Sen Yaşat Beni

Gün gelir de terkeylersem eğer bu teni
Yanında değilsem eğer, sen yaşat beni
Uzandığında elime, yoksa yerinde artık
Seni istese de gönül, biçareyse artık
Gün be gün duyamasam da o tatlı sözleri
Kurduğun hayalimizle sen yaşat beni
Bırak bu yakarışları, bu dostane halleri
Anla! Vakit geç. Tek arzum sen yaşat beni
Bir an çıkarsam aklından, üzme kendini
Yeter ki sonradan da olsa sen yaşat beni
Bir zamanlar beni saran o düşünceler
Sararıp solsa da yine sende yeşerseler
Sen yaşattıkça beni, olacaksa eğer hüzün
Var unut, sonra gülecekse eğer yüzün

Christina Georgina Rosetti

Çeviren: Oktay Eser

sen+yasat+beni Sen Yaşat Beni

Kıyamet

Elyazını yaktım, dürüsttü ve aşınmamış
Sevgi sözcüklerini yaktım, hoyrattır onlar
Sıcaklığı saklı akarsuyu anlamazlar
Sorular, kurutur incitir sorarlar
Elyazını yaktım

Adresini yaktım
Yakmak gibiydi biraz da dünyayı herşeyi
Bastığımız düşümüzde gördüğümüz
Özlediğimiz yaklaştığımız
Hayatım özlemdi ansımaydı düştü
Yaktım adresini şimdi özlem oldu hayatım

Resimleri yaktım birini saklasam dedim
En çok onu yaktım onu yaktım
Kış göğünü yaktım, bir kavak büyüttüm balkonumdan
Akşam desem değil, yangın desem değil
Dışarda apansız bir kıyameti yaktım

Sevgidir kendimi bildiğim, onunla başladım
Elyazın mı, adresin mi, resimlerin mi
Sen mi ömrün mü
Çıkardım onları şimdi sakladığım yerden
Kıyameti göğü kışı akşam sözlerini
Sevgiyi yaktım

Gülten Akın
kiyamet Kıyamet

Acılara Tutunmak

acı çekmek özgürlükse
özgürdük ikimiz de
o yuvasız çalıkuşu
bense kafeste kanarya
o dolaşmış daldan dala
savurmuş yüreğini
ben bölmüşüm yüreğimi
başkaldıran dizelere

kavuşmak özgürlükse
özgürdük ikimizde
elleri çığlık çığlık
yanyana iki dünya
ikimiz iki dağdan
iki hırçın su gibi
akıp gelmiştik
buluşmuştuk bir kavşakta
unutmuştuk ayrılığı
yok saymıştık özlemeyi
şarkımıza dalmıştık
mutluluk mavi çocuk
oynardı bahçemizde

aramakmış oysa sevmek
özlemekmiş oysa sevmek
bulup bulup yitirmekmiş
düşsel bir oyuncağı
yalanmış hepsi yalan
sevmek diye birşey vardı
sevmek diye birşey yokmuş
acılardan artakalan
işte bu bakışlarmış
kuğu diye gözlerimde
gün batımı bulutlarmış
yalanmış hepsi yalan
savrulup gitmek varmış
ayrı yörüngelerde

acı çektim günlerce
acı çektim susarak
şu kısacık konuklukta
deprem kargaşasında
yaşadım birkaç bin yıl
acılara tutunarak
acı çekmek özgürlükse
özgürdük ikimizde

Hasan Hüseyin Korkmazgil
acilara+tutunmak Acılara Tutunmak

Ağustos Şiiri

Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek
Beterin beteri var diyenlere inanmıyorum
Hep böyle havalar besler fırtınaları
Korkarım bu mavi ışık çabuk sönecek
Duymazdım durgun suların bezgin türkülerini
Alışmak ölümün bir başka adıymış bilmezdim
Bir yangın sonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı
Bir rüzgar kulaklarımdan hiç eksilmiyor
Esirgenmiş bir dünyada müthiş yalnızım
Geri dönsen bile ben artık o ben olmayacağım
Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek

Ben mısralarımı kerpiç gecelerinden çekmişim
Beş numara lamba kaderi var mısralarımda benim
Deli çizgi gözlerimi kör etmiş, kör etmiş, kör etmiş
Göçmüş kıtalar üstünde kuşlar dönüyor garipsi
Çığlık çığlığa kuşlar dönüyor evcil ve tedirgin
Gök mavisi bir türkü dolanmış yüreciğime
Selsele yolculuklar tütüyor gözlerimde, neyleyim
İnsan demişim, kitap yüzlü insanlar demişim gidemiyorum

Kaderim kaderleri demişim güzelim
Sen olmasan ben böyle değildim
Böyle uysal ve kırılmış değildi şiirlerim
Bir yangın sonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı
Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek

Rüzgar gibi ağustos geçti ellerimizden
Meyvalar bizi bal renkli günahlara çağırıyorlar
Bir yanda yaşanmamış günlerin hırsı
Bir yanda boşa geçen gecelerin acısı
Malum o dramın en güzel perdesindeydik
Ağustos şarap olmuş, kanımıza akmıştı
Göçmüş kıtalar üstünde kuşlar gibiydik
Her gören didik didik bizi denetliyordu
Biz kendi derdimize düşmüştük

Orda da akşamlar olacak güzelim
Kanlı mendil gibi ağustos akşamları
Şu benim çektiklerimi görmeyeceksin
Belki yanında başkaları olacak
Belki düşlerine bile girmeyeceğim
Gün oldu acıların şiirini yaşadım
Gün oldu zehir gibi yokluğunu yaşadım
Bana sen ne diye duyurdun yalnızlığımı
Ne diye gurbet gibi mısralarıma sindin
Dokunsan parmaklarıma tutuşacağım

Yere batan şehrin tek yalnızıyım
Yüzyılın ağrısını anlayarak çekiyorum
Ekmeğime barut sinmiş bulanık özgürlükler
Tepmişim rahatımı, boynu bükük mutluluğumu
Yaşıyorsam erkekçe yaşıyorum

Düşün ki coğrafyanın en güzel yerindeyiz
En güzel günlerinde gençliğimizin
Ölümden ötesini aklım almıyor
Beterin beteri var diyenlere inanmıyorum
İstesek cenneti kurtarabiliriz
Ben bir ışık için tepmişim rahatımı
Bu güleç yüzlülerin, bu acı türkülerini
Bu yoksul yerleri anlayarak seviyorum
Delicesine anlayarak güzelim
Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek.

Hasan Hüseyin Korkmazgil
agustos+siiri Ağustos Şiiri

Dayan Dayanabilirsen

bir bir yitiriyorum sevdiklerimi
ellerimden kuşlar gibi
uçup uçup kuşlar gibi
uzak dağlar ardına

çivilenmiş gözlerime kiminin
o yalvaran gözleri
yakıyor kollarımı kiminin kanı
kimi sitem sitem vuruyor beni
dövünmek tepinmek neye yarar ki
neyi kurtarır ki üzmek şu canı
her bahar yenilense de dallarda tomurcuklar
o bahar gitti gider

kolay değil ozanın ağlamaması
gülmesi kolay değil
bulutlar her zaman yağmur getirmez
şimşek gülmez bulutlardan herzaman
bulut var ki yaz yağmuru güzelim
geçip gider gül kokulu yel gibi
bulut var ki taş başına yoksulun
orman söken köy göçüren bir karabasan

tam da başlamışken sevmeği öğrenmeğe
tam da başlamışken bal doldurmağa
özlem denen peteğe
bir bir uçup gidiyorlar canlarım
gidiyorlar kopar gibi acılı kollarımdan
dönülmez karanlığa

dövünmek tepinmek neye yarar ki
neyi kurtarır ki ölüme sövmek
sövmemek ne yazar ki
dağbaşında tek ağaç
fırtınada bir tekne
uçurtması kopup gitmiş bir çocuk
bakıyorum yalnızca
şaşkın ve umarsız gözlerle arkalarından

dayan yavrum
dayan hasan hüseyin
dayan dayanabilirsen

Hasan Hüseyin Korkmazgil

dayan+dayanabilirsen Dayan Dayanabilirsen

Birinci Kaçış

dur gitme bekle biraz bu belki son buluşmamızdır
belki şimdi şuracıkta ama belki hiç bilmediğin
bir ezik kurbağadır ıslak betonda gölgelerimiz
rıhtımlara böldüğümüz bu çocuksu kurtuluşlar
dur gitme bekle biraz hem sonra belki de hiç
belki bir kamyon beni bir akşam gazetesine
belki sokak sokak beni aradıkların
belki bu son buluşmamızdır nella ah nella
dur gitme vakit yakın az sonra belki de hiç
belki de ben, ah nella, bu ayrılık hiç bitmeyecek

seni çeşmeler gibi şarkılara dağıtıyorum
renkler katıyorum seni, uysal biçimlerden alıp
kısraklara çiziyorum kavga arefesi günlere
dönüp kendimi vuruyorum bir akrep karanlığında
dişi bir isa gibi bakma bana çıldıracağım
düşersem esintime karanlığa düşersem
ellerim soyunursa uykusuz diriliğini
yüzünü yitirirsem bence güzel çizgilerini
düşsel ortamlar içinde bir silik bir anlamsız
yaşamak korkubabası, gelsin dinlerin cenneti
sana ben nella dedim, ah nella, belki de hiç

geceleri bambaşka bir adam oluyorsam
karışıksam kendimden yelimden kaçıyorsam
içimde anlamadığın bir beythofun fırtınası
ben bu fırtınayı yıllardır tanıyorum
yıllardır kendimi taştantaşa ama anlıyamazsın
ben beythofun fırtınası bu ölüm bu ürkünç
tarlalar var bu fırtınada fabrikalar umutlar
dilsiz anlaşmalar var erkekçe davranışlar
ben bu fırtınayı yıllardır yaşıyorum
yüzükoyun kentlerin alacakaranlıklarında

yıllar geçecek, sen böyle hep titreyerek bekliyeceksin
şiirlerim hiçbir zaman beni anlatamıyacaklar
yoksul bir kasabada yoksul bir kahve ocaklığı
ışıklı günlere yatmış yıldız ışığında köyler
tezgahlarda ben dokunacağım nakışlarda ben uyanacağım
yorgun istasyonlarda yığın yığın tedirginlikler
ama hep yolda olacağım kendi yelimin önünde
yaşadıkça, adım adım özlemlerimi haykıracağım
belki çok gideceğim belki çok sürüneceğim
belki bu son buluşmamızdır nella ah nella
seni tuzundan özlemlerimin, bitmemiş şarkılarımdan
sana ben nella dedim, ah nella, belki de hiç

bu kasım bu çıplak beythofun fırtınası
şiirlerim hiçbir zaman beni anlatamıyacaklar

Hasan Hüseyin Korkmazgil

birinci+kacis Birinci Kaçış

Karıma Altıncı Evlilik Yıldönümü Armağanı

Silahımsın
başım havalarda gezerim
en yıkık günlerimde bile

atımsın
ölümü çiğnetmedin düşmanıma
karanlıkta kurşun yağarken üstüme

karımsın
dölümü paylaşan tarlamsın benim
kollarımda uyuttuğum geceler seni
göğsüne sığındığım geceler senin
öfkemi bir tabanca gibi denediğim geceler sende
kulaç atmışçasına Kızılırmak’ta
yorulup düştüğüm geceler senden
ve ilk görüyormuşum gibi baktığımda gözlerine
kızıltı sonbaharlar
alabulut yazlar
tiren tiren yolculuklar

seni ben
ekmek paramız olmadığı günlerde de gördüm, yiğittin
seni ben
korkunun kara tırnaklı titrek elleri
bileklerime bir hayalet gibi sarıldığı günlerde de gördüm, yiğittin
seni ben
zorlayıp o peygamber köşkünün kapılarını
hücreme temiz çamaşır ve sigara ve selam
yolladığın günlerde de gördüm, yiğittin
bir çift ateş karanfil
bir dost kitap
ve bir bardak su gibi beklediğin günler de oldu
hasta yatağımın baş ucunda yiğittin
soframızda kuş sütü balık yumurtası yoksa da
işçi ellerinin tadı
aydın gözlerinin balı var

ne zaman kekik koksa
gül koksa çamaşırlarım
elma erik ceviz zeytin portakal
anam koksa çamaşırlarım
ucuz çamaşırlarım
ucuz sabunlarda ellerini anımsarım

ellerin
canım karım ellerin
yaban güllerine mısralara pırnallara değen ellerin
ellerin
canım karım ellerin
iki taştan bir un eden ellerin
ve göller bölgesi’nin gül bahçelerinden
gül toplar gibi haziranda şafakta
çetin kitaplardan bal toplayan ellerin

canına okumuşlar ekmeğimizin
zincire yatırmışlar delikanlı günlerimizi
kan etmişler ellerimizi
kan etmişler düşlerimizi
canım gülüm
kan
gayrı bize ölüm yok

kavgayı
şiiri
ve seni çok seviyorum

Hasan Hüseyin Korkmazgil

karima-siiri Karıma Altıncı Evlilik Yıldönümü Armağanı

itiraf

bir kedinin yatağa sıçramasını
bekler gibi
beklerken
ölümü

karım için çok
üzülüyorum

sertleşmiş
solgun
bedenimi
görecek

bir kez, belki de
iki kez sarsacak:

‘hank! ‘

cevap vermeyecek
hank.

ölüm değil beni
endişelendiren, bu hiçlik
yığını ile kalacak olan
karım.

ama birlikte uyuduğumuz
bütün o gecelerin
hatta yararsız tartışmaların
bile
harikulade şeyler
olduğunu bilmesini istiyorum

ve bu güne kadar
söyleyemediğim
o zor sözcükler
artık söylenebilir:

seni
seviyorum.

Charles Bukovski

blogger-image-606366691 itiraf

mavi kuş

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama ben ondan güçlüyüm, kal,
diyorum ona, kimsenin
seni görmesine izin veremem.

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama viski döküyorum üstüne
sigara dumanına
boğuyorum,
fahişeler, barmenler ve
bakkal çırakları hiçbir zaman
bilmiyorlar onun orada
olduğunu.

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama ben ondan güçlüyüm,
yat lan aşağı, diyorum ona,
ocağıma incir dikmek mi
niyetin? avrupa’daki kitap
satışlarını sabote etmek mi?

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama zekiyim, sadece
geceleri izin veriyorum çıkmasına,
herkes yattıktan sonra.
orada olduğunu biliyorum, derim
ona, kederlenme
artık.

sonra yerine koyarım yine
ama hafifçe öter
tamamen ölmesine de izin
vermiyorum
ve birlikte uyuyoruz
gizli antlaşmamızla
ve insanı ağlatacak kadar
güzel, ama ben
ağlamam, ya
siz?

Charles Bukowski

mavi+kus mavi kuş

Onlar ve Biz

ön balkonda oturmuş
konuşuyorlardı:
hemingway, faulkner, t.s. elliot,
ezra pound, hamsun, wally stevens,
e.e. cummings ve birkaçı daha.

“baksana” dedi annem “şunları
susturamaz mısın?”

“hayır,” dedim.

“boş konuşuyorlar,” dedi
babam, “kendilerine iş bulsalar
iyi ederler.”

“işleri var
onların,” dedim.

“bok var,” dedi
babam.

“kesinlikle,”
dedim.

faulkner girdi içeri
sendeleyerek
dolapta bir şişe viski buldu
ve sendeleyerek çıktı.

“korkunç bir insan,” dedi
annem.

sonra kalkıp
balkonu gözetledi.

“bir de kadın var aralarında,” dedi, “ama
daha çok erkeğe benziyor.”

“gertrude o,”
dedim.
“kasılıp duran biri var
bir de,” dedi, “üç kişiyi birden
marizleyebileceğini söylüyor.”

“o ernie,” dedim.

“ve sen,” dedi babam, “onlar gibi
olmak istiyorsun, öyle mi?”

“onlar gibi değil,” dedim, “onlardan
biri.”

“lanet bir iş bulacaksın
kendine, anladın mı?”

“kapa çeneni,” dedim.

“ne?”

“’kapa çeneni’dedim, bu adamları
dinliyorum.”

babam karısına baktı:
“bundan böyle
oğlum yok benim!”

“umarım,” dedi annem.

faulkner sendeleyerek girdi içeri
yine.

“telefon nerde?” diye sordu.

“n’apıcan telefonu?” dedi
babam.

“biraz önce ernie çifteyle beynini
dağıttı,” dedi.

“gördün mü bu adamların başına
ne geldiğini?” diye bağırdı
babam.

yerimden
yavaşça kalkıp
bill’e telefonun yerini
gösterdim.

Charles Bukowski

charles-bukowski Onlar ve Biz