Bakarkör

Çağırdım gelmedi
bakmadı bile
Dolaştı durdu
başı yukarlarda gözleri her yanda

Havuz kenarına gitti
Küçük bir gölge buldu oturdu
ara sıra gözlerini yumuyordu.

Bir tane daha geldi
sokuldu yanına
Uçtular kanat kanada
bulutlara göklere doğru

Ne bileyim
yalnız sanmıştım onu

Süreyya Berfe

423-klndm Bakarkör

Şiir Çalışmaları

Hayat hikayem mi?
Tarlaların kıyısındaki gelincikler.

Âmâ olsaydım
dalgınlıklarımdan anlardım güzün gelişini

Döküldü fesleğenin yaprakları:
Sesleri hâlâ kulağımda.

Birkaç meyve ağacı varmış evlerinin önünde.
Yüzü söyledi kendisinden önce.

Oraya da otopark yapılacakmış:
Korkudan her gün meyve veriyor ağaçlar.

Toz toprak içindeki çocuk erik yiyor.
Şimdi inandım baharın geldiğine.

Sâkin ol
ki fırtına dinsin.

Olur olmaz şeylerin üzerinde durmayacakmışım.
Böyle emrediyor ilerleyen yaşım.

Tahta masa duysaydı
dallanır, çiçeklenirdi.

Evlilikler de kurudu:
Çiçekleri koparılmış gül dalları.

Bir köşeye çekilsem
yanımda güzden başka kimse olmasa.

İyi bakın gönüllerinize
yara izi mi var, ayak izi mi?

Biraz daha uyuyacaktım ama
bırakmadı hanımeli kokusu.

Kent-leş-miş insanların evleri:
Eşya polikliniği.

Kafam yorgun.
Kalbim dinleniyor.

Kekeliyor geçen bulutların gölgesi.
Bu şehirde yaşanabilir mi?

Aşk mı?
Kim bilir nedir onun bugünkü adı.

Mezar taşıma rastlayanlar okusun:
Dünyadayken şiir de yazmıştır.

Olduğum yerden başlasam yaşamaya
olduğumu sandığım yerden.

Bahar gelmiş;
köy kahvesinin kapısı ardına kadar açık.

Canlanıverdi
yağmurun sesini duyan papatyalar.

Ey kimsesiz gelincik!
N’olurdu kuş olsaydın
bir defacık dinleseydim seni.

Uzun bir aradan sonra çiçekleri suladım.
Zamanı gelmeyenler de açtı.

Muhâtabı olsa da söylesem:
Seninle geliyorum.

Bir tek yaprak vermedi bu yıl:
Başını mı dinliyor okaliptus ağacı?

Anılar üşüştü başıma dün gece.
Sağolsunlar. Sabaha sağ çıktım.

Nereye gitti
çocuğu olduğu zaman utanan babalar?

Anlat, dinliyorum seni.
Dinliyorum tel örgülere takılı serçeyi.

Yavaş yürüyorum.
Unutmak istemiyorum.

Kalbim düşünmeyi bıraksa
çabuk biter gece.

Bıkmaya başlıdıysan
ne kaldı geriye.

Eskiyebilen bir evde ölmek isterim.

Küçük bir koy arar
yüreğe sığınır bütün acılar.

Kargalardan arındırılmış tarlalar, çınarlar
ve akşam kadar hazindir
tek başına yaşayanın ölümü.

Kalbinle bak.
Göreceksin, çiçekler bile kurumaz.

Vaktin geldiğini anlar çeker giderim.
İşgal etmem.
Terhis olurum.

Yüreğim, buğdayların arasında çırpınan
kör bir serçe.

Öyle bir hava ki
sen de olsaydın
taşlardaki çiçek resimleri çiçeğe dururdu.

Şu yeşillikte hiç çiçek yok, diyorsun,
Bütün gözlerinle bak görürsün
toprağın altına gizlendiği çiçekleri.

Nasıl mıyım? Ne mi yapıyorum?
Bugün akmayan hayatlar gibiyim.
Şiir yazıyorum.

Şiir!
Başka şaire git.
Yalnız kalmak istiyorum.

Kimse kimseye bir şey anlatmıyor
anlatamadan göçüp gidiyor.

Uzaklarda batan ay
seni öbür dünyada seyredeceğim.

Yazan: Bir idam mahkumu.

Süreyya Berfe – Ufkun Dışında – de Yayınları – 1985 (sayfa 213-256)

blogger-image-284301977 Şiir Çalışmaları

Blues

Yağmurdan kaçarken taşa tutuldum
Dönüp bakamadım bile
Şimdi kendi içine yağan bir bulutum
Kağıtlar yeşeriyor toprak yerine

Saçlarımı uzattım, aynayı kırdım
Deri ceketimi çıkardım sandıktan
Cebimde 20 yıl önceki sevgilimin resmi
O mu büyüdü, ben mi yaşlandım?

Gümüş tabakamı, köstekli saatimi
Bir blues ritmiyle kullanıyorum
Her sabah yeniden uyansam da
Naftalinli bir gençlik bu yaşadığım

İpsiz ruhum, sarsak, serseri
Otobanlarda sırtında heybesiyle
Cafelerde tuborg bira ve patates cipsiyle
Durdun bir yerde, çağını bekliyorsun

Ahmet Erhan

blues Blues

Bu gün de ölmedim anne

Yüreğimi bir kalkan bilip sokaklara çıktım
Kahvelerde oturdum çocuklarla konuştum
Sıkıldım, dertlendim ,sevgilimle buluştum
Bu gün de ölmedim anne.

Kapalıydı kapılar,perdeler örtük
Silah sesleri uzakta boğuk boğuk
Bir yüzüm ayrılığa, bir yüzüm hayata dönük
Bu gün de ölmedim anne.

Üstüme bir silah doğruldu sandım
Rüzgar, beline dolandığında bir dalın
Korktum, güldüm, kendime kızdım
Bu gün de ölmedim anne.

Bana böylesi garip duygular
Bilmem niye gelir ,nereye gider?
Döndüm işte; acı, yüreğimden beynime sızar
Bu gün de ölmedim anne.

Ahmet Erhan

safak+turkusu Bu gün de ölmedim anne

Buz Üstüne Yazılan Şiir

Buz üstüne yazmak isterdim
Bütün bu şiirleri
Üç beş gün öyle kalır
Sonra eriyip giderdi

Kaybolursa da ne çıkar
Yazılmış o kadar şiir ?
Onca acı, tedirginlik
Bir avuç su oluverir

Buz üstüne yazmak isterdim
Bütün bu şiirleri
Ya da denizin yaladığı
Bir kıyıya bırakmak…

Boğulup gitsin sesim
Uçsuz bucaksız bir koroda
Duyulmayacaksa silah sesleri
Girdiğimiz her sokakta

Çektiğimiz bunca acıyı
Varsın hiç bilmesin çocuklar
Barışa, kardeşliğe dair
Yarın nice şiir yazarlar

Buz üstüne yazmak isterdim
Bütün bu şiirleri
Ve sonra çekip gitmek
Dalgın bir cırcır böceği gibi.

Ahmet Erhan

ahmet+erhan Buz Üstüne Yazılan Şiir

Yüzüm Güvercinlere Emanet

Gecenin vitrinine konulmuş
Büyük bir yakut parçasıydı sabah
Mahalle kahvelerinde
Sıcak çaydan adamların
Yüzleri ağarırdı ilk ışıklarla
Gençlerin güzellerinin makbul olduğu
Tek ülkeydi ülkem
Benimse yüreğim
Koltuk altına sıkıştırılmış,
Yenik bir tavla maçı ertesiydi.

Kumların görmeyeceği yerlerime dokunurdu sabah
Akşamdan kalma titrek ellerini
Sevecenlikle dolaştırırdı kirlenmiş atmosferimde
Dişler arasında çıtırdayan bir çekirdek gibi
Açardım gözlerimi birden
Kırık tahta masalara öykünür, bir sigara yakardım
Dudaklarıma yapışır, yakardı dudaklarımı
Gu-guk-guk! gu guk-guk! taneleri
Sarhoşluğuyla avunurdu tırnaklarım
Bardak diplerinden vişme-cin pıhtıları kazırdı
Herşey açıklığa kavuşurdu

Gözlerim ormanda kaybolmuş çocuk gözü renginde
Acemi ve pazartesi olurdu
Kara sürmeler çekerdim gözlerime
İzinliydim nasıl olsa dezavantajı bol şiirler yazmaya

Tartıl be abla! derlerdi
Karınca gibi ince belli çocuklar
Güvercinlere yem at
Sevgiline bir gül hediye et
Bulvar yolundan geçen otobüslere
Hiç binmemiş olduğumu bilmezlerdi
Üzümlerden ayrı bir üzümdüm
Bilmezlerdi
Bir üzüm yüzsüzlüğüyle:
Tartın beni derdim
Tartardı çocuklardan biri
Binalar eğilir bakardı iç çekerek
Camları ışıldardı.
Küçük, nasırlı bir avuçtan
Avuçlarıma dökülürdü tüm şehir
Alır yüzüme sürer
Güvercinlere emanet ederdim yüzümü
Aç gagalarını ıslatırdı gözyaşlarım

Kurumlu bir saat kulesi kur yapardı bana,
Çeyrek geçmişiyle övünen o topal.
Bir gül uzatırdı çocuklardan biri
Ellerimden güle yalnızlık batardı
İçi bulanırdı yalnızlığımın
Kusardı serseriliğini en görkemli meydana.

Didem Madak
-Grapon Kağıtları-

didem+madak Yüzüm Güvercinlere Emanet

Hazin Yalnızlık

Kırlardayım, yalnız ve düşünceli
Yürüyorum, yavaş, ölçülü, ağır
Kumlarda belki insan izi vardır,
Üstlerine basmadan yürümeli.

Kimseler bilmesin diye halimi
Kendim kendisini böyle savunur;
Dışımdan içimin hali okunur
İçim alev alev, içim besbelli.

İnsanlara karşı kapanıyorum;
Kıyılara, ormanlara, dağlara
Hayatımı gizli tutamıyorum.

Amor’un benimle, benim onunla
Döğüşmeden, çekişmeden sonunda
Gideceğim bir yol bulamıyorum.

Francesco Petrarca

hazin+yalnizlik Hazin Yalnızlık

Son Sığınak

“C” için

1
önce en yakınların delikler açtı gövdende
sonra o her odanın her köşesinde bekleyen
gecenin hinoğluhin örümceği
yumuldu doğan, günün bu kızıl kapılarına
ve o parlak ipliğin bıraktığı iz tıkadı damarlarını
kan her zaman yerde birikir ve yerde
serili yatar kırık gövde, rezil,
ırzına geçilmiş, bir ahırın yemliğinde,
dudaklar sırıtır -son kez “elveda” demek istemişler midir?
parçalanmış bir kapıdır dişler,
yıkık bir duvar,
gözler açıktır ama yoktur görecekleri bir şey
insansız bir beldenin küçük nöbetçi kulübeleri
iki arı balın üstünde ve taş kesmiş ışık
uzaklarda bir yerde dallardaki kuşlarda soluk titrer
ve çürümenin kösnül kokusuyla
şimdiden mumyalanmıştır gövde-
göz kamaştırıcı bir ağ olursun kemikten…
gel de salyalarınla tıka bu delikleri
hava geçirmez olsun gövde
ve ince bir bezle bağla ki gözlerimizi
hiç görmeyelim bir kahramanın nasıl öldüğünü
ve cesedinin gizlerine nasıl baktıklarını ölümlülerin

2
yalnızların ülkesine yapılan yolculuk
sınırsız bir ülkede kalacak han olmayan bir yolculuktur
kıyısız bir deniz boyunca
aşktan başka fenerleri olmayan

körlerin ülkesinde hiçbir renge inanılmaz
her ses tanıktır
dilsizlerin gümüş diline
aşktan başka karanlığı olmayan

deniz fenerleri yalnızca aşk
gırtlaktan gelen notaların
denizine karşı bir engel
köpüklerin makinalı bir tüfek gibi
iletisini sağırların kulaklarına
dilsizlerin şifresiyle kekeleyip
fısıldarken açıkladığı
ve bunu körler için
yalnızca aşkın mürekkebiyle yazabilen

çünkü makinalı tüfek gizini
bütün gizleri açıklamak için söyler
çünkü makinalı tüfek yolunu açar
ve ayaklarını yıkar
ve önüne şarapla ekmeği koyar
sen de ölümün gövdesi yerine
yalnızca aşkla dönersin evine

Breyten Breytenbach

son+siginak Son Sığınak

Eski Zaman Aşkları

Aşktı bir hüküm süren o eski zamanlarda
Her şey nasıl da yapmacıksız oluverirdi;
Şöyle içten bir demet çiçek verildi miydi
Dünyayı bağışlamak demekti bu sırasında,
Çünkü öylesine yürekten kopup gelirdi.

Sonra hani bir kere de seviştiler miydi,
Ah bilir misiniz bağlanırlardı nasıl da?
Öyle bir yirmi yıl, otuz yıl: durdukça dünya
O eski zamanlarda.

Artık aşkın o hükmü hiç mi yok şimdi;
Yapmacık bir gözyaşı, hile düzen sonra da;
İnanmıyorum biri aşk sözü etti miydi,
Çünkü o aşkın değişmesi gerek en başta,
Öyle sevişmeli bak hani sevişirlerdi
O eski zamanlarda.

Clement Marot
Türkçesi: İlhan Berk

eski+zaman+asklari Eski Zaman Aşkları

Senin Kalbini Taşırım

senin kalbini taşırım yanımda (taşırım onu
kalbimde) onsuz olamam asla (her nereye
gitsem sen de gidersin, sevgilim, ve benim
yaptığım her neyse senin eserindir, güzelim)
korkmam hiçbir yazgıdan (çünkü benim yazgım sensin, tatlım) istemem
hiçbir dünyayı (çünkü senin güzelliğindir benim dünyam, gerçeğim)
ve bir ay daima ne anlama geliyorsa o sensin
ve sen bir güneşin daima şakıdığı şarkısın
işte kimsenin bilmediği en derin sır
(işte kökün kökü ve goncanın goncası
ve hayat denen ağacın göğünün göğü; ki büyür
ruhun umduğundan ya da aklın sakladığından daha yüksek)
ve budur işte yıldızları birbirinden ayrı tutan mucize

senin kalbini taşırım (taşırım onu kalbimde)

e. e. cummings
Türkçesi: Faruk Uysal

senin+kalbini+tasirim Senin Kalbini Taşırım