Tehlikeli Oyunlar’dan

“Batılılar, kendilerini tutmasını bildikleri için büyük başarılara ulaştılar, değil mi? Ölsen bir yudum su vermezler.”

“Başkalarını mühim bulmayanlar, bir gün kendilerini de mühim bulmayanlarla karşılaşacaklardır, fakat bu hakikat, oların mühim bulmamış olduklarının mühim olduğu manasına da gelmez…”
“Albayım sakindi, ‘Her şeyin birden unutulmasına çok ihtiyacımız var’ diyordu.”

“Beni hep durduruyorsunuz albayım. Bir gün beni kimse durduramayacak. Ve kendimi rezil etmeme izin verilmedikçe, ben de el alemi rezil etmeye devam edeceğim. Ve herkes kaybedecek bu yüzden.”
“Sevgili Bilge,
Bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda, ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanamadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana, durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de. İnsanları, eski karıma yapmış olduğum gibi, büyük bir boşluk içinde bırakmasaydım. Kendimden de kaçıyorum gibi beylik bir ifadenin içine düşmeseydim. Bu mektubu çok karışık hisler içinde yazıyorum gibi basmakalıp sözlere başvurmak zorunda kalmasaydım. Ne olurdu, bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım; ya da bazı sözleri hiç söylememek için kesin kararlar almamış olsaydım. Sana diyebilseydim ki, durum çok ciddi Bilge, aklını başına topla. Ben iyi değilim Bilge, seni son gördüğüm günden beri gözüme uyku girmiyor diyebilseydim. Gerçekten de o günden beri gözüme uyku girmeseydi. Hiç olmazsa arkamda kalan bütün köprüleri yıktım ve şimdi geri dönmek istiyorum, ya da dönüyorum cinsinden bir yenilgiye sığınabilseydim. Kendime, söyleyecek söz bırakmadım. Kuvvetimi büyütmüşüm gözümde. Aslına bakılırsa, bu sözleri kullanmayı ya da böyle bir mektup yazmayı bile, ne sen ne aşk ne de hiçbir şey olmadığı günlerde kendime yasaklamıştım. Sen, aşk ve her şeyin olduğu günlerde böyle kararlar alınamazdı. Yaşamış birinin ölü yargılarıydı bu kararlar. Şimdi her satırı, bu satırı da neden yazdım? diyerek öfkeyle bir öncekine ekliyorum.”

“Bir türlü sonuna gidemiyorduk rüyalarımızın. Korkuyorduk. Korkuyordum. Hayallerinde bile korkar mı insan?”
“Kadınlarla oynanmaz; hemen canları sıkılır. bir kere, rollerini ezberlemezler; sonra, ‘sen gerçekten oynamak istiyor musun canım?’ diyerek insanın aklını karıştırırlar. Her oyunu bir tartışma konusu yaparlar; akılları yatmadan rollerini katiyen oynamazlar. Biz onları kafamızdaki oyunlara uydurmağa çalışırken onlar – kafaları olmadığı için – bizi hayata uydurmağa çalışırlar. Oysa bizim hayatla görülecek hesabımız vardır.”

“Önce kelimeler vardı, biliyorsunuz. Bütün bu virgüller, ünlemler sonradan gelmedir. Ha-ha.”
“Bir zamanlar seni sevmiştim. Ve sevgiyi senin suretinde yaratmıştım.”

“Kant, elli iki yaşına kadar sabretmişti: Ben sabredemediğim için, onun yazdığı bir kelimeyi bile anlamıyordum.”
“Sert köşelere çarpmaktan yorulan aklımın durgun ve sürekli bir aşk içinde, ancak seninle birlikte dinleneceğini biliyorum.”

“Ülkemiz büyük bir oyun yeridir. Her sabah uyanınca, biraz isteksiz de olsak, hepimiz sahnenin bir yerinde, bizi çevreleyen büyük ve uzak dünyanın sevimli bir benzerini kurmak için toplanırız. Küçük topluluklar olarak, birbirimizden bağımsız davranarak ve birbirimizi seyrederek günlük oyunlarımıza başlarız. Ben, Hikmet IV zamanında -yani Hikmet I olduğum sıralarda- bu oyunu ciddiye almış ve bütün oyunları heyecanla seyretmiştim. Sonunda, kendi oyunumu, bütün bu oyunların dışında ve gerçek olarak yaşamaya karar verdim. İnsanlarımız, aynı piyesi yıllardır aynı biçimde oynamanın yorgunluğu ve gerçeğe bir türlü benzetememenin bezginliği içindeyken ben, bizlere bugüne kadar hiç yararı dokunmamış olan aklın -daha doğrusu, akıl olduğunu sandığımız akıl taklidinin- zincirlerinden kurtularak, bütün ülkeleri ve onların gerçek kişilerini içine alan büyük oyunun heyecanı içinde bulunuyorum.”
“Gerçekten anlamıyordum. Nasıl ağlıyorlardı, hiçbir şey anlamadıkları halde? Şimdi ben de, söylediklerimi anlamasalar bile bana ağlamalarını istiyorum.”

“Kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor.”
“Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor, anlıyor musun? Bütün hayatımca bu cam kırıklarını beyin zarımın üzerinde taşımak Ve onları oynatmadan son derece hesaplı düşünmek zorundayım.”

“darüttalim musikinin ahşap tavanlı köhne odalarında
geçerken çocukluğum
münasebetsiz sözler ve muaşeretsiz gürültülerdi duyduğum
müderrislerin tedrisinde mülayim ve mutatantan
bir mezahat vardı
müteselselsel muaaaakırıplar vücudumu muttasıl
mükerrem sıkardı
ey valide-yi muhabbet-i merhum-u biçare-yi mukadder-i
vefat- birenk!
takey bu hergele-yi mülevves-i münasebetsiz-i
biar pezevenk?
gitti valide-yi muhterem
sinesi zaifti: verem
dedi hükümet tabibi
demek kaybettim habibi
mersiye-yi elem yazdı hikmet bir
mersiyeyi yaz eyledi bilatebdir
mücadele-yi nizam-ı içtimaiyeden izzet-i ikbal ile sarfı
nazar ettim
aşka gömüldüm gittim
zira tarz-ı selefe tekaddüm ettim, bir başka lisan tekellüm
ettim

hikmet-i hudayım itibarım yok
şan ve şöhrete intizarım yok
valide sizlere ömür
kahramanlar ve valideler bir kere ölür.”
“Ben ve benim gibi kabuslarından başka kaybedecek bir şeyleri olmayan ruh proletaryası, bu dünyadaki yerini ancak büyük oyunun içinde bulabilir…”

“Oyunlar… gerçeğin en güzel yorumlarıdır. Bizim gerçek dediğimiz şey de, bazı güçlükler yüzünden iyi oynanamayan oyunlardır.”
“İnsandan sarhoş oldum, diye düşündü. Çoktandır bu kadar insan içmemiştim. İnsanın hayal bile edemeyeceği büyük bir oyunun sarhoşluğu içindeyim.”

“Herkes birden oturacak sofraya, mutfak köleliğine son verilmeden hürriyet yemeği yenmeyecek.”
“‘Uzan şu divana da sözlerimi dinle,’ dedi Hüsamettin bey. İnsanları tanımıyorsun Hikmet oğlum.’ Hikmet uzandığı yerde, gözleri kapalı, albayın sözünü kesti: ‘Daha önce hiç karşılaşmadım da bu ülkede, ondan albayım. Siz arada bana gösterseniz…”

“Onu değerlendirmek, aslında ona ihanetti. Bütün mesele onun yanında olabilmek, onunla birlikte nazariyesini savunabilmekti. Değerlendirmek! Ne kadar boş bir söz. Değerlendirmek, kaçmaktır; değerlendirmek, yalnız bırakmaktır. Yaşantısının ağırlığına dayanamayan birini, yaşarken öldürmektir.”
“…İkimiz de bu dünyanın insanı değildik. İyi kötü bir şeyler yapmağa çalıştık. Ben suçluyum: Sevgi’den farklı olduğumu gizledim. Gene de bizi yargılayanlara karşıyım. ne yazık, sonunda haklı çıktılar. onlara göstermeliydim. fakat anlatması çok zor: benim becerebileceğim bir iş değil. neler söyleyeceklerini duyar gibi oluyorum; duymak istemiyorum. bir fırsat daha kaçırdık. sevgi, kendisini ve olanları hiç anlayamayacak. ben bir şeyler yapabilseydim. başım ağrıyor, yorgunum. boşu boşu denecek, boşu boşuna. işte buna dayanamıyorum.”

“Bazı şeyler konuşulmaz oysa.”
“Emellerimiz gibi ıstıraplarımızı da saklamayı bilmeliydik…”

“Küçük zamanlar birikti, büyük şeyleri ezip geçti.”
“Azgelişmişülke göndeririz; yardım gönderirler. Zelzele, toprak kayması, sel felaketi göndeririz; çadır ve heyet gönderirler. Asker göndeririz; teşekkürler gönderirler. Binzorluklayetiştirdiğimizdeğerler göndeririz; dışülkelerdeçalışanyabancılaristatistiği gönderirler. Gerçekinsanlarımızı göndeririz; bizeordanmektup gönderirler.”

“Düşünceler insanın canını acıtmıyor; biraz sersemletiyor o kadar. Şiddet, süreklilik insanı yıkıyor.”
“Ben ölmek istemiyorum. Yaşamak ve herkesin burnundan getirmek istiyorum. Bu nedenle, sevgili Bilge, mutlak bir yalnızlığa mahkum edildim. (İnsanların kendilerini korumak için sonsuz düzenleri var. Durup dururken insanlara saldırdım ve onların korunma içgüdülerini geliştirdim.)”

“‘Bir insanın, iyi kötü, ortaya bir eser koyması ne kadar zor, ne kadar takdire şayan bir gayrettir bilemezsin.’
‘Ben ne koyuyorum ortaya albayım?’ diye çekinerek sordu Hikmet.
‘Kendini koyuyorsun evladım; daha ne koyacaksın…’”
“Bir yaşantıyı tam bitirmeli. Hiçbir iz kalmamalı ondan. Yeni yaşantılar için. Yeni yaşantılar için. Bunu önceden bilseydim, yaşantı milyoneri olmuştum.”

“‘Üç yanı denizlerle çevrili olan ülkemizin…’
‘İki buçuk yanıdır, oğlum Salim.’
Salim iki numara traşlı kocaman başını kaldırdı: ‘O ne demek oluyor Hikmet amca?’
‘Güney sınırlarının yarısı karadır da ondan.’
‘Yapma Hikmet amca, öğretmen kızar böyle şeylere.’
‘Kızmaz oğlum, gerçeklere kızılmaz.’”
“Aynı ırmağa bir kere daha girmeğe geldim. Yorgun ve hazırlıklıyım. İnsan aşağılık bir hayvan olduğu için, kendimi korumak için geldim.”

“Herkes işini beceriyor. Herkes zor zamanlarında istemediklerini görmüyor. Ben boş yere kendimi ele veriyorum.”
“İnsan korktuğu halde yaşıyor. Bir şeyler yapmak istediği için, korkunun gölgesinde kendini oradan oraya vuruyor. Çok acıklı durumlara düşüyor insan, dostlarım!”

“…bir kadının yumuşaklığına ve senkimsegibideğilsinciliğine ihtiyacı vardı. İyi romanların okuyucusu olmaktansa, kötü romanların kahramanı olmak istiyordu.”
“Fakat yaralı aklım, henüz gidecek bir ülke bulamadığı için bana dönüyor şimdilik.”

“Bazı insanlar bazı şeyleri hayatlarıyla değil, ölümleriyle ortaya koymak durumundadır. Bu bir çeşit alınyazısıdır.”
“Kolay zaferlerden başım dönmüştü.”


“İnsan bir kadını severse, ona her şeyi sorar ya. Milyonlarca insan bu işi yanlış öğrenmiştir.”
“Hikmetlere artık ne Sevgiler, ne de Bilgeler kabahat bulabilirler.”

“Kişiliği korumak için, bazen yaşamamak gerekiyor.”
“Bizlere uygun görülen kadere her yerde karşı çıkmalıyız.”

“Enver Paşa da bizim Hamletimiz, öyle mi?”
“Gözleriniz çok ses çıkarıyor albayım.”

“…albaylarım, yarım kalmış generallerim…”
“İyi niyetle iyi eserler verilmeyeceğini nereden hatırlatmıştı.”

“Kapıcı, kötü hayalleri içeri bırakma; biz burada çok sıkışık durumdayız.”
“Dünya bu susuşu dinlemez.”

“Bir soruya tutunalım hiç olmazsa.”
“Neden beni görünce gülüyor? İnsanlardaki zavallılığı, önce çocuklar seziyor galiba.”

“Serbest kadınların herkese açık oyunları vardır.”
“Biz köylüleri çok severiz; şehre gelirlerse onlardan kapıcı ve amele yaparız.”

“Sen anlamazsın tabii. Anlamak için insanın bazı eksik yönleri olmalı.”
“Yalnızlığımızın ve hor görülmüşlüğümüzün bütün şiddetiyle, hepinizi yerden yere vuracağız.”

“Bütün romantik oyunlarda olduğu gibi, şiddeti haklı gösteren bir serüvenimiz yaşanacak: Şiddeti düşünerek başlayacağız ve şiddetle bitireceğiz.”
“Başarısızlığın yarattığı öfke yüzünden hayallerimin düzeni bozuluyordu.”

“Bu düzmece oyun sona ermeli… kendi benliğimizi bulmalıyız. Yol verip, yakarmaktan vazgeçmeliyiz. Rüyalarımızı gerçekleştirmeye çalışmamalıyız, gerçekleri rüya yapmalıyız. Çelişiksiz, dikensiz ve düzgün rüyalarımızı yaşamalıyız. Sözümüzün eri olmalıyız: Kırılacak kafaları kırmalıyız. Bize acınmadığı için acımamalıyız.”
“Sen anlamazsın tabii; anlamak için insanın bazı eksik yönleri olmalı.

“Küçük oyunlar istemiyorum, albayım.”
OĞUZ ATAY
“Tehlikeli Oyunlar”
* * *
*Ek
“Hikmet herkes namına herkesin yaşantısını öldüresiye sıkıcı buluyor. Onların yaşamadığı sıkıntıyı, sanki onlar adına hikmet duyuyor. Bu nedenle bitiremiyor belki yaşantılarını; sonuna kadar yaşayamıyor. Belki de değil. Belki bir yaşantıyı sonuna kadar sürekli izlemenin bitirmenin, bir çeşit ölüm demek olduğunu hissediyor. Yarım yaşantılar sürdürerek, bütün ölümlerden kaçıyor.”


9157331-lg Tehlikeli Oyunlar'dan

Dumrul söze karıştı: “Eskiden yaşamış bir insan gibi bahsediyorsun kendinden. Sanki geçmişin malı gibi konuşuyorsun.” “Çünkü ben geçmiş, modası geçmiş biriyim. Burada kendimi temsilen bulunuyorum.”

suya düşen kir

ölüm replikleri sahne ötesi
yaşam oyununun perdesi zaman
kırlangıç yağmurları öğütür mevsim
“it ürür, yürür kervan”

zehir zıkkım, cadı iksiri kanar dudağım
uykulu gözlerim gök mavi safir
onur öykülere sürgün
hak, hukuk hakir

karanlığıma sarmaş dolaş düşse de iki damla çiy
süt beyaza öykünür masallarım

masumiyet sokağında buğu tüter suçluluk
saldırgan iştaha sunulur bikir
devasa anıtlara kazınsa da saygınlık
öz benlik fakir

saklı sarnıcında ruh yaralar ruh
kendi ekseninde ikiyüzlü dostluk
insan insana kir

çığlıklarım su yüzüne düşen kan
duygu havanında dövülür ezgi
dilimde es.kir
nemrut çarmıhlara asılır la
bir majör bemol yaratır hükümran
binlerce minör diyez fa.kir

ciğerler dolusu çoğullanır çirkef
hangi sabun temizler karayı
ucube kalem izlerini hangi peş.kir
aymaz ağızlarda yalanla çiğnense de yakamoz
suskun su bakir

soluk soluğa talan
kusmuk kusmuğa zikir
alın yüz arası körlük
algısız fi.kir
kir… kir…

suskuma aldanmasın akbaba
güle, bülbüle inat
anka kanatlarımda taşıyorum aşkı, kafdağı’ma
kafdağı’m yalnız değil…

nuriye zeybek

91948c5202258d356192c3134866f251 suya düşen kir

biraz sonbahardınız

biraz sonbahardınız
ne çok severdiniz harami rüzgârları
güz gülleri açarken gamzeler
yeşile yasaklı dallarınız
yaprak dökerdi en kuytunuza
bir bulut saklardınız gözlerinizde
hüzünlü şarkı gibi
yağardınız geceye

güneylere meylederken
ne çok hazana tutukluydu ayaklarınız
gezinir dururdunuz arka bahçemde
turnalar göçerdi düşlerimden
veda yorgunu gülüşünüzde bin bir sitem
eteklerine rüzgâr toplayan kadınlar

biraz fesleğen kokardınız
yüzünüz dört mevsim hüzün
anaydınız
kadınlığı yağmalanan
annem kadar cesur
ablam kadar yenik
asi değildiniz benim kadar hiç biriniz
sabrı kundak yapıp
yoksul gölgenizde
sevgiye aç bebeler emziren
gözleri bahar elleri çiğdem
tomurcuk memede umuttunuz

sadık yârdiniz
toprak kadar tanıdık
yokmuş gibi yaşardınız
sürgün yüreklerde
dişleri acıya milyon kez sıkılmış
otayamadığım yara
şiryanda kuruyan kandınız

namustunuz
namert diline perdesiz ev oldunuz
milyon kez
alnımın ortasında vuruldunuz
küfür küfür savruldunuz ahraz dağlara

kadındınız
kendi tenine yabancı
dilsiz ağıttınız
kına kokan türkülerde
saçlarınıza mevsimsiz düşen kırağı
tüm zamanlara mühürlü dudaklarınız
kırık aynalarda parçalarken yüzümü
ne çok batardınız can evime
biraz sonbahardınız
benim gibi
sapsarı susardınız
kifayetsiz şiirlerde

-şimdilerde toprak da ihanet eder oldu kendi özüne-

Nuriye Zeybek

a%25C2%25A6%25C5%259Flar%25C2%25A6-m+a%25C2%25A6%25C5%259Flatamam%252Chissederim+s%252B%25C3%2582yleyemem%252Cdili+yok+k biraz sonbahardınız

Kıştan Kalan Soğukluk

yine de kötü bir kış geçirmedik sanıyorum
altın düştü örneğin
karlar beyaz yağdı, direndi uzun zaman
geleceğin sevgisi bir aklık olarak başladı
sevgilim senin ellerin bir keçi sever kadar taze
sevgilim kolera yavaşladı
üstelik birkaç kez de aya gidildi
gelindi bile

şimdi ey benim badem gözlüm
su çiçeği, kızamık boğmaca geçirmişim
ancak ölünce hatırlanan sarışınım
altın sarısının beyaza dönüştüğü şu günlerde
sabah sabah aç karnına ölünen şu günlerde
kararlı yüreğin bir manşeti yadırgarken
silah kullanmayı isterken ellerin şu günlerde
-sana onu da öğretirim-
yüreğin kıpır kıpır yerinde duramazken
saçını taramamaktan aktardığın sıkıntı
sarı bir boya halinde parmaklarına yayılırken
öyle bir sarı boya ki kanlardan damıtılmış
ve kanların bağışlanmaz dirimini taşıyan
sana bir türkü söyleyeyim
güzel olmasın gerçek olsun
beklet kendini hazır dur
adı belirsiz bademlerle birlik dur
kağnı güdenlerle birlik dur
şehir kuşatanlarla birlik dur
ölen ve yara alanlarla birlik dur

bir tarihte bir dağ yamacında
onikibinsekizyüzelliüç kişi öldü
yamaç yeşildi çünkü bir bahara başlıyordu
ölenlerin bir kısmı, küfeksiz, onların bir kısmı
tüfek müfek bir yana donsuz gömleksizdi
sayı bilmezlerdi toptandılar
böylece bir yerlerde toplandılar
yürekleri uzun bi süre atmadı
aslında
çoğu da insan olduğundan yüreksizdi

bir sürü alan ve ova bir sürü ağaçaltı ve orman
ölmemeye bir sürü bahane
örneğin suyu görünce hemen ayaklarını soktular
çünkü gölgeli bir su her zaman
bitmemiş bir yapıda her zaman
çünkü sonu buysa
ölmek elbette gereksizdi

bilirim hoşuna gitmiştir bu ilkel türkü
ilkelliği bütün bir yaz ve kış yaşanan
çünkü sağlıklı bir güneşe taparsın sen
her bir ışını şiir yazanlara umut ve hüzün veren
bir karanfil olarak süner gider belleğinde
atı ve insanı doyuran çavdar
sevgilim hazırlığın tamdır
ve şiire artık saygın yok
üstelik ben de seninleyim bu konuda
pazardan karsız dönen köylüler gibi

kanın ateşin ve seslerin böyle cömertçe kullanıldığı
böyle sorumsuzca kullanıldığı bir dönemde
herkesin şimdilik hakkı vardır hüzünlenmeye

yukarda dediğime bakma aslında
başarısız boktan bir kış geçirdik
kanımız bile doğru dürüst akmadı
bir sürü çocuğu öldürdüler

 
Turgut Uyar
turgut-uyar1 Kıştan Kalan Soğukluk

Yalnızlıklar 9

Yalnızlık bir boşluktur
içimizde;
sisli yamaçlarında babalarımızın
dev gölgesi dolaşır
babalar ki,
bizde bitmeyen upuzun tiratlardır;
bir masal ağacına benzeyen ellerini uzatıp
ellerimizden
çocuklarımızı okşarlar.
Torunlarına baba derler sonra,
sürekli değişen sesleriyle
torun çocuğunda hortlayarak.

Babalar, alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır.

Kimi zaman asarlar kendilerini tütün dumanına
bir akşamın en ince yerinde
yorgun yorgun,
kimi zaman iç kanamalı bir şilep gibi
rakıya demirlerler yüreklerini;
kimi zaman dayanamayıp kusarlar
bizi hızla,
kimi zaman silerler görüntümüzü
kızları olmamış bir kızla
ve dönüp dolaşıp baba kelimesinde yaşarlar.
Bu kelime biricik evleridir onların
ve onların,
koşulsuz sevmek gibi
sonsuz bir mahkûmiyetleri vardır;
severler.

Babalar ki, bizim tamamladığımızdır;
döverlerse,
yalnızca kendilerini döverler.

Erken çizilmiş karikatürlerimizdir babalar bizim;
onları tamamlaya tamamlaya
çocuklarımızla tamamlanmaya koşullanırız.
Elimizden biricik el eksilse,
yanağımızdan küçücük bir ağız düşse
ya da
kulak mememizde asılı duran
ve zamanı örtündükçe
inatla sesimize benzeyen o ses
sessizliğe dönüşse;
telaşlanırız hemen.

Ellerimizi yitiririz birdenbire, yokturlar;
yanaklarımız tozlu bir ülkedir
unutulmuş masallarda
ve şuramızda
bir gökyüzü sürekli kuşsuzluğa doğurur kendini
ve eşyalar
aslında birer boşluk olduklarını anımsarlar ansızın
sonra boşluk taşar boşluk kelimesinden,
taşar.
Artık ne yapsak yapmıyoruzdur,
ne yıksak yıkmıyoruz.

Babalar ki, yalnızlığın en uzun tarihidir
içlerinden gelip geçtiğimiz.

Yalnızlık,
çocuk kılığında bir babadır
torunların büyüttüğü.

Ve
her terekede bir yalnızlık vardır
sulh hâkimlerinin göremediği.

 
Hasan Ali Toptaş
yalnizlik-siirleri Yalnızlıklar 9

Troya Önünde Atlar

I. koşu
Kör bir ozan anlattı bunları,
Atların da ruhu vardı Troya önünde,
Ta Hades’ten duyulurdu kişnemeleri,
Atsız bu bu kişneme ölüleri ürpertir,
Köpeği deliye çevirirdi.
Kimi de Troya önünde nal sesleri gezinirdi,
Gömülmemiş bir atın erinçsiz ruhundan.

O gün Akhalar başka biri için yarışsalardı
İlk ödülü Akhileus götürürdü barakasına.
Çünkü ölümsüz atları vardı,
Onları Poseidon vermişti babası Peleus’a,
Peleus da oğluna armağan etmişti.
Şimdi atlar yas tutuyorlar Patroklos’a,
Yürekleri burkuk, toprağa değiyor yeleleri.

Diomedes Tros atlarını koştu arabasına
O atları savaşta Aineas’ tan almıştı.
Bir tanrı kurtarmıştı Aineas’ı.
Sarı Menelaos kalktı sonra, Atreusoğlu,
Tanrısal yiğit koştu arabasına iki at,
Agamemnon’un kısrağı Aithe’yi, kendi atı Podargos’u.
Antilokhos koşum taktı Pyloslu atlarına.
Sonra Köroğlu kalktı, koştu Kır At’ı.
Her yanında çifte kanat
Bilmez yakını ırağı.
Kendini beğenmiş Tahta At’ı çıkardılar sonra,
Yayıldı ortalığa yanık sedre kokusu.
Huylandı öbür atlar bu büyülü kokudan.
Sonra göründü Muhammed’in damadı Ali’ye
Benzer iyi huylu Düldül, edep yeri kapalı,
Dolandı çok tanrılı atlar arasında ağır ağır,

Gözleri iyi görmüyordu.
Başını yana eğen İskender’in Bukephalus’u
Geldi sonra, Hint kızları gibi derin bakışlı
Güneyden yana bakayordu ikide bir,
Sezmiş gibi Granikos suyunun yakınlığını.
Elcid’in Babeica’sı, derken Rocinante çıktı
Ağlayarak.
Anlatma bana atları!
Bilirim, ana rahminden gelir, gece, karanlık
Bir ahırda lamba tutar biri, ışık titrer
Samanların üztünde, hayvanın öksürüğü ve soluğu…
Başını döndürür bakar, “Bana benziyor mu?”
“Sekili mi ayakları?”
Anlatma bana atları!
Sabahın yerden kesilmiş tarlaları ve çığlık
Çığlığa suları gibi gök yarığından atlayan
Kanatlı Pegassos! Gençliğim benim, oğlum!
Delirmiş bir zamandı, yas, ölünün öcü, gövdesiz kuş,
Kırılan yıldız, unutulmuş bir günün yarısı.
Tohumsuz küçük göller ölüm anıtı gibi yükselen,
Ve giysisiz boşluk, yılgın uzay, o bitmeyen
Koşu…Atlar, atlar.Yaşlananı görmedim hiç.
Kimi yelesiyle devirmek ister burçları,
Kiminin eşeler toprağı hala toynakları.
Anlatma bana atları!
Yüreğim kaldırmıyor düşündükçe vurulup
Vurulup yerlerde yattıklarını, anlatma,
Anlatma bana, görmedim Troya savaşını.

II. Ağu
Duydun mu?
Bursalı oto tamircisi Mehmet’in duyduğunu?
Katran, balık ve çam tahtası kokulu,
Yatışmamış çayırsı kadın kokulu kentin
Önceden bildi diye yakılacağını,
Ağulu yılan sokmuş Laokoon’u.
Kıvranıp duruyorlarmış çoluk çocuk
Rüzgarlı İlion kıyısında.
Kıyılarda birikir ölümün artıkları,
Düşüncede yitirilen ve bulunan sözcük,
Sonsuzluk, aranan kırık bir yontu gibi
Kıyılarda birikir ün, yücelik ve düşman.
Çünkü deniz daha bitmemiştir, uykusuz
Ve yarı yarıyadır, çöker delikli fıçısında
Tortulanarak eski ölülerden.
“İzmir fuarından otobüle dönerken
Gördüm, bir bulut sarmıştı İlion’u.”
Bütün kitapları gaz odalarına atmışlar,
Dresden’de, Köln’de, Münich’de.
Über allen Gipfeln ist Ruh
“Gökte uçaklarla kuşlar çarpışıyor,
Kanatlar, tüyler, gagalar yağıyormuş kente.”
Duydun mu?
Hep yabancı kızlar çalışır bizim genelevlerde
Adları La, Li Lu…
“Pkei,
Dağa bırakılan çocuk ne oldu?
Şimdi herkesin ağzında bu konu.
Kurda kuşa yem mi oldu dersin ormanda?
Parçalarını olsun bulamaz mıyız?
Parçalardan bir insan çıkmaz mı ortaya?
Hem ne olur, olmaz mı, gövdesiz olsa?
Olur, olmaz, olsa?”

III. Düş
“Sabaha karşı,
Gecenin kırıntılarını bir anda toplayıveren
Güvercin gibi aç bir saatta,
Doğmamış çocuklar kurar düşlerin yayını,
Kadın düşünde gördü çocuğu ve yangını.”
“Demek çocuğu dağa bıraktılar, düş ve yangın
Kaldı. Keşke düşü bıraksalardı.”

“Evet korktuk düşten, gereği buydu,
Elimizde değildi düşü yorumlamamak,
Yorumun gereğini yapmamak da öyle.
Çocuk büyüyünceye dek bekler yangın,
Beklesin gelecek günün kötürüm yazıtı,
Beklesin kuş gagalarının yaraladığı ayna,
Şarap her zaman içilir ve bekletilir,
Çünkü kırmızıdır sıçrayan kanın rengi,
Gidip gelen günün ve uzayan şarkının rengi.
Bölmedik mi günü yediye geceyi beşe?
Bu uykusuz direncin suyunu mühürlemedik mi?
Biz atmadık mı ayı bunca uzağa doğumdan?
Biz uzatmadık mı uykunun ağır bacasını?
Beklesin gizemli suda bekleyen kamış,
Ve ayın kuru eteğinden bakan göz kuşu,
Kent kurulmadan taşı kör eden kar bıçak,
Ah beklesin bekleyecek olan alın bekler,
Tut gelgitin ucundan derim tutar ve bekler,
Sürer gider su, toprak, usun arsız otu,
Atlı karınca, örtüler, tapınak ve merdiven,
Sürer ölümsüz mutluluk , iç sıkıntısı,
Bekleriz bize verilmiş olanı yaşayarak.”

“Ah çok çekmiş yorumcu!
Taşıyabilecek miyiz dersin birlikte
Kim bilir kaç yıl sürecek kaygımızı?
Yarınımızın ne olacağını bilmiyorduk
Gene de bilmiyoruz, ama bir umut bu çocuk,
Umutsuzluğumuzun umudu.
Git bul ormanda onu.”

IV. Dönü
Orman, çıplak yerlilerin attığı büyülü
Bir ağdır ve sanki avlanmış, şaşkın
Bir at gibi dağ, kurtarmak ister başını,
Tırmandıkça tırmanır çukur sulara
Göklerin.
Aşağıda,
Surlarla deniz arasında, dokuz kez yıkılmış
Surlarla, yedi kez ıssız kalmış deniz arasında,
Düşle yangının iki kanadı arasında,
Hiçliğin tek kurşunu zamanı uzatan
Ve acele söğütleri ölümün dilinden
Konuşturan dayanıklı ırmak horonu ile
Bitişin komşu duvarı Boğaz arasında
Dönüyordu atlar…Yaşlananı görmedim hiç.
Kimi yelesiyle devirmek ister burçları,
Kiminin eşeler toprağı hala toynakları.
Bir yanda armağanlar bekliyordu : Bir kadın,
Kulplu bir üçayak, altı yaşında bir kısrak,
Ateşe değmemiş bir kazan, iki kulplu bir kap.
Bağırmalar, nal sesleri, toz duman…
Über allen Gipfeln ist Ruh
“Peki,
Dağa bırakılan çocuk ne oldu?”

V. Fal
“Şu mavi boncuğu gördün mü? Bir deveci
Tuttu onu geçende. Tuhaf adamdı doğrusu,
Hem fal baktırır, hem dövüşürdü yılmadan
Falına karşı. Anlamam ben. Boğulmuş
Geçerken Fırat’ı. Aç bir köpektir fal,
Kovalarsın, döner gelir, bulur seni.
Şu önümdeki kurşun ne bileyim kimin falı?
Macbeth’e kral olcağını söyledim,
Ama öldüreceğini söylemedim kralı.
Zamanı uzatmak da elimde değil,
Kısaltnak da. Yat sat tat ksanikam.
Bak, gözümü kırptım, her şey geçti gitti,
Yarın dündür, dünse daha gelmed,.
Şu bakla, tuttuğun çocuk olsun, itiyorum,
İniyor dağdan aşağı…Ne kadar zaman geçti?
Bilemem. O mu, değil mi bilemem gene.
Bir lamba yak, akşam başkadır ışığı,
Gece yarısı başka, bambaşka sabaha karşı.
Ama lamba aynı lamba.
Santana ksana dbarmas.İnan, inanma.”

VI. Sevi
Orman sen elimi tutunca başlardı,
Yarılırdı bir incir gibi ortasından.
Koşardık yukarı iki büklüm, soluk soluğa.
Alabalıklarla düşe kalka, çam pürleri
Keserdi hızımız, Elimi Bırakma, Elimi
Bırakma…
Sonra kayardık ta aşağılara.
Ve alçalırdı sessizlik bir ağaç gibi
Kök salardı sende ve bende, arayarak
Toprağın sıraya dizilmiş suyunu.
Ayçiçeğinden göğüslerin döner ışığa,
Yürürdüm göğsünde öğle saatleri gibi,
Yürürdüm bir anıt kemeri gibi iki yanında.
Sonra gene başlardık koşmağa,
Yukarı, daha yukarı, çukur sularına
Göklerin. Öperdim seni, titrerdin, parçalanmış
Anları birleştiren sevi düş görmez. Ey orman,
Ey avlanmış atın falı, ey yeniden başlamanın
Aç güvercini! Falımız yok bizim.

Yaktık onu göçmen kuşların gözlerindeki
Benek, gagalarındaki tekçil dane gibi
Daha gün doğarken. Falımız yok bizim

Melih Cevdet Anday
(Teknenin Ölümü’nden)

melih+cevdet+anday Troya Önünde Atlar

Teknenin Ölümü

Kara yakındı önce, hem çok yakın,
Elimi uzatsam tutardı.
Yıldızsız teknemdi inip çıkan gece,
Kurumuş gece, kum, kömür, arduvaz…
Kara yakındı önce, hem çok yakın,
Denizleyin inip çıkan önümde
Bir tanrının atardamarı.

Açtım, yorgundum ama uykum yoktu.
Günlerce yekesiz yelkensiz
Ne de çok kuş takılmıştı ardımıza,
Ne çok harman gördüm köpükten beyaz…
Açtım, yorgundum ama uykum yoktu.
Güneşler hala sağımda solumda,
Sürer gibiydi açık deniz.

Deniz en ince hayvanı belleğin
Nerden kalktım, o rıhtım, o çan…
Bilmiyorum o gök kıyı nereye gitti!
Bir masal şebboyu çarmıhtaki yaz.
Deniz en ince hayvanı belleğin
bir kuşluk vakti tanrının sevdiği
Görünür zaman yaratan.

Canlı mıydım? O uğursuz kıyıda
Öldüğüm gün de bilemedim.
Hep o sallantı, o devinim, o avcıl
Bayrak, bir aş tenceresi, bir az
Küfür, karı kız öyküleri, sonra
Dipteki ölülerin fısıl fısıl
Konuşmalarını dinledim.

Doğdum mu? Nasıl? Belki bir tezlik
Yeli kımıldadı, kan gibi.
Ağaç ve kızak, demir, yağ, halat, katran,
Boya kutuları, sünger, tel ve gaz…
Derken gün kokulu yüreğimdi ilk
Yapının boş gömütünde dikili
Sabırsız kaburgama çarpan.

Ruh, şarabı gördü üzümden önce
Süt, kan olmak için devinir
Tohum bildi herkesten önce ekmeği
Gün, denizi salıvermeden batmaz.
Ruh, şarabı gördü üzümden önce
Ağaç ne diye kalktı çiçeklendi,
Denize inmesi nedendir?

Ah yalnızlığın gömük kapıları,
Aysız ayışığı gibiydim,
Geceleyin gece, gündüzleyin gün
Gibi suyun altınavuran yalaz.
Ah yalnızlığın gömük kapıları
Bir yağmuru dinlercesine bütün
Anları iç içe bilirim.

Bir tekne her zaman düşüncelidir.
Bizimle demirledi gece.
Karaya çıktı tayfalarım uykulu.
Pruvamda çok acayip bir yıldız
Konmak istercesine gider gelir,
Suları budanmış bir yolculuğu
Sürdürmek isterdi kendince.

Kara yakındı önce, ödağacı
Kokusu sarmıştı geceyi.
Ve bir kuş bağırdı çağırdı tepemde,
Fosforlu sesi kabarık ve ıssız.
Lale rengindeydi şimşeğin dalı,
Ve güneydoğunun yangını pembe
Nakışlı bir çanak gibiydi.

Unutmak istemiyorum bunları,
Göğün damarlarını gördüm,
Fırtına kırının yaban keçisini,
Koşar küpeşteme saçsız sakalsız…
Ağaç gibi yırtılan karanlığı,
Koca kulaklı lodosu, o fili,
Ah yay biçimdeydi ölüm.

Yalnızlıktır denizin tek yasası,
Aşkın altın yasasıdır o.
Bir gün kum uaynır, ay gıcırdarsa
Çalınırsa bir gün gömük kapımız
Kalamazsın sabaha inen suda,
Kalk kürek, yola düşmenin sırası
Aşkın altın yasasıdır o.

Kükürt rengindeki ağzı gecenin
Üfürdü huysuz karanlıkta
Sintineme düşçül bir ateşböceği
Kömürdüm, tahtaydım, kurumuş anız,
O böcek oldu yangımı teknemin,
anladım kuşun, yıldızın gizini,
Başladım usuldan yanmaya.

Söndüremezdi kimse bu ateşi,
Kıyıdan kesilmiş sularda,
Kara hem yakındı şimdi, hem çok uzak
Bir yanyanaydım onunla, bir yalnız.
Devirdim bütün yüklediklerimi
Ve demiri uykuda bırakarak
Bindirdim eskil kayalara.

Parçalanıyordum kimse bilmeden,
Ateştim cevizin içinde,
Ve bir gece içinde bilmeden öldüm.
Ey gece, nereden yol bulacağız,
ey yaralı göğsüme düşen yelken,
Ya sen kürek, solmuş rüzgar gülüm,
Ya sen ne diyeceksin, söyle!

Deniz durdu, mumyası yıldızların
Erir gün görmüş kayalıkta,
Ve yürüdü sabah, denizin ineği.
Ölünce ne yapsak sabah oluruz…
Ah kara yakındı ve darmadağın
Kuşları durmuş zaman kadar eski,
Taşları hüzün olan kara.

Kopmuş uykunun iskeletiyim ben,
Artık yelin göğsü olamam.
Gördün mü ölümün gözündeki mor rengi,
Söyle, ölüp dirilen Tanrı, Temmuz,
Ay yapraklarının indiği bu dam,
Eski düşleri taşır mı yeniden,
Koca karınlı kuşlar gibi.

Bir yanda parçalanmış teknem durur,
Sert tütünüyle gün bir yanda.
Kara yakındı önce, hem çok yakındı,
Elimi uzatsam tutardı ama
Yalnızlıktır denizin tek yasası,
Bütün ölüler unutulur,
Yaşayanlar kalır tek başlarına.

Akşamleyin kaptan, birkaç gemici
Gelip dizildiler kıyıya.
Tutunacak bir tekne arar gibiydi
Ayağı kayan meltem ve cigara
İçerek konuştular gizli gizli,
Bense dalgın bakıyordum, boşuna
Koparılmış süsendim sanki.

Çalıştılar bir hafta, Ağustosun
Altısında bütün iş bitti.
Kesik baş çapa, iplerim, küreklerim
Kumsalda şaşkın bir yığındır şimdi.
Tüter el ayak, tüter ıslak odun,
Denizin uzaklardan getirdiği
Yabancı, anlamsız bir şeyim.

Melih Cevdet Anday

teknenin+olumu Teknenin Ölümü

Güz

Yapraklar düşmede bilinmez nerden,
Gökkubbede uzak bahçeler bozulmuş sanki
Yapraklar düşmede gönülsüz
Ve geceler ağır dünyamız kopmuş gibi yıldızlardan
Kaymada yalnızlığa
Hepimiz düşmedeyiz, şu gördüğün el düşüyor
Nereye baksan hep o düşüş
Ama biri var ki bu düşenleri tutuyor yumuşak ve sonsuz.

Rainer Maria Rilke

rainer+marie+rilke Güz

Hasret

benden uçup kaçmışsın ve ben sadeyim hala
senin ihanetine inanmıyorum
kalbimi sevgine öyle bağladım ki bir daha
başka sevdalı bir yürek istemiyorum

gittin ve tüm umudum sevincim seninle gitti
sevdanı senin nasıl arzularım
senin bir tek öpücüğünün sarhoşluğunu
bu karanlık acı suskuda nasıl ararım

anımsa o deli kadını anımsa nasıl bir akşam
bağrında senin sarhoşluğun nazıyla uyudu
heves susamış dudaklarında titredi,nasıl
utangaç gözlerinde onun gereksinim güldü
susamış dudakların dudağına öpüşün yangısını kondurdu
senin istek söylenceni bakışıyla söyledi
ayın sarı bahçelerinde yanmış o iki kol
sarıldı senin tenine bir sarmaşık gibi
kulağına söylediğin sevda öykülerini
anımsıyor tümünü unutmamıştır
o şaşılası geceden yazık ne kalmış arda ki
o dal kurumuş o bahçe ölmüştür
gerçi geçmişsin ve unutmuşsun beni fakat
hala istiyorum seni candan seviyorum
gel ey erkek ey somut aldanış gel seni
yangılı bağrıma basmak istiyorum
Furuğ Ferruhzad
an%C4%B1msa+o+deli+kad%C4%B1n%C4%B1+an%C4%B1msa Hasret

Yer Yatağında İki Sevgili

Yer yatağında iki sevgili
Nerden baksan
Öğrenci evi
“kaloriferler pek yanmaz”
Uyarısına rağmen kiralanan..

Fakat yine de
Sevişmelerle bazen
Bazen gözyaşlarıyla
Battaniyeler içinde
Sıcak tutmuşlar düşlerini…

Yer yatağında iki sevgili!
Çokça zaman
Türkü çığırıp
Umut bestelemişler
Sırtlarını dayayıp soğuk peteklere…
Heyhat..
Zaman yine yapmış yapacağını
Bir sabah ayrılığı işlemişler
Doğan güneşe..

Ama artık
Yer yatağında UYUMUYOR iki sevgili
Birisi el olmuş çoktan
Diğeri onun şairi..

Okan Savcı

Yer+Yatag%C4%B1nda+%C4%B0ki+Sevgili Yer Yatağında İki Sevgili