Çıt yok koskoca ovada
Şub 23
Kan
Şub 23
Mesel
Sâdîye benzeti
Bir yerde yürüyordum ayağımın altında var sanıyordum o yer
Tatlı ince kusursuz ve kille kıyaslanmaz
Kuma karşıt ve suya hasım
Kendinde taş bilmeyen şiir diline benzer
Ayağım hiç bir otu çiğnemiyordu yine de bir koku geliyordu ardınca
Bir dize gibiydi ölçüsüz uyaksız
Öyle gizemliydi ki bir çiçek iç çekişi yayıyordu duruşunda
Elimle dokundum ayağımdaki bu güzelim toprağa
Kaçtı parmaklarımdan uzun süre kuytuda bırakılmış bir şarap gibi
Bellekle okşanan bir anı gibi
Vücudu hafifliğiyle doldurup dudağı geçmeyen bir şarkı
Karları birdenbire unutamayan bahar
Bölüştürülen mutluluk günün bütün saatlerinde
Çeşmede güvercinlerin içtiği inciler doğusu gibi
Kokusunu getirdi parmak uçlarım bana, bilemedim ben
Burcuları adlandırmak üzere yetişmedi burnum daha çocukluktan
Amber mi tripoli mi lantan mı kaad-ı hindî mi *
Hangi somakileşmiş günlük hangi taşıllaşmış eğrelti miski
Adını söyle bana ey burcu burçu toprak ey ateş pelesengi ey kadın külü
Dilimde gece tadı rüzgâr biberi
Söyle bana ağır kızıl şeker adını
Ve toprak dedi bana, o yabansı toprak ağzıyle
Toprak dudaklarından seven dudaklarıma benim
Eh tanımazsın ya sen beni insan ben aynıyım yine de
Çocukken oynadığın toprakla aynı ağır toprak
Savaşlarda saklayan seni kapkalın bekleyen seni
Kollarına son uykun için ne az bulunur ne de
Değerli toprak
Sadece sadece gençliğimde bir ilgim oldu
Kökleriyle uzantılarıyla ararken varlığımda
İçime getirdiği günşle rengini çürüntüsünü taçyapraklarının
Gülle güldür işte o
Beni böyle ta derinden sarıp susatan
Sen beni ellerine ağzına alan nankör peki ya nasıl
Nankör âşık nasıl tanımadın gülü sen
Sana ayrı bir toprak vereni hem de
Benim o toprak
Düşün o dinç ayağıyla o çıplak parmaklı
Çiğneyişiyle öz malı adımıyla bastığı toprak
Yağmurların boş yere yıkadığı
Bitkilerle böcek1erin her türüne
Uzak dişilere tutkun ağaç tohumlarına karışmış toprak
Bu çürümüş kertenkele kokan
Bu ten yıkıntılarının gizlerini toz içinde saklayan toprak
Bu çürük üzümler ve mercan toprağı
Gazel sürülerinin geçtiği gölgeye çağrı toprağı
İlençli açlıklar ateş basmalar toprağı
Bu testiyle sıvanın komşuluk ettiği mor ve yeşil döküntüler dolgusu
Bu tüyle pençeler gözler ufalanması
En sonu bu çığlık ve irkilme tozu bu sülünler ve meyveler sungusu
Toz haline gelmiş mezar tadı bu
Bu güneş gecesi
Ben olan toprak en sonu
Yaban toprağı çukur toprak; çılgın toprak.
Yararsız otlar kuru kütükler
Uyuyan taneler yitik fideler kopuk dışkanatlar taşıyıcısı
Tehlikeli, toprağı vaktinden önce çatlayan tohumun
Ve donduran göz aşısını kalem aşısını
Irmakların karnı gibi ekşice toprak
Havası bozuk toprak vaktinde önce döllenmiş
Hâlâ sabırsız toprak
Her geçenin her boranın oynaşı toprak
Anlaşılmazlık ve piçlik toprağı
Kış ve sömüren yaz kırması toprak
Ansızın içerine gömülür bıçak ve işler sende
Çevirir çizer seni dürter üzer seni ve işte
Otundan ayıklanmış güçten kesilmiş sürgü çekilmiş olan
Yeni toprak uyan toprak
Bu mis kokulu ekime sunulmuş toprak burun gibi burcuya
En sonu ben olduğu toprak
Sun kendine gül olanı
Şub 23
Sen ki Gülsün
Sen ki gülsün bu vaktinde yılın ey gizemli gül
Büyü duası gibi hâlâ yeşil kesikli bir ağaç
Sadece girmiş bir ağaç asılı toprağa ve toprakta mezar karşıtı bir haç
Sakat bir adamotu
Kış ayında kök salan
Çarşaflar altında hala sinsi bir el gibi okşayan
Uykulu bacaklarını kışın
Hâlâ don topraktaki kökler
Hiç bir şey sezemez daha önceden bu yeşil ürperişi bu tatlı gerinmeyi
Büklüm büklüm gözleriyle o yumuşak sap o dönen koltukaltı toprağın
Çiyden ve etten bahar
Geleceğin üstünde bu kara parmaklıktan hiç bir şey
Hiç bir şey bu cırnaklar donanımından
Bu cırcırlar yapmacığı bu cansız
Güvercinler bürümcüğünden
Hiç bir şey ele vermedi bu koku parlamasını bu gözkapaklar
Patlamasını bu körpe serin pusuyu bu sereserpe
Renkler solumasını ki olacak
Gül
Ey çalıların o her yıl yeşerme sabırsızlığı
Kavrayan inanmazlık o beni her şeyin dönemecinde
Lâleyle kardelen ve ilk kadifemsilerin incecik buzu
Bir iç daralması bir eskisinden daha uzun görünen her şey
Bu geç kalan cevizden duyduğum tasa ve gemler evecenliği
Ya çiçek açmazsa bu kez hiç bir şey diye ve dağıtmazsa
Kaygımı yasemin de nergis de
Zambak gerekmez ki en azdan bana geri dönmüş sanayım diye
Gülü
Bu bütün renk alan açılan çocuklaşan şey
Bu bütün el ayası çarpıntı ve soluk olan şey
B u kırılgan ürperişli ilik kalkan
Bu erkenciliği dudağın bu yaraya
çağrı gibi çok pürüzsüz deri baharda
Ama öyle geliyordu ki şimdiden bana
Gösteriyordu yaprak kanını ilk yıldızını solgun bir noktasını bir sözverişini
Gülün
Güle gelince bu yıl
Çünkü yeteri kadar kar görmedi don tutmadı pek
Sönmüş dönmüş olsaydı gül o derinliğinde şimdi
Sonu olsaydı gülün
Ezilmesi solması büzülmesi olsaydı gülün
Bir yeraltı belâsı bir bilinmez larvalar belirtisi için
Bir vakitsiz pas hastalığı bir özsu eksilmesi bir çeşit
Loğusalık humması kızıllık ve solgunluk içinde
Bir koku bir afat vurması bir hormonlar ilerleyişi
Bir burcular bozgunu yarık ve çatlak aynı zamanda
Batkı hem de batkısıysa bu
Gülün
Nice bir uzun bu yıl bir nice
Bu bitmez bekleyiş gülü
Sonra tüketircesine soluğu yıkıp gidercesine
Dirliği yok edercesine dileği
Delsin giderek delsin
Dirilir gibi dirilmez gibi durup
Gene de delsin
Gül
Adını sesleniyorum dilimi
Dayıyorum damağıma öğreniyorum
Derinden esinlenip rüzgârdan yaklaştığını
O buruk erkini yakında varlığını
Seziyorum karanlık ışığını erkenliğini
Taçyapraklarının irkilmesini derken alıyorum
Ağırlığını ilkin elime
Kadehe şarap dökercesine
Hafifliğini oynak bir buğu gibi
Parmaklarıma Nerdeyse bir düzyazıyle kesilen uyumlu yürüyüş gibi
Adını söylüyorum yeniden
Gül
Sen ki gülsün bakırdan ve kükürtten
Koyu kırmızı gül ve bembeyaz gül
Ateş gibi külün beyazlığında
Açılan ağız gibi
Sen ki gülsün ey göz kamaştıran gül bu vaktinde yılın
Ki nesi varsa övgüdür senin şanına görünüşüne
Ey gül ki varlığınsın adınsın
Louis Aragon
Şub 23
O Yılın
… Ve kıyısında bekliyorum ben onun, bir lezzet yıldızıyla kemirilmiş olarak … O kadının olacağını ben, ki anlamaz sözleri, erkeğin olmayan sözleri.
S.J. Perse – Etroits sont les vaisseaux
O yılın
İlk gününe kadar o yılın
Ocakta ilk gününe kadar o yılın
Ey yontulmuş tümceler bir kalem gibi ey yongalar
Yongaları bitmez tükenmez düşüncemin
Başlaması şiirin yeniden başlaması
O bitmez tükenmez başlaman senin sen ki zamansın
Saymaya başlıyorum zamanın başlangıcından
O yılın ilk günü kara balçıkta sarı
Düşünceler vardı gene Sevgilim Ey
Kış güneşim canım benim
Gölgelerin uzaması bir gelişigüzel uyuyanlarca
Her yönde çayırda Noel çağında yemyeşil çayırda hep
Ey bitiren güzel daha güzel ey bitirmekten
Sevgilim ey başlangıcı güzelliğinde yılın
Ey gül başlangıcında yılın
Yontun kalemini yontun hep yorgunluğumun
Hiç yoktu bunca güzelbunca yeşil olduğu bunca
Taze düşünceler için hiç
Ve sen yanımda benim bir soluyan bir geniş tarla gibi
Bir güzel kış güneşi altında bir dökülmüş yapraklar içinde
Üstüne senin üstüne güneşi genç güneşi okşayan kışın
Ah başına kadar yılın
Kıskanırım güneşi ben düşüncelerini ben
Nereye gittin ki dökülmüş yapraklar arasında
Güzel kış güneşim ey güzel kış güneşim
Dokunduğu şeyin rengine giren
Öyle genç kara ve yeşil
Gölge ağaç hava güneşim
Aragon
Çeviren: Sait Maden
Şub 23
Keçiyi Yardan
keçiyi yardan uçuran
bir tutam ottur
gözümün önüne geliyor keçi
hala cıvıl cıvıl gözlerinin içi
ağzında ecel yeşili
körpe ıslak
ezilmiş yırtılmış bir çift yaprak
uçurumun dibinde incecik bir su
tatlı mı tatlı, duru mu duru
açmış kocaman gözlerini
düşünür su
canlıyken ne kadar hafifti keçi
şimdi ne kadar ağır
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Şub 23
Denizle Başbaşa
Otel odası, deniz kıyısı, gün batmakta
Gitti: ve göremeyeceğim onu bir daha
Gitti: ve göremeyeceğim onu bir daha.
Bakıp bakıp divanda bıraktığı çiçeğe
Sarılıyorum divanın yıpranmış örtüsüne
Sarılıyorum divanın yıpranmış örtüsüne.
Havada, bir öpücüğü andıran o kokusu
Ve altta, kabaran deniz, sevinçli ve mutlu
Ve altta, kabaran deniz, sevinçli ve mutlu.
Parlıyor ışıl ışıl bir fener ötelerde
Gel sevgilim, bak, deniz türküler söylemekte
Gel sevgilim, bak, deniz türküler söylemekte.
Türkülenen şu yaban denizi dinliyorum
Tarazlanmış divanda dülere dalıyorum
Tarazlanmış divanda dülere dalıyorum.
Burada öptüm onu, kucakladım burada
Deniz uğuldamakta, bir geçmiş konuşmakta
Deniz uğuldamakta, bir geçmiş konuşmakta.
Endre Ady
Şub 23
Beni Yavaşlat Tanrım!
Beni yavaşlat Tanrım!
Yüreğimin atışlarını düşüncemin sakinliğiyle rahatlat.
Zamanın sonsuz görüntüsüyle hızımı azalt!
Bana güncel kargaşanın ortasında,
Tepelerin ölümsüz sakinliğini ver.
Şair Wilfred A. Peterson’a ait diye bilinen
bu şiirin asıl M.Ö. 2000 yıllarında bir Hitit duvar yazısından alındığı ifade edilmektedir
Şub 23
Tahattur Et (Hatırla)
Şafak hâifâne âfitâba karşı saray-ı dil-kûşasını
küşâd ettiği zaman tahattur et!
Tahattur et o demde ki leyl-i mütefekkir zîr-i
perde-i müzerkeşinden hayâl-perverâne geçer!
Arzû-yı meserretle kalbin halecân ettiği zaman!
Akşam garibliği seni tatlı hayâlâta da’vet eylediği
zaman dinle o sadâyı ki sana ormanlar içinden
tahattur et diye zemzemehân olacaktır.
Vakt olup da ahkâm-ı kadrini senden ilelebed
tefrîk ettiği zaman tahattur et!
Bu kalb-i nevmidi kader nefy ve seneler mürûru
mahv eylediği zaman!
Hazin aşkımı düşün, o ulvî vedâ’yı yâda getir!
İnsan sevdiği zaman hicrânın ve zamanın hükmü yoktur.
Kalbim hareket ettiği kadar sana diyeceği işte
budur: tahattur et!
Tahattur et o demde ki şikeste gönlüm türâb-ı
bârid altında hâb-ı ebediye dalacaktır!
Tahattur et o demde ki medfenim üzerindeki bir
tek çiçek âheste âheste açılacaktır.
Amma ki sermedî olan rûhûm bir hemşire-i sâdıka
gibi senin nezdine gelecektir.
Geceleyin dinle bir sadâyı ki tahattur et diye
inleyecektir.
Alfred de Musset
Tercüme: Nigar Bint-i Osman
Şub 23
Avcının Akşam Şarkısı
Yürüyorum kırda sessiz, yabanıl
Elimde tüfek sürüne sürüne;
Gözlerimde senin ışıklı yüzün,
Tatlı hayalin gülümsemede.
Gezmedesin sen şimdi, sevimli
Kırlar içinde vadilerde;
Ah, benim uçup giden hayalim
Bilmem görünür mü sana bir kere?
Görünür mü yaslı gamlar içinde
Diyar diyar gezen bu hayal sana?
Yanında ayrı düştüğü için
Yürür giderken ufuktan ufka.
Yalnız seni kurar, seni görürüm
Yüzün sanırım bakınca aya
Bir sessiz güven kaplar içimi
Ah, bilmem ki ne hal oldu bana?
Johann Wolfgang von Goethe
Şub 23
Ağıt
Yanar döner kalemler, yazıyor bir düzüye,
“Halkın derdi konusu artık eskidi” diye;
Bu zamanın şairi unutmalıymış onu,
Kanmayın sakın, gençler; hiç eskir mi bu konu?
Ah keşke eskiseydi, cennet olurdu her yer
Yılların geçmesiyle… Ne yazık ki milletler,
Cılız sürüler gibi kırbaçla sürüldükçe,
Çorak kırlarda böyle aç çıplak süründükçe,
Yalnız Musa onların derdine çare bulur,
Yeryüzünde en güzel, en sağlam birlik budur.
Kendileri gülerken, halkın çektiklerini,
Güçlülere anlatır, uyandırır hepsini,
Gözlerini boyuna millet üstüne çeker,
Şiir bundan daha iyi neye hizmet eder?
Bağışladım millete elimdeki sazı ben,
Ölüp gitsem de yanmam beni asla görmeden.
Ödevimi bitirdim rahattır artık gönlüm,
Savaşta bütün erler düşmana saçmaz ölüm,
Ama herkes savaşır. Hayat savaştan doğar.
Bir gün gördüm ne mutlu, Rusya’da hürriyet var.
Bol bol sevinç gözyaşı döktüm, ürperdi içim,
Musa’nın dürtmesiyle birden kendime geldim:
“Coşup taştığın yeter, ileri gitmelisin,
Gerçi hür oldu millet, ama rahat mı dersin?”
Altın buğday biçen kız, güler, türkü söyler mi,
İhtiyar rahat rahat tarlasını sürer mi
Yiyecek götürürken çiftteki babasına,
Gülüp oynar mı çocuk çayırlarda bir başına,
Ses verir mi oraklar, hışırdar mı tırpanlar,
Kafamı kurcalayan daha nice soru var.
“Son yıllarda kimbilir köylünün binbir derdi
Hiç çekilmez mi oldu, yoksa biraz dindi mi?
Sürüp gider mi böyle bizde kölelik yine,
Çıkar gelir mi dersin bir gün onun yerine
Hürriyet, köy kızının sevinçli türküsünde,
Yaslar mı bürür yoksa bu türküyü o gün de?”
Artık hava karardı, yapayalnız kırlarda,
Hayallerime dalıp yemyeşil çayırlarda,
Akşam serinliğinde düşünceli gezerken
Bir ezgi perde perde dalgalandı içimden;
Canlandı bu ezgide demin düşündüklerim
Köylünün emeğine başarılar diledim.
Onu çiğneyenlere hep lanetler yağdırdım
Bu halkı kurtar diye Yaradana yalvardım.
Uğuldayan türkümü vadiler de tekrarlar,
Yankısını çınlatır uzakta yalçın dağlar,
Orman karşılık verir, tabiat beni anlar,
Ama asıl türkümü söylediğim biri var,
Millete sundum sözde bütün şiirlerimi,
Yazık ki dinlemiyor, anlamıyor o beni.
Nikolay Alekseyeviç Neksarov









