Tanrım Öldür

III.

aldığım lanetin uğruna yanan güneş söndü
özür borçluyum sırattan geçerken incittiklerime
borçluyum sırasını bozan her çocuğa
ama işte ben!
dünyaya selam durarak yürüdüm her adımda
yutkundukça kalbi acıyan bir ben kaldım
yine de üstüme kapanan hangi taş neyi örter
sokaklar hangi gülüşümden mustarip, bilmem
ama bilirdim uzun bir sayfada kara olmasam
ah! yine de unutulmuyor alınmış bir ah

IV.
boynumdan öpenlerin selamıyla bitirdim sözümü
oysa kimsenin sırrı yok
herkes kendi ömrüne recâ
avuç avuç gezer de bulamaz bir çıra
böylece bir kez daha ördüm duvarımı
bir kilit taşı tutuyor tüm sırrı, şimdi ağlasınlar
kimsenin su kadar mes’eli yok :
eğildim kuyuya, bir yudum dedim, herkes için
dedi : kan doluyum, sırrını verdin çünkü bana
keşke bir söz daha etseydin
belki şiir olur yazılırdım sana
ah! kalbim kir tuttukça kin döktüm

tanrım öldür!

Kemal Varol

tanrim+oldur Tanrım Öldür

Ölü

Uslu gecede kıpırtısız göl
seni doğuran zaman mı yoksa
beyaz ıslak çiçeklerle dindirdi
dibindeki depremi
yansıyan ben olmadım hiç
sana bakarken
yansıyan kimdi
göklerin çılgın çobanı
serin ıslıklı rüzgar
bir kez olsun yağmadı
şu sürdüğün bulutlar
yangınımla ben ne çok bekledimdi
ağaca tutunan yosundum o zamanlar
güneşe yekindim de
ardıma gölgem bile düşmedi
yanardağ köpüğü, taşlaşan tansık
sen değilsen kim
bir söz mü görünmez kılıyor
diriliğimi
adım gibi…

Adnan SATICI

blogger-image-1558942648 Ölü

Çin Lokantası

‘beni sevmene asla izin vermeyeceğim’
diye yazmıştın kapımdaki not defterime
kendi kapımı çalmak zorunda kalmıştım
içerde olmadığımı bile bile

gövdeni hatırlıyorum ansızın bu kış ormanında işte
uzun, büyük, parlak
siyah ve vahşi!
parçalayacak kadar siyah
ve onarabilecek kadar vahşi!
sanki
aşka hayattan daha fazla özen gösteren, çocuksu
ama hep parçalanmış, hırpalandıkça palazlanmış bir ziyaretçi!

gövde’nin tarihi’nde yan yana dururdu yalnızlıklarımız
plastik ve acımasız, zehirli ve karmaşık
kısaca, birbirlerine sevgiyi öğretmeye çalışırken
birbirlerine kan içirdiklerini anlayan iki serseri aşık!

ellerin saklamaya çabaladığı o şehir gecesi
başın omzumda, gözlerin kapalı, saçların açık
giderken citroen: dudaklarını döven neon gazı
dudaklarındaki kazı tozu, ‘ölelim mi? ‘ demiştin
bak şimdi tam sırası!

dağlarda bir çin lokantasıydık senle ben
müşterisiz
mütemadiyen ağlamaklı
için için eğlenceli
temiz…
çevresinde çizgifilm hayvanlarının oynaştığı
bir çin lokantasıydık dağlarda senle ben
bir tahta masa, iki iskemleyle sınırlıydı ülkemiz!

mesela
yeni pişmiş pirinç pilavı dilinin üstünde yürürdü kokarca
ve sağ kulağındaki yabanıl bitki örtüsü
biz birbirimizin çatalı, bıçağı
biz birbirimizin incecik hırsızı, gönül süsü
ayrılık, bir yutulmaz lokma gibi kaldı boğazımızda!

sevgilim, sevdanın sevdaya ettiğini etmez et, kemiğe
sarayın çıkışlarını tutarken uyuşturucu ve kaftan
merdivenlere yığılıp ölen son şehzade
son fırsat, kaçınılmaz son düet, son soytarının son yemini
son sonsuzluğa dokunan küstah kızıl kanaviçe!

dağlar, dersini verir acının kuşkusuz
aslolan, savruk ruhlara yakışan sahici ölümler bulmakta
yoksa kimin kimin tabutunu çakacağı mühim değil!
gecenin koynuna ihanet, bir orospu gibi sokulmakta!

Işıktan ışığa geçen o tenha yolda
o karanlık nefes alışta ve o darmadağın boğulmada
seni sevmeme asla izin vermediğin o kör noktada
o hırçın, o fazla erkek, fazla kadın noktada
tanımadığım
tanımaya kalkışmadığım
izahı zor, kavranması imkansız bir hastalık gibi
ilerledim gövdenin gövdemi bulandırdığı
şaha kaldırdığı boşluklarda!
iz sürmedim
ad sormadım
dönüp bakmadım ardıma!

hatırla sevgilim, mutlaka sen de hatırla
o kadar çok kovaladık ki hayat içersinde
kendi kendimizi
mecali kalmadı hayatların başka hayatları yakalamaya!

‘beni sevmene asla izin vermeyeceğim’
diye yazmıştın kapımdaki not defterine
ben de eklemiştim altına:

‘aşkı dövmek lazım
kalbe terbiyesizlik ettiğinde! ..’

Küçük İskender

Favim.com-22450 Çin Lokantası

Gecenin soğuk dudakları

Gecenin soğuk dudakları
Bir laf eder
Laf sanma taştır
Taş sanma gölgedir
Acının sütunu
Olgunlaşmamış düşünce
Hayali dudaklarıma doğru gerçek su
Gerçeği taşıyan sözcük
Hatalarımın nedeni

Eğer o ölümse yaşarım yalnız onun için
Dalarım anılara ama bir şey anımsayacağımdan değil
Artık bilemem ne söyler de güvendiririm kendime
Nasıl anlaşılır birinin hayat taşıdığı
Nasıl unutulur bildiklerimiz
Zaman aralar da gözkapaklarını
Bakar bize ve kendisi de kaçırmaz görüntüsünü.

Octavio Paz

octavio+paz Gecenin soğuk dudakları

İspanyol Dansözü

Eldeki bir kibrit nasıl, ah,
alev almadan, her yana salarsa
titreyen dillerini -: tıpkı öyle, halkası
içinde yakın seyircilerin, ateşli ve parlak
başlar onun titreyen dansı.

Ve alev kesilir ansızın.

Bakışıyla tutuşturur saçlarını kadın
ve korku bilmez bir sanatla birden
döndürür eteklerini ateş kasırgasına;
çıplak kolları bu yangından dışarı uğrar
ürküp uyanan yılanları andırırcasına.

Ve sonra: sıkıştırınca ateş çepçevre,
kavradığı gibi fırlatır onu yere
pek gururlu, buyuran bir eda ile hem
ve seyreder: ateş kudurmaktadır orda
ve alev alevdir daha, baş eğmez bir türlü.
Ama kadın emindir, üstün geldiğinden;
ve tatlı bir gülümsemeyle kaldırıp yüzünü
söndürür ateşi küçük, sağlam ayaklarla hemen.

Rainer Maria Rilke
Çev:A. Turan Oflazoğlu

ispanyol+dansozu İspanyol Dansözü

Hayat Bu

Hayat bu…
Bazen merdivenlerden inersin,
Bazen de çıkarsın.
Gülenler olur, dalga geçenler olur,
Ağlarsın sessiz sedasız,
Dünyanın en büyük suçunu işlemişçesine,
Saklanırsın bir köşede.
Kapanır kapılar yüzüne,
Kime el açsan boşa çıkar,
Kimden merhamet dilensen ağlatırlar,
Sevgi dersen onu hiç sorma,
Yalandan “seversin” derler,
Ama kalpleri başka söyler.
Bilmezler ki seni, sendeki yüreği,
Aşkın sende bıraktığı izleri…

Hayat bu…
Bazen vurur, bazen de değmeden geçer.
İnleyen her nağmede yüreğin cız eder.
Bir gülersin bir ağlarsın,
Bu da benim hayatım mı dersin, şaşırırsın.
Konduramazsın kendine ama hayat bu işte.
Yaşayacaksın sürünsen bile.
Hayat bu, yaşa seni yaşatabildiğince….

Mutluluğum kendimde, sizde değil.
Yalnızca gelgeç olduğunuz için değil
olmadığım gibi olmamı istediğiniz için de.
Mutlu olamam değişirsem,
sırf sizin bencilliğinizi doyurmak için.
Hoşnut da olamam eleştirdiğinizde beni,
sizin gibi düşünmediğim,
ya da görmediğim için.
Uyumsuz diyorsunuz bana.
Oysa inançlarınıza her karşı çıkışımda
siz de benimkilere karşı çıkıyorsunuz.
Aklınızı biçimlendirmeye çalışmıyorum,
biliyorum kendinizi bulma savaşı veriyorsunuz.
Bana akıl vermenizi de kabul edemem,
çünkü kendimi bulma çabasındayım ben de.
Saydam olduğumu söylüyorsunuz,
ve kolayca unutulacağımı.
Öyleyse, kim olduğunuzu kanıtlamak için,
yaşamımı kullanmaya kalkmanız niye?



Leo Buscaglia

hayat+bu Hayat Bu


Çocukluk

Akar orada okul uzun korku ve zaman
Gürültülü boğuk duruşlu nesnelerle iç içe kayan
Ey zaman ey yalnızlık ey günün zorlu geçidi
dışarıdayız şimdi: Kıvılcımlanır ve çınlar yollar
Meydanlarda sıçrayan fıskıyeli havuzlar
Ye bahçelerde öyle genişler ki dünya
Giysiler içinde geçer devran ve bütün bunlarla
Bir başkasından tam başka gidilirdj ve gidiliyor
Ey muhteşem zaman ey geçen zaman
Ey mutlak yalnızlık

Bütün bunlarla seyredilir uzaklar
Erkekler kadınlar erkekler erkekler kadınlar
Ve çocuklar ki başkadırlar ve çeşitlidirler
Ve anıdaki ev ve arada sırada bir köpek
Korku yerini sessizce güvene terkeder
Ey anlamsız keder ey rüya ey şafak
Ey dipsiz ırmak

Ve böyle oynaya oynaya top çember ve teker
Yumuşak ve tatlı renk atan bir bahçede
Yakalamanın kör ve azgın acelesiyle
Bazan büyüklere hafifçe çarpılır
Fakat akşamla sessizce eve
Küçük ve katı adımlarla gidip yakalanmak
Ey daima daha çok kaçan kavrama
Ey korku ey yük

Ve saatlerce büyük gri havuzun eteğinde
Küçük ve katı adımlarla gidip yakalanmak
Daha birçok daha güzel yelkenliler
Unutuldu uçuştukları için daire çizerek
Fakat mecburuz düşünmeye küçük ve solgun
Şeklini havuza dalıp gider gibi görünen yüzün
Ey çocukluk ey kaypak tartı
Nereye nereye

Rainer Maria Rilke,
(Türkçesi:Cahit Zarifoğlu,
Diriliş Dergisi, Sayı 3, mayıs-haziran 1966)

cocukluk Çocukluk

Kızım Dans Ediyor

Benim küçük kızım
biraz ot,biraz beyaz kiraz yaprağı ve iki üç
karahindibadan oluşan
minicik bir bahar toprağı parçasının üzerinde
dans etmektedir.
Ama kızım da o denli minik ki
Yeşil yeşil çayırların,
beyaz erik yaprağı bulutlarının
ve çiçek açmış ağaçların horonu ortasında
dans ettiğini sanıyor belki…
Benim küçük kızım dans ediyor işte.
Ben bilmiyorum bu dansın ne olduğunu:
Çünkü ne bir vals,ne bir çaçaca bu,
ne de başka bir dans,adını bilmediğim.
Bakıyorum ve ne yapacağımı bilemiyorum:
kızım dans ederken ,sevinçten kahkahalar mı
atsam,
yoksa ağlasam mı adını unutmuş olmama
oynanan dansın,
hani bir zamanlar bir baharda benim de
oynadığım.

Ekaterina Yosifova

dans Kızım Dans Ediyor

Saçlarda Bir Yarımküre

Bırak da uzun uzun uzun zaman içime çekeyim saçlarının kokusunu
bir kaynağın sularına yüzünü daldıran bir susuz adam gibi
yüzümü daldırayım içlerine kokulu bir mendil gibi elimle sallayayım onları
sallayayım da anılar silkelensin havada

Saçlarında bütün gördüklerimi bütün duyduklarımı
bütün işittiklerimi bir bilseydin
Başka insanların ruhu ezgiler üzerinde nasıl dolaşırsa
benim ruhum da koku üzerinde öyle dolaşır

Yelkenlerle serenlerle dolu bütün bir düş var saçlarında
meltemi beni güzelim iklimlere uzayın daha mavi
daha derin olduğu havanın meyvelerle yapraklarla
insan derisiyle kokulandığı iklimlere götüren büyük denizler var saçlarında

Saçlarının okyanusunda içli türkülerle her ulustan güçlü insanlarla
sonsuz sıcaklığın yangelip yattığı uçsuz bucaksız bir gök üzerinde
ince ve karışık yapıları oymalar gibi beliren
biçim biçim gemilerle kaynaşan bir liman görüyorum

Saçlarının okşamalarında güzel bir geminin kamarasında
bir divan üstünde geçmiş çiçek saksılarıyla serinlik verici testiler arasında
limanın fark edilmez yalpasıyla ığralanmış uzun saatlerin bezginliğini yeniden buluyorum

Saçlarının kızgın ocağında afyonla şekerle karışmış tütün kokusunu çekiyorum içime
saçlarının gecesinde sıcak ülke göklerinin sonsuzluğunu parıldar görüyorum
saçlarının ince ince tüylü kıyılarında katranın miskin
hindistan cevizi yağının birbirine karışmış kokularıyla sarhoş oluyorum

Bırak da uzun uzun ısırayım ağır kara örgülerini. Ele avuca sığmaz
ferman dinlemez saçlarını dişlediğim zaman anıları yer gibi oluyorum

Charles Baudelaire

saclarda+yarimkure Saçlarda Bir Yarımküre

Beşinci Mevsim

Fırtınalı bir günün sonunda
bir dal istedi kadın, tutunmak için
dostane
Bir mum yaktı adamın biri, elini uzattı
beyaz bir gül geldi karşılığında

Böylece bir muhabbet başladı gözlerde
aylarca devam etti bu dostluk
sessizce

Bir mum daha yaktı adam
yüreğini açacaktı kadına
ellerini avuçlarına alıp
korkusuzca bakacaktı
kadının gözlerine ve
birlikte yaslanacaklardı geceye

Gözlerinde aşk koynunda ihtirasla
düşler! Dedi kısaca
Geldim
dedi kadın
ama yer bulamadım kendime

Korkuyla geriledi adam
ya bir daha gelmezse, ya onu hepten kaybedersem
diye geçirdi aklından
bir kez daha erteledi düşlerini
her seferinde olduğu gibi

Dört mevsim yaşadı kadın çelişkiler içinde
son mevsimin son gününde, aklı yenik düştü yüreğine
beyaz bir gül ile misafir oldu adamın düşlerine
sana geldim
götür beni gözlerindeki karanlığın ötesine

Dalgındı, fark etmedi adam
bozulmasını istemediği bir rüyanın içindeyi
kendince

Utandı kadın çok utandı
çırılçıplak hissetti kendini
o an söndürdü mumu beyninde
hoşça kal. Dedi adama

Bütün aynalar bir bir kırılıyordu
adamın bedeninde
Gitme!
sevdiğim, umudum, kavgam
gitme! Diye haykırıyordu tüm varlığıyla

Adamın sesi çınladı kulaklarında
yeniden kıvılcımlandı vazgeçilmiş duygular
onca yıl sonra ilk defa adıyla sesleniyordu kadına

Uzun-uzun baktı kadın
Yoruldum, sessizliği okumaktan
yaşanması gereken bu maratonu
seyretmekten yoruldum

Tüm tatlar acıya çaldı adam ile kadının yüreğinde
Sormak ya da söylemek istediğin bir şey varmı?
diye sordu kadın

Bir yaşam çizdi adam
Bir kulübe yaptı, yemyeşil ormanın ortasına
umutlar ekti gökyüzüne
şelaleden bölünen bir derecik akıyordu kulübenin arka tarafında
güneşin ilk ışıkları süzülüyordu odalarına
her sabah kuş sesleriyle karışan suyun şırıltısına uyanıyorlardı
zamansız yağmurlara tutuluyorlardı
sırılsıklam
bir yandan kahvelerini yudumluyor
biryandan gökkuşağının çıkışını izliyorlardı
donmuştu kadın öğlece bakıyordu

Bir meşale yaktı adam, yüreğini koydu
korkusuzca baktı kadının gözlerine…

Nurcan Uğurlu

besinci+mevsim Beşinci Mevsim