O Gün Gelince

O gün bir gelsin bak, bize artık aç kalmak yok.
Geçeceğiz vitrinlerin, sergilerin önünden, küçülmeden.

Portakalları yığacağım önüne senin, tepeleme,
şarapları yığacağım, etli börekleri, salamları.

Elden geçireceğiz hepsini bir bir, unutalım diye
senin çektiğin acıları, benim gördüğüm işkenceleri.

Sevgili işçi kadın, şapka yapan makine,
artık bu elbiseler kaça diye sorma.

Kumaşı dokudun, elbiseyi diktin ya, giyinmek de hakkın.
Artık kunduracı da yürümeyecek yalnayak karda.

İpekli gömlekler uçuracak bizi rüzgârda kuş gibi.
Lâfta kalacak sanma, taş çatlasa bunlar olacak.

Bir kurtulalım hele tüm asalaklardan,
nasıl seveceğiz birbirimizi, şiirler okuya okuya!

Çekip gidince soyguncular, bir başka dünya kuracağız.
Yaşamak neymiş, yaşamak, sen o zaman gör bak!

Vitezslav Nezval

Çeviri: A. KADİR – Asım BEZİRCİ

 

yasamak+neymis O Gün Gelince

Yolcu

Yıllarca önce
araba kullanmasını öğrenirken
ustam sigara içirtirdi bana.
Ve yoğun trafiğe çıktığımda
ya da keskin dönemeçlere geldiğimde
sönerse cıgaram,
direksiyonu alırdı elimden.
Ben araba kullanırken fıkralar da anlatırdı
ve eğer ben arabayı sürerken kendimi işime kaptırıp da
fıkralarına gülmediysem
direksiyonu alırdı elimden.
Güvensiz hissederim kendimi, derdi. Korkutur beni,
şoförün kendini işine gereğinden fazla kaptırdığını görmek
bir yolcu olarak.

İşte ben de o zamandan beri
gereğinden fazla dalmamaya bakarım yaptığım işe.
Çevremde olup biten şeylerle de ilgilenirim.
Birileriyle konuşmak için işime ara veririm çoğu kez.
Bir cıgara içemeyecek kadar hızlı araba sürmekten
vazgeçtim.
Yolcuyu düşünüyorum artık.

Bertolt Brecht

yolcu Yolcu

portakal satın alırken

Southampton sokağı boyunca çöken
sarı sisin içinden
birdenbire lambalı bir meyve arabası çıktı
ve kese kağıtlarını parmaklayan
yaşlı bir pasaklı.
Aradığını birdenbire bulan biri gibi
şaşıp donakaldım.

Hep portakal olsun isterdin hani!
Avuçlarıma sıcağı hohladım
ve araştırdım ceplerimi.

Tutarken elimde bozuk paraları sıkı sıkı
fiyatına baktım ve
düzensiz rakamları gördüm
bir gazete kağıdına kömürle yazılı,
bu ara hafiften ıslık çaldığımı bile farkettim,
ve bir anda baktım acı gerçek apaçık önümdeydi:
Bu kentte sen yoksun ki!

Bertolt Brecht

bettolt+brecht portakal satın alırken

Belki Sen Yoksun

Belki de sahiden bırakacaksın beni.
belki de ben bırakılması elzem
en zararlı alışkanlığım.

Belki bir hata idi benle olmak
ve hayaller kurmak.

hayallerin hepsi de
işkembe-i kübradan sallanmış şeyler
ki sırf belki de sırf
senin ellerini tutmak
ve ensene arkadan
bir öpücük kondurmak için
belki de.

belki de dünya zaten dönmüyor,
ve Pakistan’da binlerce kişi ölmedi depremde
ve donmuyor kalanları.

Şırnak’ta sevgi yok belki de,
elleri ve yüreği olan bir sevgi.

belki de küre zaten yok
ve zaten ısınmamakta yüreği,
erimemekte buzulları,
yükselmemekte denizleri.

Telef edilmiş kuşlar,
ve hatta kuş gribi yok belki de.

Belki gökyüzü bile yok.

Belki sen yoksun,
belki de ben.
Belki ve belli ki
biz yokuz sade bu dünyada,
sevgi var bizden öte
öteden beri.

Abdullah Anar

abdullah+anar Belki Sen Yoksun

Ne Olacak

Ne olacak söyleyeyim,

Öncelikle aşık olacağız her gün yeniden.
Her gün birine yada başka birine.
Hep anlamlar yükleyeceğiz güne ve düne.

Özgür olacağız örneğin düşünürken
Bırakacağız şu teknik adam yalın bakışını
En yalın yaşamımızı dahi süsleyeceğiz ve
Anlamlandıracağız yaşamı en anlamsız anında dahi

Ve aşık olacağız yeniden her gün
Birine yada başka birine

Kendimize putlar yapacağız tapacak,
Bir vuruşta yıkacağız ertesi gün yaptığımız putları
Yeni putlar gelecek ertesi gün
Ve daha ertesi
Yıkılması an meselesi

Yani aşık olacağız yeniden her gün
Birine yada başka birine

Doğaya bakacağız, çevreci şefkatini bırakıp
Bir parçası olduğumuz sorumluluğu ile
Bir parça olmaktan öteye gitmeyecek iddiamız.

Hep birşeyler bekleyeceğiz
Çok şey olacak
Önce biz çoğalacağız ve çok olacağız

Yani aşık olacağız yeniden her gün
Birine yada başka birine

Abdullah Anar

ne+olacak Ne Olacak

ülkemin şiir atlası

III

Ben aradığım her şeyi yana yakıla aradım
Kaygılar taşıdım mutlaka bulmalıyım diye
Ama kaldırdığım her taşın altından
Çıka çıka bir yığın böcek çıktı
Kimisi deliklerine kaçtı, kimisi üstüme ağdı

Yol günlüklerine geçti attığım adımlar
Çocukken boynunu kopardığım kuş yavruları
Düşlerimde yolumu kesip bir bir gözlerimi oydular
Ve eğdiğim fidanlar büyüyüp gelişince
Gövdeleri tabutuma birer tahta oldu

Sulara bıraktığım hüsnüyusufların
Yan yatıp suyun üstünde durması gerekirken
Hepsi de dibine çöküp gitti bir bir
Demek ki her şeyin bir derinliği var
Demek ki her şey biraz da derinliktir

Daima ayrılıklar üretti benim yürüyüşlerim
O yüzden adı ayrılık olan bir çiçektir
Şimdi benim avuçlarımdaki çizgiler
Oysa eskiden alçalan bir kara kırlangıcın
Kuyruğunun duruşuydu.

(…)

XLVI

Bilirim incelik ister marifet ister
Arkadaş seçmek de yar seçmek kadar
Çünkü göreceğin küçük bir ihanet bile
Adama evlat acısı gibi koyar

Düşün ki içini döktüğün, sırlarını verdiğin
Seninle birlikte aynı ufka alın dayamış
Birlikte saklanmış, birlikte yatmış birisi
Bakmışsın ki günün birinde ayrılıp gitmiş

Aslında bir su damlası kadar hafiftir insan
Bir söz kadar uçucu, bir reyhan kadar yabani
Ve kırlangıçların gözleri kadar ürkek
Eğer cesaretle doldurmamışsa kalbini

Bilirim oldum olası incelik ister
Arkadaş seçmek de yar seçmek kadar
Çünkü gün gelip çıkarıp öfkeni vereceksin
Ve yurduna dair taşıdığın güzel şeyleri

XLVII

Yürüdüğüm yolları deftere yazmayı
Günlük tutmayı bağırıp çağırmayı
Ve hayatım üstüne haberler çıkarmayı
Bir marifet sayıp kendimi ele verdim

Bir damla suyun bile ağırlığını düşünmedim
Ama taşı toprakla toprağı çamurla kıyaslayıp
Taşıdığım düşüncelerin sözlere dökülüşüne
Bir anlam veremeden çekip gitmedim

Abdülkadir Bulut

ulkemin+siir+atlasi ülkemin şiir atlası

Gözyaşları da Çiçek Açar

Ellerimi dokunduğum her yerde
Çığlık çığlığa kıvranıyor hayat
Ve ölen arkadaşların giysilerini
Bir kere daha dürüp koyuyor analar
Çamaşır sandıklarına
Gözyaşları da çiçek açar

Bugün yurtyeri olsa da acılara
Kayaların en sarp yerlerindeki
Kırlangıç yuvalarını andıran alnın
Bir gün terli bir gelecek uçuracak
Sabahlardan akşamlara kadar
Gözyaşları da çiçek açar

Ansızın oyuna başlayan çocukların
Sesleri kadar canlı ve huylu
Sevinçleri kadar taze ve acemi
Bir duruş kuşatır seni o zaman
Gözyaşları da çiçek açar

Başını dayadığın ağaç dalı
Bak hafifçe eğildi toprağa doğru
Uyuyan bir çocuğun soluk alışını
Dinler gibi kendini vererek
Yaklaş yüzünü örse de acılar
Boynundan ter boşalan herkese
Gözyaşları da çiçek açar

Yaklaş, yüzünü örse de acılar
Ve nasıl yakalarsa toprağı kök
Suları renk, dalları kiraz
Sen de öyle yakala hayatı
Yürü kol kola canıma değsin
Gözyaşları da çiçek açar

Abdülkadir Bulut

gozyaslarida+cicek+acar Gözyaşları da Çiçek Açar

Veda Şarkısı

1.

Kayalıkta çakılı yelkenli
sana bırakıyorum veda şarkımı.

2.

Benim uzaklardaki ölümümün kanında tohumlanışı da
kayalar devranının altında değişken köklerle.
Yalnızlık! geçmişe özlem çiçeği canlı duvarların.
Yalnızlık, yeryüzünde adanmış faniliğim.

3.

Taşımak istemiştim heybemde
yüreğinin gelip geçici tadını,
ama kaldı havaya çizilmiş kesin eğrilerle,
yadsıma oldu umudumun yiğitliğine.
Giderim hatıradan daha uzun yıllar boyu
kapalı yalnızlığıyla gezginin,
fakat havaya çizilmiş kesin eğri sanki bana döndü
ve bir işaret koydu pusula kaderime.
Sonu geldiğinde bütün gündelik işlerin
yol yapacağım bir geleceğim olmasa,
gelmiş olacağım bakışında canlanmaya
kaderimin sırıtan parçası olarak.
Gideceğim hatıradan daha uzun yollar boyunca
zincir halkaları gibi eklenen elvedalarla zamanın akışında.

4.

Dimdik hatıra sonunda düşmüş yola,
usanmış beni bir geçmişi olmadan izlemekten,
unutulmuş yol kıyısındaki bir ağaçta.
Uzaklara gideceğim, hatıra
parçalanarak ölünceye yolun taşlarında,
ve devam edeceğim, içimde
hep o gezginin acısı, yüzümde gülümseyiş.
Bu dönenen bakış ve güç
büyülü bir matador mendilinde.
Alıkoydu kaygı duymaktan tüm çıkarlara,
hep yitiren bir çizgi oldu benim eğrim.
Ve bakmak istemedim seni görürüm diye
beni isteksizce davet etmeni
mutluluğumun pembe boyalı torerosu
Deniz seslenir bana sevecen elleriyle.
Çayırım -bir kıta-
Dümdüz yayılır, tatlı ve silinmezdir
alacakaranlıkta bir çan gibi.

5.

Bir sicil memuresi karşısında kurumlu bir doktor gibidir
kara bir mikroskopu gösteren bilim.
Sanat… sanat diye arzıendam eden şey
bir Leica’nın kısır mekaniğidir.
Acılar ve kaygılarla dolu bir yerli (ve tabii özlemleriyle
olup ta şimdi yiten için
ve onun dönüşünde arzu gönlünde),
coca, alkol ve açlığın aptalca gülümsemesiyle.
Üç kuruşa satılan cinsellik
-Amerika’da pek ucuz-
Boş çarşafların umursanmaz hatırası.
Guetamala bıraktın beni
bağrımda derin bir yarayla
ve de acılarını bana emzirme
ya da emme fırsatıyla,
kahreden bir hıçkırığın belirsiz duygusunda bulan kadını.
Kederleri teker teker birleştiren bir bağ var yine de:
uyanan insanın haykırışıdır o da.

6.

İşte bugün böyle titrek ellerle
belirsiz bir kayıta koyuyorum prizmamı.
Ağacın olgunluğunu tüketmeden
kasalanmış meyvanın garip tadıyla.
Çağırışını farkedemiyorum bazen
yaşlı, garip kanatlanmış kulemden,
fakat bazı günler var ki cinselliğin uyanışını hissediyor
ve bir öpücük dilenmeye dişiye gidiyorum
ve böylece beni arkadaş diye çağırmayanın
ruhunu hiçbir zaman öpemeyeceğimi anlıyorum…
Biliyorum ki tertemiz değerlerin kokusu
bereketli kanatlarla dolduracak beynimi,
Biliyorum ki hayata geçmesi mümkün olmayan
fikirleri barındırmak gibi zevkleri bırakacağım.
Biliyorum ki ölümüne çarpışma günü
halk çocukları benimle omuz omuza verecek,
halkın savaştığı amacın kesin zaferini
göremezsem eğer
fikri en yüksek geleceğe götürmek için
mücadele verdiğimdendir,
eski kabuğun tüylerini yolarken
doğan umudun kesinliğiyle biliyorum bunları.

Che Guevara
Çeviri: Adnan Özer-Vilma Kuyumcuyan

che-guavera-veda-siiri Veda Şarkısı

Kırlara Veda

Gözyaşlarının gücü vardı eskiden;
ırmak yüklü adamlardık tuz katarlarının ardınca giden,
gölgemizde damlaların bıraktığı izlerden
açılırdı hayal tuzur suda bukağısı çözülürken.

Utanır arınırdık şehirde fazla kalmak suçundan;
akıl danışırdık yağmura: Nasıl döneriz
evlerimize doğu yollarından;
nasıl fener yapıp kemiklerimizden, tütsüleriz
gecenin mor arılarını çıkınca kovanından?

Çoraksa gece: Saçlarda yıldız, gözlerde yine yağmur,
sarı bir zaman dilimi gibi yanan fenerler
(mum yanar,yağ dolanır, mumyalar toprağı çamur),
kanda yaralar gibi gülün ağrıttığı dikenler…

ardımızda yoksul ve yerli bir söylenti,
böyle yürürdük ateşli ekinler gibi menzilsiz.
Yoktu buğdaya un olmaktan ötesi;
bulgur çeken kadınlardan doğduk ya biz,
güneşi taşta sırmalayan o kırıntı bilgeleri,
aya bakan sundurmalarda çatlak topuklu annelerimiz,
sıcak bağımız, güleç mısırımız, dindar soğan tilmizleri,
o topuklar, ah o topuklar ve kerpici terk edişimiz…

Kızıl toprak ve iri saman, yani Allah’ın harcı
gözyaşlarının gücüyle eskiden
serin eviçlerinde sarı bir mahremlik sunardı,
yağmur bir dua gibi geçerdi pencerelerden;
yetim insan topağın vicdanıyla doyardı…

Demem o ki,
gözyaşlarının gücü vardı eskiden.

Adnan Özer

gozyaslarinin+gucu Kırlara Veda

Hayatta Ben En Çok Annemi Sevdim

Can Yücel`e nazire

Ona göre baştan beri iflâh olmaz biriydim
Babam korkuydu bana,
annem yürek serinliği
En sevdiği oğluydum -bana hep öyle gelirdi-
Uzun avcı öykülerini ilk ondan dinlemiştim
Hayatta ben en çok
annemi sevdim

Sözümona büyümüştüm, ekmek getirirdim eve

Annem öldü,
düşüyorum, koptu salıncağın ipi
Anahtarsız bir kilide benzediğim doğru şimdi
Saçlarına tırmanırdım tutunup yıldızlara
Kokusu kalmıştır diye kapandım odalara

Kıyamazdı bilirdim şiirler yazan oğluna
Sevgilim terkedince benden fazla ağlardı
İstiridyeydi annem, içinden inci çıkardı
Hergün daha da büyüyor yüreğimdeki yırtık
Annemi anılarda bile bulamıyorum artık

Babamın hemen ardından gitmesi gerekmezdi
Evinin badanasını yarım bırakıp erkenden
O gün bugündür bana gülden önce gelir diken
Dedim ya anahtarını yitirmiş bir kilidim
Hayatta ben en çok annemi sevdim

Abdülkadir Budak

hayatta+ben+en+cok+annemi Hayatta Ben En Çok Annemi Sevdim