Sekizinci Ağıt

Tüm gözleriyle görür yaratık
açıklığı. Yalnız bizim gözlerimiz
sanki tersine dönmüştür, yaratığın çevresine
kurulmuş birer tuzak, onun açık kapısının ağzına.
Dışarda olanı biz yalnızca yüzünden
öğreniriz hayvanın; çünkü çocuğu daha küçükken
geriye doğru çevirip, görsün diye zorlarız
biçimlenmiş olanı, açıklığı değil, hayvan yüzünde
o derin mi derin. Ölümden özgür.
Yalnız odur gördüğümüz; özgür hayvan
sonunu hep ardında bırakır,
tanrı vardır önünde, giderse böyle gider
ta bengiliğe dek, çeşmelerin gittiği gibi.
Bizse hiçbir zaman, bir tek gün bile görmeyiz
önümüzde o sonsuzcasına çiçekler
açan arık uzayı. Hep dünyadır, hiçbir zaman
yadsımasız hiçbir yer değildir: Bir arık,

gözetlenmeyen; insanın, soluyup, sonsuzcasına
bilip, göz koymadığı. Çocukken
sessizce yitirir biri orda kendini, sarsılarak
uyandırılır. Ya da öbürküsü ölür ve olur.
Çünkü ölüme yakın, görmez olur ölümü artık insan.
dışa diker gözünü, iri iri hayvan bakışıyla belki de.
Ötekisi olmasa böyle görüşü kapayan,
sevenler yakındır ona, şaşarlar …
Sanki yanlışlıkla açılmıştır onlara
ötekinin ardından … Ama hiç kimse onu
aşamaz ve gene dünyadır önündeki.
Yüzümüz hep yaratılışa dönük,
bir onun üzerinde görürüz özgürün yansımasını,
gölge düşürdüğümüz. Ya da bir hayvan, dilsiz,
kaldırıp gözlerini öyle bakar içimizden. Alınyazısı denir buna: Karşıda olmak,
başka hiçbir şey değil, hep, hep karşıda.
……………………….
……………………….
……………………….
Kim bizi tersine çevirmiş böylesine,
her ne yapsak, yola çıkan
birine benziyoruz? Nasıl o, son tepede,
vadisini görünce sonuncu bir kez döner, duraklar ,ve oyalanırsa -,
biz de öyle yaşıyoruz, “hoşça kal” diyoruz hep.

Rainer Maria Rilke
Türkçesi: Can Alkor

kim+bizi+tersine+cevirmis Sekizinci Ağıt

Bazıları Şiir Sever

Bazıları –
yani herkes değil. Herkesin çoğunluğu bile değil ama azınlığı.
Okulları hiç sayma, orada zorunlu,
ve şairlerin kendileri,
olsa olsa her bin kişiden ikisi.

Sever –
ama kimisi de tavuk suyuna şehriye çorbası sever,
kimisi yersiz övgüleri ve mavi rengi sever,
kimisi modası geçmiş atkı sever,
kimisi haklılığını kanıtlamayı sever,
kimisi bir köpeği okşamayı sever.

Şiir –
ama ne menem bir şeydir şiir?
Bir dolu sallantılı yanıt
verildi bu soruya.
Ama anlamıyorum ve anlamıyorum ve sıkıca tutunuyorum ona
düşmemizi engelleyen parmaklık gibi.

Wislawa SZYMBORSKA

bazilari+siir+sever Bazıları Şiir Sever

Hiçbir Şey Olmuyor İki Kez

Hiçbir şey olmuyor iki kez

ve olmayacak da. Bu nedenle işte

deneyimsiz doğmuşuz

ve rutinsiz öleceğiz.


En aptal öğrencileri

olsak da dünya okulunun

yinelemeyeceğiz dönemi

ne kışın, ne de yazın.

Yinelenmeyecek tek bir gün bile,

birbirine benzer iki gece yok.

Ne aynı olan iki öpücük,

ne de gözlere bakan aynı bakışlar.

Dün, hani birisi adını söylediğinde

yanımda yüksek sesle,

bir gül düşmüştü sanki

açık bir pencereden içeri

Bugün birlikte olduğumuzda

Çevirdim yüzümü duvara

Gül? Gül nasıl görünürdü sahi?

Çiçek miydi? Taş mı yoksa?

Sen, o kötü saat

neden karışıyorsun gereksiz korkuyla.

Varsın – öyleyse geçmelisin.

Geçeceksin – işte güzel olan.

Yarı sarılmışız gülümsüyor,

Anlaşmayı deniyoruz,

Birbirimizden farklı olmamıza karşın

İki saf su damlası örneği.

      

Wislawa SZYMBORSKA

Çeviri: Neşe Taluy YÜCE – Agnieszka Ayşen LYTKA

Wislawa+SZYMBORSKA Hiçbir Şey Olmuyor İki Kez

Herat ta Mutluluk

Ta buralara geldim
Çekerek bu çizgileri,
Öylesine;
Yeşilli mavili bir cami,
Altı yassılmış bir minare,
İki ya da üç mezar,
Ermiş bir şairin anıları,
Timurla soyunun adları.

Rast geldim yüzgünlerin rüzgarına.
Kumla örttü geceleri,
Kamçıladı kaşımı, kavurdu göz kapaklarımı.
Şafak:
Kuşların saçılması
Ve taşlar arasında köylülerin ayaksesleri olan
Suyun söylentiler yayan sesi.
(Ancak su da aldı tozdan nasibini.)
Ovada homurtular,
Görünüşler
Yitişler,
Kil sarısı kasırgalar
Düşüncelerim gibi, dönüyorlar
Otelin odasında, tepelerde:
Bir develer mezarlığı bu diyar
Ve benim düşüncelere dalışımda
Hep aynı çöken suratlar.
Rüzgar, o harabeler efendisi mi
Benim tek ustam?

Aşınmalar:
Gitgide büyür zerre.
Ermişin türbesinde,
Bir çivi çakmıştım
Kurumuş ağacın derinine,
Öylesi değil,
Diğerleri gibi, kem göze karşı:
Kendiminkine karşı.
(Bir şeyler söyledim:
Rüzgarın alıp götürdüğü sözcükler.)

 Octavio Paz

asinmalar Herat ta Mutluluk

Marya

Sustu “Enâdır Layf” gazinosu,
Sustu şarkılar.
Paletimde renk sustu, fırçamda şekil…
…ve bu gece ilk defâ şimâl körfezinde,
Sustu “Paramus”un mazgallarından
şehre panjur-panjur dökülen arya.
Artık ne tayfalar mevcut, ne “Komandos Bar”,
ne o kor tenli, kızıl saçlı kanarya!

Bu medâr ikliminin tenhâ gecesinde,
sardı bambu kamışlarını pişman bir sükût,
sardı bir sızı.
Hani birdenbire bâzen bütün etrâfımızı,
sapsarı bir şüphe sarar ya?..
İşte öylesine berbat bir hâl var.
Hiçbir şey düşünmek istemiyorum,
hiç bir şey.
Ama, dördüncü tarassut kulesinde
bir şüpheli sinyal var:
Ska-lar-ya.

Hâyır, hâyır yalan bütün bunlar!
Artık ne kadere inanıyorum, ne fala.
Yalan söylüyor o falcı kadın,
o Hintli parya.
Ben, yalnız sana inanıyorum,
yalnız sana Marya!

Beni kahrediyor böyle her gece,
Bu hoyrat yıldızlar, bu sır, bu okyanus…
…ve gök yüzünde emânet duran şu asma fener.
İnan ki sevgili Marya, inan ki sen gideli,
ne varsa hepsi yabancı, ne varsa hepsi keder.
…ve hepsi omzumun üstünde çâresiz bir yük…
…ve hepsi angarya.

Biliyorum, bu sabah güneşle berâber biliyorum:
Bir vapur demirleyecek bu nankör limana.
“Pol”ün ebedî mâtemine rağmen,
“Virgini” olabilir bu vapurda.
Ama sen yoksun!
Biliyorum, sen yoksun!
Sözünü ne çabuk unuttun Marya?
Baharda geleceğim, diyordun hani?..
Haydi gel! daha ne bekliyorsun?
İşte, mevsim bahar ya?..

Fırçam neden böyle titrer, bilir misin?..
…ve neden bütün resimlerimde fon sapsarı?
Anlıyorsun değil mi yavrum, anlıyorsun?
Bütün kâğıtlara sinmiş bu tropikal zehir,
bu müzmin malarya.

Sensiz nasıl da boş iskele,
sensiz nasıl da tenhâ şehir!
Müfreze nöbetçilerinin gözü önünde,
koydan yıldızları çalmışlar bir-bir.
Yine birkaç çımacı, bir kaç Palikarya.
Yüzbaşı “Arnold”u vurmuş yerliler,
mâtemler içinde tekmil batarya.

Bu insanlar, bu gök, bu yer…
Birer-birer kaybolmağa mahkûm birer-birer.
Biz ki, bu sapsarı yokluk içinde susuz,
Biz ki çoktân kaybolmuşuz…
Nasıl?.. Ağlıyor musun Marya?
Sil gözlerini, haydi sil yavrum!
Bizim yokluğumuzdan ne çıkar?
Aşkımız var ya!..

Bekir Sıtkı ERDOĞAN

marya Marya

İlkyaz Haikuları

sıçrıyor
kör bir serçe
çançiçeğinin üstüne

GYODAI

geri dönüyorum
kırgın ve öfkeli
söğüt bahçede bekliyor beni

RYOTA

şu kiraz çiçekleri
bırakıp beni hayran
gittiler bu dünyadan

ISSA

at dışkısında
kırmızı erik çiçekleri
nasılda ışımakta

BUSON

onu kıran insana
sunuyor kokusunu
çiçekli erik dalı

CHIYO-NI

ay batıya uzanırken
doğuya kayıyor
gölgesi çiçeklerin

BUSON

çiçeklenmiş erik
bekliyor ev sahibini
bahçede

KİKAKU

söğüt
unutmuş köklerini
taze otlarda

BUSON

koparsam bir türlü
koparmasam bir türlü
ah şu menekşe !

NAOJO

sıçrayan sudan mı
irkilip dökülüyor
sarıgülün yaprakları?

BASHO

uzadı günler
tatlı tatlı söyleşir
kumsalda gemiler

SHIKI

yaşlandığımızda
gözyaşı sebebidir
günün uzunluğu da

ISSA

yavaş geçiyor gün
yerleşiyor bir sülün
köprü üstüne

BUSON

gün uzun
gözlerim yorgun
denizi seyretmekten

TAIGI

denizin üstünde
batıyor güneş
sisin buğusunda

BUSON

kore gemisi
yoluna devam ediyor
deliyor sisi

BUSON

terketti köyü
sattığım inek
sisin içinde

HYAKUCHİ

hasta bir keşiş
temizlemiş bahçeyi
erikler çiçek dolu

SORA

çiçek bayramında
annesiyle arkadaş
kör bir çocuk

KİKAKU

geçti çağımız
çiçekli bir dalı kırarken bile
buruşuk ağzımız!

ISSA

dökülmüş erik çiçekleri
söğüt ağacı
garip, yabancı!

BUSON

kalbindeki bütün arzu
bütün nefret
söğüde emanet

BASHO

tarla kuşu
çığlığı duyuluyor sadece
kendisi nerede?

AMPU

yerden göğe özgür
tarla kuşu ötüşür
ovanın ortasında

BASHO

yavruların bekliyor
tarla kuşu
göğe öyle yükselme!

ŞAMPU

aksırdığım anda
baktım ki tarla kuşu
yok ortada

YAYU

gel birlikte oynayalım
öksüz
serçe!

ISSA

hiç olmamış gibi
bu kuzgun
bu sçğüt!

ISSA

rüzgarda uçuşan kelebek
içimde bir hiz, derinde;
tozdan yaratıldın sen de

ISSA

ne tuhaf bir bakışla
bakıyor bana
kara kurbağa!

ISSA

aşk peşinde kedi
bıyıklarına yapışan
lapayı da yemedi

TAIGI

çırpınıyor kelebek
kesmiş gibi umudunu
bu dünyadan!

ISSA

Çeviri: Kenan Sarıalioğlu

ilkyaz+haikular%C4%B1 İlkyaz Haikuları

Haiku

Seisi (1869–1937)

-Dilenci kovar,
ondan önce oraya
gelen kelebeği.
* * *
Kijo (1870–1938)

-yalnız bir kadın
duruyor pencerede;
durmadan yağmur.
* * *
Suiha (1872–1946)

-Menekşeler—
Güneşin ışıkları
geri alınmış.
* * *
Rogetsu (1873–1928)

-Sertleşir güz yeli–
Yerinden kımıldamaz
ama bulutlar.
* * *
Kawahigashi Hekigotô (1873–1937)

-Kırmızı kamelya,
beyaz kamelya, düşer
çiçekçikleri.
* * *
Takahama Kyoshi (1874–1959)

-Yılan kayboldu
ama gözleri kaldı
üstünde otun.
* * *
Otani Kubutsu (1875–1943)

-Yaprak dökümü–
Bir bebek çoğunlukla
benzer Buda’ya.
* * *
Rokujin (1878-)

-Cırcır böcekleri
öter etrafta- ateş böceği yalnız,
suskun ve köz olmakta.
* * *
Aoki Getto (1879–1949)

-İlkbahar düşü-
Ah..Kaçamak bir şarkı
kalbimden gelen.
* * *
Nagai Kafū (1879–1959)

-Şehrin kırmızı
olduğu yerde öğlen—
Şehvetli kedi.
* * *
Usuda Arō (1879–1951)

-Bülbül ötemez
daha fazla; kar yağar
gün batımında.

-Ah..Gukuk kuşu—
Ne kadar gitmeliyim, birine
rastlayana kadar.

-Bir dal ucunda
asılı batan güneş-
Sonbahar yeli.
* * *
San’in Nakano (1880–1955)

-Giderken ben,
ayak uydurdu bana-
Kuş korkuluğu,
* * *
Otsuji (Seki Osuga) (1881–1920)

-Soğuk geceye
yüksek sesle konuştum—
Tanımadım sesi.
* * *
Ogiwara Seisensui (1880–1976)

-cır cır cırlayan
cırcırlar arasından,
cırlar, cırcırlar.

-Hizada hepsi—
Düzgün sıralarda şehit
kabirleri.

-Akşam mezarda—
Ayak izleri,basılmış
Toprak üstünde.

-Dolunay,
gelir
parlak sonuna.
* * *
Hôsai Ozaki (1885–1926)

Öksürdüğümde bile ben
yalnız

Öksürürken bile ben
yalnızım

Öksürsem dahi
yalnız

Öksürük bile
yalnız

Öksürme bile
hala yapayalnız

Sahilde
başıma döndürünce
kalmamış ayak izleri

Öyle yalnızlık ki,
görmek için açıyorum
beş parmağımı.

Sisin ardında
suyun sesi; oraya
gidiyorum.

Öylesine yalnızım ki,
gölgemi hareket ettiririm;
sadece görmek için
* * *
Iida Dakotsu (1885–1962)

-Dağ tapınağı
kapısında gezer bulutlar—
Bahar, ekinoks.

-Dağdan yankıya
kulak verip dinler o-
Kuş korkuluğu.
* * *
Tomiyasu Fūsei (1885–1979)

-Görünmez olan
şekil alır derin sessizlikte,
yaz gecesinde.

-Havuzu kaplayan
çiçekler arasından,
kurbağanın gözü.
* * *
Chōi (1886–1930)

-Güz rüzgârları—
İşler kemiklerine kadar
kuş korkuluğunun.
* * *
Abe Midorijo (1886–1980)

-Uyanan bahar;
küçük çocuk ya; sinek, ilk
bacaklara tutunur.
* * *
Kishū Nomura (1886–1983)

-Sonbahar tozu;
bir karga, ötmeden
geçiverdi.
* * *
Kujo Takeko (1887–1928)

-Saymam değerleri,
ama bazen bana bile çok küçük
gök ve yeryüzü.
* * *

Çeviri: Turgay Uçeren

haiku+kafesi Haiku

“Bu dizeleri bu denli güzel kılan, sonsuzluğa karışmadan önce yakalanabilen anın tekrarlanamazlığıdır.” 

Andrey Tarkovski

Panter

Bakışı, gözlemekten öylesine yorgun ki
parmaklıkları, bir şey tutmaz olmuş artık.
Binlerce parmaklık durur önünde sanki,
dünya yok ötede, yalnız binlerce parmaklık.

Yumuşak gidişi kaygan güçlü adımlarının
en küçük değirmiler boyunca hep dönen,
kudret oyunu sanki çevresinde bir ortanın
ki yaman bir istem uyuşmuş orda hepten.

Yalnız, aralanır gözperdesi zaman zaman
sessizce -. Derken bir görüntü girer de,
geçerek gergin sessizliği arasından
üyelerin, kalır yürekte diner de.

Rainer Maria Rilke
Çev: A.Turan Oflazoğlu

blogger-image--1223276616 Panter

Unutmak Yok

Bunca zamandır nerede olduğumu soracak olursan
“Oldu birşeyler” demeliyim
oturmalıyım bir taşa
kararan dünyada,
kendini yemiş bitirmiş bir nehirde.
Korumasını bilmiyorum yitirdiklerini kuşların
Geride bıraktığım denizi
ya da çığlığını kızkardeşimin.
Nedir bu toprağın zenginliği?
Gün neden günle kapanıyor?
Neden karanlık gece çalkalanıyor ağzımda?
Ve ölüm neden?

Nereden geldiğimi sormayacak mısın?
Anlatayım sana;
Kırık şeyleri
Acılı kapları
Sık sık tozlanan koca sığırları
ve tutulu kalbimi.

Bunlar ne belleğimizde uyanan sarı güvercinler,
ne de anılardır kuşaktan kuşağa akan.
Ağlayan yüzlerdir bunlar,
Parmaklardır gırtlağımızdaki,
ve toprağa düşen yapraklardır.
Yiten günün karanlığıdır.
Yeşertir kaleleri hüzünlü kanımızdaki.

İşte menekşeler ve işte kırlangıçlar,
Sevdiğim her şey
Tatlı mesajlar veren günbegün
açıkta zaman
tatlılığı artan.
Kaçamayız biz; Dişlerimizin arasından:
Neden kemiriyor boşa giden zaman
sessizlik kabuğunu?
Ne yanıt vereceğimi bilmiyorum.

O kadar çok ki ölümüz
Ve o kadar çok ki kızıl güneş önünde setler
Ve o kadar çok ki çarpık kabuklu başlar
Ve o kadar çok ki öpücüklerimizi engelleyenler
Ve o kadar çok ki unutmak istediklerim.

Pablo Neruda
Çeviren:Kenan Gülbağ

unutmak+yok Unutmak Yok

Unutmak Yok

“Nerelerdeydin” diye sorarsan ,
“Hep eskisi gibi” diyeceğim;
Toprağı örten taşlardan söz edeceğim
Ve sürdükçe kendini harcayan ırmaktan
Ben yalnız kuşların yitirdiklerinin bilirim.
Gerilerde kalan denizi bilirim… bir de ağlayan ablamı

Neden ayrı adlarla anılıyor ülkeler?
Neden günler yeni günleri izliyor?
Neden koyu bir gece birikiyor ağızda… neden ölüler!..

“Nereden geliyorsun “diye sorarsan
bölük pörçük sözcüklerle konuşmak zorundayım
ağzı zehir gibi yakan araçlarla
çoğu çürümeye yüz tutmuş hayvanlarla
ve avutamadığım yüreğimle…

Andaç değil yanımızda götürdüklerimiz
unutuşta uyuklayan sarımsı kumru değil
yaşlarla kaplı yüzler / boğazımıza yapışan eller
ve yapraklarından sıyrılan şey:
aşınmış bir günün karanlığı, acıyı kanımızla tatmış bir günün

İşte menekşeler, işte kırlangıçlar
bize sevinç veren ne varsa
geçici ve küçük duyarlıkların
yan yana göründüğü küçük kartpostallarda

ama bu sınırın ötesine geçmeyelim
dişlemeyelim sessizliğin çevresindeki kabuğu…

Ne karşılık vereceğimi bilemem
öyle çok ki ölüler
ve öyle çok ki al güneşle yarılmış hendekler
ve öyle çok ki gemilere vuran miğferler
ve öyle çok ki öpüşlerle kilitli eller
ve öyle çok ki unutmak istediklerim!.

Çev:Hilmi Yavuz

Babanız Yaşıyorsa Siz Hâlâ Çocuksunuz..‏

İnsan babası ölünce büyüyor çünkü.
Yalnız başına kalıyorsunuz o zaman artık.
Çocukken her şeyi bilen, herkesten güçlü olan babamız biz büyüdükçe küçülüyor.
Zamanını tamamlamış ve geçmişte kalmış bir yaşlı olarak kendi köşesinden bize bakıyor.
Uzakta olsa da, bize dokunamasa da…

Usandıracak kadar ayrıntılı sorularla hayatı öğrendiğimiz,
Her şeyi bilen babamızın sorularıysa biz büyüdükçe artık bize sıkıcı gelmeye başlıyor.
Müdahale etmese, soru sormasa ne iyi olur dediğimiz zamanlar çok oluyor artık.
Biz ondan daha iyi biliyoruz ya her şeyi. Zaman artık onun zamanı değil ya…
Teknoloji gelişti ya… Her şey değişti ya…

Oysa ne zaman ki babanızı kaybediyorsunuz,
İşte o zaman gerçekten büyüyorsunuz.
Çünkü çınarın gölgesi yok artık üzerinizde.
Sizi fark etmediğiniz halde yağmurdan, güneşten koruyormuş meğer o gölge.

Siz de aile kuruyorsunuz, baba oluyorsunuz,
Sizin de gölge yaptığınız ve koruduğunuz birileri oluyor
Ama o gölgeyi çok arıyorsunuz.

Babanız öldüğünde büyüyorsunuz.
Artık soru soracağınız, öğreneceğiniz, azarını duyacağınız,
Takdirini alacağınız, akşam eve dönerken yolunu gözleyeceğiniz,
Korkacağınız bir babanız yoksa büyüyorsunuz.

Yarınınızdan sorumlu tuttuğunuz, her istediğinizi almak zorunda olan o kişi yoksa artık.
Hep sessiz ağlayan, suskun seven, en zor dönemde bile yıkılmaz görünen,
Sırtınızı dayadığınız çınar ağacınız yoksa artık…
Büyüyorsunuz o zaman işte.

Savaşın ortasında komutansız kalmaktır, babasız kalmak.
Kaç yaşınızda olursanız olun babanız yaşıyorsa hala çocuksunuzdur…

Orhan Seyfi Aras
baba Babanız Yaşıyorsa Siz Hâlâ Çocuksunuz..‏