatı: Şiir…

Şiir, insanın yalnızlığına tutunma çırpınışının öteki adıdır. Bir itiraz, bir mutsuzluk bilinci halinde yaşadığı dünyaya, sözcüklerle katlanma gerekçeleri yaratmasıdır. Dünyayı meşru kılma eylemidir. Varlığına ilişkin, başkalarının yaptığı tanımları reddedip, insanın kendi anlamını oluşturmasıdır. Sığındığı her şeyin, mezarı olduğunu görmüştür. Çok özel bir ürperme hali olan aşk bile, ikinci gün, bütün ağızlarda aynı cümleyi kurmaktadır. Bu aşağılanmaya teslim olmamak için, insanın kendi kalbinin bile dışına çıkma girişimidir şiir. Zamanın kuşatmasına karşı, bir özgürlük tasarımı oluşturma güzelliğidir. Kendi uzaklığı için, insanın, insanlara sunduğu bir özürdür. Kalabalığa gönderilen bir yalnızlık elçisidir. Tamamlanmış her şeye karşı geliştirilen bir yetmezlik bilincidir. O “uzun denklem” dir, kirpiklerle kalpler, eşiklerle ufuklar arasına çekilen. İnsanın kendi hayatını, başkalarının mürekkebi ile temize çekmesidir. Benzer kaderleri yaşayanlara sunulan bir güven duygusudur. Hayal anahtarlarıyla gerçeğin kapısını açma büyüsüdür. Şiir, harflerden taşan ikinci hayattır. Gelecek hayatlardan pay isteme doyumsuzluğudur.

Bir tedirginlik sanatıdır şiir, yakınlıktan da uzaklıktan da aynı pişmanlığı duyar.

Kenar mahallelerin geri dönüş saatleridir şiir. Kasaba kahvehanelerinde, dışarıya hiç bakılmayan pencerelerdir. Önüne bakan insanların katettiği yollardır. Bir çocuk bakkaldan çıkıyor, avucunda küçücük bir güneş; şiir, çocuğun bakkala girişidir. Yoksulluğun, arka cebinde taşıdığı aynadır. Kalbinin insana o bağışıdır ki, sinema afişlerinin yalana döndüğü yerde, insanın elinden tutar. Işıkların değil, gölgelerin türküsüdür. Bir kadının kirpikleriyle çizdiği gözyaşı haritasına, adamın kuramadığı cümledir şiir. Annelerin güneşe serdiği kış yataklarıdır. Tenha evlerin, sokaklardan hıncını almasıdır. Bir halkın, silahlara çocuklarını sürdüğü o varlık savaşıdır. Askerlerin otobüsten indirdiği kızın götürüldüğü yerden çok ötesidir. Okul önlerindeki çocukların, aynaların karşısında ezberlediği noktasız sözlerdir. Yolu her gün biraz daha kısalan bir ihtiyarın, bahçesini sevmesindeki hazırlıktır şiir. Hapishane camlarından içeriye dolan seslerdir. Aşkın, kendisini hem bulduğu hem yitirdiği tek çaresizliktir. Zamanın kalbe açtığı kesiklere, yine zamanın bastığı küldür.

Bir uzaklaşma sanatıdır şiir; herkezi yanına alarak uzaklaşma…

Şükrü Erbaş

-Sarkacın Kalbi-
Bir+tedirginlik+sanat%C4%B1d%C4%B1r+siir Bir Tedirginlik Sanatı: Şiir…

Aşk Şiirleri

1.

ellerini uzatabilecek misin

gökyüzü bile durdu
dondu kaldı bulutlar

ıssız göl diplerinde aşkımız

gözlerimiz zincire vurulmuş
kurşuna dizmişler sesimizi

görüyorum hâlâ
ince ince kanıyor ellerin
ellerini uzatabilecek misin

2.

duruyor
sızısı yüzümde
pıhtılaşmıyor
dağ yollarında
ıslak
merdiven altlarında
yaşıyor kan
ağzın gül kokulu ağzın
ölümler anlatıyor
durgun sularda
kıpırdayan

3.

birden rakıya su karışır gibi
gülüşün ağaçlıklarda
ıssız göl diplerinde aşkımız
kızarıyor duyuyorum
bak
omuzunda çapraz ninniler
yeni doğmuş bir mezarlık ayağa kalkıyor
şehrin yağmalanmış meydanlarında
bırak ellerimde atsın
esmer yiğit yüreğin
artık içtiğimiz rakı
yediğimiz kurşun ayrı gitmesin

İzzet Yaşar

                                               blogger-image-103721927 Aşk Şiirleri

Kanama

ölüm onun tek suçudur şimdi
sevgi aranızda yarısı söylenmiş bir söz
sen tamamlayacaksın unutma
dudakların ılık bir tadı özlüyorsa
akşam serinliğinde
sesi boğazımda acı bir yudum
cömerttir gözyaşına ülkemizin dağları
uykunun kanla bölündüğü akşam
onun avcundan dökülenleri
sen paylaşacaksın dostlarınla
derin kuyularda soğurken sular
onu haklı kılacak budur biraz da
sakın unutma
sevgiyi haklı kılacak
senin dinmez öfkendir aslında

ah eğilip soğumuş anlından
son bir kere öpebilseydin
çocukluğu hatırlanır şimdi
duvarları karış karış yoklayışı
tanıyışı pencereleri kapı tokmaklarını dünyayı
onlar ne kadar yıkasalar ellerini sünger taşlarıyla ovsalar
çıkaramayacaklar bulaşan kanı
okşamayacaklar çocuklarını kar gibi beyaz
masa örtülerine dokunamayacaklar artık irkilmeden
buysa seni güldürmeli ancak

gün sessizce çekildi güvercin rengi kubbelerden
ezanlar doldurdu kuş yuvalarını
hazin ırmaklarda insan yüzleri yüzüyor
bak onun da yüzünde bir ırmak akıyor şimdi
ellerin serinlesin diye
gözlerini sil
artık nefret etmeyi öğrenmelisin

İzzet Yaşar

izzet+yasar+kanama Kanama