Avarelik Yılları

Sen miydin, Tanrım, o kerem sahibi,
Bir öğün yemek, bir testi şarap
Ve bir gecelik barınak için
Kapını çaldığımda
Hizmetçilerine
“Evde yok!” dedirten?

Sen miydin, Lordum,
Aklın taş gemisiyle ruhun çölünde
Kalbim forsada kürek çekerken
Gökçe krallığının tepelerinden
Biraz kekik kokusu,
Biraz serinlik istediğimde,
Rüzgarın yalazlı dudağına
“Evde yok!” dedirten?

Sen miydin, Efendimiz,
Sen miydin, şairlerin, yoksulların tanrısı
Sözcüklerin yalancı cennetinde
Dillerini bilmediğim yamaklarının,
Söz cambazlarının arasında
Yüreğimin kekeme diline
Bir ahenk, bir düzen istediğimde,
Yalnızlığın ilham perilerine
“Evde yok!” dedirten?

Cahit Koytak

avarelik+yillari Avarelik Yılları

Beceriksiz

Kabuğunu koparmadan
ne bir elmayı soyabildim
ne de iyileştirebildim bir yaramı
ama karşıma çıkınca
kızmadım hiç elma kurduna
bendim çünkü bıçağı saplayan
onun yurduna

Şair diyorlar benim için
bilmiyorum oysa
her şiire konmalı mı uyak
her yere nedense
konamıyor tayyare
hay dilimi
arı türkçe soksun; uçak

Kaptan olmak isterdim
aynanın karşısında
eski bir sinema yıldızı
gibi ağlayan
İstanbul hatlarında
bir fırça hafifliğiyle gidip
gelen vapurlara

Eskimo bir şair dokunuyor omuzuma
ve Kız Kulesi’ni göstererek
bırak artık diyor üzülmeyi
yedi tepeli bu şehirde
şiir okunacak tek yer
elbette denizin ortasındaki
şu küçük buz dağı

Terzi olsa da babam
sökük dikmesini beceremem
beni yalnızca sen anlarsın
iğnenin deliğinden geçsin
diye ipliklerin
bir anlık ıslatıldığı dudaklara
takılıp kalan annem

Sunay Akın

kar_altinda_kiz_kulesi Beceriksiz

Tik Tak

Ne kadar aradıysam
suyunda bulamadım tak’ları
zaman denilen kuyunun
yüzümde bu yüzden
yalnızca tik’lerini taşırım
çocukluğumun

Yarısını tuttum
çocuk doktoru
olmamı isteyen anneme
hasta yatağında verdiğim sözün
doktor olamadım ama
çocuk kaldım

İki çocuk
rahatlıkla oturduğumuz
kapının eşiğine
kendi başıma zor sığıyorum bugün
büyüdükçe insan
yalnız mı kalıyor ne ?

Sunay Akın

doktor+olamad%C4%B1m+cocuk+kaldim Tik Tak

Ayrılık Feryadı

Saki! Böyle dön böyle dön
Yüzünü dön bana kadehle dön

Benim gibi müşteri az meyhanede
Çoğu zaman kaygısızlar, neşe ve sefa içinde

Mey haramdır duyarsız olana gamsıza
Gamsızın sarhoşluğu neden yapışsın yakamıza?

Bu şarap acıdır kaygının dermanıdır
Haram olsun o kimseye ki derdi azdır

Bu şarap kırmızıdır dertsiz için değildir
Haram olsun o kimseye ki yüzü solgun değildir

Kimisi için mey hançer yarasıdır
Niçin tatsın da zorba yaralansın?

Kimisi için mey – ki derdine ilaçtır
Gamsızın biri içtiğinde zorbalıktır

Kimisi için mey: dağlanmışsa eğer yüreği
Niçin içmesin o tatların en yücesini?

O kimse ki kimsesiz değilse ama evi harap
Yılan zehirine döner onda bade ile şarap!

O kimse ki tatmadıysa yaşam derdini
O kimse ki görmediyse acıyı elemi

O kimse ki hedefi olmadıysa kaygı oklarının
Çökmediyse omuzları feleğin yükünü taşımaktan

O kimse ki hissetmediyse zorbalığı
Yaralanmadıysa zorbanın jiletiyle

O kimse ki görmediyse geldiğini düşmanın
Takılmadıysa kölelik halkası boynuna

O kimse ki henüz sefil perişan bir halde
Böylesine yemediyse zamanın sillesini

O kimse ki öğütmediyse onu zamanın değirmeni
O kimse ki “yükselmediyse göğe çığlığı”

O kimse ki çekmediyse sevdiklerinin hasretini
Görmediyse henüz düşmanlarının belasını

Biraz olsun bahtsızlık yapışmadıysa yakasına
Tüm kapılar kapanmadıysa suratına

O kimse ki içip sızıyorsa bir gölgede
Evini terk ediyorsa keyif için gece

Niçin gelip daraltsın meyhaneyi?!
Zevk ü sefa için mekan çok…

Hêmin
Çeviren: Osman Mehmed

g%25C3%25BCvercin Ayrılık Feryadı

Yalnızlık

Yürüyorum
Gözlerim taş be taş
Ölçüyor yeri

Boynu bükük
Yetim bir çocuk
Sessiz sokaklarda
Soluğunu arıyorum annemin

Kimse yok
Hiçbir ses yok
Kalbimin sesinden
Başka

Uykusuzluğun karanlığında
Renkli rüyaların mutluluğunu
Benden çalıyor
Sıcaklığını arıyorum
Ama her zaman
Soğuğa bulanıyorum

Harfler kaçıyor benden
Ve perişanlığım elinden
Günlerim
Toza dönüşüyor

Jana Seyda
Kürtçe’den çeviren: Metin Aksoy

yaganyagmurgifi Yalnızlık

Ömrüm Yolunda Tükendi

Aşkının yolunda ömrüm tükendi ey her halden anlayan sevgili
İnleyiş ve ahlarım, zaman, aylar ve yıllarım hasretinle geçeli

Çoktan sana helaldır kanımı istiyorsan eğer
Aşk elinden deli divaneyim bende alal ve olgunluk ne gezer

Sen kalbimdeki düş, cesedimdeki ruh
Virane etti gönlümün mülkünü, gam ordusundan bir güruh

Aşk evinde tutsağım imdadıma sen derman
O Tatar’lar aklımı, dinimi, mal ve mülkümü ettiler talan

Çoğaldı dertlerim, acılarım tarifsiz, el aleme dağıldı sırlarım
Kerbela şehitleri dengi hasret kadehinin susamışlığıyım.

Sende mi divanesin dağlanmış gönlüm misali
Yeniden naz etti bana ceylan gözlü sevgili

Hasretinle yaşıyorum habersizsin ey sevgili
Ayrılıktan, halimden her dem bihabersin

Ahvalimi canana arz eyledim canu gönülden
Biganesin arzularım ve halimden, aşk çeşmesi bülbülünden

Acep var mı yardan yana bir kısmetim ve nasibim
Kapında bekleyen çaresizim, deli divane bir garibim

Xanî’nin illetinin dermanı kavuşmaktır ey Tabibim!
Derdim çok kime yanam senden gayri yok Habibim.

Ehmedê Xanî

gulten+akin Ömrüm Yolunda Tükendi

Özür

Ey yurdumun yağmuru!
Ölürsem eğer
Bu yaban ellerde
Dönemezsem bir daha
Ağlamayasam yanında…
Bağışla!

Ey yurdumun kâkülü sarı kır çiçeği!
Ölürsem eğer
Bu yaban ellerde
Dönemesem son bir kez
Eğilemesem ayaklarının dibinde…
Bağışla!

Ey hüzünlü sevgilim!
Ölürsem eğer bu yaban ellerde
Dönemesem son bir defa
Öpemesem seni…
Bağışla
Bağışla beni
Öldürülmüş ulusumun bedenine akan
Ey gözyaşı seli!

Ferhad Pîrbal
Çeviren: Osman Mehmed

bagisla Özür

Yalnızlık

   Eskiden arkadaşlarım, gönüldeşlerim vardı, arardım onları, bir gün görmesem edemezdim, özlerdim. Şimdi aylar geçiyor, ne onlar beni arıyor, ne de ben onları…
    Konuşmak, ne üzerine konuşacağım? Tükettim bütün konuşacaklarımı. Ne söyleyeceğim kaldı, ne de öğrenmek istediğim. Şimdi düşünüyorum da anlıyorum: Oldum bittim çok değilmiş benim konuşacağım nenler: Üç dört konu, hepsi de o. Kim bilir ne türlü sıkmışımdır eskiden konuştuklarımı. Beni ilk gören, benimle ilk konuşan, benim bir değerim olduğunu, birçok nenler bildiğimi sanabilir: Dağarcığımda ne varsa hepsini önüne dökerim de onun için. Bir daha görüşüşümüzde gene onları açar, gene onları söylerim. Karşımdaki de çabucak anlar aldandığını, bir daha aramaz olur beni.  Kapanıyorum evime, yatağıma uyanıp okumak istiyorum. Okumadığım nice betikler var, alıp alıp yığmışım. Kendime çok okuyan bir kişi süsü vermek için. Baskalarını da, kendimi de kandırmak için, başkalarından çok kendimi…
    “Yalnızlık” dedim buna, iç yalnızlığı. Arkadaşların, gönüldeşlerin de, betiklerin de giremediği bir iç yalnızlığı. İlgisizlik… Buna, yaşlılık, kocamışlık demek daha doğru olur.
Perşembe, 14 Haziran 1956
Nurullah Ataç / Günce 

blogger-image-701872574 Yalnızlık

Şairlerin Vasiyetleri

Vasiyet nedir?

Sözlük anlamına bakarsak: “Kişinin ölümünden sonra istediği şeyler” tanımı karşımıza çıkar. Hukuki olarak da hemen hemen aynısı kullanılır ama, dikkat çeken bir ayrıntı vardır ki o da ‘vasiyetname ehliyeti’dir. Bu ehliyetten kasıt da 15 yaşını doldurmuş olmak ve temyiz kudretine sahip olmaktır.

‘Miras Dediğin Böyle Olur’ başlıklı bir gazete kupürü hatırlıyorum. İngiltere’de Terry Oxley adındaki bir çiftçi ölüm döşeğinde iken avukatını çağırarak vasiyetini yazdırır. Yıllardır yaşadığı kasabanın Kraliyet Eski Muharipler Kulübü’nde, doktorların karşı çıkmasına karşılık her gün 4 litre bira içen çiftçinin bıraktığı vasiyete göre kulüp barmeni, Terry’nin arkadaşlarına her hafta toplam 35 bardak bira verecektir. Ölümünden sonra meyhane arkadaşlarının ‘ruhuna’ bira içmeleri için bıraktığı 30 bin sterlin ile 571 gün bira içecek olan arkadaşları bu vasiyeti eminim ki zevkle yerine getirmişlerdir.

Ya şairler, şairlerin vasiyetleri nasıldır diye hiç düşündünüz mü? Bunları ikiye ayırmak mümkün. Birinci grupta unutulmak istemeyenler, ikinci grupta da son derece ilginç vasiyetlerini şiirleştirenler var.

Behçet Necatigil, Ölümden Sonra şiirinde:

Bu benim yazdıklarım
Kendi halim mi sade
Yaşadığım çevreden
Bir ses kalsın istedim
Şu koskoca dünyada

derken, Turan Dursun, Ölürsem şiirinde:

……

Ben de ölürsem eğer,
Ey “aydın cemaat”!
Lütfen öldürme beni!
Lütfen!

Aşık Veysel:

Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın

demekteler. Günümüz şairlerinden de unutulmayı istemeyenler var. Fatin Hazinedar Acemi şiirinde:

…….

Yalnız bırakıp da
İkinci kez öldürmeyin beni
Mezarıma sadece menekşe dikin
O toprağa alışkın
Bense acemi.

Sezer Özşen, Anıltı şiirinde:

……..

Gün gelip yuvarlanırsam
Tepeden aşağı
Adım böyle bir şiirde anılsın

mısralarıyla unutulmama isteklerini şiire getirmişlerdir. Peki ya diğerleri:

Örtmeyin mezarımı
Yıldızları seyretmeye
Doyamadım ömrümce

diyen Ertan Adalı’nın;

Doktor istemem annem gelsin
Yataklar denize atılsın
Çocuklar çember çevirsin
Ölürken böyle istiyorum

diyen Sezai Karakoç’un;

Ölürsem eğer
açık koyun balkonu
çocuk portakal yese
görürdüm balkonumdan.
Orakçı ekin biçse
duyardım balkonumdan
………..

diyen Lorca’nın yanı sıra çok daha ilginç vasiyetler de vardır. Ömer Hayyam:

Kaderin elinde boynum kıldan ince
Tüysüz kuşa dönerim ecel gelince
Yine de toprağımdan desti yapın siz
Dirilirim içine şarap dökülünce

Aziz Nesin:

Ölünce yaşamalıyım
Defne yapraklarında
Sakın ola ki silahlarda değil.

Sunay Akın:

…..

Hayırsız oğluyum babamın
bir parka
dikilirse bir gün şairlerin heykelleri
benim yerim boş kalsın
ve payıma
hayırsız ada açıklarına
bir şamandıra bırakın

Wolfgang Borchert:

Ben ölünce
Hiç değilse
Bir fener olsam
Solgun gecelerini
Aydınlıklara boğsam

Bir diğer şiirinde yine Lorca
Ölürsem bir gün
beni gitarımla gömün
altına kumun

….
Ölürsem bir gün
beni bir fırıldağa gömün
gömün de görün.

Dikkat ederseniz bu şiirlerin ortak bir özelliği var. Bu şiirlerdeki vasiyetlerin hiçbiri gerçekleşmemiştir. Daha doğrusu gerçekleşemeyecektir. İşte bu tip vasiyetlerden biri daha; Piraye’nin kendisine yazdığı bir mektubu ‘mısra ve kafiyeleştirip’ şiirleştiren Nazım Hikmet; şu açıklamayı da ekler: “Senin yüreğini çalmışım karıcığım şiirlerini de aşırmağa hakkım var.” Bu şiirdeki vasiyette de Piraye öldükten sonra yakılıp, külleriyle bir kavanozda, Nazım’ın odasındaki ocak üzerinde olmayı istiyor ve ekliyor:

Fedakarlığımı anlıyorsun
Vazgeçtim çiçek olmaktan
Senin yanında kalabilmek için

Ama Piraye’nin bir de şartı var, ölünce Nazım’ın da yanına gelmesini istiyor. Nazım’ın vasiyeti olan, Anadolu’da bir köy mezarlığındaki çınar dibinde yatma isteğinin gerçekleşmemesi gibi bu da gerçekleşmemiştir.

Şimdi soracaksınız; “vasiyeti gerçekleşen şair yok mu?” diye. Var elbette ki ama, siz benim var dememe pek sevinmeyin.

Vasiyetlerden, mezarlardan iğrenirim;
Ummam tek göz yaşı bile bu dünyadan ben,

diyen Baudelaire şunu ekliyor:

Cesedimin üzerinde keyifle gezinin.

Ne dersiniz, gerçekleşmemiş midir? Dilerseniz bir de Orhan Seyfi Orhon’un gerçekleştiğini iddia ettiğim vasiyetini okuyun:

Dostlarım anmayın adımı!
Siliniz gönülden eski yadımı!
Kırınız sonuncu itimadımı,
Ölünce bir kez daha beni aldatın!

Ya Cahit Sıtkı Tarancı, O da vasiyeti gerçekleşen şairlerden:

……

Gün gelince biz değil miyiz ölen?
Cenazemiz yerde kalmasın dostlar!

Eh, karga-tulumba, bir şekilde kaldırıldığımıza göre bunu da gerçekleşmiş sayabiliriz. İşi biraz ciddiye alırsak, vasiyeti gerçekleşen şairlerimiz de var elbet. Örneğin, Cemal Süreya. Şairin 16 Dize adlı şiirinde belirttiği,

Gömmeden önce biraz gezdirin beni

şeklindeki vasiyeti, Sunay Akın tarafından gerçekleştirilmiş ve İstanbul içerisinde, mezarlığa götürülmeden önce biraz dolaştırılmıştır.

Bir diğer vasiyeti gerçekleşen şair de Şair Eşref’tir. O’nun vasiyeti de:

Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için,
Gelmesin reddeylerim billahi öz kardaşımı
Gözlerini ebna-yi ademden ol rütbe yıldı kim,
İstemem ben fatiha, tek çalmasınlar taşımı!

şeklindedir. İster inanın, ister inanmayın 1912 yılında ölen Şair Eşref’in mezar taşı, 1928 yılında çalınır. Eh, bunu da gerçekleşen bir kehanet olarak algılayabiliriz.

Bunca vasiyeti yazmamızın nedeni şair Orhan Veli’nin vasiyetidir. Ölümünün ardından Sabahattin Eyuboğlu’nun Mahmut Dikerdem’e yazdığı mektupta şunlar yazılıdır: “Yarın O’nu nereye, nasıl gömeceğimizi bilmiyoruz. Ailesi bize bıraktı. Rumelihisarı’na karar verdik.

Urumelihisarı’na oturmuşum;
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum:

Hastanenin imamı benim Trabzon’dan sınıf arkadaşım çıktı. Bu sayede işler kolaylaştı. Dora (Erol Güney’in eşi) ve Mualla (S. Eyuboğlu’nun kardeşi) içerde ağlıyorlar. Yaprak adına güzel bir çelenk hazırlandı.”

Yani Orhan Veli’nin bu mısraları vasiyet kabul edilmiştir.

Bunca usta şairin arasından biraz yüzsüzlük biraz da torpil yaparak, kendi vasiyetimle bu yazıyı bitirelim:

Öldüğümde
İllaki bir mezar taşım olacaksa
Şu yazılsın isterim üzerinde
“Merhaba ölüm
Ölü’me merhaba!”

Kaynak: http://www.orhanveli.net/kaniksadigimbiri/sairlerinvasiyetleri.html

Ufuklar Şairlerin Vasiyetleri

Nen Var Kardeşim

bir salkım üzüm bir bardak şaraba
ne kadar benzerse
bir nefes tütün bir demet yaprağa
ne kadar benzerse
nen var canım kardeşim?
her nefeste biraz daha buğulanıyor cam
hep bir buzlu camın arkasından
bakıyormuşsun gibi geliyor yüzüme
çıldıracam
iki nokta bir benek gözlerim
erimiş uzanmış dökülmüş ellerim
nen var canım kardeşim?

hay camına camekanına büyüsüne buğusuna aldıranın
kırmak mı dedin
kırmayanın..

Bedri Rahmi Eyüboğlu
g+-vercin+gerdanl%C2%A6-g%C2%A6- Nen Var Kardeşim