Hüznün Anlayışı

tut ki bir yalnızım ben
tut da kurtulayım bu soğuk bahçeden
hızla geçti günün arzuları
hızla geçti gecenin dinmeyen anıları
sabır taşını ikiye böldüm
geçtim binbir acıdan umuttan

ayışığına muhtacız dedim dinlemediniz
duaya muhtacız selâma muhtacız
muhtacız bahara bahar sabahına

tut ki bir yalnızım ben
esintine muhtacım ey ulu rüzgâr
bana bir sır gerek şafak vaktinden
hatırama başdönmesi

hüznün anlayışını isterim
ey hüzün anlayışını isterim
badısabanın sabahla dostluğunu
badısabanın sabahla savaşını isterim
ey badısaba ekmeğini aşını isterim

isterim hızla geçen arzuyu
bu dansın çağrısı beni bulur beni arar

Ebubekir Eroğlu

ebubekir+eroglu Hüznün Anlayışı

Aldı Subhizade Fevzi

yoğun sisiyle boğulmadan düşüncenin
ince bir ışık aralığı açayım dedim
sevdiğime, düşler içinde
unutulsa yeridir; benliğim
ne olabilirdi ki zaten düşten ötede
düş içinde bile dokunmanın şevkiyle
belirmiş iken Yusuf umudu,
yön göstermeyen çöllerde dolaşıp durma!
Ne haldir bu!
ad koyamam düşkünlüğün bu kadarına

baş ağrısıyla sızlanmanın
derin çukuruna iten aldanışla
kaldığımda bile güzelliği sezme fıkri
arzulu gözleri sabaha kadar
derin uykudan etti

görmek şarap olup sarhoşa döndürsün; varsın,
kavuşmanın dopdolu kadehi gibi
baygınlığı mahşere dek sürecek değil ya!
anlatır kızıl dudağını ey peri
cana yakın sözleri Feyzi’nin
yalnızca duymuş olana, tat alana, anlayana

Ebubekir Eroğlu
ebubekir+eroglu+(2) Aldı Subhizade Fevzi

Yolculuk

‎’İçimizdeki bütün düzlükleri
İçimizde yalancı çıkaran yüksekler var…’

Gözlerin günden güne sessizleşen

Bir çağrı oluyor belleğimde
Günden güne azalıp siliniyor
Artık yeri bile yok şiirlerin içinde
Yoklukta bir gerçeği oynar gibi
Onaylıyorum ki buradaydılar
Ellerin bir gece karanlığında beni
İnatla ve isteyerek aradıydılar

Derken bütün gemiler kaptanlarının
Çizdiği deniz sularına koyulmuş
Bütün uçaklar havalanmış
Bütün dünyaya açık alanlardan

Uzaklık serseri bir ezgidir
Dolanır beklenmedik uzun yolları
Giden gider ve bütün kalanlar
Bir tortu gibi yaşar kısacık sokakları

Afşar Timuçin

yolculuk Yolculuk

Yankı

Canım annem , ne olur kızma bana ;
Hans’ın beni öptüğünü gördün ama , ne yapayım ?
Sabırlı ol biraz , sana her şeyi anlatacağım ;
Bütün suç , tepeden gelen yankının.

Çayırda oturuyordum ki , gördü beni ;
Yaklaşmadı hemen ama , söylemeden de edemedi.
“Seve seve gelirim yanına , yanlış anlamazsan tabii.
Söyle , geleyim mi?”
“Gel!”
Deyiverdi yankı.

Sonra gelip oturdu yanı başıma ;
Güzel Lise’m dedi ve aldı beni kollarına.
Ona karşı nazik olup olmayacağımı
Sordu ; olursam eğer , bunun
Kendisini çok mutlu edeceğini söyledi.
“Zevkle!”
Deyiverdi yankı.

Duyunca bunu ,
Yanıma biraz daha sokuldu ;
Benim söylediğimi sandı o sözü!
“Benimle evlenir misin?” dedi ;
“Bana candan öpücükler verir misin?”
“Öpücükler!”
Diye çığlığı basıverdi yankı.

Artık biliyorsun nasıl oldu da ,
Hans beni öyle öpüverdi.
Ah o yaramaz , haylaz yankı ,
Başıma ne işler açtı!
Ama , çıkınca karşına göreceksin sen de ,
Saygıyla isteyecek senden beni.

Hans’ın , bana göre bir eş olmadığını
Düşünüyorsan anneciğim ;
Tüm bunların , yankının bir oyunu olduğunu anlat ona!
Ama , inanıyorsan eğer iyi bir çift olacağımıza ,
Bırak yankıyı ben sansın ;
Onu düş kırıklığına uğratma!

Ignaz Franz Castelli
Ignaz+Franz+Castelli Yankı

Bengi İz

Bir kahkahayla silkindim
dalıp gittiğim mektuptan;
yaşam hep böyle uyarır bizi,
katıksız neşeye dönüşür
altunî bir sesle
en derin kederler;
mutlu bir düşteymiş gibi
zamanın dibinden gülümser,
artık yanaklarından öpemeyeceğimiz
sevgili yüzler.

Budur odaya süzülen mehtabın,
kurumuş eski çeşmenin
açıklayıp durduğu bilgelik ve giz

Sevinç de olgunlaştırır kalbi
acı ve ayrılık gibi;
süzülüp dibe çökeldikçe anılar
anlarız ki
çürüme ve tohum süreçtirler.

Yine de yetmez zaman
gecenin ve kitapların söylediğini çözmeye,
kaç kent, kaç aşk terk edilmiştir;
sinmiştir ölümler
satırlara bir koku gibi;
hep bir şeyler kalmıştır geride
asla unutmak istemediğimiz

Yüzyıllar içre konuşur farklı yazılar,
solar, yıpranır meşin ve parşömen
bellekte kalır o bengi iz.

Ahmet Oktay

bengi+iz Bengi İz

Geç Saat

Yorgundu. Düş görürken
-ölmüş müydü ölüyor muydu?
fidana dokunduğu an açıvermişti gonca-
elinden düştü kitap
kalem de

şuydu altını çizdiği cümle:
Kierkegaard’tan,
“Üzüntüm, kâl’amdır benim”

Ahmet Oktay
ahmet+oktay Geç Saat

Neyse

‘Neyse’ demek iyidir, ‘bu da geçer’ demek gibidir, geçmez, herkes bilir geçmediğini, geçmiş gibi yapılır. Bazen ‘gibi yapmak’ da iyidir, bazen öyledir, bazen geçer, hiçbir zaman geçmez. İnsan ‘neyse’ demeyi hayli geç öğrenir, belki de geç değildir, tam vaktindedir. Kimi bunda bir olgunluk bulsa da, bulunan şey zorunluluktan başka bir şey değildir. Uzatacak ne var, insan ‘neyse’ demeye başladığında, ‘ne sabahtır bu mavilik ne akşam’ duygusunun da, yavaş yavaş ondan geçtiğini kabul etmeye de başlamış demektir. İkindinin akşam alacası dediğimiz o garip vakte değdiği yerdedir. Hiçbir şey ‘neyse’ demenin niye bunca dokunaklı olduğunu o ıssızlık anı kadar iyi anlatamaz. 

Sizin de ‘neyse’ demekten, ‘peki’ demekten yorulduğunuz olmuyor mu? ‘Neyse’ demenin, sanki her şeyi, herkesi, hayatı bağışlıyormuş gibi görünen, oysa unutmaktan, sineye çekmekten, uzaklaşmaktan başka bir şey olmayan kolaycılığı ağır gelmiyor mu? İnsan, ne kendini bağışlıyor gerçekte, ne de bir başkası gibi gelen hayatı, yalnızca unutmayı seçiyor. Unutma! Unutarak yaşayabilirsin diyor, içimizde varsa bir ses, belki de yaşarsan unutursun. Unutarak yaşamak: ‘Neyse’ demek mi? Her şeyi unutmak, kendini de unutmak için. Geri alıyorum söylediğimi, ‘neyse’ demek ‘Bu da geçer ya hu’ demek değil, kimse beni hatırlamasın, ben kendimi çoktan unuttum demek. 
Çok yorgunum hatırlamaktan demek, belki de başka hiçbir şey dememek. Attila İlhan’ın dediği gibi: “İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur/ tutsak ustura ağzında yaşamaktan” demek. Yazı da yorar bazen insanı, ‘neyse’ diye yazmak bile ağır gelir, kelimeler eline gelmez olur, ‘nasip’ diye baktığın kelimeler bile gönülsüz, uzak durur yazıya. (Bakınız: ‘Neyse’ adlı bu yazı.) 
Yalnızca yazı mı, şiir de yorar, şiir de yorulur, hiç başlanmamış, yarım kalmış şiirlerden söz etmiyorum, onlara heves yetmemiştir ya da heves o kadardır. Şu tamamlanmış gibi duran, yayımlanmaya hazır, hatta yayımlanmış şiirler de bazen ‘neyse’ yorgunluğunu taşır. Tomris Uyar’ın unutulmaz hikâyesi ‘Metal Yorgunluğu’nu okuduysanız, beni daha iyi anlarsınız. Uçakların yorgunluğunu anlatmak için kullanılan bu deyimden, insanın düşmesini, kelimelerin düşmesini de anlayabilirsiniz. Metal yorgunluğu sürtünmeden kaynaklanıyorsa, insanın yorgunluğu da karşılaşmaktan, çarpışmaktan, kelimelerin yorgunluğu, insanın acısını alır diye, ağır cümlelere, dizelere bir teselli olarak yerleştirilmekten neden kaynaklanmasın? ‘Neyse’ diye başlayan bir yazı ne anlatabilir? 
‘Neyse’ diye bir yazıyı okuyan bunda ne bulabilir? ‘Neyse’ diye yazan, yazmış bulunmakla kurtulabilir mi bu duygudan? ‘Neyse’ diye yazmanın ne faydası var? Hiç. Şimdi ‘neyse’ demek iyi midir? İsterseniz iyi olsun, biri ‘hiç’ diye, biri ‘terörist’ diye öldürülen iki çocuğun henüz sıcak gözleri üstümüzdeyken…
Burası da kalbin, vicdanın, hiç yorulmasını beklemediğimiz şeylerin yorulduğu yerdir, insan hatırlamaktan, hatırlatmaktan yorulur. 
Belki bu yazıyı unutmak en iyisi, ben unutmaya hazırım, isterseniz siz de unutun. Kelimeler beni bağışlasın, cümleler özrümü kabul etsin, siz de üzerinde durmayıp ‘neyse’ derseniz… ‘Hali pür melal’im anlaşılmş olur: İnsan bazen en çok kendinden yorulur!
 
 
Haydar Ergülen
 
neyse-demek-iyidir Neyse
Tunceli’nin Pertek ilçesinde, çiçek açan badem ağaçları kar yağışı sonrası beyaza büründü. ( Sidar Can Eren – Anadolu Ajansı )

Pençe Defteri’nden

1
iki hafif şiir yazdım sabah
boşlukta iki ağır küpe

2
Masamdan, garsonun tak diye bıraktığı
fincanı terk edip yükseliyor kahvenin kokusu

3
Şarabın rengi Hayyam.
Kılıcın rengi kan.
Bir söğüt görmüştüm,
Rengi koynuna girdiğim
kadın.

4
Sigaranın dumanı
Benden uzar gider o eski,
Unutulmuş Kızılderili türküsü

5
Tenim başıboş
Bakışım kömür,
Sırtımdan yokuş aşağı
Poyraz.

6
Sizin ışığınız kıvrak.Gecenin içinde
Onca renk, onca karanlık,sızdınız
Her şeyin arasından geldiniz,
Dokundunuz,kendinize kattınız.
Sizin ışığınız, esriğinden beri kırık.

7
yazıysa yanlış yazılmış
sözse besbelli yanlış söylenmiş
yanlış duyulmuş
gözse kör: Gecenin dibine baktım,
herkese karanlıkta görünen
bana erişmedi.

8
yaşarken mutlaka yarım bırakmalı bazı şiirleri insan

9
peşpeşe şemsiyeler geçiyor, pencerenin önünden. Bir tanesi
duruyor birden,etrafında dönüyor, iri bir damla hızla akıp düşüyor
ucundan. Sonra gidiyor–quasi presto

10
bulamadı kimse kapısını uykumun,
kendim kendimde öylesine kilitlemişim.

11
Masanın üstünde boş bir su bardağı, bardağın hemen önünde iki üç
nefesiik, düşmüş, düşüp öylece kalmış sigara külü,külün arkasında
kendisinden az büyük gölgesi.

12
kozalak
sizi kış kendinize kapatmış.

13
Uykumun dibinden söküp aldım sizi.
Bir görüntü olsaydınız görürdüm ışığınız,
bir ses olsaydınız işitirdim titreşiminiz.
Bir sanıydınız ama inanmaya hazır
Olduğum an varlığınıza döndünüz gerisin
Geri gittiniz,upuzun,tıpkı geldiğiniz.

14
Gece,koyu ve pıhtılaşmış bir kan gölü gibi artıyor durmadan.

15
birden hızlanıyor yukarıda rüzgar,katıyor
önüne üst üste yığılmış bekleyen bulutları,
sürüklüyor onları Doğu’ya doğru. Aşağıda
her şey dindin ve kıpırtısız oysa:Ördekler
gölün yüzünde birer durgun leke, dolaşmıyor
tek fısıltı olsun ağaçların dalları arasında,
yalnızca yaşlı,kamburu çıkmış bir adam
ilerliyor ıslak renklerinin içinde tablonun.

16
Kemandan tek bir tel ayırın.
………

Enis Batur

pence+defteri Pençe Defteri'nden

Olsam Olamam Sonesi

Çiçek gibi değil, size çiçek kadar koktuğunuzu
söylerdim ben olsam-ben olamam: Bendimi
yıkıp taşmak için biliyorum ilk cümlemden korktuğunuzu,
gürültümde susturmaya alışmışım ben kendimi.

Olsaydım, ince şebboy kulağınızın arkasından,
krizantem ensenizden, birkaç demet ful
sırtınızdan belinize inesiye, bacakaranızdan
siyah lâle toplar, hâreniz efendim, ben kul,

fısıldardım: Şimdi kokunuza karışır kokum,
kalenizin içinde artık tutuşmuş bir okum,
ağzımda kan köpüğü bir denizden kalma tad,

bin kere sarhoş, bin kere pişman derdim
ben olsam, olamam: Gücüm derdim
hayal gücüm, salamam içimdeki kuşu.

Enis Batur

olsam+olamam+sonesi Olsam Olamam Sonesi

Evlilik Üstüne

 

Kadınlar aynı anda güzel, zeki, genç ve bekar olamazlar…
Genç ve güzel bir kız, güzelliğini farkettiği anda zekasını kaybeder.

Kadınlar bilinç altlarındaki hinliğin su yüzüne çıkmaması için büyük mücadele verirler.
Kadın genç ve güzel ise bu mücadeleyi gençlik yıllarında yapmaya gerek duymaz.

Kadın genç, güzel, evli ve mutlu ise zekice bir yalan söylüyordur.
Kadın çirkin ve evli ve de mutlu ise bu doğru olabilir

Kadının bütün düşüncesi güzelliği üstünedir, erkeğinki ise güzelliğin peşinden koşmak üzerine.
Hep bu ikili nedenden ötürü birbirlerini neden anlayamadıklarını hayatlarının sonuna kadar sorup dururlar.

Kadınlar yaşlandıkça erkeğin gözünden dünyaya bakmaya başlar.
Erkekler yaşlandıkça kadını anlamaya başlarlar. 

Ama her şey çok geçtir artık.

 

Boris Vian

aski-nihilist-1024x678 Evlilik Üstüne